nasıL bir gençLik..

LaNéDLy qHz

Bayan Üye
İlkbahar yaza, yaz sonbahara, sonbahar kışa dönüşürken, insanoğlu bütün bu mevsim değişiklikleri seyrederek dünyada geçireceği hayat serüvenini hatırlıyor kendi kendine. Bütün bu olanlara bakarak burası dünya, burası hepimiz için imtihan salonu diye haykıramız geliyor içimizden.
Hz. Nuh(a.s)’a sormuşlar; dokuz yüz senelik dünya hayatından ne anladın diye. O da; “Dünya iki kaplı handır, birinden girdim diğerinden çıktım’’ şeklinde cevap vermiş, böylece hayatı özetlemiş. Peki ya bizim durumumuz nasıl, bunca ömür ne yaptık ki acaba? Bu gün Allah için ne yaptın? sorusunu uzun zamandır işitemez olduk. Yazık nice kaybettiğimiz yıllara. Hem de ne vah, vah nice harap geçen halimize. Allah’ım başımız yerde hala, merhametine müştakız. Gidecek kimimiz kaldı ki senden başka. Yüzümüz olmasa da dönüp dolaşacağımız dünyamızda varacağımız nokta sana gelmektir Ya Rab! Huzurunda Yusuf’un düştüğü zindanı, Yakup’un gözyaşını, Musa’nın asasını ve Efendimiz (s.a.v)’in âlemlere rahmet olan şefaatini düşüneceğiz, buna mecburuz da. Yeryüzü bataklığında, kendimizi yaktığımız dünyayı mescit değil de bir konaklama mekânı yaptığımız için ah-ı aman diliyoruz daha şimdiden. Merhametine sığınacağız rahmet yağmurunu üzerimize yağması için, huzuru ilahide meleklerini indirirken rahmete gark olmak adına eman diliyoruz. Affetmen için ellerimizi açıp kalbimizle yalvarıyoruz, sığınacak dalımız bir tek sen varsın. Her yağan rahmet yağmur tanesinde bir melek var çünkü. Dünyada nice kuyular kazıldı, nice tuzaklar kuruldu, boş bulunduk, dengemizi kaybettik biranda. Biliyoruz son pişmanlığın fayda vermeyeceğini, yine de bir feryatla kapına dayandık. Senden geldik, dönüş sana. Umudumuz sen, seni istiyoruz Ya Rab! Dünyadayken de gençliğimiz eyvahtı, huzurunda da öyle. Rahmetin gazabını geçtiğini bildirdin bize. Yunusça kahrında hoş, lütfün da hoş demek düşer bize bu yüzden.
Dualarımızla içten münacaat ettikten sonra gelelim konunun ciddiyet boyutuna. Bilindiği üzere hayatın her değişim evrelerinde karşılaşacağımız olaylar, yaşananlar ve yaşanacak olan her şey insanın alın yazısı, hatta bütün canlıların kader döngüsü levh-i mahfuzda kayıtlı. Bu kader döngüsü içerisinde insanın diğer canlılardan ayıran en önemli farkı tüm mahlûkata halife tayin edilmesidir, yani eşrefi mahlûkat olması. Eşrefi mahlûkat yaratılmışların en üstünü demek, ona bu üstünlük misyonunu yükleyen sebep, omuzlarına yüklendiği ilahi emanetten dolayıdır. Madem emanet sahibiyiz, o halde yaratılış gayemize uygun bir hayat tablosu ortaya koymak boynumuzun borcu olsa gerektir. Daha dünyaya ilk adım attığımız andan itibaren öteki dünyaya yolcu olacağımız son adım arasındaki zamanı iyi değerlendiren bir kul olabilirsek Ahsen-i takvimle müjdeleniriz, bunun aksi durumda ise sonumuz esfel-i safilindir, yani hayvandan da aşağı mertebeyle uğurlanmak demektir.
Bir çocuk akıl baliğ olmakla birlikte ilahi hükümleri uygulama sorumluğu üstlenmiş pozisyona gelir. Ki bu sorumluluk basamağı gençlik çağıdır, bu böyle biline.
Nasıl bir toplum olduğumuz öğrenmek istiyorsak yaşadığımız toplumun gençliğine bakmak kâfi. Nitekim Bir Alman filozofu; Bana gençliğinizi gösterin size geleceğinizi söyleyeyim demiştir. Zira gençlik toplumun aynasıdır. Şöyle bir hayat öykümüze baktığımızda; çocukluk dönemimiz tohum, gençliğimiz ise çiçek halimizdir. Bir tohumda nasıl ki koca bir ağaç gizli ise, çocukluk ve gençlik tohumunda da bir millet, hatta tüm bir insanlık gizlidir. O halde yapılacak ilk iş toprağa atılacak tohumun uygun ortam ve şartlarda filizlenmesini sağlayıp, çiçek açtıktan sonra da iyi bir meyve vermesini beklemektir. Bugün gençliğin anomi hal alması gerekli uygun zemin ve şartları sunamamızdan kaynaklanmaktadır. Çocuklarımız hayatın acımasız tuzaklarına yenik düşüp her biri birer birer kaybolurken bu gidişe dur diyecek kimsemiz kalmamış maalesef. Her yanımız harap her yer zindan. Dağ, taş ve hatta bütün kâinat bu gidişattan incinmiş kıyam halinde sanki. Gençlerin meselelerine eğilmemek onların dünyalarına tercüman olamamak gibi bir tablo var önümüzde. Bütün bu gerçekler ortada iken hala bizde iyi adam yetişmiyor serzenişinde bulunma hakkını pişkin vaziyette görüyoruz kendimizde. Hem gerekli alt yapıyı kurmuyoruz hem de durumdan vazife çıkarıp sürekli bir şeylerden şikâyetçi olmayı yeğliyoruz.
Hayat denen serüvende, gençliğini hiçe sayan uygulamalar yarınlarımızı karartıyor hep. Peyami Safa; Gençliği ayakta olmayan cemiyet yataktadır derken kanayan yaramıza neşter vurup çok doğru bir teşhiste bulunuyor Gerçektende şuanda yaşadığımız manzara hasta yatağa düşmüş halidir. Birbirimizden habersiz yığını andırıyoruz her birimiz. Bunlar ellerimiz, bunlarda ellerimizin büyük boşluğu, beş parmağın beşi de birbirinden habersiz işlev görüyor sanki. Dayanışma yok, birlik şuuru yok, maddi manevi bir hamle yok. Yok, yok, yani yoklarımız bir değil birçok. Hâsılı yoklarımız varlarımızın çok çok ötesinde. Öyle ki geçmişte yaşadığımızı bugünde hala yaşamakta olduğumuz kanlı terör olayların yankıları hala zihinlerimizde taptaze duruyor. Reşit olmamış, daha yeni akil baliğ yaşa gelmiş gençliğin eline tutuşturulmuş pankartlarla sokağa dökülmüşlüğü, ne halde olduğumuzun tipik misaliydi. Yetkililer her zaman bildik alıştığımız cümleleri saf etmişlerdi: ‘Devletimiz büyüktür, her şeyin üstesinden gelecek güce sahiptir bu yapılanlar yanına kar kalmayacak’ gibi beyanlarla işi geçiştirmeye çalıştılar habire.
Senelerdir hep bu açıklamalar yapılır, bir türlüde bu beyanlara rağmen olaylar dinmek bilmiyor her nedense. Demek ki meseleler demeç vermekle çözülemiyor, uygulamada göstermek gerekirmiş meğer. Gençlerin terör eylemlerine kanalize olmalarının arka perdesinde sebep-netice ilişkisini iyi analiz edip ondan sonra problemi gidermek varken havanda su dövdük sadece.
Gençliğimiz anlık yaşıyor, yaşadığı hayattan tat alamıyorlar, adeta nefes nefese hayat yaşıyorlar. Zavallı gençliğin elinden tutacak şefkat eli olmayınca ruhi bunalımla didişip durmaktalar sürekli. Onları toplumdan dışlamışız bir kere. Hippi demişiz, alay etmişiz, aşağılamışız ve sevgiyi onlardan esirgemişiz. Gençliğe bakışımız önyargılı bir yaklaşım olunca olacağı da bu idi, başka bir şey beklenemezdi ki zaten. Onlara söz hakkı vermeyi bile çok görüp tehlike olarak addetmişiz. Elbette ki tabular, dayatmalar, serzenişlerin sonunda böyle bir gençliğin doğması kaçınılmazdı. Başka ne beklenirdi ki?
Cuma günleri son hutbede okunan ayetin sırrını bilmem hiç düşündük mü? Allahü Teala; ‘Şüphesiz Allah (aklıselime) adaleti, iyiliği ve (özellikle) akrabaya yardımı emreder. (Nefsin behime kuvvetine) fuhuşu,(subuiye kuvvetine) münkeri, (vehmi kuvvetine) zulüm ve tecebbüsü yasaklar. Bize (bu suretle) öğüt verir ki, iyice dinleyip anlayıp tutasınız.(En-Nahl 90)’ diye beyan buyurarak hakiki hayatın ve hakiki hükmün nasıl olması gerektiğini insanlığa bildirmektedir. Çünkü kâinatta nizam adaletle mümkündür. Tabii ve zaruri adalete insanın müdahalesi söz konusu olamaz zaten. Fakat ihtiyari adalet öyle değil, cüz-i ihtiyara sahip insanoğlu beyin, kalp ve akli melekeleri sayesinde birtakım olaylara müdahale izni vardır. İşte toplumun huzurlu ortamda yaşayabilmesi için ihtiyari adaletin gereğinin yerine getirilip getirilmemesine bağlıdır. Son hutbede okunan ayeti celileyle Allahü Teala Hukukta adaletin önemine işaret ederek icrasının şart olduğunu vurgular. Toplumun bütün kesimlerine gerek ahlaki gerek itikadı, gerek halka karşı, gerekse Allah a karşı sorumluk şuuru vermedikçe özlediğimiz o ideal gençlik potansiyeli vücuda getiremeyiz. Gençlik hem iç dünyasına adaletli olacak hem de dış dünyasına. Hâsılı En- Nahl suresinin 90. ayeti iç dünyamızda nasıl bir adalet kurmamızı öğütlediği gibi, dışa karşıda adaleti tesisi sağlamamıza işaret etmektedir.
Adalet ve hürriyet iki mühim unsur, etle tırnak gibidirler. Her ikisi de baş tacımızdır. Batı bu iki unsurun önemini geç fark etse de sonunda gelişmesini tamamlayabilmiştir. Hürriyetsizlik daima iç buhranlar ve adaletsizlik doğurmuştur çünkü. Düşünce melekesinin hareket geçmesinde en önemli etken hürriyetin varlığıdır. Ki, İslamiyet özgürlük hususunda ileri doruğa ulaşmış evrensel mesajlar sunuyor insanlığa. İnsanları tüm sahte mabutların boyunduruğu altında kurtararak sadece Allah’a abd (kul) olmaya davet etmektedir. İşte gençliğimize vereceğimiz tek mesaj bütün sahte putlardan sıyrılıp Allah’a teslim olmanın gerçek özgürlük olduğunun bilincini aşılamaktır. Zira Cuma Hutbesin de okunan ayet insanı fuhşun, zulmün, ahlaksızlığın ve maddi ihtirasların esaretinden çıkmamızı öğütleyerek hakiki adalet hürriyeti tatmamızı beyan buyurmaktadır.
Said Nursi Hz.leri Risale i Nur eserlerinde gençlik üzerine şunları der: Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada hem kabirde, hem ahirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslamiyye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak, iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik manen baki kalacak. Ve ebedi bir gençlik kazanmasına sebep olacak. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle zinetlendiriniz. Ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz… Gençlik gidecek. Sefahatte gitmiş ise; hem dünyada, hem ahirette, binler bela ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle su-i istimal ile israfat ile, gelen evhamlı hastalıkla hastanelere ve taşkınlıklarıyla hapishaneler veya sefalet hanelere ve manevi elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastanelerden, hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz.
 
---> nasıL bir gençLik..

Mükemmel bir yazı ya. Bu yazı için nasıl bir yorum yapsam inanın bulamıyorum. O kadar boş şeyler okuyoruz ki. Allah rızası için uzun demeden, sıkılmadan bu yazıyı sonuna kadar okuyalım.
Konuyu açan kardeşime yürekten teşekkür ediyorum.
 
---> nasıL bir gençLik..

GENÇLİĞE HİTABE

Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik...
"Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!" şuurunda bir gençlik...

Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre...
Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet...
İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet..
Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur'an'ında "belhümadal - hayvandan aşağı" dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret...
Ya dördüncüsü ?...
Son yarım asır!.. İşgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedi helake mahkumiyet...
İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve
şimdi, evet şimdi...
Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilakı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...

Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün "dikey"leri "yatay" hale getirecek bir çığlık kopararak "mukaddes emaneti ne yaptınız?" diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...

Dininin, dilinin beyninin, ilminin, ırzının,evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik...

Halka değil, Hakka inanan, meclisinin duvarında "Hakimiyet Hakkındır"
düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik...

Emekçiye "Benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın.! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın!" diyecek...
Kapitaliste ise "Allah buyruğunu ve Resul emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın!" ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik...

Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı
adamının bulamadığı, Türk'ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı
adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezhebe ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayâli varsa
hakikatinin, İslâmda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âlemine ve bütün insanlığa model teşkil edecek bir gençlik...

"Kim var?" diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert "ben
varım!" cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur!"
fikrini besleyici bir dâva ahlakına kaynak bir gençlik...

Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet
sayacak kadar gözü kara ve o nispette usule, stratejiye uygun bir gençlik...

Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle zifiri karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık madeniyle sahtesini ayırdetmekte kuyumcu ustası bir gençlik...

Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin zindanı mâbedi, temeli yıkık ailesi, hasılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik...

Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara "siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız ! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi!" diyecek ve gerçek müslümanlığın "nasıl" ını ve "ne idüğü" nü her haliyle gösterecek bir gençlik...

Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu ,hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezâyı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve O'ndan başka hiçbir tutamak,dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik...

İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. Şekillenmesi, billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbazlık kodamanların
viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerîmden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamındayım.
Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşınıda gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil!
Allahın selâmı üzerine oIsun...


Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!..
 
---> nasıL bir gençLik..

DAVA

Davasina inanmis
Dava askiyla yanmis
Gözü kalbi uyanmis
Bir nesil bekliyoruz

Her engeli asacak
Volkan gibi tasacak
Allah deyip cosacak
Bir nesil bekliyoruz

Vatan icin seref san
Ilim fenle calisan
Tezalarla yarisan
Bir nesil bekliyoruz

Anli secdeye varan
Daim Hakk´a yalvaran
Hem CESUR, hem KAHRAMAN
Bir nesil bekliyoruz

Gücünü Hakk´tan alan
Yanliz Hakk´a kul olan
Cokdan beri kaybolan
Bir nesil bekliyoruz

Ilim fenli olacak
Tefekküre dalacak
Bir nesil kurtaracak
Bir nesil bekliyoruz
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst