' Kontes..
Bayan Üye
MUTLULUĞUN SIRRI NEDİR?
Ah bir mutlu olsam!..
Yeni Bahar dergisi, çağın hastalığı depresyonu kapağına taşıdı. ’Mutlu değilim’ düşüncesinin depresyonu körüklediğini belirten uzmanlara göre en iyi reçete inanç.
"Yalnızlığa katlanamıyorum ama ne gariptir ki bazı zamanlar kimseyle görüşmek dahi istemiyorum. Ruh halim öyle karmaşık ki, bir anım diğerini tutmuyor. Hayattan bezmiş vaziyetteyim. İçimde sürekli bir huzursuzluk, sıkıntı. Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Son zamanlarda yediğim yemekten zevk alamaz oldum. Bıraksalar yataktan hiç çıkmayacağım. Yapmaya mecbur olduğum işleri binbir zahmetle yapıyorum, ama bu kadarına katlanmak bile eziyet geliyor bana..." Bu şikâyetler orta halli bir depresyon hastasına ait. Birçok insanın hayatında yakalanması muhtemel bu belirtiler aslında bir birikimin eseri. Geçmişte yaşadıklarımız, anlık travmalar veya sosyal koşullar gibi sebepleri var. Çağımızın en önemli hastalıkları arasında yerini alan depresyon, bu tarz şikâyetlerin ve ruhsal çöküntülerin artacağını gösteriyor. Ancak şunu da kabul edelim; dibe vurmayı seven daha doğrusu her koşulda bunun için çabalayan bir toplumuz. Depresyona giden tüm dikenli yollardan geçmeyi vazife biliyoruz. Bunun bir hastalık olduğunu fark etmenin yanı sıra cezbedici özelliğinden nasıl kurtulmamız gerektiği de kendimizde saklı.
Depresyona direnebilmenin sınırını daha iyi anlayabilme adına şöyle bir olay hayal edelim: "Önce koku alma duyumuzu kaybediyoruz, ardından koklama ile lezzet arasındaki bağ koptuğu için artık tat da alamamaya başlıyoruz. Yavaş yavaş işitmemeye başlıyor, daha sonra ise karanlığa gömülüyoruz." Böyle bir durumda ne hissederiz veya nasıl davranırız? Birçoğumuzun "Artık yaşamanın anlamı yok." şeklinde cümleler sarf ettiğini duyar gibiyiz. Peki yalnız olmadığımızı hatta herkesin bizimle aynı sorunları yaşadığını öğrensek? Bu durumda çok da tedirgin olmayız herhalde. Çünkü kalbimiz atıyor, aklımız çalışıyor ve hayat devam ediyordur. Evet son ana kadar mücadeleyi gerektiren bir hastalıktır depresyon. Tabii bu bahsettiğimiz psikolojik anlamda geçerli. Zira biyolojik olarak tıbbî müdahale gerektiriyor.
Ömer Korur, mutlu bir iş hayatı sürdükten sonra emekli olur. Hiçbir şey anlamadan durgunlaşmaya başlar. İştahı azalır. Zayıflar. Her ne kadar konuşmak istese de kısa cümleleri yeğler. Önceden cemaati hiç kaçırmazken artık bazı vakit namazlarını evde kılar. Neyi olduğunu sorduklarında midesi ağrıdığını söyler. Dahiliye doktoruna gider, ancak herhangi bir problem olmadığı görülür. Kalp uzmanı, nörolog, beyin cerrahı derken gitmediği doktor kalmaz. Bir sürü test yapılır. Ama somut olarak herhangi bir hastalık çıkmaz. Çünkü Korur’un rahatsızlığı, depresyondur. Bu örnek bize irademizin yetemediği daha doğrusu müdahale edemediği kısmı gösteriyor. Şöyle bir çıkarım yapmak pek de yanlış olmaz; bu kasvet çukuruna girmemek veya kurtulabilmek elimizde olduğu gibi girdiğimizin farkına varamayabiliyoruz.
Ah bir mutlu olsam!..
Yeni Bahar dergisi, çağın hastalığı depresyonu kapağına taşıdı. ’Mutlu değilim’ düşüncesinin depresyonu körüklediğini belirten uzmanlara göre en iyi reçete inanç.
"Yalnızlığa katlanamıyorum ama ne gariptir ki bazı zamanlar kimseyle görüşmek dahi istemiyorum. Ruh halim öyle karmaşık ki, bir anım diğerini tutmuyor. Hayattan bezmiş vaziyetteyim. İçimde sürekli bir huzursuzluk, sıkıntı. Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Son zamanlarda yediğim yemekten zevk alamaz oldum. Bıraksalar yataktan hiç çıkmayacağım. Yapmaya mecbur olduğum işleri binbir zahmetle yapıyorum, ama bu kadarına katlanmak bile eziyet geliyor bana..." Bu şikâyetler orta halli bir depresyon hastasına ait. Birçok insanın hayatında yakalanması muhtemel bu belirtiler aslında bir birikimin eseri. Geçmişte yaşadıklarımız, anlık travmalar veya sosyal koşullar gibi sebepleri var. Çağımızın en önemli hastalıkları arasında yerini alan depresyon, bu tarz şikâyetlerin ve ruhsal çöküntülerin artacağını gösteriyor. Ancak şunu da kabul edelim; dibe vurmayı seven daha doğrusu her koşulda bunun için çabalayan bir toplumuz. Depresyona giden tüm dikenli yollardan geçmeyi vazife biliyoruz. Bunun bir hastalık olduğunu fark etmenin yanı sıra cezbedici özelliğinden nasıl kurtulmamız gerektiği de kendimizde saklı.
Depresyona direnebilmenin sınırını daha iyi anlayabilme adına şöyle bir olay hayal edelim: "Önce koku alma duyumuzu kaybediyoruz, ardından koklama ile lezzet arasındaki bağ koptuğu için artık tat da alamamaya başlıyoruz. Yavaş yavaş işitmemeye başlıyor, daha sonra ise karanlığa gömülüyoruz." Böyle bir durumda ne hissederiz veya nasıl davranırız? Birçoğumuzun "Artık yaşamanın anlamı yok." şeklinde cümleler sarf ettiğini duyar gibiyiz. Peki yalnız olmadığımızı hatta herkesin bizimle aynı sorunları yaşadığını öğrensek? Bu durumda çok da tedirgin olmayız herhalde. Çünkü kalbimiz atıyor, aklımız çalışıyor ve hayat devam ediyordur. Evet son ana kadar mücadeleyi gerektiren bir hastalıktır depresyon. Tabii bu bahsettiğimiz psikolojik anlamda geçerli. Zira biyolojik olarak tıbbî müdahale gerektiriyor.
Ömer Korur, mutlu bir iş hayatı sürdükten sonra emekli olur. Hiçbir şey anlamadan durgunlaşmaya başlar. İştahı azalır. Zayıflar. Her ne kadar konuşmak istese de kısa cümleleri yeğler. Önceden cemaati hiç kaçırmazken artık bazı vakit namazlarını evde kılar. Neyi olduğunu sorduklarında midesi ağrıdığını söyler. Dahiliye doktoruna gider, ancak herhangi bir problem olmadığı görülür. Kalp uzmanı, nörolog, beyin cerrahı derken gitmediği doktor kalmaz. Bir sürü test yapılır. Ama somut olarak herhangi bir hastalık çıkmaz. Çünkü Korur’un rahatsızlığı, depresyondur. Bu örnek bize irademizin yetemediği daha doğrusu müdahale edemediği kısmı gösteriyor. Şöyle bir çıkarım yapmak pek de yanlış olmaz; bu kasvet çukuruna girmemek veya kurtulabilmek elimizde olduğu gibi girdiğimizin farkına varamayabiliyoruz.