Uyarlama Türkçe de bir şeyi başka bir yere uydurma olarak tanımlandığına göre; buradan hareketle “nafaka istemlerinde uyarlamayı” ise evvelce hükmedilen nafakaların değişen koşullara uydurulması olarak yorumlayabiliriz.
Bu tanım, içeriğinde zorunlu olarak birden ziyade öğeyi barındırmaktadır. Bunlardan ilki evvelce hükmedilmiş nafaka, diğeri ise değişen koşullardır. O halde değişen koşullar nelerdir?
İncelememize uyarlama davalarında sıkça gündeme getirilen değişen koşullardan ne anlaşılması gerektiği sorusuna verilecek cevap ile başlayacağız.
Yasa koyucu gerek TMK unun 176 maddesindeki yoksulluk gerekse 182.maddesindeki iştirak ile 331. maddesindeki yardım nafakalarının tümünde uyarlama için değişen koşullara önemle vurgu yapmakla birlikte bazen de TMK nun 176. maddesinde de olduğu gibi uyarlama için değişen mali durum veya hakkaniyetin gerektirdiği hallere atıf yapmakla değişen sosyal ve mali durumu neden, hakkaniyeti ise hükme estetik katkı sağlayacak bir kavram olarak kabul ettiğini ifade edebiliriz.
Başka bir deyişle uyarlama için yanların mali durumunda somut bir değişikliğin gerçekleşmesi yeterli olacağından burada hakkaniyetin gerektirdiği durumun bir nafaka nedeni değil taktirde gözetilmesi gereken ölçüt olarak algılanması gerekir.
Kavramların hüküm içindeki işlevleri belirlendiğine göre, Kanun koyucunun özel bir önem atfettiği belirleyici ve düzenleyici bu kavramları, içeriklerinin belirlenmesi bakımından tanımlamak yararlı olacaktır.
Bu tanımlama ile hedeflenenler uyarlama için gerekli materyallerin (olgu ve olayların) nelerden oluşacağına açıklık getirmek, uyarlamaya hakim ilkeleri belirlemek ve son olarak da hakça bir çözüme ulaşmaktır.
Peki değişen koşullardan ne anlamak gerekir?
Değişen koşulları; tarafların sosyal ve mali durumlarındaki olumlu yada olumsuz değişikliliklerin tümü olarak tanımlamak olanaklıdır.
Mali durum ekonomik bir kavram olup, mameleki oluşturan ve para ile ölçülebilen değerler bütünüdür. O halde nafaka alacaklısı ya da borçlusunun mamelekindeki para ile ölçülebilen her türlü değişiklik uyarlamanın hukuki gerekçesi olabilecektir.
Bu değişiklikleri nesnel yada öznel değişiklikler olarak sınıflandırmak olanaklıdır.
Nesnel değişiklikler; geçen sürede ülke genelindeki ekonomik göstergelerde meydana gelen ve tarafları olumlu ya da olumsuz etkileyen olgu veya olaylardır.
Ülke ekonomisindeki değişikliklerin sonucu olarak meydana gelen nimet ve külfetten kural olarak herkesin etkilendiği gerçeğinden hareketle nesnel koşullardaki değişikliklerin her zaman tek başına uyarlama nedeni olmayacağını düşünüyoruz.
Örneğin enflasyon nedeni ile oluşan her türlü fiyat hareketlerinden hem nafaka alacaklısı hem de nafaka borçlusu kural olarak aynı anda ve aynı oranda etkilenmektedirler.
Dolayısıyla salt bu nedene dayalı taleplerle uyarlama istemlerinin gündeme getirilmemesi usul ekonomisine uygun bir tercih olacaktır. Bu gibi hallerde kanımızca talepçinin, gelecek yılları da kapsayacak miktarda nafakaya hükmedilmesi olanağından yararlanmayı düşünmelidir.
Aksi halde iddianın “hakkın kötüye kullanıldığı savunması” ile karşılaşma ihtimali doğar ki buda gereksiz zaman ve gider kaybı ile eş anlama gelecektir. Tıpkı aylık enflasyon artışları ya da küçük gelir artışları öne sürülerek uyarlama istemlerinin gündeme getirilmesinde olduğu gibi.
Yargıtayın yabancı paraların enflasyon karşısındaki direnci gözetilerek yabancı para olarak takdir edilen nafakaların, Türk parasına uyarlanması taleplerin reddine karar verilmesine ilişkin görüşü kanaatimize göre bu düşünceden hareketle içtihat edilmiştir.
Mali durumdaki değişiklikler nafaka alacaklısı ile nafaka borçlusunun mal varlığında, geçen süre içersinde meydana gelen aktif ve pasif değerler olarak ifade edilmekle birlikte uyarlamada belirleyici rolü de bu koşulların üstlendiğini göreceğiz.
Borçlu ve alacaklının mal varlığındaki aktifler; yanların mal varlığında artışa neden olan değerlerin tümü olarak tanımlanabilir. Sırasıyla senet, tahvil gibi kıymetli evrakların dava tarihindeki borsa rayici, rehinle temin edilmiş alacaklar, miras yolu ile intikal eden teberrular, sosyal güvenlik kurumlarından elde edilen iratlar, şans oyunlarından kazanılan gelirler, menkul ve gayri menkullerin dava tarihindeki piyasa rayiç bedeli ile gelirleri, her türlü faiz gibi velhasıl tüm hak ve alacaklardan oluşan değerler bütünü olarak belirtilebilir.
Pasifler ise; tarafların mal varlığında eksilmeye neden olan borç ile diğer değer ve durumları ifade eder. Sözgelimi harcama kalemleri ile değerlerindeki artışlar, enflasyon, işsizlik, iflas, borç ödemede acizlik, hastalık nedeniyle mal varlığında oluşan eksi değerler bütünü olarak gösterilebilir.
Dolayısıyla uyarlama talepleri illeri sürülürken tarafların buna ilişkin kanıtlarını yargılama sürecine taşımaları, özellikle bu konuda yoğunlaşmaları görülüyor ki oldukça önem arz etmektedir. Zira tarafların gelir, gider ve servetlerine ilişkin ciddi bir araştırmanın yapılması bu tür davaların kırılma noktasını oluşturmaktadır. Yargıç da bu anlayıştan hareketle yanların sundukları kanıtlarla olgu ve olay saptaması yapıp taktir hakkını kullanarak uyarlanmış nafaka miktarını saptamalıdır.
Bu durumda yargıcın özel bilgisini kullanarak kanıtlarla hüküm verme olanağı söz konusu olacağından artık bilirkişiden görüş almaya gerek yoktur.
Sosyal durumdaki değişikliklere gelince; sosyal statü ekonomi ile yakın ilişki içinde hatta ekonominin tayin ettiği, uyarlamada nazarı dikkate alınması gereken sosyolojik bir terimdir. Alacaklı ya da yükümlünün sosyal durumundaki değişikliklerin yasa metninde ekonomik durumla birlikte anıldığı bu birlikteliğin Yargıtay kararlarında da süregelerek buradaki konumunu giderek güçlendirdiği anlaşılmaktadır.
O halde sosyal durum nedir? Soruya verilecek yanıt uygulamada izlenecek yolun belirlenmesi bakımından da önem arz eder. Sosyal statü bir kimsenin o toplumca değerlendirilmiş bir yer tutması anlamına gelip, yükselme fırsatları, servet, eğitim, vasıflar, hayat seviyesi gibi ekonomik içerikli durumlar statünün kuruluş ve değişimini belirlemede etkin rol oynar. Bu parametreler dolaylı olarak ihtiyaçların belirlenmesi ve giderilmesi arasındaki zorunlu ilişkinin varlığına kaynaklık yapar.
Sözgelimi eşlerlerden birinin askere alınması, işsizlik, öğrencilik, memuriyet, zengin, yoksul ile ev hanımı, işçi, akademik kariyer gibi sıfatlar sosyal statüye örnek olarak verilebilir. Doğal olarak bu örnekler incelenen olayın özelliklerine göre farklılık arz edebilirler.
Hükmün şekillenmesindeki etkinliği nedeniyle düzenleyici olarak tanımladığımız diğer kavram ise “Hakkaniyetin gerektirdiği hallerdir”. Bu kavram hakimin takdir hakkını kullanırken “Hukuk” ile birlikte nazarı dikkate alması gereken önemli ölçütlerden bir tanesidir.
Yasa koyucu bazı nafaka türlerinin belirlenmesi ya da uyarlamasında açıkça hakkaniyet ölçütünden bahsettiği halde, bazen de bu konudaki iradesini hüküm aralığına gizlediğini biliyoruz. Sözgelimi TMK.unun 176. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen yoksulluk nafakasında açıkça bu kavramdan söz edilirken, iştirak nafakalarında ise açık bir ifade kullanılmadığına tanık olmaktayız.
Buna rağmen uyarlamayı düzenleyen özel hükümlerde açıkça zikredilmese dahi Yargıcın TMK.nun 4. maddesinden yararlanarak takdir hakkını bu kabil davalarda kullanması gerektiği görüşündeyiz.
Nitekim yerleşik Yargıtay içtihatlarında da hükmün şekillenmesinde hakkaniyet ölçütünün ön planda tutulduğunu biliyoruz.
TMK.nun 4. maddesi “Kanunun taktir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebeplerini göz önünde tutmayı emrettiği konularda hakim hukuka ve hakkaniyete göre karar verir” demektedir.
Bu tanımdan hareketle takdir hakkının oluşumunda önemli bir etkinliği olduğu saptanan hakkaniyet ne demektir? Hakkaniyet hukuk otoritelerince “somut olayın özelliklerine uyan çözüm biçimlerinin en yüksek ahlaki temeli” biçiminde tanımlanmaktadır.
Bu temelin oluşumunda; diğer anlatılanlara ilaveten tarafların kişisel durumu, geçim vasıtaları, ücret karşılığı çalışıp çalışmadıkları, çalışıyorlarsa meşguliyetleri, aylık net ücret tutarı, bakmakla yükümlü oldukları kişiler, bunların emekli dul ve yetim aylığı alıp almadıkları, alıyorlarsa aylık net tutarları, kişiler aile yardımı veya çocuk parası alıp almadıkları, yardım alıyorlarsa net tutarı, kamusal yardım kurumlarından mali destek alıp almadıkları, bakmakla yükümlü oldukları kişilerin aylık net gelirleri nafaka alacaklılarının taşınmaz malı veya başka bir gelirlerinin olup olmadığı, varsa miktarı veya gelirlerinin tutarı, nafaka alacaklısının sabit aylık giderleri, alacaklı veya bakmakla yükümlü olduğu kişilerin aylık giderleri, ikamet şekli (ev sahibi, kiracı-kiracının kiracısı), aylık kira tutarı, yan giderleri (elektrik, su, havagazı), çocukların aylık giderleri ile sabit giderlerin aylık tutarları ve diğer kısımlarda belirtilen ancak her olayın özelliğine göre değişebilen parametrelerdir.
Uyarlama taleplerine kaynaklık eden bu kavramların tanım ve kapsamları bu şekilde belirlendikten sonra, bu tanımlardan hareketle uyarlamaya hakim olan ilkeleri bilimsel görüş ve yargısal içtihatlar ile bireysel uygulamaların yardımı ile belirlemeye çalışalım.
Bu çalışmanın nihai amacı nafakanın belirlenmesi ve uyarlanması davalarındaki tüm kavramlara açıklık getirmek, irdelemek olmadığından, konu sadece uyarlamaya neden olgu ve olaylar ile sınırlı tutulmuştur.
NAFAKA UYARLAMASINA EGEMEN OLAN İLKELER
1- Uyarlama için öngörülmüş ve kesinleşmiş nafaka alacağının varlığı aranmalıdır:
Yazının başlığında da ifade edildiği üzere nafaka uyarlamaları için mutlaka mahkeme ilamına ihtiyaç bulunmaktadır.
2-Nafakanın uyarlanabilmesi için tayin koşullarının zail olmaması gerektiği:
Gerek akrabalar arasında gerekse karı – koca ve çocuklar için olsun nafaka koşullarının davanın açıldığı tarihte ortadan kalkmaması gereklidir.
3-Uyarlama koşulları davanın açıldığı tarih gözetilerek belirlenmelidir.
4-Uyarlamadan kasıt nafakanın artırılması yada azaltılmasıdır:
Eski yasadan farklı olarak Yeni TMK.unda bazı nafaka türlerinde sözgelimi 176/3. maddesinde açıkça azaltılma ya da indirimden söz edilirken TMK.unun 182/3 maddesinde ise “ne miktarda ödeneceği” cümlesine yer verilmekle, genel olarak yasa koyucunun burada uyarlamayı artırılma ve azaltılma olarak yorumladığını ifade edebiliriz.
Bu ifadelerden nafaka borçlusunun hak arayışında ayrık tutulduğu anlamının çıkarılmaması yasanın ruhuna uygun bir davranış olacaktır.
5-Nafaka uyarlaması istemlerinde kural olarak zamanı belirleyici ölçü olarak kabul imkanı bulunmamaktadır:
Uygulama da çoğu kez nafaka alacaklılarının gelir bağlandıktan kısa bir süre sonra uyarlama istemi ile hak arayışına giriştiklerine tanık olmaktayız.
İradın aradan çok az bir zaman geçtikten sonra indirilmesi istemenin hakkın kötüye kullanımı mahiyetinde kabul edilmesi gerektiğine ilişkin yargısal ve akademik görüşler öne sürülmektedir.
Oysaki yasanın nafaka tayinine ilişkin yeni düzenlemesi karşısında (zamana değinilmemesi nedeniyle), artık zaman ölçütünün belirleyici rolünden bahsedilemeyeceği, burada aradan geçen sürenin az ya da çok olmasının tek başına hakkın kullanılması için yeterli olmadığı, iddiaya değin ve yeter kanıtların varlığı ile birlikte hakkaniyette gerektiriyorsa nafakanın uyarlanabileceği görüşündeyiz.
Sözgelimi hükmün kesinleşmesinden kısa bir süre sonra şans oyunları yoluyla ya da ölüme bağlı teberrularla mamelekte artışlar olabileceği gibi iş kaybı vs. nedenlerle gelirde ciddi azalmaların yaşanması da olanaklıdır. Burada artık zaman ölçütünün önemini yitirdiğini düşünüyoruz.
6-Uyarlama davalarında hakime geniş taktir yetkisi tanınmıştır.
7-Nafaka miktarının uyarlanmasında mutlaka Hakkaniyet gözetilmelidir:
Somut olay adaleti olarak ifade edilen bu kurumun işlevi Sayın AŞÇIOĞLU tarafından; ”mantıksal sonuçlardan ayrılmak, yargıç buyruğuna doğru ve güzelliğin hamurlaşmasından, işlenmesinden oluşan eksiksiz ve kusursuz bir ruh ve görünüm kazandırır. İşte o zaman yargılama ürünü olan yargılama buyruğu bir sanat görünümü kazanır ve sosyal doğruluğu konusunda güven yargıları oluşur” biçiminde ifade edilmiştir.
Bizde aynı görüşü paylaşarak taktir hakkının kullanılmasında gözetilmesi gereken ve aynı zamanda hükmün sertliğinin giderilmesine hizmet eden bir yargılama prensibi olarak kabul ediyoruz.
8- Uyarlamada tarafların dürüstlük kurallarına riayet etmeleri gerekir.
9-Uyarlamalarda ciddi bir servet, gelir ve gider araştırmasının yapılması gerekir:
Bununla nafaka yargılamasında yanların net gelirleri ile ihtiyaçlarının kesin olarak saptanması amaçlanmıştır.
10- Nafaka yükümlüsünün kendisine daima uygun bir miktarın kalması gerekir:
Kanımızca evvelce belirttiğimiz gibi nafaka yükümlüsünün bu ilke ile yaşam payına dokunulması önlenmiştir. Eğer nafaka yükümlüsünden yeteri kadar nafaka alınamıyorsa bu durumda geçerli olan diğer akrabaların yükümlülüğüne müracaat sağlanmalıdır.
11-Nafakanın en az gereksinme kalemlerinin belirlenerek tayini gerekir:
Bizim de benimsediğimiz bu görüşe göre nafaka uyarlamalarında nafaka alacaklısının asgari ihtiyaçlarının nelerden ibaret olduğunun belirlenmesi gerekir.
İhtiyaç; yaşatma, besleme, geçinme, yedirip içirme olarak tanımlandığına göre , uyarlanacak nafaka miktarının tespitinde mutlak surette bu tanımın gözetilmesi gerekir. Ancak alacaklının sosyal, kültürel, bedensel, ahlaksal, psikolojik ve zihinsel durumunun da ihtiyaçların tayininde belirleyici işlevi unutulmamalıdır. Başka bir deyişle entegre uğraşlarının gündeme geldiği bu günlerde Topluluk Hukuku ile diğer Uluslararası Sözleşmelerde sıkça değinilen “Bireysel yaşantı sürme, tam ve uyumlu gelişme, hayatta kalma ve gelişme, toplumsal, ruhsal, akli, ahlaki, zihinsel ve bedensel sağlığın geliştirilmesi” kavramlarına uygun ihtiyaç yorumlarının yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
Önemine vurgu yaptığımız hususların uygulanmasında maalesef özensiz davranıldığı, ekseriyetle olguların toplanma işinin sosyal ve ekonomik durumun tahkiki istemini içeren tezkereler ile zabıtaya havale edildiğini, zabıtanın da olguları toplamada mahalle sakinleri, muhtar ya da heyet beyanlarına dayanarak tahkikat formu düzenledikleri, böylelikle temin edilen bilgilerin hükme esas alındığına tanık olmaktayız. Çağdaş ülkelerde (enflasyon oranlarındaki artışların genellikle sabit olduğu ülkeler) tayin edilecek ya da uyarlanacak nafaka miktarının asgari ve azami hadlerinin tablolar ile belirlendiğini biliyoruz. Sözgelimi Federal Alman Cumhuriyetinde çocuklara verilecek nafaka için İstatistik Dairesinin yayınladığı Düseldorf Tablosundan yararlanılarak sorun aşılmıştır.
Konu bu düzeyde çözümlenmese dahi en azından Devlet Planlama Teşkilatının ekonomik verileri esas alınıp nafaka alacaklısı ve borçlusunun öznel koşulları da değerlendirilerek asgari ve azami nafaka miktarının tayini olanaklıdır.
Bunların yanında 09.01.2003 Tarih ve 4787 sayılı yasa da incelenen konuya kısmi; ancak önemli çözümler önermektedir.
Özellikle 5. maddesinde; özel niteliklere haiz psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacının mahkeme bünyesinde uzman sıfatı ile görev alarak özetle taraflar arasındaki uyuşmazlık nedenlerine ilişkin araştırma, inceleme ve sonucunu bildirmek, istenilen konular ile ilgili çalışmalar yapmak ve görüş bildirmekle yükümlü olacakları, bunların fiili ve hukuki herhangi bir engel bulunması ya da başka bir uzmanlık dalına ihtiyaç duyulması hallerinde diğer kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlar veya serbest meslek icra edenlerden yararlanılabileceği düzenlenmiştir.
6.maddede de koruyucu, eğitici ve sosyal önlemler sayılırken 1/b fıkrasında; ailenin ekonomik varlığının korunması veya evlilik birliğinden doğan mali yükümlülüklerin yerine getirilmesine ilişkin gerekli önlemleri almaya Aile Mahkemelerinin yetkili olduğu belirtildiğine göre; Nafaka uyarlamalarının da bu düzenlemeler doğrultusunda uzmanlık alanlarına göre buradaki uzmanlardan görüş alınarak ya da olguların kentlerde sosyal hizmet uzmanları, kırsal kesimlerde ise yerel bilirkişilerin görüşlerinden yararlanılarak saptanabileceği düşünüldüğünde, izlenen bu yöntemlerle ulaşılacak sonucun, göz kararı ve el yordamı ile toplanan veriler esas alınarak elde edilen sonuçtan daha sağlıklı olacağı gibi en azından gerçek ve güvenilir veriler değerlendirmeye kaynaklık edecektir.
Bunun gözlenebilecek önemli iki sonucu vardır. Birincisi adalet gerçekten yerini bulacak, ikincisi ise bu sebepten dolayı gündeme gelecek yersiz taleplerin çoğalması önlenecektir. Onun içindir ki;
Yargıç yargılama faaliyetlerinde bilimsel yöntem ve teknolojik olanaklardan sonuna kadar yararlanmaktan çekinmemelidir.
12-Uyarlama davalarında nafakanın özel bazı durumlarda bilirkişi marifeti ile tayin ve tespitinin gerekeceği:
Uyuşmazlık konusu olayda, olguların tespiti ile değerlendirilmesinin bazen özel hesaplama bilgisi gerektirdiği durumlarla da karşılaşılabilir. Mesela fiyat endekslerindeki değişiklik ile enflasyon oranı arasındaki ilişki ve bunun satın alma gücüne ne miktarda yansıyacağına ilişkin ayrıntıların saptanmasında olduğu gibi. Yani nafakanın gereği, kapsamı ile süresine ilişkin bilirkişiden görüş alınması başvurulacak bir alternatiftir.
Bu yargılama problemi kanımca izlenecek iki yol ile aşılabilir. Yanların sunduğu kanıtlar ile olgular saptanabiliyorsa yargıç taktir hakkını kullanarak buyruğunu oluşturacaktır.
Ancak bir olgunun belirlenmesi teknik bilgi ve kanıtlarla belirleme zorunluluğu ortaya çıkmış ise bilirkişiye başvurulacaktır. HUMK. un 240. maddesi burada tam anlamıyla uygulanma olanağı bulacaktır.
13- Nafaka kural olarak nakdi niteliktedir ancak istisnaları da mevcuttur:
Kanaatimize göre özellikle çocuklar için öngörülen nafakalarda çocuğun himayesini üstlenmiş olan tarafın nafaka yükümlülüğünü çocuğun bakımı(ayni nafaka) ile yerine getirdiği için karşı tarafın ise nakdi olarak nafakayı ödeme yükümlülüğü vardır. Bunun da nafaka yargılamasında gözetilmesi gerekir.
SONUÇ OLARAK İFADE EDİLEBİLİR Kİ
Bu görüşlerimizle ekonomik göstergelerdeki hareketliliğe bağlı olarak sıkça gündeme getirilen uyarlama davalarında, gerek kanun koyucunun amacı gerekse yanların bu davalarla ilgili hak, yetki ve yükümlülükleri ile yargıcın adil ve güvenilir bir buyruğa ulaşmadaki etkinliklerine ilişkin kurallara değinmeye çalıştık.
Bizim bu yazı ile temin etmek istediğimiz nihai maksat, tabi ki bu alanda ilk ya da son sözü ifade etmek değildir; bir tatbikatçı olarak yargılama faaliyetlerinin önemli bir kesimini oluşturan bu davalarda adilane bir çözüme ulaşmak için fikri tartışmalara vesile olmaktır.
Uluslar arası topluluk ile şimdi, eskiye oranla daha yakınız ve Avrupa Topluluğu ile entegre çalışmalarının içindeyiz. Gerek uluslar arası sözleşmelerin onaylanarak iç hukukun birer parçası olmaları, gerekse Topluluk Hukukunun iktisabına dair hazırlıklar nedeniyle her kurumun giderek yerini yenisine terk ettiğine tanık olmaktayız.
Değişen ve gelişen süreçte Yargı uygulayıcılarına da kendi alanları ile ilgili önemli görevler düşmektedir.
İç hukukta ki kural ve kurumların mutlaka uluslar arası hukukun kişileri eksen kabul eden kurallarından hareketle yorumlanması buna göre anlam izafe edilmesi gerekmektedir. Bu davranış aynı zamanda yasa koyucunun yargıca tevdi ettiği “taktir hakkının kullanılması ve yasa kuralı oluşturma” görevlerinin de tabii bir sonucudur.
Çeşitli nedenlerle dolaşımın yaygınlaşması ile işin içine yabancı unsurlar da katılmaktadır. Bunun en çarpıcı örneklerinden birini de nafaka istemleri oluşturmaktadır. Bu konuda Devletimizin de taraf olduğu çokça sözleşmenin varlığı da gözetildiğinde gerek milli hukuk gerekse zikrini ettiğimiz bu yasalarda nafaka tayinine ilişkin esaslardan gerektiği kadarıyla yararlanılmalıdır.
Hüküm oluşturulurken uluslar arası hukukun insan eksenli buyruklarıyla bilimsel veri ve yöntemlerin artık yargılama sürecine etkin kılınması gerektiğine ilişkin görüşümüzün nafaka uyarlamalarına da egemen olması gerektiğini düşünüyoruz.
Bu görüşlerin, yazıyı izleyecek tartışmaların ortaya çıkaracağı eleştiri ve katkılarla zenginleşeceğini umuyor, yenilerinde buluşmak üzere en derin saygılarımı sunuyorum.
Bu tanım, içeriğinde zorunlu olarak birden ziyade öğeyi barındırmaktadır. Bunlardan ilki evvelce hükmedilmiş nafaka, diğeri ise değişen koşullardır. O halde değişen koşullar nelerdir?
İncelememize uyarlama davalarında sıkça gündeme getirilen değişen koşullardan ne anlaşılması gerektiği sorusuna verilecek cevap ile başlayacağız.
Yasa koyucu gerek TMK unun 176 maddesindeki yoksulluk gerekse 182.maddesindeki iştirak ile 331. maddesindeki yardım nafakalarının tümünde uyarlama için değişen koşullara önemle vurgu yapmakla birlikte bazen de TMK nun 176. maddesinde de olduğu gibi uyarlama için değişen mali durum veya hakkaniyetin gerektirdiği hallere atıf yapmakla değişen sosyal ve mali durumu neden, hakkaniyeti ise hükme estetik katkı sağlayacak bir kavram olarak kabul ettiğini ifade edebiliriz.
Başka bir deyişle uyarlama için yanların mali durumunda somut bir değişikliğin gerçekleşmesi yeterli olacağından burada hakkaniyetin gerektirdiği durumun bir nafaka nedeni değil taktirde gözetilmesi gereken ölçüt olarak algılanması gerekir.
Kavramların hüküm içindeki işlevleri belirlendiğine göre, Kanun koyucunun özel bir önem atfettiği belirleyici ve düzenleyici bu kavramları, içeriklerinin belirlenmesi bakımından tanımlamak yararlı olacaktır.
Bu tanımlama ile hedeflenenler uyarlama için gerekli materyallerin (olgu ve olayların) nelerden oluşacağına açıklık getirmek, uyarlamaya hakim ilkeleri belirlemek ve son olarak da hakça bir çözüme ulaşmaktır.
Peki değişen koşullardan ne anlamak gerekir?
Değişen koşulları; tarafların sosyal ve mali durumlarındaki olumlu yada olumsuz değişikliliklerin tümü olarak tanımlamak olanaklıdır.
Mali durum ekonomik bir kavram olup, mameleki oluşturan ve para ile ölçülebilen değerler bütünüdür. O halde nafaka alacaklısı ya da borçlusunun mamelekindeki para ile ölçülebilen her türlü değişiklik uyarlamanın hukuki gerekçesi olabilecektir.
Bu değişiklikleri nesnel yada öznel değişiklikler olarak sınıflandırmak olanaklıdır.
Nesnel değişiklikler; geçen sürede ülke genelindeki ekonomik göstergelerde meydana gelen ve tarafları olumlu ya da olumsuz etkileyen olgu veya olaylardır.
Ülke ekonomisindeki değişikliklerin sonucu olarak meydana gelen nimet ve külfetten kural olarak herkesin etkilendiği gerçeğinden hareketle nesnel koşullardaki değişikliklerin her zaman tek başına uyarlama nedeni olmayacağını düşünüyoruz.
Örneğin enflasyon nedeni ile oluşan her türlü fiyat hareketlerinden hem nafaka alacaklısı hem de nafaka borçlusu kural olarak aynı anda ve aynı oranda etkilenmektedirler.
Dolayısıyla salt bu nedene dayalı taleplerle uyarlama istemlerinin gündeme getirilmemesi usul ekonomisine uygun bir tercih olacaktır. Bu gibi hallerde kanımızca talepçinin, gelecek yılları da kapsayacak miktarda nafakaya hükmedilmesi olanağından yararlanmayı düşünmelidir.
Aksi halde iddianın “hakkın kötüye kullanıldığı savunması” ile karşılaşma ihtimali doğar ki buda gereksiz zaman ve gider kaybı ile eş anlama gelecektir. Tıpkı aylık enflasyon artışları ya da küçük gelir artışları öne sürülerek uyarlama istemlerinin gündeme getirilmesinde olduğu gibi.
Yargıtayın yabancı paraların enflasyon karşısındaki direnci gözetilerek yabancı para olarak takdir edilen nafakaların, Türk parasına uyarlanması taleplerin reddine karar verilmesine ilişkin görüşü kanaatimize göre bu düşünceden hareketle içtihat edilmiştir.
Mali durumdaki değişiklikler nafaka alacaklısı ile nafaka borçlusunun mal varlığında, geçen süre içersinde meydana gelen aktif ve pasif değerler olarak ifade edilmekle birlikte uyarlamada belirleyici rolü de bu koşulların üstlendiğini göreceğiz.
Borçlu ve alacaklının mal varlığındaki aktifler; yanların mal varlığında artışa neden olan değerlerin tümü olarak tanımlanabilir. Sırasıyla senet, tahvil gibi kıymetli evrakların dava tarihindeki borsa rayici, rehinle temin edilmiş alacaklar, miras yolu ile intikal eden teberrular, sosyal güvenlik kurumlarından elde edilen iratlar, şans oyunlarından kazanılan gelirler, menkul ve gayri menkullerin dava tarihindeki piyasa rayiç bedeli ile gelirleri, her türlü faiz gibi velhasıl tüm hak ve alacaklardan oluşan değerler bütünü olarak belirtilebilir.
Pasifler ise; tarafların mal varlığında eksilmeye neden olan borç ile diğer değer ve durumları ifade eder. Sözgelimi harcama kalemleri ile değerlerindeki artışlar, enflasyon, işsizlik, iflas, borç ödemede acizlik, hastalık nedeniyle mal varlığında oluşan eksi değerler bütünü olarak gösterilebilir.
Dolayısıyla uyarlama talepleri illeri sürülürken tarafların buna ilişkin kanıtlarını yargılama sürecine taşımaları, özellikle bu konuda yoğunlaşmaları görülüyor ki oldukça önem arz etmektedir. Zira tarafların gelir, gider ve servetlerine ilişkin ciddi bir araştırmanın yapılması bu tür davaların kırılma noktasını oluşturmaktadır. Yargıç da bu anlayıştan hareketle yanların sundukları kanıtlarla olgu ve olay saptaması yapıp taktir hakkını kullanarak uyarlanmış nafaka miktarını saptamalıdır.
Bu durumda yargıcın özel bilgisini kullanarak kanıtlarla hüküm verme olanağı söz konusu olacağından artık bilirkişiden görüş almaya gerek yoktur.
Sosyal durumdaki değişikliklere gelince; sosyal statü ekonomi ile yakın ilişki içinde hatta ekonominin tayin ettiği, uyarlamada nazarı dikkate alınması gereken sosyolojik bir terimdir. Alacaklı ya da yükümlünün sosyal durumundaki değişikliklerin yasa metninde ekonomik durumla birlikte anıldığı bu birlikteliğin Yargıtay kararlarında da süregelerek buradaki konumunu giderek güçlendirdiği anlaşılmaktadır.
O halde sosyal durum nedir? Soruya verilecek yanıt uygulamada izlenecek yolun belirlenmesi bakımından da önem arz eder. Sosyal statü bir kimsenin o toplumca değerlendirilmiş bir yer tutması anlamına gelip, yükselme fırsatları, servet, eğitim, vasıflar, hayat seviyesi gibi ekonomik içerikli durumlar statünün kuruluş ve değişimini belirlemede etkin rol oynar. Bu parametreler dolaylı olarak ihtiyaçların belirlenmesi ve giderilmesi arasındaki zorunlu ilişkinin varlığına kaynaklık yapar.
Sözgelimi eşlerlerden birinin askere alınması, işsizlik, öğrencilik, memuriyet, zengin, yoksul ile ev hanımı, işçi, akademik kariyer gibi sıfatlar sosyal statüye örnek olarak verilebilir. Doğal olarak bu örnekler incelenen olayın özelliklerine göre farklılık arz edebilirler.
Hükmün şekillenmesindeki etkinliği nedeniyle düzenleyici olarak tanımladığımız diğer kavram ise “Hakkaniyetin gerektirdiği hallerdir”. Bu kavram hakimin takdir hakkını kullanırken “Hukuk” ile birlikte nazarı dikkate alması gereken önemli ölçütlerden bir tanesidir.
Yasa koyucu bazı nafaka türlerinin belirlenmesi ya da uyarlamasında açıkça hakkaniyet ölçütünden bahsettiği halde, bazen de bu konudaki iradesini hüküm aralığına gizlediğini biliyoruz. Sözgelimi TMK.unun 176. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen yoksulluk nafakasında açıkça bu kavramdan söz edilirken, iştirak nafakalarında ise açık bir ifade kullanılmadığına tanık olmaktayız.
Buna rağmen uyarlamayı düzenleyen özel hükümlerde açıkça zikredilmese dahi Yargıcın TMK.nun 4. maddesinden yararlanarak takdir hakkını bu kabil davalarda kullanması gerektiği görüşündeyiz.
Nitekim yerleşik Yargıtay içtihatlarında da hükmün şekillenmesinde hakkaniyet ölçütünün ön planda tutulduğunu biliyoruz.
TMK.nun 4. maddesi “Kanunun taktir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebeplerini göz önünde tutmayı emrettiği konularda hakim hukuka ve hakkaniyete göre karar verir” demektedir.
Bu tanımdan hareketle takdir hakkının oluşumunda önemli bir etkinliği olduğu saptanan hakkaniyet ne demektir? Hakkaniyet hukuk otoritelerince “somut olayın özelliklerine uyan çözüm biçimlerinin en yüksek ahlaki temeli” biçiminde tanımlanmaktadır.
Bu temelin oluşumunda; diğer anlatılanlara ilaveten tarafların kişisel durumu, geçim vasıtaları, ücret karşılığı çalışıp çalışmadıkları, çalışıyorlarsa meşguliyetleri, aylık net ücret tutarı, bakmakla yükümlü oldukları kişiler, bunların emekli dul ve yetim aylığı alıp almadıkları, alıyorlarsa aylık net tutarları, kişiler aile yardımı veya çocuk parası alıp almadıkları, yardım alıyorlarsa net tutarı, kamusal yardım kurumlarından mali destek alıp almadıkları, bakmakla yükümlü oldukları kişilerin aylık net gelirleri nafaka alacaklılarının taşınmaz malı veya başka bir gelirlerinin olup olmadığı, varsa miktarı veya gelirlerinin tutarı, nafaka alacaklısının sabit aylık giderleri, alacaklı veya bakmakla yükümlü olduğu kişilerin aylık giderleri, ikamet şekli (ev sahibi, kiracı-kiracının kiracısı), aylık kira tutarı, yan giderleri (elektrik, su, havagazı), çocukların aylık giderleri ile sabit giderlerin aylık tutarları ve diğer kısımlarda belirtilen ancak her olayın özelliğine göre değişebilen parametrelerdir.
Uyarlama taleplerine kaynaklık eden bu kavramların tanım ve kapsamları bu şekilde belirlendikten sonra, bu tanımlardan hareketle uyarlamaya hakim olan ilkeleri bilimsel görüş ve yargısal içtihatlar ile bireysel uygulamaların yardımı ile belirlemeye çalışalım.
Bu çalışmanın nihai amacı nafakanın belirlenmesi ve uyarlanması davalarındaki tüm kavramlara açıklık getirmek, irdelemek olmadığından, konu sadece uyarlamaya neden olgu ve olaylar ile sınırlı tutulmuştur.
NAFAKA UYARLAMASINA EGEMEN OLAN İLKELER
1- Uyarlama için öngörülmüş ve kesinleşmiş nafaka alacağının varlığı aranmalıdır:
Yazının başlığında da ifade edildiği üzere nafaka uyarlamaları için mutlaka mahkeme ilamına ihtiyaç bulunmaktadır.
2-Nafakanın uyarlanabilmesi için tayin koşullarının zail olmaması gerektiği:
Gerek akrabalar arasında gerekse karı – koca ve çocuklar için olsun nafaka koşullarının davanın açıldığı tarihte ortadan kalkmaması gereklidir.
3-Uyarlama koşulları davanın açıldığı tarih gözetilerek belirlenmelidir.
4-Uyarlamadan kasıt nafakanın artırılması yada azaltılmasıdır:
Eski yasadan farklı olarak Yeni TMK.unda bazı nafaka türlerinde sözgelimi 176/3. maddesinde açıkça azaltılma ya da indirimden söz edilirken TMK.unun 182/3 maddesinde ise “ne miktarda ödeneceği” cümlesine yer verilmekle, genel olarak yasa koyucunun burada uyarlamayı artırılma ve azaltılma olarak yorumladığını ifade edebiliriz.
Bu ifadelerden nafaka borçlusunun hak arayışında ayrık tutulduğu anlamının çıkarılmaması yasanın ruhuna uygun bir davranış olacaktır.
5-Nafaka uyarlaması istemlerinde kural olarak zamanı belirleyici ölçü olarak kabul imkanı bulunmamaktadır:
Uygulama da çoğu kez nafaka alacaklılarının gelir bağlandıktan kısa bir süre sonra uyarlama istemi ile hak arayışına giriştiklerine tanık olmaktayız.
İradın aradan çok az bir zaman geçtikten sonra indirilmesi istemenin hakkın kötüye kullanımı mahiyetinde kabul edilmesi gerektiğine ilişkin yargısal ve akademik görüşler öne sürülmektedir.
Oysaki yasanın nafaka tayinine ilişkin yeni düzenlemesi karşısında (zamana değinilmemesi nedeniyle), artık zaman ölçütünün belirleyici rolünden bahsedilemeyeceği, burada aradan geçen sürenin az ya da çok olmasının tek başına hakkın kullanılması için yeterli olmadığı, iddiaya değin ve yeter kanıtların varlığı ile birlikte hakkaniyette gerektiriyorsa nafakanın uyarlanabileceği görüşündeyiz.
Sözgelimi hükmün kesinleşmesinden kısa bir süre sonra şans oyunları yoluyla ya da ölüme bağlı teberrularla mamelekte artışlar olabileceği gibi iş kaybı vs. nedenlerle gelirde ciddi azalmaların yaşanması da olanaklıdır. Burada artık zaman ölçütünün önemini yitirdiğini düşünüyoruz.
6-Uyarlama davalarında hakime geniş taktir yetkisi tanınmıştır.
7-Nafaka miktarının uyarlanmasında mutlaka Hakkaniyet gözetilmelidir:
Somut olay adaleti olarak ifade edilen bu kurumun işlevi Sayın AŞÇIOĞLU tarafından; ”mantıksal sonuçlardan ayrılmak, yargıç buyruğuna doğru ve güzelliğin hamurlaşmasından, işlenmesinden oluşan eksiksiz ve kusursuz bir ruh ve görünüm kazandırır. İşte o zaman yargılama ürünü olan yargılama buyruğu bir sanat görünümü kazanır ve sosyal doğruluğu konusunda güven yargıları oluşur” biçiminde ifade edilmiştir.
Bizde aynı görüşü paylaşarak taktir hakkının kullanılmasında gözetilmesi gereken ve aynı zamanda hükmün sertliğinin giderilmesine hizmet eden bir yargılama prensibi olarak kabul ediyoruz.
8- Uyarlamada tarafların dürüstlük kurallarına riayet etmeleri gerekir.
9-Uyarlamalarda ciddi bir servet, gelir ve gider araştırmasının yapılması gerekir:
Bununla nafaka yargılamasında yanların net gelirleri ile ihtiyaçlarının kesin olarak saptanması amaçlanmıştır.
10- Nafaka yükümlüsünün kendisine daima uygun bir miktarın kalması gerekir:
Kanımızca evvelce belirttiğimiz gibi nafaka yükümlüsünün bu ilke ile yaşam payına dokunulması önlenmiştir. Eğer nafaka yükümlüsünden yeteri kadar nafaka alınamıyorsa bu durumda geçerli olan diğer akrabaların yükümlülüğüne müracaat sağlanmalıdır.
11-Nafakanın en az gereksinme kalemlerinin belirlenerek tayini gerekir:
Bizim de benimsediğimiz bu görüşe göre nafaka uyarlamalarında nafaka alacaklısının asgari ihtiyaçlarının nelerden ibaret olduğunun belirlenmesi gerekir.
İhtiyaç; yaşatma, besleme, geçinme, yedirip içirme olarak tanımlandığına göre , uyarlanacak nafaka miktarının tespitinde mutlak surette bu tanımın gözetilmesi gerekir. Ancak alacaklının sosyal, kültürel, bedensel, ahlaksal, psikolojik ve zihinsel durumunun da ihtiyaçların tayininde belirleyici işlevi unutulmamalıdır. Başka bir deyişle entegre uğraşlarının gündeme geldiği bu günlerde Topluluk Hukuku ile diğer Uluslararası Sözleşmelerde sıkça değinilen “Bireysel yaşantı sürme, tam ve uyumlu gelişme, hayatta kalma ve gelişme, toplumsal, ruhsal, akli, ahlaki, zihinsel ve bedensel sağlığın geliştirilmesi” kavramlarına uygun ihtiyaç yorumlarının yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
Önemine vurgu yaptığımız hususların uygulanmasında maalesef özensiz davranıldığı, ekseriyetle olguların toplanma işinin sosyal ve ekonomik durumun tahkiki istemini içeren tezkereler ile zabıtaya havale edildiğini, zabıtanın da olguları toplamada mahalle sakinleri, muhtar ya da heyet beyanlarına dayanarak tahkikat formu düzenledikleri, böylelikle temin edilen bilgilerin hükme esas alındığına tanık olmaktayız. Çağdaş ülkelerde (enflasyon oranlarındaki artışların genellikle sabit olduğu ülkeler) tayin edilecek ya da uyarlanacak nafaka miktarının asgari ve azami hadlerinin tablolar ile belirlendiğini biliyoruz. Sözgelimi Federal Alman Cumhuriyetinde çocuklara verilecek nafaka için İstatistik Dairesinin yayınladığı Düseldorf Tablosundan yararlanılarak sorun aşılmıştır.
Konu bu düzeyde çözümlenmese dahi en azından Devlet Planlama Teşkilatının ekonomik verileri esas alınıp nafaka alacaklısı ve borçlusunun öznel koşulları da değerlendirilerek asgari ve azami nafaka miktarının tayini olanaklıdır.
Bunların yanında 09.01.2003 Tarih ve 4787 sayılı yasa da incelenen konuya kısmi; ancak önemli çözümler önermektedir.
Özellikle 5. maddesinde; özel niteliklere haiz psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacının mahkeme bünyesinde uzman sıfatı ile görev alarak özetle taraflar arasındaki uyuşmazlık nedenlerine ilişkin araştırma, inceleme ve sonucunu bildirmek, istenilen konular ile ilgili çalışmalar yapmak ve görüş bildirmekle yükümlü olacakları, bunların fiili ve hukuki herhangi bir engel bulunması ya da başka bir uzmanlık dalına ihtiyaç duyulması hallerinde diğer kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlar veya serbest meslek icra edenlerden yararlanılabileceği düzenlenmiştir.
6.maddede de koruyucu, eğitici ve sosyal önlemler sayılırken 1/b fıkrasında; ailenin ekonomik varlığının korunması veya evlilik birliğinden doğan mali yükümlülüklerin yerine getirilmesine ilişkin gerekli önlemleri almaya Aile Mahkemelerinin yetkili olduğu belirtildiğine göre; Nafaka uyarlamalarının da bu düzenlemeler doğrultusunda uzmanlık alanlarına göre buradaki uzmanlardan görüş alınarak ya da olguların kentlerde sosyal hizmet uzmanları, kırsal kesimlerde ise yerel bilirkişilerin görüşlerinden yararlanılarak saptanabileceği düşünüldüğünde, izlenen bu yöntemlerle ulaşılacak sonucun, göz kararı ve el yordamı ile toplanan veriler esas alınarak elde edilen sonuçtan daha sağlıklı olacağı gibi en azından gerçek ve güvenilir veriler değerlendirmeye kaynaklık edecektir.
Bunun gözlenebilecek önemli iki sonucu vardır. Birincisi adalet gerçekten yerini bulacak, ikincisi ise bu sebepten dolayı gündeme gelecek yersiz taleplerin çoğalması önlenecektir. Onun içindir ki;
Yargıç yargılama faaliyetlerinde bilimsel yöntem ve teknolojik olanaklardan sonuna kadar yararlanmaktan çekinmemelidir.
12-Uyarlama davalarında nafakanın özel bazı durumlarda bilirkişi marifeti ile tayin ve tespitinin gerekeceği:
Uyuşmazlık konusu olayda, olguların tespiti ile değerlendirilmesinin bazen özel hesaplama bilgisi gerektirdiği durumlarla da karşılaşılabilir. Mesela fiyat endekslerindeki değişiklik ile enflasyon oranı arasındaki ilişki ve bunun satın alma gücüne ne miktarda yansıyacağına ilişkin ayrıntıların saptanmasında olduğu gibi. Yani nafakanın gereği, kapsamı ile süresine ilişkin bilirkişiden görüş alınması başvurulacak bir alternatiftir.
Bu yargılama problemi kanımca izlenecek iki yol ile aşılabilir. Yanların sunduğu kanıtlar ile olgular saptanabiliyorsa yargıç taktir hakkını kullanarak buyruğunu oluşturacaktır.
Ancak bir olgunun belirlenmesi teknik bilgi ve kanıtlarla belirleme zorunluluğu ortaya çıkmış ise bilirkişiye başvurulacaktır. HUMK. un 240. maddesi burada tam anlamıyla uygulanma olanağı bulacaktır.
13- Nafaka kural olarak nakdi niteliktedir ancak istisnaları da mevcuttur:
Kanaatimize göre özellikle çocuklar için öngörülen nafakalarda çocuğun himayesini üstlenmiş olan tarafın nafaka yükümlülüğünü çocuğun bakımı(ayni nafaka) ile yerine getirdiği için karşı tarafın ise nakdi olarak nafakayı ödeme yükümlülüğü vardır. Bunun da nafaka yargılamasında gözetilmesi gerekir.
SONUÇ OLARAK İFADE EDİLEBİLİR Kİ
Bu görüşlerimizle ekonomik göstergelerdeki hareketliliğe bağlı olarak sıkça gündeme getirilen uyarlama davalarında, gerek kanun koyucunun amacı gerekse yanların bu davalarla ilgili hak, yetki ve yükümlülükleri ile yargıcın adil ve güvenilir bir buyruğa ulaşmadaki etkinliklerine ilişkin kurallara değinmeye çalıştık.
Bizim bu yazı ile temin etmek istediğimiz nihai maksat, tabi ki bu alanda ilk ya da son sözü ifade etmek değildir; bir tatbikatçı olarak yargılama faaliyetlerinin önemli bir kesimini oluşturan bu davalarda adilane bir çözüme ulaşmak için fikri tartışmalara vesile olmaktır.
Uluslar arası topluluk ile şimdi, eskiye oranla daha yakınız ve Avrupa Topluluğu ile entegre çalışmalarının içindeyiz. Gerek uluslar arası sözleşmelerin onaylanarak iç hukukun birer parçası olmaları, gerekse Topluluk Hukukunun iktisabına dair hazırlıklar nedeniyle her kurumun giderek yerini yenisine terk ettiğine tanık olmaktayız.
Değişen ve gelişen süreçte Yargı uygulayıcılarına da kendi alanları ile ilgili önemli görevler düşmektedir.
İç hukukta ki kural ve kurumların mutlaka uluslar arası hukukun kişileri eksen kabul eden kurallarından hareketle yorumlanması buna göre anlam izafe edilmesi gerekmektedir. Bu davranış aynı zamanda yasa koyucunun yargıca tevdi ettiği “taktir hakkının kullanılması ve yasa kuralı oluşturma” görevlerinin de tabii bir sonucudur.
Çeşitli nedenlerle dolaşımın yaygınlaşması ile işin içine yabancı unsurlar da katılmaktadır. Bunun en çarpıcı örneklerinden birini de nafaka istemleri oluşturmaktadır. Bu konuda Devletimizin de taraf olduğu çokça sözleşmenin varlığı da gözetildiğinde gerek milli hukuk gerekse zikrini ettiğimiz bu yasalarda nafaka tayinine ilişkin esaslardan gerektiği kadarıyla yararlanılmalıdır.
Hüküm oluşturulurken uluslar arası hukukun insan eksenli buyruklarıyla bilimsel veri ve yöntemlerin artık yargılama sürecine etkin kılınması gerektiğine ilişkin görüşümüzün nafaka uyarlamalarına da egemen olması gerektiğini düşünüyoruz.
Bu görüşlerin, yazıyı izleyecek tartışmaların ortaya çıkaracağı eleştiri ve katkılarla zenginleşeceğini umuyor, yenilerinde buluşmak üzere en derin saygılarımı sunuyorum.