1. Zeynep Hatun
Divanı bugün elimizde mevcut olmamakla beraber, Zeynep Hatun 15. yüzyılın divan şairi olup Amasyalıdır. II. Bayezidin şehzadesi Ahmet, Amasyada vali olarak bulunurken, Zeynep Hatun Şehzade Ahmetin sarayındaki edebi çevreye dahil olmuştur.
Şair Zeynep Hanım, evlenmeden önce Fatih Sultan Mehmet adına Türkçe ve Farsça şiirlerden oluşan bir divan tertip ederek bunu sultana sunmuş ve karşılığında takdir görmüştür. Kadı İshak Fehmi Çelebi ile evlendikten sonra, eşi tarafından şiir yazmasına ve şiir sohbetlerine katılmasına izin verilmemiş, şiiri bırakmak zorunda kalmıştır.
Zeynep Hanım, şiirlerindeki hayali sevgiliyi tıpkı erkeklerin lisanı üzerinden tasvir etmesiyle şaşırtıcıdır. Kadınları dedikoducu, tembel ve aşağı bir takım hislerle betimlemesi meselesinin, devrin erkekleri tarafından çok beğenildiğini okuyoruz. Zeynep Hanım bu tavrıyla edebiyat mahallerinde merdane olarak isimlendirilmiştir. Fakat bugün değerlendirildiğinde Zeynep Hanımın bu tavrı, erkekler gibi söylediği takdirde kabul göreceğini bilen bir kadının mısraları gibi görünüyor.
Zeynep Hanımın Ziya Paşanın Harabatına girmiş şu beyitleri pek meşhurdur:
Senin hüsnün, benim aşkım, senin cevrin, benim sabrım,
Efendim dem be dem artar, tükenmez, bi-nihayettir
2. Mihri Hatun
Uzun boylu, kara saçları fildişi beyazı geniş alnına zülüfler halinde inen güzel bir kadındı. 1460lı yıllarda Amasyada doğdu. Farsça ve Arapça öğrendi. Amasyada Şehzade Ahmetin Sarayında sevilip, sayıldı. Hatta o zaman sadece erkeklerin yaptığı musahiplik yani sohbet arkadaşlığı görevine resmi olarak atandı.
Divanı günümüze kadar gelen ilk kadın şairimizdir. O dönem sarayın en ünlü şairi Necatinin yazdıklarına nazire yazmaktan ve bu yolla kendi şiirinin ondan üstün olduğunu göstermekten muzipçe zevk alıyordu. Çok güzel bir kadındı, içlerinde kadınlar da olan birçok aşk yaşadı. Bu aşklarını şiirlerinde açıkça ifade etti, bu nedenle şiire tensel duyguları katan ilk kadın
olarak betimlendi.
mihri hatun şair
Tıpkı bir zamanlar görünce kalbinin yavru bir kuşmuşçasına oynadığı Müeyyetzade Abdurrahman Çelebi, tıpkı şu anda rüyalarına giren Paşa oğlu İskender gibi, tıpkı adını hiç açıklamayacağına yemin ettiği ince belli, siyah saçlı kadını sevdiği gibi. Onun için Türk Sapphosu olarakta isimlendirilir. Hiç evlenmedi.
Türkiyede pek bilinmese de, bir sekizliği Alman liselerinde edebiyat kitaplarında yer aldı. Venüsteki bir kratere Mihri Hatun Krateri adı verildi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği 1967de Mihri Hatunun ünlü divanını bastı. 2005te 9. İstanbul Bienalinde İngiliz sanatçı Cerith Wyn Evans bir projektör aracılığı ile ışıktan harflerle gökyüzüne Mihri Hatunun Uykuda açtım gözümü diye başlayan gazelini gönderdi.
Didi dilber hüsnümün hayranı ol didüm be-ser
Didi her dem aşkumun giryanı ol didüm be-ser
Didi hüsnüm gülsitanınun hezaran derd ile
Ruz u şeb bülbül gibi nalanı ol didüm be-ser
Günümüz Türkçesi
Sevgili, Güzelliğime hayran ol;
aşkımla daima ağla dedi. Baş üstüne dedim.
Sevgili, Güzelliğimin gül bahçesinin binlerce derdiyle
Gece gündüz ağlayan bülbülü ol dedi. Baş üstüne dedim.
3. Leyla Saz (1850 1936)
Leyla Saz, 1934te Soyadı Kanununun çıkmasından sonra Saz soyadını almıştır. Bu soyadını almasının nedenini ise, Kendimi bildim bileli günüm müziksiz geçmedi ifadesiyle açıklamıştır.
Abdülmecidden Vahdeddine kadar bütün padişahların döneminde yaşadı. Ancak Abdülmecid Sarayında geçen çocukluk dönemi yetişmesinde büyük rol oynamıştır. Sanki ilk duyduğu sesler annesinin ninnisinden sonra sarayın duvarlarında yankılanan saz ve sözlerdir. Nitekim bu çevre onu şiire götürecek ve ilk şiirini ondört yaşında iken yazacaktır. Ancak, besteci yanı şair yanından daha öndedir.
leyla saz şair
Leyla Hanımın, Yaslı gittim şen geldim mısrasıyla başlayan marşı bilhassa Cumhuriyetin ilk yıllarında çok beğenilmiş, uzun süre dillerden düşmemiştir. Atatürkün de çok sevdiği Mani oluyor halimi takrire hicabım şarkısının sözleri ve Nerdesin, nerde acep gamla bıraktın da beni şarkısının bestesi, Seni sevda çiçeğim, tac-ı serim şarkısının sözleri Leyla Saza aittir.
Osmanlı İmparatorluğunun ilk Müslüman anı yazarıdır da ayrıca. Anı kitabında Çırağan Sarayındaki sosyal yaşam, eğlenceler, giyim kuşam, düğünler, eğitim gibi konularda detaylı bilgiler verir.
Leyla Sazın anılarının, bestelerinin ve şiirlerinin çoğu Bostancıdaki köşkü yandığı zaman kaybolmuştur. Leyla Sazın yayımladığı anıları, yangından sonra tekrar yazdıklarıdır. Şiirlerini Solmuş Çiçekler adıyla yayınladı.
Kıl meclisi âmâde ne derlerse desinler
İç dilber ile bâde ne derlerse desinler.
lemde nedir farkı bana medh ile zemmin
Sağ olsun ahibbâ da ne derlerse desinler.
Günümüz Türkçesi
Aldırma buluş sevdiğinle,
Çıkar keyfini birlikteliğin, ne derlerse desinler.
Övgüye de, yergiye aldırmam
Dostların canı sağ olsun, ne derlerse desinler.
4. Şair Nigar Hanım (1856 1918)
Şair Nigar Hanım oldukça güzel bir kızdır. 13 yaşındayken Mehmet İhsan Beyle evlendirilir. Kocası içki ve gece alemlerine düşkündür. Bu durum ve art arda 3 çocuk, böbreklerinde başlayan hastalık onu hassas, kırılgan bir yapıya dönüştürmüştür. Hastalığı nedeniyle, doktorların Büyükadada kalmasını tavsiye etmeleri üzerine çocukları, eşinden ayrı günler geçirmek zorunda kalmış.
Eşinin çapkınlıkları, evle ilgisizliği, maddi sıkıntıların olduğu bir dönemde 14 yaşından beri yazdığı şiirlerini topladığı Efsus adlı eseri yayınlandı. 3 yıl sonra Efsusun 2. kısmı da basıldı. Artık çevresinde yeni dostları vardı. Bir müddet sonra 15 yıllık evliliğini bitirdi. Ama en büyük sızısı çocuklarını görememek onların hasretiydi. Arkadaşı Cemile Hanımın eşi Salih Münir Paşayla bir gönül macerasının ardından, İran sefirinin yakınlığına ilgisiz kalmadı. Ardından ulaşamayacağı bir adama aşık oldu. Ona, nazenin diyordu: Marki Carlotti. Bir İtalyandı. Bir Müslüman kadın Hristiyan biriyle evlenemezdi o dönemde. Carlotti ülkesine döndü, Nigar Hanım aşkını günlüğüne gömdü ve sustu. Günlükleri ölümünden 50 yıl sonra açılması kaydıyla Aşiyan Müzesine teslim edildi.
şair nigar hanım
Prof. Dr. Nazan Bekiroğlu günlüklerden alıntılar ile Şair Nigar Hanım adlı bir kitap yazmıştır. Nigar Hanımı şöyle anlatır:
İlk bakışta verdiği onca parıltılı ve kalabalık siluete rağmen, kadın kimliği ile alabildiğine tenha ve kırık bir hikayeydi; bestesi şarklı, güftesi garplı. Unutuluşun kucağına zirveden düştü. Hayatını, elemlerini, zaten çok az olan ümitlerini anlattığı günlükleri yıllarca Aşiyan Müzesinde bekledi.
5 yıllık özgürlükten sonra 33 yaşındayken kocasıyla tekrar evlendi ama değişen hiç bir şey yoktu. 7 yıl sürecek bu 2. evlilik denemesinden, Niram adlı eserinin yanında, Aks-i Seda adlı olgunluk eserini yayınladı. Eşinden ayrıdı ve bir daha bir araya gelmediler. Günlüğüne Ne olur bir gece hissetmeden sönüversem diye yazdığı 1918 yılının o soğuk kışında bir sevgiliyi bekler gibi beklediği ölüme harp yıllarının hastalığı tifüs sonucu kavuşacaktı.
Yegane sevdiğin alemde ben miyim simdi?
Sahih ben miyim artık muhatab-ı askın?
Butun o hiss-i amik-i fuad-ı pür sevkin
O ibtila-yi ezel, o alaik-i ebedi
Benim mi şahsıma mahsur?. Bir daha söyle
O sanihat-ı hazinin, o beyyinat-ı gamın
Sahih, mülhimi hep ben miyim, bugün söyle;
Tahassüsatını, efkarını bütün söyle.
Getir su kalbime dök varsa sevdiğim, elemin
Eden nedir seni rencud?.. Bir daha söyle.
Günümüz Türkçesi
Biricik sevdiğin dünyada ben miyim simdi?
Gerçekten ben miyim artık aşkının muhatabı?
Bütün o istek dolu yüreğinin derin duyguları
O ezeli düşkünlük, o sonsuz ilgiler
Benim mi şahsıma mahsus?.. Bir daha söyle,
O hüzünlü akla gelişlerin, o üzüntülerinin belli olmasının
Gerçekten esinleyeni hep ben miyim, bugün söyle:
Duygulanmalarını, düşüncelerini bütünüyle söyle.
Getir şu kalbime dök varsa sevdiğim üzüntün
Seni inciten nedir?.. Bir daha söyle
(Bir Daha Söyle Şiiri)
5. Makbule Leman (1865 1898)
1865′te Beşiktaşta dünyaya geldi. 1898de ölünce, Eyüpte Siyavuş Paşa Türbesine defnedildi. Yenileşme döneminin Nigâr Hanımla birlikte önemli şairlerindendir. Saray Kahvecibaşısı İbrahim Efendinin kızı. Bir dönem Hanımlara Mahsus Gazetenin baş yazarlığını yaptı.
II. Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi. Ömrünün son on dört yılını tedavisi imkânsız bir hastalığın esiri olarak yatakta geçirdi. Denemeler, hikâyeler de yazdı. Sağlığında yayımlanan şiirlerinin sayısı on iki. Bunlar Makes-i Hayal (1896) adıyla bir araya getirildi. Ölümünden sonra bu eser, eşi tarafından, Makbule Leman hakkında yazılanlarla birlikte ikinci kez bastırıldı.
Bir kuluçka gibi sancılı gecelerinde
Hep şefkatle çarpan kanat sesleri duyulur
Amansız hislerin öldüren pençelerinde
Yüreği bir matkap salınmış gibi oyulur.
Kanmaz asla sevmeye; o, sevgiye susuzdur
Şâire su dedirten hisle evlât der inler.
Herkes derin uykularda iken o uykusuzdur
El açar Yaratana balalarını diler
(Anne şiirinden alıntı)
6. İhsan Raif (1877 1926)
İhsan Raif Osmanlı eliti bir ailede dünyaya gelir. Nişantaşında Rumeli Caddesinde bugün hala duran Taş Konakta yaşayan İhsan Raif edebiyatla ilgilenirken, aralarında Rıza Tevfikin de bulunduğu hocalarından dersler almıştır. İhsan Raif Taşkonakta odasında kardeşi Belkıs ile oynarken bir gürültü olur, kapı açılır ve içeri hayatında tanımadığı bir adam girer. İhsan Raif hatıralarında konaktaki arap bacıların, kıskançlıklarından dolayı yaptıkları komplo olarak anacağı olayda içeri giren onu kaçırmaya kalkan kişi Reji memuru Mehmet Ali Beydir. Hiç bir temas olmaz, Mehmet Ali Bey korkar kaçar ama İhsan Raif in adı kirlenmiştir. Sonrasını İhsan Raif in anılarından okuyalım:
Babamın terazisinin şaştığını hiç görmedim ben. Onu Hazret-i Ömer adaletinin timsali bilirdim. Benim istikbalimi tartarken adil olmadı o terazi. Mehmet Aliyle nikâhlanmaktan başka çıkar yolum kalmadı. Günlerce gözyaşı döktüm, haftalarca yalvardım. Babacığım, masumum, bana kıyma, derslerimi tamamlayayım, yaşım küçük, beni yakma, dizlerine kapandım. Beni sevdiğim biriyle evlendir, telli duvaklı gelin et
ihsan raif şair
14 sene sürecek evliliği nedeniyle İzmire giderken, İstanbula, ailesine veda ederken, sonradan da bestelenen (bestekarı net olmamakla beraber Kemani Sarkis Efendi) şu şiirini yazar.
Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime,
Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime,
Perde-i zulmet çekilmiş, korkarım ikbalime,
Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime.
Çapkın, hayırsız kocasından boşandığında 27 yaşında ve 3 çocuk annesidir. Arkasından gelen 2. evlilik sadece 1 gün sürer, çünkü zorla elini öptürmek isteyen eşinden hemen boşanır. Daha sonra ilk ve tek aşkı yazar Şahabettin Süleyman ile 3. evliliğini yapar. Eşinin Avrupa seyahatinde beklenmedik ölümüyle zor günler geçirse de, 4. evliliğini Fransız Bell ile yapar. Bell aşkı nedeniyle dinini değiştirse de bu evliliği pek hoş karşılanmaz.
Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Ruşen Eşref gibi kişilerden oluşan entellektüel bir çevresi vardır. Milli Mücadeleyi de şiddetle destekleyen İhsan Raif Hanım, 49 yaşındayken hayata gözlerini kapadı.
7. Yaşar Nezihe (1881 1971)
Silivrikapının fakir bir sokağında, fırtınanın çatıları titrettiği bir kış gecesinde doğmuşum. Doğduğum gece evimizde damla gaz yokmuş! Annemi altı yaşımda kaybettim. Dört kızı ölmüş bir ailenin tek kızı idim. Yoksulluk içerisinde büyüdüm. Ailemiz, belediyede kantar memuru olan babam sarhoş Kadri Efendi, kötürüm ve yaşlı bir amca ile zalim bir teyzeden oluşuyordu.
Yıllar sonra babasına öfkesini Babam şiirinde şöyle dile getirir:
Ben yetim evlâdıma nasıl baba oldumsa
Sen de öksüz kızına bir ana olacaktın
Ben nasıl bin elemle kahrolup soldumsa
Sen de benim derdimle kahrolup solacaktın.
Babası okumasına izin vermemiştir. Buna rağmen bir yıl okula gidebilmiş ve okumayı öğrenebilmiştir. Yaşar Nezihenin başına buyruk hali onun evden kovulmasına neden olmuş, bu bir yandan yaşamını zorlaştırırken diğer yandan özgürleşmesinin kapılarını aralamıştır.
Bu arada üç mutsuz evlilik yapar; Sedat, Suat ve Vedat adında 3 oğlu olur. Sedat ve Suat besin yetersizliğinden ölürler. Şiirlerinde sık sık bu acısını dile getirecektir. Oğlu Vedat tek dayanağı olur. Kazancını yazma bilmeyenlerin mektuplarını yazarak ve dikiş işleriyle sağlar. Cumhuriyetin ilk yıllarında nasıl geçindiğini şöyle dile getirir:
On yedi sene Esirgeme Derneğine daha sonraki yıllarda, Kızılaya iş işledim. Şark Eşya Pazarında dikişçilik yaptım. Darphanede İstiklâl madalyalarının kurdelelerini diktim.
yaşar nezihe şair
Yaşamının kolay olmadığını iki kez intihar girişiminde bulunarak gösterir.
Yazmasında teyzesinin rolünün büyük olduğunu söyler. Bu teyze gençlik çağına girdiği dönemde bir aşk yaşamış, beli bükülüp saçları bembeyaz olduğu halde sevgilisini unutamamıştı. Geceleri Yaşar Neziheye başından geçen bu macerasını anlatır. İşte bu aşk hikâyeleri Yaşar Neziheyi çok etkiledi. Fakat yazmasının en önemli nedeni elbette kendi yaşamıdır. Toplumcu bir şair olarak anılmasının sebebi yaşadığı yoksulluktur. İlk kadın işçi şair, ilk sosyalist kadın şair şeklinde isimlendirmeler, Yaşar Nezihenin bugüne kadar ulaşan ve onu popüler kılan bir yönü olmuştur .
Ey İşçi!
Bugün hür yaşamak hakkı seninken
Patronlar o hakkı senin almışlar elinden
Sayınla edersin de tufeylîleri zengin
Kalbinde niçin yok ona karşı bir kin
(1 Mayıs şiiri)
Bir Deste Menekşe, Feryatlarım adlı 2 şiir kitabı vardır. Soyadı kanunu çıkınca Bükülmez soyadını aldı. Yaşar Nezihe 5 Kasım 1971de yaşamını yitirmiştir. Ölmeden önce son isteği olan, çocukluğunun geçtiği sokağa kendi adının verilmesi hala yerine getirilmemiş bir vasiyetten öteye gitmemiştir.
8. Şükufe Nihal (1896 1973)
Pınar Kürün annesi İsmet Kür Yarısı Roman adlı eserinde Şükufe Nihali şöyle anlatır:
Şükûfe Nihal hemen her görenin aşık ya da hayran olduğu kadınlardandı. Güzel denemezdi pek. Gözleri çukurdu ve ufaktı Boyu hiç uzun değildi. Beden çizgileri dikkati çekmekten uzaktı. Ne ki, zarifti, her zaman bakımlı ve çok şıktı. Dünyaya metelik vermeyen, kendine çok güvenen bir havası vardı. Onu bu kadar çekici yapan da, bu dünyaya metelik vermeyen haliydi. Ve de, o sıralar, hayran olunacak kadın sayısı da çok değil miydi? Ya da nitelikleri mi farklıydı? Sanırım, biraz öyle. Çocukluğumda, şıklık sembolüydü benim için. Onun üstünde görüp hayran olduğum kimi renkleri, kimi desenleri hala sevdiğimi biliyorum. Çok kaprisli bir kadındı. Biraz cıvıltıya benzeyen, kendine özgü ve de hoş konuşma biçimi vardı. Evet, pek çok kişi sevdalanmıştı, zamanın en gözde şairlerinden biri olan bu kadına.
Şükufe Nihal şair
Şükufe Nihalin hayran kitlesi bir hayli fazlaydı: Nazım Hikmet, Ahmet Kutsi Tecer, Faruk Nafiz Çamlıbel ama en acısı Cenap Şahabettinin kardeşi şair Osman Fahridir. Aşkına karşılık bulamayınca önce İstanbulu terketti. Öğretmenlik yapmak üzere Elazığa gitti. Ama aşkını unutamadı ve 1920 yılında kafasına tabanca dayayıp intihar etti. Daha öncesinde ona karşı bir şey hissetmemiş olsa da, sonrasında kara sevda yüzünden canına kıyan Osman Fahriyi hayatı boyu unutamadı. Ölümüne kadar da dilinden ilk aşkı Osman Fahrinin ismini düşürmeyecektir. Adile Ayda ile yaptığı konuşmasında şöyle der:
Zaten insan hayatında bir kez sever. Gerisi kapılış aldanış. Ben bütün şiirlerimi bir tek şahıs için yazdım. Hep onu anlattım, ona seslendim. Yakın dostlarına Tek aşkım odur. Beni tek seven odur. Nasıl ziyan ettim bu büyük aşkı diye dert yanmıştır.
Şu dizeleri de Osman Fahri için yazmıştır:
Nerdesin? Toprakta mı, havada mı suda mı?
Nasıl buldun bu vahşi gecelerde odamı?
Hasretim şefkat, şiir, aşk dolu ellerine
Gelsen de boş gönlüme bir hayat gibi dolsan.
Sen uyansan, ben yatsam biraz senin yerine
Gayya ve Hazan Rüzgarları adlı 2 şiir kitabı vardır.
2 kez evlendi. 2 çocuğu oldu, ama mutlu evlilikler değildi. 1962 yılında başına talihsiz bir olay geldi. Caddeyi karşıdan karşıya geçerken araba çarptı. Kaza sonucu birçok ameliyatlar geçirdi. Sol bacağı kısa kaldı. Ardından kızı Günayın, bebeğini doğururken ölmesi içine kapanmasına neden oldu. Arkadaşları huzurevine yerleştirdiler.
Köşklerde başlayan yaşamı, huzurevinde devam ediyordu artık. Yurtdışında felsefe eğitimi alan Taksim ve Osmanbeyde 2 tanınmış kitapevi açan oğlu Necati Sander de annesinin haline üzülüp, onu böyle görmek istemediğinden ziyaret etmiyordu.
Huzurevinde yapayalnız 24 Eylül 1973te hayata gözlerini kapadı.
Adını ellerimle çizdim altın kumlara
Küçülen gözlerimde kurudu son damla yaş
Kumsal, deniz, sal, rüzgâr senden en son hatıra,
Solan ruhumdan sana bembeyaz bir soğuk taş!..
İşte, rüzgâr esiyor, dalgalar coştu yine;
Kumlara işlediğim hayalin da kayboldu
Hicranınla yanarken ben derinden derine,
Karşında, solan yüzüm gibi, güneş de soldu
Dalgalar, sürükleyin beni de enginlere,
Kumların arasında ben de bir parça taşım!
Ayrılmayız, beraber dalarız derinlere
Derken, bıraktı gitti elimi arkadaşım
(Son Hatıra Şiiri)
9. Halide Nusret Zorlutuna (1901 1984)
Halide Nusret Zorlutuna 1901 yılında dünyaya geldiğinde Osmanlı İmparatorluğu bir felaketler silsilesini yaşıyordu. İlk şiirini 1917 yılında yazdı. Şiirlerin yanı sıra romanlarda yazdı. Yazar Emine Işınsunun annesi, Pınar Kürün ise teyzesidir.
1975 yılı Birleşmiş Milletler tarafından kadın yılı olarak ilan edildiğinde Kadının Sosyal Hayatını İnceleme ve Araştırma Derneği tarafından düzenlenen sergi ve toplantıda Halide Nusrete Ümmül-Muharrirat (kadın yazarların annesi) unvanı verilmiştir.
Hece ölçüsünde yazılmış şiirleri, konuşma dilinde yazılmış romanları vardır. Şiirlerinde ince, hassas, ruhun derinliklerinden gelen bir lirizm ve söyleyiş vardır. Şiir yazmaya Mütareke yıllarında başladı. Milli duygularla yazılmış Git Bahar şiiri tanınmasını sağladı. Bu şiiri İstanbulun işgal edilmesi üzerine 1919da yazdı.
Halide Nusret Zorlutuna şair
Ünlü şair Yahya Kemalin şiirlerini ezberlediği ender şairlerden birisi olarak bilinir. Uzun yıllar öğretmenlik yaptı. Öğretmenlik mesleğini çok sevdi ve kendisinin öğretmen olmak için yaratıldığı inancını her zaman ifade etti.
Halide Nusret ipek kalpli bir şair olarak tanınıyor. Genç yaşlarından itibaren sosyal kuruluşlarda ve hayır cemiyetlerinde çalıştı. Türk Kadınlar Birliği, Türk Ocakları, Halkevleri, Muallimler Birliği, Yardım Sevenler Derneği, Söroptomistler, Çocuk Haklarını Müdafaa Cemiyeti ve Çocuk Esirgeme Kurumu (Himaye-i Etfal Cemiyeti) yönetim kurullarında uzun yıllar hizmet verdi. 1959da Türk Anneler Derneğini kuruluşuna öncülük etti. Türk Dil Kurumunun da kurucu üyelerindendi.
Çekil bu gölgeli yolda gezinme
Bahar, bakışların yine pek sarhoş.
Yanılıp gönlüme misafir inme:
Kapısı kilitli, mihrabı bomboş
Mabettir orası, meyhane değil!
Altınlı başında papatya niçin?
Sarı saçlarına pembe gül takın!
Git bahar, gönlümde ibadet için,
Diz çöken kızları ürkütme sakın,
Kalbime girme, o kâşâne değil!
Ziyalar, kokular, renkler, çiçekler
Ömrünün her günü bir başka düğün,
Bülbüller koynunda aşkı çiçekler
Güller dökülürler göğsüne bütün!..
Gerçekten güzelsin, efsane değil!
Git bahar, git bahar, uzaklarda gül!
Denize renginden bırak hediye
Ufuklarda gezin, semaya süzül
Sokulma kalbime peymane diye
Gördüklerin kandil, peymane değil!
(Git Bahar Şiiri)
10. Gülten Akın (1933 )
Ah kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya diyen , Gülten Akın şöyle anlatır şiiri 1994 yılında TÜYAP Ankara Kitap Fuarında yaptığı söyleşide:
Şiir, dizelere sıkıştırılmış bir nükleer enerji. Şiir, parçalanacak, patlayacak olan şey. İşte düzeni, egemenleri korkutan şey. Şiir hem haz, hem derinlik, hem sonsuz bir bağımsızlık, bağsızlık, hem çok ince bir denge, bir iç düzen. Sabır ve coşku.
İnce Şeylere Yolculuk başlıklı söyleşisinde erkek işi olarak nitelendirilen, kadınların yapamayacağı düşünülen şiir yazma işini yaşamımın ana çizgisine yerleştirip bunu kırk üç yıldır sürdüren bir kadınım der.
gülten akın şair
Şiirlerimde ezilenleri, çocukları, kadınları, ekmek parası için göçmek zorunda kalıp yolda telef olanları, evleri, kentleri, doğayı insanı ve hayatı anlattım der. Gülten Akın ilk dönem şiirlerinde daha bireysel, daha sonraki şiirlerinde ise toplumsal yönü ön plana çıkar. 1956da üniversite yıllarında tanıştığı, yarım asrı geçen evlilikleri boyunca büyük bir sevgi ve aşkla bağlı kaldığı Yaşar Cankoçak ile hayatını birleştirir. 1 erkek, 4 kız, 5 çocuğu olur.
Pırıl pırıl beş çocuk yetiştirdim. Yetiştirdiğim çocuklara halkınızı, insanları sevin, kimseyi incitmeyin dedim. Onları sosyalist olarak yetiştirmeye çalıştım. Bunun sonunda en büyük acıyı da orada gördüm der.
1970-1980 arasındaki on yıl Türkiyenin en sancılı dönemi Davaların, sürgünlerin yerini cezaevleri, işkenceler, zulümler almıştır. Gülten Akın ve ailesi de sekiz yıllık bir pay alır bu dönemden. Akının oğlu sekiz yıl cezaevinde kalır. Oğlu cezaevinde yazdığı şiirlerinin yayınlanmasını istememektedir, yaşadıklarını protesto etmektedir. Oğlunun bu davranışı nedeniyle, o da şiirden uzaklaşır. Ama daha sonra tekrar şiire geri döner Gülten Akın.
Gülerken yüzün
Dem çeken bir güvercinin sesini
İçin için büyüyen çimenleri
Baharda lunaparkı, bayram yerini
Ve alışkanlıklar dışında her şeyi
Gülerken yüzün
Aşıyor geçmişin acılarını
Kendini yarına değiştiriyor
Gülerken yüzün
Sanki çarmıhını kırmışsın
Senin ve ardından geleceklerin
Aylası alnına düşmüş gecenin
Oturmuş ağlıyor kendisi
Bunu öyle candan öyle yürekten
Öyle bir tutkuyla istiyorum ki
Aklımda hep öyle kalmalısın
(Gülerken Yüzün Şiiri)
11. Türkan İldeniz (1938 )
7 Ocak 1938de Düzcede doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Düzcede okudu. İstanbul Kandilli Kız Lisesinden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrenciyken evlendi. Hamileliği nedeniyle okulu bırakmak zorunda kaldı.
İstanbul Anakent Belediyesinde yirmi yıl memurluk yaptı. Emekliye ayrıldı ve İstanbulda yaşıyor. Duygu yoğun şiirlerinde romantik ve başkaldırıcı kadın kimliği ile dikkat çekti. 2 şiir kitabı vardır: Taşra Kızının Deliceleri, Havva Çıkmazı.
Sayısını unuttuğum günlerce bekleyişten
ben yorgunum rıhtım taşları yorgun
ardarda gecen gemiler durmuyor bu limanda
duranlardan sen çıkmıyorsun.
Bil ki katıksız sancılara razıyım yokluğun olmasa
bil ki bir avuç biber gözlerime serpilen
Ellerimde soğumadı ellerinin izleri
durup şiirler yazıyorum yoluna.
İçimde sıkıntının en dayanılmaz şekli
kaçıncı kere saatleri susturuyorum
bensiz çözülüp, sensiz bağlanması yok mu halatların
Tükeniyorum.
(Bekleyiş Şiiri)
12. Lale Müldür (1956 )
Liseyi Robert Kolejde bitirdikten sonra şiir bursu alarak Floransaya gitti. Türkiyeye dönüşünde birer yıl Orta Doğu Teknik Üniversitesi Elektronik ve Ekonomi bölümlerine devam etti. 1977de İngiltereye giderek Manchester Üniversitesi Ekonomi Bölümünden lisans eğitimini tamamladı.
Belçikalı ressam Patrick Jacquart ile evlenerek Brüksele gitti ve bir süre orada yaşadı. Ayşe Armanla 2002 yılında yaptığı röportajda manik depresif olduğunu söyledi:
Yazdıklarım manik depresivitenin sonucu diyemem! Zaten depresif dönemde pek bir şey yapılamıyor. Manik dönemde ise, kafama birlerce düşünce üşüşüyor, inanılmaz enejik ve yüksekte oluyorum, ne var ki hiçbir düşüncede derinleşemiyorum. Bütün evreni çözmüşüm gibi geliyor ama manik dönem geçtiğinde Ben neyi bulmuştum? oluyorum, hiçbir şey gelmiyor aklıma
lale müldür şair
Lale Müldürün şiirlerinden çok yaşam tarzı ön plana çıkarılır. İçinde bulunduğu sosyal çevre, sınıfsal konumu ve yaptığı spekülatif açıklamalar, edebiyat tartışmalarında eserlerinden çok, kendisinin anılmasına neden olmuştur. Şiirleri İngilizce ve Fransızcaya çevrilmiş, şair, Amerikada yayımlanan bir Türk şiiri antolojisinde 80lerde başlayan krizi aşan bir şair olarak anılmıştır. Ultra-zoneda Ultrason (2006) isimli şiir kitabı ile 2007 Altın Portakal Şiir Ödülünü almıştır.
Müldür, Yeni Türkünün bestelediği Destina adlı şarkının sözlerini nasıl yazdığını şöyle anlatır:
Destina, benim küçükken çok sevgili kız arkadaşımın adıydı. Ve o kız sonradan öğrendiğime göre de havale geçiren bir tipmiş. Havale geçirdiği zaman yani bu hastalık oluyor kızda. O yüzden ben de eşim için yazmak istedim bir gece çok kendimi kötümser hissediyordum onun yanında, onunla birlikte olmaktan. Ve eşimin de en çılgın dönemiydi yani. Ben bu şarkıyı tuvalette yazdım.
Dün gece sen uyurken
İsmini fısıldadım
Ve hayvanların korkunç
Öykülerini anlattım
Dün gece sen uyurken
Çiçeklere su verdim
Ve insanların korkunç
Öykülerini anlattım onlara
Dün gece sen uyurken
Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden
Yeni bir isim verdim sana
Destina
Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte
Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için
Seni bu denli yıktıkları için
Yaşamımın gizini vereceğim sana
13. Nilgün Marmara (1958 1987)
Nilgün Marmaranın Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyat Bölümündeki tezi şuydu: Sylvia Plathın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi Sylvia Plathın yalnızlığa ve hayata bakışı Nilgün Marmarayı çok etkiledi. Yazgıları da birbirlerine benzedi. Plath 1963 yılında 30 yaşındayken Londrada, Marmara ise 1987 yılında 29 yaşında İstanbulda beşinci kattaki evinin yatak odası penceresinden atlayarak intihar etti.
Şair Ece Ayhan hasta yatağında 1999da yazdığı ve henüz yayınlanmamış güncesinde, bir dönem aşk yaşadığı Nilgün Marmara için şunu yazdı:
Muzip kadın Nilgün Marmara. Tezer (Özlü) ile birlikte bana muziplikler yapmaya bayılırdı. İkisi de aynı anda göğüslerini gösterirlerdi. Güzeldi
nilgün marmara şair
Kızıltopraktaki evine Ece Ayhan, Cemal Süreya, Edip Cansever, Tomris Uyar, İlhan Berk, Cezmi Ersöz, Orhan Alkaya, Küçük İskender gibi edebiyatçılar gelirdi. Pazar günleri fırında tavuk budu yapmalarından dolayı bu buluşmalarına but partisi adını verdiler. Nilgün Marmara bu günlerde şarkı söyledi, caz gırtlağı sesiyle. Cemal Süreya, Amerikalı yazar F. Scott Fitzgeraldın ele avuca sığmayan karısı Zeldaya benzetti onu. Adı Çılgın Zelda olarak kaldı.
Nilgün Marmaranın şiirleri bir içe dönüştür. Kimi zaman şehrin karmaşalı, fakir ve pis yüzü kendini gösterse de şiirleri soyuttur. Onun şiirleri dış dünyaya açılan pencere değil, aksine kapanan kapılardır. Belki de bu nedenle ayna ve kendine dönük göz imgeleri şiirlerinde en çok tekrarlanan imgelerdendir.
Çok yalnızım, mutsuzum
Göründüğüm gibi değilim aslında
Karanlıklarda kaybolmuşum
Bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır
Aradıkça batıyorum karanlık kuyulara
Kimse duymuyor çığlıklarımı
Duyan aldırış etmiyor çekip kurtarmak istemiyor
Bense insanların bu ilgisizliği karşısında ilgiye susamışım
Ümidimi yitirmişim
Biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim
Arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye
Veda edeceğim.
(Yalnızlık Şiiri)
14. Didem Madak (1970 2011)
1970 İzmir doğumlu şair Didem Madak, 90lı yıllarda öne çıkan şiirleri ile çeşitli edebiyat dergilerinde adını duyurmaya başlamışsa da. Madakın özellikle son yıllarda giderek genişleyen bir okur kitlesine sahip olduğu söylenebilir.
İzdiham Dergisine verdiği röportaja kulak verelim:
Uslu, içine kapanık bir çocuktum ben. Ancak nedense birdenbire olmadık şeyler yapardım. İlkokul 1. sınıftayken evden kaçtım mesela. Lisenin bahçesine gidip ayaklarımı kırmızı balıklı havuzun içine soktum. İğde ağaçları vardı bahçede bir de. Beni akşama buldular. O gün annemden yediğim dayak beni epey idare etti.
13 yaşımdayken annem öldü. Hani bazı insanlara isimleri çok yakışır ya, işte annem o insanlardandı. İsmi Füsundu. Annemden bana kalan tek miras bir sihirdir. Onu ne zaman özlesem hep bir şiir yazdım. Sonra 18 yaşımdayken bir daha evden kaçmaya karar verdim. Babama hitaben artık büyüdüğümü ve diğer bazı ehemmiyetli hususları belirten bir mektup yazdım. Sanırım kırmızı balıklı havuzu özlemiştim. Ancak bu kaçışımda bir daha eve dönmedim. Hatta evlenip kaçarak evlenen ilk şehirli kız unvanını aldım.
didem madak şair
Boşandım. Pek çok işte çalıştım. Sekreterlik, anketörlük, pazarlamacılık, tezgahtarlık. Hepsinden de istifa ettim. Epeyce göçebe yaşadım, sadece iki valizim oldu. Bir yığın insan tanıdım. Ama hep yalnızdım. Bütün bu karışıklığın üstesinden gelmek için şiir yazıyorum.
Benim gibi sağı solu belli olmayan biri için ve bir göçebe için şiir iyi bir yol arkadaşıdır. Yerin yedi kat dibine de gitsen, göğün yedi kat üstüne de çıksan seninle gelir. Şiir imkansız bir şeydir, mümkün değildir, çaresizdir. Bunu hissediyorum ben hep onda kendi umutsuzluğumu buluyorum. Derdimi anlatmaya çalışıyorum ben. Patates baskısı yaparak derdimi anlatmam mümkün olsaydı, kuşkusuz öyle yapardım. Hem eğlenceli olurdu böylesi. Hem daha az zarar verirdim kendime.
Diğer bir söyleşisinde erken öleceğini bilmiş gibi Obur bir şiirim var, hayatımı yiyor durmadan, Az sonra ölecek birinin gözleriyle dünyaya baktığımızda hayatın her yerinden şiir fışkırdığını görürüz der.
Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum.
Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor
Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.
Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.
Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya malolacağım.
Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
Fakat korkuyorum. Birazdan da
Kırk üç numara ayakkabılarınızla
Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
Bu iyi olmaz bayım!
Gün akşam oldu diyorum
Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara
Cam kırıkları yiyorlar
Rüyamda; bir kase dolusu suyun içinde
(Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım Şiirinden)
15. Birhan Keskin (1963 )
Otobiyografisine şöyle başlıyor:
22 Aralık 1963. Kırklareli, Demircihalil. Trakyanın ayaz gecelerinden biri. Bir yatsı ezanı vakti. İki erkek çocuğundan sonraki kız çocuğu. İyi ki doğmuşum, yoksa Gürhan (benden iki buçuk yaş büyük, abi) epey bir süre daha kız elbiseleri içinde büyüyecekti
Aynı otobiyografiyi şöyle noktalıyor:
İlkokulun ilk yılı, sol elimi iple bağlıyor öğretmenim. Sağ elimle yazmalıymışım. Okulu sevemedim, bu kır saçlı öğretmeni de. Kaçıyorum, annem geri getiriyor tekrar. Uzun sürdü. Okumayacak bu çocuk diyorlar. Üçüncü sınıfta elimi bağlayan öğretmenden kurtuldum. Sonrası daha kolay olmaya başladı. Bizimkileri yalancı çıkarttım, okudum, yetmedi yazdım da.
birhan keskin şair
Birhan Keskinin Gülten Akın çizgisini sürdürdüğünü, şiiri algılama ve yorumlama biçimi olarak onu özümsediğini söyleyebiliriz. Birhan Keskin, şiir ne yapmalı sorusunu şöyle yanıtlıyor:
Sabahları okula giden çocukların ellerinden tutmalı, kızların saçlarını karıştırmalı, otlar, kuşlar, hayvanlar yetiştirmeli, küçük sokaklar, evler, alanlar kurmalı, ıssız dağları şenlendirmeli, kervanlara yol göstermeli, deniz kıyılarına inmeli, sokaklarda dolaşmalı, böcek koleksiyonları yapmalı, kitaplara girmemiş otların elinden tutmalı, gazete okumalı Akşamları işçilerin evlerine inmeli, onlarla sofraya oturmalı, kadınlara beyaz güller armağan etmeli, yeni çayırları sulamalı, Allaha Ölümle yarenlik etmeli, çırılçıplak dolaşmalı, çırılçıplak olmalı.
Keskin, en temel insanlık dertlerinin (1) ayrılık, (2) yoksulluk, (3) ölüm olduğunu; bu zamana kadar ilk ikisi hakkında yazdığını, son bir yılının da en çok ölümlerle geçtiğini düşündüğünde bundan sonra ölüm hakkında yazabileceğini tahmin ettiğini söylüyor. Ölümle ilgili olarak daha önce hiç yazmamış olmasının sebebini, en büyük korkusunun ölüm olmasına bağlıyor. Çocukluğunda hep babasının ölecek olmasından korkarmış. Dizelerine ölümle ilgili bir şeyler yazsa bile o dizeleri hep sonradan çıkarırmış. Yedi yıl önce babasını kaybetmiş:
Babamın öleceğinden çok korktum ve sonunda öldü, e ben de öleceğim.
Sevgilim sabahın erkenini seviyor,
ben geceyi ve esmerliğini onun,
o dorukları seviyor, korkuyor bundan
ben rüzgarla buluşan tepeyi, tuhaflığı,
ona bir yeşil gülümsüyor,
ben, hayatı delice sevdiysem nasıl,
diyorum, seni de öyle.
O kendi boşluğunda oyalanan günlerde
canı sıkılan bir çocuk gibi uyuyor,
ben göğe bakıyorum geceden,
kendi çukurunu bulmuş deniz gibiyim
diyorum, yanında,
o sabahları eğilip öpüyor denizi.
Çıplağın çıplağımda, rüzgarın dağımda olsun,
esmerliğin gecemde, öyle kal.
Bulutlara bak, gidiyorlar, hızla diyorsun,
yağmur bir yalıyor yüzümü,
bir duruyor. Sabahları eğilip yüzüme
öpüşün geçiyor bir, bir duruyor aklım.
Su ve rüzgar, dağ ve doruk, sonsuz hepsi,
oysa camdaki sardunya gibi üşür
bana biçtiğin ömür, ölüm geliyor aklıma bir
bir, çıplağın çıplağımda.
Rüzgarın dağımda olsun esmerliğin gecemde
öyle kal, sana sonsuz sarıldığımda
(Aşk Şiiri)
Divanı bugün elimizde mevcut olmamakla beraber, Zeynep Hatun 15. yüzyılın divan şairi olup Amasyalıdır. II. Bayezidin şehzadesi Ahmet, Amasyada vali olarak bulunurken, Zeynep Hatun Şehzade Ahmetin sarayındaki edebi çevreye dahil olmuştur.
Şair Zeynep Hanım, evlenmeden önce Fatih Sultan Mehmet adına Türkçe ve Farsça şiirlerden oluşan bir divan tertip ederek bunu sultana sunmuş ve karşılığında takdir görmüştür. Kadı İshak Fehmi Çelebi ile evlendikten sonra, eşi tarafından şiir yazmasına ve şiir sohbetlerine katılmasına izin verilmemiş, şiiri bırakmak zorunda kalmıştır.
Zeynep Hanım, şiirlerindeki hayali sevgiliyi tıpkı erkeklerin lisanı üzerinden tasvir etmesiyle şaşırtıcıdır. Kadınları dedikoducu, tembel ve aşağı bir takım hislerle betimlemesi meselesinin, devrin erkekleri tarafından çok beğenildiğini okuyoruz. Zeynep Hanım bu tavrıyla edebiyat mahallerinde merdane olarak isimlendirilmiştir. Fakat bugün değerlendirildiğinde Zeynep Hanımın bu tavrı, erkekler gibi söylediği takdirde kabul göreceğini bilen bir kadının mısraları gibi görünüyor.
Zeynep Hanımın Ziya Paşanın Harabatına girmiş şu beyitleri pek meşhurdur:
Senin hüsnün, benim aşkım, senin cevrin, benim sabrım,
Efendim dem be dem artar, tükenmez, bi-nihayettir
2. Mihri Hatun
Uzun boylu, kara saçları fildişi beyazı geniş alnına zülüfler halinde inen güzel bir kadındı. 1460lı yıllarda Amasyada doğdu. Farsça ve Arapça öğrendi. Amasyada Şehzade Ahmetin Sarayında sevilip, sayıldı. Hatta o zaman sadece erkeklerin yaptığı musahiplik yani sohbet arkadaşlığı görevine resmi olarak atandı.
Divanı günümüze kadar gelen ilk kadın şairimizdir. O dönem sarayın en ünlü şairi Necatinin yazdıklarına nazire yazmaktan ve bu yolla kendi şiirinin ondan üstün olduğunu göstermekten muzipçe zevk alıyordu. Çok güzel bir kadındı, içlerinde kadınlar da olan birçok aşk yaşadı. Bu aşklarını şiirlerinde açıkça ifade etti, bu nedenle şiire tensel duyguları katan ilk kadın
olarak betimlendi.
mihri hatun şair
Tıpkı bir zamanlar görünce kalbinin yavru bir kuşmuşçasına oynadığı Müeyyetzade Abdurrahman Çelebi, tıpkı şu anda rüyalarına giren Paşa oğlu İskender gibi, tıpkı adını hiç açıklamayacağına yemin ettiği ince belli, siyah saçlı kadını sevdiği gibi. Onun için Türk Sapphosu olarakta isimlendirilir. Hiç evlenmedi.
Türkiyede pek bilinmese de, bir sekizliği Alman liselerinde edebiyat kitaplarında yer aldı. Venüsteki bir kratere Mihri Hatun Krateri adı verildi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği 1967de Mihri Hatunun ünlü divanını bastı. 2005te 9. İstanbul Bienalinde İngiliz sanatçı Cerith Wyn Evans bir projektör aracılığı ile ışıktan harflerle gökyüzüne Mihri Hatunun Uykuda açtım gözümü diye başlayan gazelini gönderdi.
Didi dilber hüsnümün hayranı ol didüm be-ser
Didi her dem aşkumun giryanı ol didüm be-ser
Didi hüsnüm gülsitanınun hezaran derd ile
Ruz u şeb bülbül gibi nalanı ol didüm be-ser
Günümüz Türkçesi
Sevgili, Güzelliğime hayran ol;
aşkımla daima ağla dedi. Baş üstüne dedim.
Sevgili, Güzelliğimin gül bahçesinin binlerce derdiyle
Gece gündüz ağlayan bülbülü ol dedi. Baş üstüne dedim.
3. Leyla Saz (1850 1936)
Leyla Saz, 1934te Soyadı Kanununun çıkmasından sonra Saz soyadını almıştır. Bu soyadını almasının nedenini ise, Kendimi bildim bileli günüm müziksiz geçmedi ifadesiyle açıklamıştır.
Abdülmecidden Vahdeddine kadar bütün padişahların döneminde yaşadı. Ancak Abdülmecid Sarayında geçen çocukluk dönemi yetişmesinde büyük rol oynamıştır. Sanki ilk duyduğu sesler annesinin ninnisinden sonra sarayın duvarlarında yankılanan saz ve sözlerdir. Nitekim bu çevre onu şiire götürecek ve ilk şiirini ondört yaşında iken yazacaktır. Ancak, besteci yanı şair yanından daha öndedir.
leyla saz şair
Leyla Hanımın, Yaslı gittim şen geldim mısrasıyla başlayan marşı bilhassa Cumhuriyetin ilk yıllarında çok beğenilmiş, uzun süre dillerden düşmemiştir. Atatürkün de çok sevdiği Mani oluyor halimi takrire hicabım şarkısının sözleri ve Nerdesin, nerde acep gamla bıraktın da beni şarkısının bestesi, Seni sevda çiçeğim, tac-ı serim şarkısının sözleri Leyla Saza aittir.
Osmanlı İmparatorluğunun ilk Müslüman anı yazarıdır da ayrıca. Anı kitabında Çırağan Sarayındaki sosyal yaşam, eğlenceler, giyim kuşam, düğünler, eğitim gibi konularda detaylı bilgiler verir.
Leyla Sazın anılarının, bestelerinin ve şiirlerinin çoğu Bostancıdaki köşkü yandığı zaman kaybolmuştur. Leyla Sazın yayımladığı anıları, yangından sonra tekrar yazdıklarıdır. Şiirlerini Solmuş Çiçekler adıyla yayınladı.
Kıl meclisi âmâde ne derlerse desinler
İç dilber ile bâde ne derlerse desinler.
lemde nedir farkı bana medh ile zemmin
Sağ olsun ahibbâ da ne derlerse desinler.
Günümüz Türkçesi
Aldırma buluş sevdiğinle,
Çıkar keyfini birlikteliğin, ne derlerse desinler.
Övgüye de, yergiye aldırmam
Dostların canı sağ olsun, ne derlerse desinler.
4. Şair Nigar Hanım (1856 1918)
Şair Nigar Hanım oldukça güzel bir kızdır. 13 yaşındayken Mehmet İhsan Beyle evlendirilir. Kocası içki ve gece alemlerine düşkündür. Bu durum ve art arda 3 çocuk, böbreklerinde başlayan hastalık onu hassas, kırılgan bir yapıya dönüştürmüştür. Hastalığı nedeniyle, doktorların Büyükadada kalmasını tavsiye etmeleri üzerine çocukları, eşinden ayrı günler geçirmek zorunda kalmış.
Eşinin çapkınlıkları, evle ilgisizliği, maddi sıkıntıların olduğu bir dönemde 14 yaşından beri yazdığı şiirlerini topladığı Efsus adlı eseri yayınlandı. 3 yıl sonra Efsusun 2. kısmı da basıldı. Artık çevresinde yeni dostları vardı. Bir müddet sonra 15 yıllık evliliğini bitirdi. Ama en büyük sızısı çocuklarını görememek onların hasretiydi. Arkadaşı Cemile Hanımın eşi Salih Münir Paşayla bir gönül macerasının ardından, İran sefirinin yakınlığına ilgisiz kalmadı. Ardından ulaşamayacağı bir adama aşık oldu. Ona, nazenin diyordu: Marki Carlotti. Bir İtalyandı. Bir Müslüman kadın Hristiyan biriyle evlenemezdi o dönemde. Carlotti ülkesine döndü, Nigar Hanım aşkını günlüğüne gömdü ve sustu. Günlükleri ölümünden 50 yıl sonra açılması kaydıyla Aşiyan Müzesine teslim edildi.
şair nigar hanım
Prof. Dr. Nazan Bekiroğlu günlüklerden alıntılar ile Şair Nigar Hanım adlı bir kitap yazmıştır. Nigar Hanımı şöyle anlatır:
İlk bakışta verdiği onca parıltılı ve kalabalık siluete rağmen, kadın kimliği ile alabildiğine tenha ve kırık bir hikayeydi; bestesi şarklı, güftesi garplı. Unutuluşun kucağına zirveden düştü. Hayatını, elemlerini, zaten çok az olan ümitlerini anlattığı günlükleri yıllarca Aşiyan Müzesinde bekledi.
5 yıllık özgürlükten sonra 33 yaşındayken kocasıyla tekrar evlendi ama değişen hiç bir şey yoktu. 7 yıl sürecek bu 2. evlilik denemesinden, Niram adlı eserinin yanında, Aks-i Seda adlı olgunluk eserini yayınladı. Eşinden ayrıdı ve bir daha bir araya gelmediler. Günlüğüne Ne olur bir gece hissetmeden sönüversem diye yazdığı 1918 yılının o soğuk kışında bir sevgiliyi bekler gibi beklediği ölüme harp yıllarının hastalığı tifüs sonucu kavuşacaktı.
Yegane sevdiğin alemde ben miyim simdi?
Sahih ben miyim artık muhatab-ı askın?
Butun o hiss-i amik-i fuad-ı pür sevkin
O ibtila-yi ezel, o alaik-i ebedi
Benim mi şahsıma mahsur?. Bir daha söyle
O sanihat-ı hazinin, o beyyinat-ı gamın
Sahih, mülhimi hep ben miyim, bugün söyle;
Tahassüsatını, efkarını bütün söyle.
Getir su kalbime dök varsa sevdiğim, elemin
Eden nedir seni rencud?.. Bir daha söyle.
Günümüz Türkçesi
Biricik sevdiğin dünyada ben miyim simdi?
Gerçekten ben miyim artık aşkının muhatabı?
Bütün o istek dolu yüreğinin derin duyguları
O ezeli düşkünlük, o sonsuz ilgiler
Benim mi şahsıma mahsus?.. Bir daha söyle,
O hüzünlü akla gelişlerin, o üzüntülerinin belli olmasının
Gerçekten esinleyeni hep ben miyim, bugün söyle:
Duygulanmalarını, düşüncelerini bütünüyle söyle.
Getir şu kalbime dök varsa sevdiğim üzüntün
Seni inciten nedir?.. Bir daha söyle
(Bir Daha Söyle Şiiri)
5. Makbule Leman (1865 1898)
1865′te Beşiktaşta dünyaya geldi. 1898de ölünce, Eyüpte Siyavuş Paşa Türbesine defnedildi. Yenileşme döneminin Nigâr Hanımla birlikte önemli şairlerindendir. Saray Kahvecibaşısı İbrahim Efendinin kızı. Bir dönem Hanımlara Mahsus Gazetenin baş yazarlığını yaptı.
II. Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi. Ömrünün son on dört yılını tedavisi imkânsız bir hastalığın esiri olarak yatakta geçirdi. Denemeler, hikâyeler de yazdı. Sağlığında yayımlanan şiirlerinin sayısı on iki. Bunlar Makes-i Hayal (1896) adıyla bir araya getirildi. Ölümünden sonra bu eser, eşi tarafından, Makbule Leman hakkında yazılanlarla birlikte ikinci kez bastırıldı.
Bir kuluçka gibi sancılı gecelerinde
Hep şefkatle çarpan kanat sesleri duyulur
Amansız hislerin öldüren pençelerinde
Yüreği bir matkap salınmış gibi oyulur.
Kanmaz asla sevmeye; o, sevgiye susuzdur
Şâire su dedirten hisle evlât der inler.
Herkes derin uykularda iken o uykusuzdur
El açar Yaratana balalarını diler
(Anne şiirinden alıntı)
6. İhsan Raif (1877 1926)
İhsan Raif Osmanlı eliti bir ailede dünyaya gelir. Nişantaşında Rumeli Caddesinde bugün hala duran Taş Konakta yaşayan İhsan Raif edebiyatla ilgilenirken, aralarında Rıza Tevfikin de bulunduğu hocalarından dersler almıştır. İhsan Raif Taşkonakta odasında kardeşi Belkıs ile oynarken bir gürültü olur, kapı açılır ve içeri hayatında tanımadığı bir adam girer. İhsan Raif hatıralarında konaktaki arap bacıların, kıskançlıklarından dolayı yaptıkları komplo olarak anacağı olayda içeri giren onu kaçırmaya kalkan kişi Reji memuru Mehmet Ali Beydir. Hiç bir temas olmaz, Mehmet Ali Bey korkar kaçar ama İhsan Raif in adı kirlenmiştir. Sonrasını İhsan Raif in anılarından okuyalım:
Babamın terazisinin şaştığını hiç görmedim ben. Onu Hazret-i Ömer adaletinin timsali bilirdim. Benim istikbalimi tartarken adil olmadı o terazi. Mehmet Aliyle nikâhlanmaktan başka çıkar yolum kalmadı. Günlerce gözyaşı döktüm, haftalarca yalvardım. Babacığım, masumum, bana kıyma, derslerimi tamamlayayım, yaşım küçük, beni yakma, dizlerine kapandım. Beni sevdiğim biriyle evlendir, telli duvaklı gelin et
ihsan raif şair
14 sene sürecek evliliği nedeniyle İzmire giderken, İstanbula, ailesine veda ederken, sonradan da bestelenen (bestekarı net olmamakla beraber Kemani Sarkis Efendi) şu şiirini yazar.
Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime,
Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime,
Perde-i zulmet çekilmiş, korkarım ikbalime,
Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime.
Çapkın, hayırsız kocasından boşandığında 27 yaşında ve 3 çocuk annesidir. Arkasından gelen 2. evlilik sadece 1 gün sürer, çünkü zorla elini öptürmek isteyen eşinden hemen boşanır. Daha sonra ilk ve tek aşkı yazar Şahabettin Süleyman ile 3. evliliğini yapar. Eşinin Avrupa seyahatinde beklenmedik ölümüyle zor günler geçirse de, 4. evliliğini Fransız Bell ile yapar. Bell aşkı nedeniyle dinini değiştirse de bu evliliği pek hoş karşılanmaz.
Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Ruşen Eşref gibi kişilerden oluşan entellektüel bir çevresi vardır. Milli Mücadeleyi de şiddetle destekleyen İhsan Raif Hanım, 49 yaşındayken hayata gözlerini kapadı.
7. Yaşar Nezihe (1881 1971)
Silivrikapının fakir bir sokağında, fırtınanın çatıları titrettiği bir kış gecesinde doğmuşum. Doğduğum gece evimizde damla gaz yokmuş! Annemi altı yaşımda kaybettim. Dört kızı ölmüş bir ailenin tek kızı idim. Yoksulluk içerisinde büyüdüm. Ailemiz, belediyede kantar memuru olan babam sarhoş Kadri Efendi, kötürüm ve yaşlı bir amca ile zalim bir teyzeden oluşuyordu.
Yıllar sonra babasına öfkesini Babam şiirinde şöyle dile getirir:
Ben yetim evlâdıma nasıl baba oldumsa
Sen de öksüz kızına bir ana olacaktın
Ben nasıl bin elemle kahrolup soldumsa
Sen de benim derdimle kahrolup solacaktın.
Babası okumasına izin vermemiştir. Buna rağmen bir yıl okula gidebilmiş ve okumayı öğrenebilmiştir. Yaşar Nezihenin başına buyruk hali onun evden kovulmasına neden olmuş, bu bir yandan yaşamını zorlaştırırken diğer yandan özgürleşmesinin kapılarını aralamıştır.
Bu arada üç mutsuz evlilik yapar; Sedat, Suat ve Vedat adında 3 oğlu olur. Sedat ve Suat besin yetersizliğinden ölürler. Şiirlerinde sık sık bu acısını dile getirecektir. Oğlu Vedat tek dayanağı olur. Kazancını yazma bilmeyenlerin mektuplarını yazarak ve dikiş işleriyle sağlar. Cumhuriyetin ilk yıllarında nasıl geçindiğini şöyle dile getirir:
On yedi sene Esirgeme Derneğine daha sonraki yıllarda, Kızılaya iş işledim. Şark Eşya Pazarında dikişçilik yaptım. Darphanede İstiklâl madalyalarının kurdelelerini diktim.
yaşar nezihe şair
Yaşamının kolay olmadığını iki kez intihar girişiminde bulunarak gösterir.
Yazmasında teyzesinin rolünün büyük olduğunu söyler. Bu teyze gençlik çağına girdiği dönemde bir aşk yaşamış, beli bükülüp saçları bembeyaz olduğu halde sevgilisini unutamamıştı. Geceleri Yaşar Neziheye başından geçen bu macerasını anlatır. İşte bu aşk hikâyeleri Yaşar Neziheyi çok etkiledi. Fakat yazmasının en önemli nedeni elbette kendi yaşamıdır. Toplumcu bir şair olarak anılmasının sebebi yaşadığı yoksulluktur. İlk kadın işçi şair, ilk sosyalist kadın şair şeklinde isimlendirmeler, Yaşar Nezihenin bugüne kadar ulaşan ve onu popüler kılan bir yönü olmuştur .
Ey İşçi!
Bugün hür yaşamak hakkı seninken
Patronlar o hakkı senin almışlar elinden
Sayınla edersin de tufeylîleri zengin
Kalbinde niçin yok ona karşı bir kin
(1 Mayıs şiiri)
Bir Deste Menekşe, Feryatlarım adlı 2 şiir kitabı vardır. Soyadı kanunu çıkınca Bükülmez soyadını aldı. Yaşar Nezihe 5 Kasım 1971de yaşamını yitirmiştir. Ölmeden önce son isteği olan, çocukluğunun geçtiği sokağa kendi adının verilmesi hala yerine getirilmemiş bir vasiyetten öteye gitmemiştir.
8. Şükufe Nihal (1896 1973)
Pınar Kürün annesi İsmet Kür Yarısı Roman adlı eserinde Şükufe Nihali şöyle anlatır:
Şükûfe Nihal hemen her görenin aşık ya da hayran olduğu kadınlardandı. Güzel denemezdi pek. Gözleri çukurdu ve ufaktı Boyu hiç uzun değildi. Beden çizgileri dikkati çekmekten uzaktı. Ne ki, zarifti, her zaman bakımlı ve çok şıktı. Dünyaya metelik vermeyen, kendine çok güvenen bir havası vardı. Onu bu kadar çekici yapan da, bu dünyaya metelik vermeyen haliydi. Ve de, o sıralar, hayran olunacak kadın sayısı da çok değil miydi? Ya da nitelikleri mi farklıydı? Sanırım, biraz öyle. Çocukluğumda, şıklık sembolüydü benim için. Onun üstünde görüp hayran olduğum kimi renkleri, kimi desenleri hala sevdiğimi biliyorum. Çok kaprisli bir kadındı. Biraz cıvıltıya benzeyen, kendine özgü ve de hoş konuşma biçimi vardı. Evet, pek çok kişi sevdalanmıştı, zamanın en gözde şairlerinden biri olan bu kadına.
Şükufe Nihal şair
Şükufe Nihalin hayran kitlesi bir hayli fazlaydı: Nazım Hikmet, Ahmet Kutsi Tecer, Faruk Nafiz Çamlıbel ama en acısı Cenap Şahabettinin kardeşi şair Osman Fahridir. Aşkına karşılık bulamayınca önce İstanbulu terketti. Öğretmenlik yapmak üzere Elazığa gitti. Ama aşkını unutamadı ve 1920 yılında kafasına tabanca dayayıp intihar etti. Daha öncesinde ona karşı bir şey hissetmemiş olsa da, sonrasında kara sevda yüzünden canına kıyan Osman Fahriyi hayatı boyu unutamadı. Ölümüne kadar da dilinden ilk aşkı Osman Fahrinin ismini düşürmeyecektir. Adile Ayda ile yaptığı konuşmasında şöyle der:
Zaten insan hayatında bir kez sever. Gerisi kapılış aldanış. Ben bütün şiirlerimi bir tek şahıs için yazdım. Hep onu anlattım, ona seslendim. Yakın dostlarına Tek aşkım odur. Beni tek seven odur. Nasıl ziyan ettim bu büyük aşkı diye dert yanmıştır.
Şu dizeleri de Osman Fahri için yazmıştır:
Nerdesin? Toprakta mı, havada mı suda mı?
Nasıl buldun bu vahşi gecelerde odamı?
Hasretim şefkat, şiir, aşk dolu ellerine
Gelsen de boş gönlüme bir hayat gibi dolsan.
Sen uyansan, ben yatsam biraz senin yerine
Gayya ve Hazan Rüzgarları adlı 2 şiir kitabı vardır.
2 kez evlendi. 2 çocuğu oldu, ama mutlu evlilikler değildi. 1962 yılında başına talihsiz bir olay geldi. Caddeyi karşıdan karşıya geçerken araba çarptı. Kaza sonucu birçok ameliyatlar geçirdi. Sol bacağı kısa kaldı. Ardından kızı Günayın, bebeğini doğururken ölmesi içine kapanmasına neden oldu. Arkadaşları huzurevine yerleştirdiler.
Köşklerde başlayan yaşamı, huzurevinde devam ediyordu artık. Yurtdışında felsefe eğitimi alan Taksim ve Osmanbeyde 2 tanınmış kitapevi açan oğlu Necati Sander de annesinin haline üzülüp, onu böyle görmek istemediğinden ziyaret etmiyordu.
Huzurevinde yapayalnız 24 Eylül 1973te hayata gözlerini kapadı.
Adını ellerimle çizdim altın kumlara
Küçülen gözlerimde kurudu son damla yaş
Kumsal, deniz, sal, rüzgâr senden en son hatıra,
Solan ruhumdan sana bembeyaz bir soğuk taş!..
İşte, rüzgâr esiyor, dalgalar coştu yine;
Kumlara işlediğim hayalin da kayboldu
Hicranınla yanarken ben derinden derine,
Karşında, solan yüzüm gibi, güneş de soldu
Dalgalar, sürükleyin beni de enginlere,
Kumların arasında ben de bir parça taşım!
Ayrılmayız, beraber dalarız derinlere
Derken, bıraktı gitti elimi arkadaşım
(Son Hatıra Şiiri)
9. Halide Nusret Zorlutuna (1901 1984)
Halide Nusret Zorlutuna 1901 yılında dünyaya geldiğinde Osmanlı İmparatorluğu bir felaketler silsilesini yaşıyordu. İlk şiirini 1917 yılında yazdı. Şiirlerin yanı sıra romanlarda yazdı. Yazar Emine Işınsunun annesi, Pınar Kürün ise teyzesidir.
1975 yılı Birleşmiş Milletler tarafından kadın yılı olarak ilan edildiğinde Kadının Sosyal Hayatını İnceleme ve Araştırma Derneği tarafından düzenlenen sergi ve toplantıda Halide Nusrete Ümmül-Muharrirat (kadın yazarların annesi) unvanı verilmiştir.
Hece ölçüsünde yazılmış şiirleri, konuşma dilinde yazılmış romanları vardır. Şiirlerinde ince, hassas, ruhun derinliklerinden gelen bir lirizm ve söyleyiş vardır. Şiir yazmaya Mütareke yıllarında başladı. Milli duygularla yazılmış Git Bahar şiiri tanınmasını sağladı. Bu şiiri İstanbulun işgal edilmesi üzerine 1919da yazdı.
Halide Nusret Zorlutuna şair
Ünlü şair Yahya Kemalin şiirlerini ezberlediği ender şairlerden birisi olarak bilinir. Uzun yıllar öğretmenlik yaptı. Öğretmenlik mesleğini çok sevdi ve kendisinin öğretmen olmak için yaratıldığı inancını her zaman ifade etti.
Halide Nusret ipek kalpli bir şair olarak tanınıyor. Genç yaşlarından itibaren sosyal kuruluşlarda ve hayır cemiyetlerinde çalıştı. Türk Kadınlar Birliği, Türk Ocakları, Halkevleri, Muallimler Birliği, Yardım Sevenler Derneği, Söroptomistler, Çocuk Haklarını Müdafaa Cemiyeti ve Çocuk Esirgeme Kurumu (Himaye-i Etfal Cemiyeti) yönetim kurullarında uzun yıllar hizmet verdi. 1959da Türk Anneler Derneğini kuruluşuna öncülük etti. Türk Dil Kurumunun da kurucu üyelerindendi.
Çekil bu gölgeli yolda gezinme
Bahar, bakışların yine pek sarhoş.
Yanılıp gönlüme misafir inme:
Kapısı kilitli, mihrabı bomboş
Mabettir orası, meyhane değil!
Altınlı başında papatya niçin?
Sarı saçlarına pembe gül takın!
Git bahar, gönlümde ibadet için,
Diz çöken kızları ürkütme sakın,
Kalbime girme, o kâşâne değil!
Ziyalar, kokular, renkler, çiçekler
Ömrünün her günü bir başka düğün,
Bülbüller koynunda aşkı çiçekler
Güller dökülürler göğsüne bütün!..
Gerçekten güzelsin, efsane değil!
Git bahar, git bahar, uzaklarda gül!
Denize renginden bırak hediye
Ufuklarda gezin, semaya süzül
Sokulma kalbime peymane diye
Gördüklerin kandil, peymane değil!
(Git Bahar Şiiri)
10. Gülten Akın (1933 )
Ah kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya diyen , Gülten Akın şöyle anlatır şiiri 1994 yılında TÜYAP Ankara Kitap Fuarında yaptığı söyleşide:
Şiir, dizelere sıkıştırılmış bir nükleer enerji. Şiir, parçalanacak, patlayacak olan şey. İşte düzeni, egemenleri korkutan şey. Şiir hem haz, hem derinlik, hem sonsuz bir bağımsızlık, bağsızlık, hem çok ince bir denge, bir iç düzen. Sabır ve coşku.
İnce Şeylere Yolculuk başlıklı söyleşisinde erkek işi olarak nitelendirilen, kadınların yapamayacağı düşünülen şiir yazma işini yaşamımın ana çizgisine yerleştirip bunu kırk üç yıldır sürdüren bir kadınım der.
gülten akın şair
Şiirlerimde ezilenleri, çocukları, kadınları, ekmek parası için göçmek zorunda kalıp yolda telef olanları, evleri, kentleri, doğayı insanı ve hayatı anlattım der. Gülten Akın ilk dönem şiirlerinde daha bireysel, daha sonraki şiirlerinde ise toplumsal yönü ön plana çıkar. 1956da üniversite yıllarında tanıştığı, yarım asrı geçen evlilikleri boyunca büyük bir sevgi ve aşkla bağlı kaldığı Yaşar Cankoçak ile hayatını birleştirir. 1 erkek, 4 kız, 5 çocuğu olur.
Pırıl pırıl beş çocuk yetiştirdim. Yetiştirdiğim çocuklara halkınızı, insanları sevin, kimseyi incitmeyin dedim. Onları sosyalist olarak yetiştirmeye çalıştım. Bunun sonunda en büyük acıyı da orada gördüm der.
1970-1980 arasındaki on yıl Türkiyenin en sancılı dönemi Davaların, sürgünlerin yerini cezaevleri, işkenceler, zulümler almıştır. Gülten Akın ve ailesi de sekiz yıllık bir pay alır bu dönemden. Akının oğlu sekiz yıl cezaevinde kalır. Oğlu cezaevinde yazdığı şiirlerinin yayınlanmasını istememektedir, yaşadıklarını protesto etmektedir. Oğlunun bu davranışı nedeniyle, o da şiirden uzaklaşır. Ama daha sonra tekrar şiire geri döner Gülten Akın.
Gülerken yüzün
Dem çeken bir güvercinin sesini
İçin için büyüyen çimenleri
Baharda lunaparkı, bayram yerini
Ve alışkanlıklar dışında her şeyi
Gülerken yüzün
Aşıyor geçmişin acılarını
Kendini yarına değiştiriyor
Gülerken yüzün
Sanki çarmıhını kırmışsın
Senin ve ardından geleceklerin
Aylası alnına düşmüş gecenin
Oturmuş ağlıyor kendisi
Bunu öyle candan öyle yürekten
Öyle bir tutkuyla istiyorum ki
Aklımda hep öyle kalmalısın
(Gülerken Yüzün Şiiri)
11. Türkan İldeniz (1938 )
7 Ocak 1938de Düzcede doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Düzcede okudu. İstanbul Kandilli Kız Lisesinden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrenciyken evlendi. Hamileliği nedeniyle okulu bırakmak zorunda kaldı.
İstanbul Anakent Belediyesinde yirmi yıl memurluk yaptı. Emekliye ayrıldı ve İstanbulda yaşıyor. Duygu yoğun şiirlerinde romantik ve başkaldırıcı kadın kimliği ile dikkat çekti. 2 şiir kitabı vardır: Taşra Kızının Deliceleri, Havva Çıkmazı.
Sayısını unuttuğum günlerce bekleyişten
ben yorgunum rıhtım taşları yorgun
ardarda gecen gemiler durmuyor bu limanda
duranlardan sen çıkmıyorsun.
Bil ki katıksız sancılara razıyım yokluğun olmasa
bil ki bir avuç biber gözlerime serpilen
Ellerimde soğumadı ellerinin izleri
durup şiirler yazıyorum yoluna.
İçimde sıkıntının en dayanılmaz şekli
kaçıncı kere saatleri susturuyorum
bensiz çözülüp, sensiz bağlanması yok mu halatların
Tükeniyorum.
(Bekleyiş Şiiri)
12. Lale Müldür (1956 )
Liseyi Robert Kolejde bitirdikten sonra şiir bursu alarak Floransaya gitti. Türkiyeye dönüşünde birer yıl Orta Doğu Teknik Üniversitesi Elektronik ve Ekonomi bölümlerine devam etti. 1977de İngiltereye giderek Manchester Üniversitesi Ekonomi Bölümünden lisans eğitimini tamamladı.
Belçikalı ressam Patrick Jacquart ile evlenerek Brüksele gitti ve bir süre orada yaşadı. Ayşe Armanla 2002 yılında yaptığı röportajda manik depresif olduğunu söyledi:
Yazdıklarım manik depresivitenin sonucu diyemem! Zaten depresif dönemde pek bir şey yapılamıyor. Manik dönemde ise, kafama birlerce düşünce üşüşüyor, inanılmaz enejik ve yüksekte oluyorum, ne var ki hiçbir düşüncede derinleşemiyorum. Bütün evreni çözmüşüm gibi geliyor ama manik dönem geçtiğinde Ben neyi bulmuştum? oluyorum, hiçbir şey gelmiyor aklıma
lale müldür şair
Lale Müldürün şiirlerinden çok yaşam tarzı ön plana çıkarılır. İçinde bulunduğu sosyal çevre, sınıfsal konumu ve yaptığı spekülatif açıklamalar, edebiyat tartışmalarında eserlerinden çok, kendisinin anılmasına neden olmuştur. Şiirleri İngilizce ve Fransızcaya çevrilmiş, şair, Amerikada yayımlanan bir Türk şiiri antolojisinde 80lerde başlayan krizi aşan bir şair olarak anılmıştır. Ultra-zoneda Ultrason (2006) isimli şiir kitabı ile 2007 Altın Portakal Şiir Ödülünü almıştır.
Müldür, Yeni Türkünün bestelediği Destina adlı şarkının sözlerini nasıl yazdığını şöyle anlatır:
Destina, benim küçükken çok sevgili kız arkadaşımın adıydı. Ve o kız sonradan öğrendiğime göre de havale geçiren bir tipmiş. Havale geçirdiği zaman yani bu hastalık oluyor kızda. O yüzden ben de eşim için yazmak istedim bir gece çok kendimi kötümser hissediyordum onun yanında, onunla birlikte olmaktan. Ve eşimin de en çılgın dönemiydi yani. Ben bu şarkıyı tuvalette yazdım.
Dün gece sen uyurken
İsmini fısıldadım
Ve hayvanların korkunç
Öykülerini anlattım
Dün gece sen uyurken
Çiçeklere su verdim
Ve insanların korkunç
Öykülerini anlattım onlara
Dün gece sen uyurken
Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden
Yeni bir isim verdim sana
Destina
Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede
İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte
Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için
Seni bu denli yıktıkları için
Yaşamımın gizini vereceğim sana
13. Nilgün Marmara (1958 1987)
Nilgün Marmaranın Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyat Bölümündeki tezi şuydu: Sylvia Plathın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi Sylvia Plathın yalnızlığa ve hayata bakışı Nilgün Marmarayı çok etkiledi. Yazgıları da birbirlerine benzedi. Plath 1963 yılında 30 yaşındayken Londrada, Marmara ise 1987 yılında 29 yaşında İstanbulda beşinci kattaki evinin yatak odası penceresinden atlayarak intihar etti.
Şair Ece Ayhan hasta yatağında 1999da yazdığı ve henüz yayınlanmamış güncesinde, bir dönem aşk yaşadığı Nilgün Marmara için şunu yazdı:
Muzip kadın Nilgün Marmara. Tezer (Özlü) ile birlikte bana muziplikler yapmaya bayılırdı. İkisi de aynı anda göğüslerini gösterirlerdi. Güzeldi
nilgün marmara şair
Kızıltopraktaki evine Ece Ayhan, Cemal Süreya, Edip Cansever, Tomris Uyar, İlhan Berk, Cezmi Ersöz, Orhan Alkaya, Küçük İskender gibi edebiyatçılar gelirdi. Pazar günleri fırında tavuk budu yapmalarından dolayı bu buluşmalarına but partisi adını verdiler. Nilgün Marmara bu günlerde şarkı söyledi, caz gırtlağı sesiyle. Cemal Süreya, Amerikalı yazar F. Scott Fitzgeraldın ele avuca sığmayan karısı Zeldaya benzetti onu. Adı Çılgın Zelda olarak kaldı.
Nilgün Marmaranın şiirleri bir içe dönüştür. Kimi zaman şehrin karmaşalı, fakir ve pis yüzü kendini gösterse de şiirleri soyuttur. Onun şiirleri dış dünyaya açılan pencere değil, aksine kapanan kapılardır. Belki de bu nedenle ayna ve kendine dönük göz imgeleri şiirlerinde en çok tekrarlanan imgelerdendir.
Çok yalnızım, mutsuzum
Göründüğüm gibi değilim aslında
Karanlıklarda kaybolmuşum
Bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır
Aradıkça batıyorum karanlık kuyulara
Kimse duymuyor çığlıklarımı
Duyan aldırış etmiyor çekip kurtarmak istemiyor
Bense insanların bu ilgisizliği karşısında ilgiye susamışım
Ümidimi yitirmişim
Biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim
Arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye
Veda edeceğim.
(Yalnızlık Şiiri)
14. Didem Madak (1970 2011)
1970 İzmir doğumlu şair Didem Madak, 90lı yıllarda öne çıkan şiirleri ile çeşitli edebiyat dergilerinde adını duyurmaya başlamışsa da. Madakın özellikle son yıllarda giderek genişleyen bir okur kitlesine sahip olduğu söylenebilir.
İzdiham Dergisine verdiği röportaja kulak verelim:
Uslu, içine kapanık bir çocuktum ben. Ancak nedense birdenbire olmadık şeyler yapardım. İlkokul 1. sınıftayken evden kaçtım mesela. Lisenin bahçesine gidip ayaklarımı kırmızı balıklı havuzun içine soktum. İğde ağaçları vardı bahçede bir de. Beni akşama buldular. O gün annemden yediğim dayak beni epey idare etti.
13 yaşımdayken annem öldü. Hani bazı insanlara isimleri çok yakışır ya, işte annem o insanlardandı. İsmi Füsundu. Annemden bana kalan tek miras bir sihirdir. Onu ne zaman özlesem hep bir şiir yazdım. Sonra 18 yaşımdayken bir daha evden kaçmaya karar verdim. Babama hitaben artık büyüdüğümü ve diğer bazı ehemmiyetli hususları belirten bir mektup yazdım. Sanırım kırmızı balıklı havuzu özlemiştim. Ancak bu kaçışımda bir daha eve dönmedim. Hatta evlenip kaçarak evlenen ilk şehirli kız unvanını aldım.
didem madak şair
Boşandım. Pek çok işte çalıştım. Sekreterlik, anketörlük, pazarlamacılık, tezgahtarlık. Hepsinden de istifa ettim. Epeyce göçebe yaşadım, sadece iki valizim oldu. Bir yığın insan tanıdım. Ama hep yalnızdım. Bütün bu karışıklığın üstesinden gelmek için şiir yazıyorum.
Benim gibi sağı solu belli olmayan biri için ve bir göçebe için şiir iyi bir yol arkadaşıdır. Yerin yedi kat dibine de gitsen, göğün yedi kat üstüne de çıksan seninle gelir. Şiir imkansız bir şeydir, mümkün değildir, çaresizdir. Bunu hissediyorum ben hep onda kendi umutsuzluğumu buluyorum. Derdimi anlatmaya çalışıyorum ben. Patates baskısı yaparak derdimi anlatmam mümkün olsaydı, kuşkusuz öyle yapardım. Hem eğlenceli olurdu böylesi. Hem daha az zarar verirdim kendime.
Diğer bir söyleşisinde erken öleceğini bilmiş gibi Obur bir şiirim var, hayatımı yiyor durmadan, Az sonra ölecek birinin gözleriyle dünyaya baktığımızda hayatın her yerinden şiir fışkırdığını görürüz der.
Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.
Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum.
Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor
Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum.
Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu.
Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya malolacağım.
Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
Fakat korkuyorum. Birazdan da
Kırk üç numara ayakkabılarınızla
Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
Bu iyi olmaz bayım!
Gün akşam oldu diyorum
Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara
Cam kırıkları yiyorlar
Rüyamda; bir kase dolusu suyun içinde
(Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım Şiirinden)
15. Birhan Keskin (1963 )
Otobiyografisine şöyle başlıyor:
22 Aralık 1963. Kırklareli, Demircihalil. Trakyanın ayaz gecelerinden biri. Bir yatsı ezanı vakti. İki erkek çocuğundan sonraki kız çocuğu. İyi ki doğmuşum, yoksa Gürhan (benden iki buçuk yaş büyük, abi) epey bir süre daha kız elbiseleri içinde büyüyecekti
Aynı otobiyografiyi şöyle noktalıyor:
İlkokulun ilk yılı, sol elimi iple bağlıyor öğretmenim. Sağ elimle yazmalıymışım. Okulu sevemedim, bu kır saçlı öğretmeni de. Kaçıyorum, annem geri getiriyor tekrar. Uzun sürdü. Okumayacak bu çocuk diyorlar. Üçüncü sınıfta elimi bağlayan öğretmenden kurtuldum. Sonrası daha kolay olmaya başladı. Bizimkileri yalancı çıkarttım, okudum, yetmedi yazdım da.
birhan keskin şair
Birhan Keskinin Gülten Akın çizgisini sürdürdüğünü, şiiri algılama ve yorumlama biçimi olarak onu özümsediğini söyleyebiliriz. Birhan Keskin, şiir ne yapmalı sorusunu şöyle yanıtlıyor:
Sabahları okula giden çocukların ellerinden tutmalı, kızların saçlarını karıştırmalı, otlar, kuşlar, hayvanlar yetiştirmeli, küçük sokaklar, evler, alanlar kurmalı, ıssız dağları şenlendirmeli, kervanlara yol göstermeli, deniz kıyılarına inmeli, sokaklarda dolaşmalı, böcek koleksiyonları yapmalı, kitaplara girmemiş otların elinden tutmalı, gazete okumalı Akşamları işçilerin evlerine inmeli, onlarla sofraya oturmalı, kadınlara beyaz güller armağan etmeli, yeni çayırları sulamalı, Allaha Ölümle yarenlik etmeli, çırılçıplak dolaşmalı, çırılçıplak olmalı.
Keskin, en temel insanlık dertlerinin (1) ayrılık, (2) yoksulluk, (3) ölüm olduğunu; bu zamana kadar ilk ikisi hakkında yazdığını, son bir yılının da en çok ölümlerle geçtiğini düşündüğünde bundan sonra ölüm hakkında yazabileceğini tahmin ettiğini söylüyor. Ölümle ilgili olarak daha önce hiç yazmamış olmasının sebebini, en büyük korkusunun ölüm olmasına bağlıyor. Çocukluğunda hep babasının ölecek olmasından korkarmış. Dizelerine ölümle ilgili bir şeyler yazsa bile o dizeleri hep sonradan çıkarırmış. Yedi yıl önce babasını kaybetmiş:
Babamın öleceğinden çok korktum ve sonunda öldü, e ben de öleceğim.
Sevgilim sabahın erkenini seviyor,
ben geceyi ve esmerliğini onun,
o dorukları seviyor, korkuyor bundan
ben rüzgarla buluşan tepeyi, tuhaflığı,
ona bir yeşil gülümsüyor,
ben, hayatı delice sevdiysem nasıl,
diyorum, seni de öyle.
O kendi boşluğunda oyalanan günlerde
canı sıkılan bir çocuk gibi uyuyor,
ben göğe bakıyorum geceden,
kendi çukurunu bulmuş deniz gibiyim
diyorum, yanında,
o sabahları eğilip öpüyor denizi.
Çıplağın çıplağımda, rüzgarın dağımda olsun,
esmerliğin gecemde, öyle kal.
Bulutlara bak, gidiyorlar, hızla diyorsun,
yağmur bir yalıyor yüzümü,
bir duruyor. Sabahları eğilip yüzüme
öpüşün geçiyor bir, bir duruyor aklım.
Su ve rüzgar, dağ ve doruk, sonsuz hepsi,
oysa camdaki sardunya gibi üşür
bana biçtiğin ömür, ölüm geliyor aklıma bir
bir, çıplağın çıplağımda.
Rüzgarın dağımda olsun esmerliğin gecemde
öyle kal, sana sonsuz sarıldığımda
(Aşk Şiiri)