Mustazaf Kimdir ?

SuskunDervis

Kayıtlı Üye
Kur’an bu terimi insan hayatına hakim olan durumların ele alınmasında nasıl kullanmıştır? Başlıkta ifade edilen bu iki sual İslami düşüncenin,acı,ızdırap,ezilmişlik ve hegemonya altında inleyen insanlığın sorunlarını nasıl ele aldığını gösterme açısından önümüzde duran bir meseleyi teşkil etmektedir.Bu meselenin bir diğer boyutu ise ekonomik faktörü söz konusu sorununun temeli olarak gören gayri İslami bakış açısından ayırt edilmesinin sağlanmasıdır.

İşte burada karşımıza kapitalist ya da feodal sınıflar karşısında ezilen ve “çatışan sınıflar” kavramı çıkmaktadır.Bu kavram bizi,hayatın hangi yönünde gerçekleşirse gerçekleşsin bütün çatışmaları sınıflar arasındaki ekonomi çatışması olarak alan meşhur sonuca götürmektedir… Belki de bu yönde fikirler çeşitlenmekte ve bu etkene eklenen başka dahili ve harici amillerle karşılaşmaktayız.Biz burada İslam düşüncesinin hayat hakkındaki en mütekamil bakış açısını saptamak ve mustazaf olgusunun hayat ve vaka içindeki yerini en iyi şekilde tespit edebilmek amacıyla mustazaf kelimesinin Kur’an ayetlerindeki ve diğer dini metinlerdeki anlamını aramaya çalışıyoruz.Ta ki İslam tasavvuru ödün vermez ve direngen bir temel üzerinde yükselebilsin.

Zaaf ve Güç Unsurlarını Doğuran Amiller

Birinci suale karşılık olarak bu kelimenin sadece belirli uygulamalarla sınırlandırılması için hiçbir neden bulamıyoruz.Özellikle de ezilmişlik ve zayıflık duygusunun kişinin dışında kalanlara da zayıflara karşı onların bu konumunu idame ettirmeye yönelik bir anlayış veren tüm zaaf noktalarını kuşatan bir olgu haline geldikten sonra.Nitekim bu da toplumsal yaşantıda sosyal problemlerin ve insani müşküllerin sürekli varlığını muhafaza etmesine yardımcı olan bir unsur hayatiyetini devam ettirebilmektedir.Hatta daha da ileriye giderek sorunun,iş bulamamasından,ya da zor şartlarda ve kendi kendisine ayakta durmasına yetmeyecek koşullarda çalışmasından veya fabrika ya da çiftlik sahibi zenginleri gelişigüzel uyguladıkları baskılardan dolayı onurlu bir yaşam sürdüremeyen şahıslarda somutlaşan maddi ihtiyaç alanıyla da sınırlı olmadığı söyleyebiliriz.Bizce sorun,insan iradesini felç eden kendisine güç veren bir baskı aracı olarak her türlü zaaf unsurunu kuşatma altına alan güç unsurunu kapsamaktadır.İster insanları kutsadıkları gelenek ve adetler vesilesi ile kendileri için bir güç ve baskı aracı haline gelen asil ırk ya da soy unsuruna sahip olanlar,ister zayıfları ezen ve yok eden silah gücüne malik olanlar olsun fark etmez.Önemli olan toplumsal güç temelinde toplum içindeki bir grup insanın kendi dışında kalanlara baskı yapma ve onları zayıf bırakma ayrıcalığı olmasıdır.Hatta bu durum,toplumun bir kısmına dışarıda ve içerde egemenlik ve tasallut hakkı veren siyasi güç dağılımıyla da ilgili olabilir.Böylelikle içerde egemen olan şer güçler,hayrı temsil eden zayıf güçlere karşı baskı ve zulümlerini sürdürürken dışarıda emperyalist güçler zayıf ve ezilen halkları köleleştirme ve sömürme ameliyesini sürdürme imkanını bulmaktadırlar.Bu durum,iktisadi ve iktisadi olmayan başka alanlara da sirayet etmektedir.Bu unsurlar iç içe geçmekte ve gücün çeşitli biçimlerini elde etme olanağına sahip olmaktadırlar.Bazı durumlarda güç,kendisinden neşet eden yeni güçlerin elde edilmesine neden olabilmektedir.Örneğin silah gücü sahiplerine aynı zamanda siyasi güç de kazandırmaktadır.Diğer yandan iktisadi güç,siyasi gücü ve silah gücünü elde etme araçlarından birisi olabilmektedir.Sahip olunan çeşitli güç unsurları alanında çeşitli zaaf unsurlarıyla karşı karşıya kalıyoruz.Böylece baskılar başlamakta ,zayıflarla güçlüler, mustazaflarla müstekbirler arasında sürekli bir çatışma trajedisi yaratarak hayat içindeki problemler ağırlığını hissettirmektedir.

İşte bu,insanın ezilmiş bir şahsiyete sahip olmasına neden olan ve onu hayattaki zaaf ve güç unsurlarının hareketinde iradesiz bir varlığa dönüştüren dahili ve harici amiller çerçevesinde mustazaflık durumunun öyküsüdür.

Akide de Mustazaflık

Bu alanda farklı bir terim mevcut olup o da “akide de mustazaflık” kavramıdır.Bununla kastettiğimiz,insanın güçlü ve esnek düşünememesinden,çeşitli bakış açıları arasında kendisine ayrıntılı bilgiyi verecek araçlarla sahip olamamasından veya karşıt fikirlerin ileri sürmesi mümkün olan kanaat ve fikirleri önceden bilmesine imkan tanımayan özlü fikirleri elde edememesinden dolayı kendisiyle hakikate açılmadığı durumdur.Bu durum birçok sebebe dayandırılabilir:

1-Fikri sorunları ya da akidevi meseleleri derinliğine ve geniş bir ufukta ele alma imkanını veren bağımsız bir düşünce yapısı hususunda acze düşmek.Bu tür insanlarda şüphe hasıl olduğunda bu şüpheyi sorgulayamaz ve yargılayamaz.Bilakis onun önünde durağan bir şekilde durur çünkü tartışma ve analizle buna karşı duracak fikre güce sahip değildir.

2-Bütün karşı ihtimalleri yok saymasına neden olan gaflet.Çünkü onu kuşatan objektif şartlar;düşündüğü,okuduğu veya işittikleri şeylerden karşıt fikrin olabileceği ihtimaline kendini hazırlamamıştır.Bu nedenle söz konusu durum,insanın kendisini herhangi bir araştırma ve sorgulamaya itecek bir etkide bulunmaksızın kişinin miras alınan fikirler dairesi içerisinde kalmasına yol açar.Bu kişiler kendilerine hiçbir şekilde davet ulaşmayan insanlardır.Ya da davet ulaşsa bile içlerinde onu araştırmaya ya da inceleme yapmaya ihtiyaç uyandırmayan bir şekilde ulaşmış kişilerdir.İşte bu durum genellikle dar bir dini anlayış içinde yaşayan insanlarda gözlemlenmektedir.

3-İnsanın araştırma veya sorgulamaya ulaşmasına mani olan gerçek harici engeller aracılığı ile ya da fikir ve davranışta özgürlüğün kaybedilmesi neticesinde bilgiyi elde etme araçlarına ulaşmasına mani olmasından dolayı bilginin sınırlı araçlarına sahip olmak.Bu tür örnekleri Allah kitabında vermektedir:” Ancak yurtlarından göçmek için bir düzen, bir yol bulamayan gerçekten de âciz erkeklerle kadınlar ve çocuklar bu hükümden dışarı.”(Nisa,98)Düşünsel anlamda aciz olanlar,hiçbir çareye güç yetiremez ve hiçbir yol bulamazlar.Çünkü onun fikri mahduttur ve içerisinde yaşadığı boyuttan ileri gidebilecek durumda değildir ki kendisi hakkında bilgi sorununa çözüm bulabilsin.Aynı şekilde kendisinde bulunan araçlar vasıtasıyla bilginin mümkün yollarına sahip olabilme imkanı olan gafil de böyledir.Ancak bu kişi kendisini hakikate ulaştıracak olan bilgiyi kullanmasına müsaade edecek psikolojik şartlara sahip değildir.Çünkü o,kendisinin cahil olduğunun farkında olmadığından veya kendisinin çözülmesi gereken bir sorun içerisinde olduğunu bilmediğinden dolayı ona ihtiyaç duymamaktadır.Ancak karşı ihtimallere imkan tanıyan,fakat bilgiyi elde edecek araçlara sahip olmayan kendisiyle bilgi arasındaki engeller nedeniyle bir yol bulamayacak ve bir çareye güç yetiremeyecektir…

Biz bu hususları bazı Ehlibeyt İmamları’ndan çıkarsayabiliyoruz.Muhammed Baqır(as)-Zerare aracılığıyla aktarılan bir rivayette-şöyle demektedir:”Ben Ebu Cafer’e(Muhammed Baqır) mustazafın kim olduğunu sordum.O da şunu dedi:Ne küfre ne de imana güç yetirebilen kişidir.Ne inanabilmekte ne de inkar edebilmektedir.Bunlar çocuklardır ya da kadın ve erkeklerden çocuk akıllı olan kimselerdir.”(el-Burhan,c.1,s.406)İmam Baqır(as),burada aptallığa benzeyen ve yüzeysellik derecesine ulaşan fikri acziyeti haline işaret etmektedir.

Ebu Basir’in kendisinden rivayet ettiği bir hadiste İmam Cafer(as) ise şöyle demektedir: “İnsanlar arasındaki anlaşmazlıkları bilen kimse mustazaf değildir.”(e-Burhan,c.1,s.407)

Ali b.Suveyd’in İmam Musa Kazım(as)’dan rivayetinde İmam(as) şöyle demiştir:”Ona mustazaflardan sordum o da bana yazarak şöyle cevap verdi:Mustazaf,kendisine delilin ulaşmadığı,insanlar arasındaki anlaşmazlıklardan bihaber kişidir.Şayet bu anlaşmazlıkları ve nedenini biliyorsa o kişi mustazaf değildir.”(Usul-u Kafi,c.2,s.406)

Burada gaflet halinin yanında hakikati bilmeyi imkansız hale getiren zati ve harici engellere işaret vardır.

İmam Cafer Sadık(as)’ın Süfyan İbn Samt aracılığıyla gelen bir diğer hadisinde ise kendi asrındaki mezhebi ve fikri çekişmeler hakkındaki uygulamalara işaret bulunmaktadır.İmam Cafer Sadık(as)’a dedim ki:”Mustazaf hakkında ne dersin?O da bana ‘Mustazaf mı bıraktınız ki bana mustazafı soruyorsun!Sizin işlerinizi köleler bile kendi aralarında konuşuyor,şehir yolunda su taşıyan cariyeler dahil bunun dedikodusunu yapıyor.”(Meani’l Ahbar,s.201)

Bilindiği gibi İmam Cafer Sadık(as) içerisinde yaşamakta olduğu bölgede mevcut olan imamet sorunu hakkında konuşmaktadır.Soruyu soran kişinin amacının da bununla alakalı olduğunu düşünebiliriz.Bu sohbetten yola çıkarak herhangi bir bölgede ya da toplumda bir sorun tartışma ya da gürültü çıkaracak kadar yaygın bir şekilde gündem ediliyorsa mustazaflar orda mustazaflık halinden çıkmış olmaktadırlar.Çünkü düşünme,araştırma ve kanaat oluşturma gibi eylemlere iten hareketli fikri ortam oluşmuş demektir.

Mustazafın Sorumluluğu

Kur’an karşımıza,güncel yaşantımızda karşılaşabileceğimiz iki tür mustazaf çıkarmaktadır.

Birinci tür mustazaf:Başkalarında gördükleri güç karşısında kendilerini zayıf bulduklarından kendi iradeleriyle teslimiyet göstererek zayıflık içerisinde olanlar.Bu nedenle de düşünce ve hayat alanında güç unsurunu meydana getirebilecek araçların kendilerinde bulunmasına rağmen söz konusu duruma isyan etmeyerek değişim ameliyesini gerçekleştirmeye çalışmamaktadırlar.Onların hayatı gevşeklik,tembellik içerisinde geçmekte ve içinde bulundukları zevk ü sefa ortamını ve sahip oldukları ayrıcalıkları yitirmekten korkmaktadırlar.

İkinci tür mustazaf : Dünyaya gözlerini açtıklarından beri başkalarının sahip olduğu ezici güç karşısında kendilerini kalıcı bir zayıflık hali içerisinde bulanlar.Kendi hallerinden memnun değillerdir ancak kendilerini kuşatan objektif şartlar,onları bu durumdan kurtarmaya ve yeni güç unsurları elde etmeye yardımcı olmamaktadır.Gerek fikri gerekse pratik hayat alanında kendi iradeleriyle değil zaruretten dolayı içinde bulundukları hale teslimiyet göstermektedirler.

Mustazafların sorumlulukları,zayıflık ve acziyetten kurtulmaya güç yetirebilecek imkanlara sahip olup olmamalarıyla sınırlandırılmıştır.Aşağıdaki ayet bu hususta ifade edilen Kur’ani ilkeyi ortaya koymaktadır:”Allah kişiye gücünden fazla yük yüklemez.”(Bakara,282)Diğer bir ayet ise şudur:”Allah ancak insana verdiği imkan ölçüsünde onu sorumlu tutar.”(Talak,7)Bu nedenle de ayet,birinci tür mustazafları içinde bulundukları zayıflık durumundan sorumlu tutacağını belirtmektedir.Çünkü onlar kendilerini bu durumdan düze çıkartacak,kendilerine güç,izzet sağlayarak doğru yolu bulmalarına imkan tanıyacak uygun şartlar yaratmaya güç yetirebildikleri halde mevcut statükoya teslimiyet göstermişlerdir.Nitekim bu durum,Kur’an-ı Kerim’de kendi nefislerine zulmeden mustazaflarla melekler arasında geçen temsili diyalogla çok güzel bir şekilde tasvir edilmekte ve mustazaflar uyarılmaktadır:” Melekler, nefislerine zulmedenlerin canlarını alırken ne haldeydiniz derler. Onlar da, yeryüzünde derler, âciz kişilerdik biz. Melekler, Allah'ın yeri geniş değil miydi derler, siz de hicret edeydiniz. İşte onlardır yurtları cehennem olanlar ve orası, ne de kötü bir yurttur.”(Nisa,97)Ve bir başka ayet:
“Allah yolunda yurdundan göçen, yeryüzünde barınacak birçok yerler bulur, ferahlığa erer ve kim, Allah ve Peygamberi uğrunda evinden çıkıp hicret eder de sonra ona ölüm gelip çatarsa onun ecri Allah'a aittir ve Allah suçları örter rahîmdir.”(Nisa,100)

Bu ayet-i kerimenin değerlendirilmesi sonucu şunu söyleyebiliriz ki,İslam’ın sorumluluğun verilmesinde mazereti ortadan kaldırıcı olarak gördüğü araçlar,sadece zalim güçlerle çatışma imkanı veren doğrudan araçlarla sınırlandırmamıştır.Bilakis uzun vadede hedefe ulaşmayı mümkün kılan dolaylı araçları da kapsamaktadır,eliyle müdahale yerine kalbiyle buğz etme gibi.Hatta insanın fikri ve ameli baskı ortamlarından kurtulup özgürce nefes alabilmesini sağlayacak ve iradesinin felç edilmesini engelleyecek pasif direniş metodları da bu kapmanın içine girmektedir.Üzerinde durulması gereken bir başka husus da insanın içinde bulunduğu baskı ve zulüm ort******* kurtulması eylemini bizzat kendi şahsi teşebbüsüyle gerçekleştirebileceği gibi başkalarıyla ortaklaşa ve onların güçleriyle işbirliğine giderek de yapabileceğidir.

Mustazaflık halinin kişiler düzeyinde mi yoksa toplum yada halklar düzeyinde mi olduğu ya da bu zayıf bırakılmışlık halinin akidede mi yoksa pratik hayatta mı gerçekleştiği hususunun pek önemi yoktur.Bundan dolayı halkların,siyasi ve iktisadi alanda insanları sömüren emperyalist güçlere,zalim ve azgın unsurlara karşı savaşımlarının İslami bir vecibe olduğunu söylemek istiyoruz.Bu savaşım,halkların sahip olduğu güç çerçevesinde olabileceği gibi,kendi çabaları ya d başka müttefiklerin işbirliği içerisinde de olabilir.Müslümanların emperyalizme ve tağutlara karşı direnişte ittifak ettikleri veya yardımlaştıkları grup ya da toplulukların bizimle aynı akideye sahip olması gerekmez.İşbirliğinin şartlarının vuku bulması için sadece bizimle belli bir dönemde ortak olarak hedeflediğimiz şeylerin bulunması yeterlidir.Ancak ittifak ettiğimiz güçlerin bizi kullanmaya çalışmayacağı ve bizim fikri,siyasi ve toplumsal konumumuza zarar vermeyecek bir anlayış içerisinde olması şartıyla.Biz,Müslümanların, başka din mensuplarıyla ya da bizim sahip olduğumuz ilkelere sahip insan ya da gruplarla ittifak edebileceklerine inanıyoruz.Ancak bir şartla:Güçsüz durumda değilsek.Çünkü güçsüz durumda işbirliğine gitmek,sonuçta bizi güçlünün belirleyeceği şartlara tabi olmaya götürecektir.Tıpkı Osmanlı yönetiminin zulmünden kurtulmak amacıyla batılı güçlerle işbirliğine giden,dengelerin batılı güçler lehine ve Osmanlılar’ın aleyhine dönmesine yardım eden Müslümanların durumunda olduğu gibi.Zayıf konumda bulunduklarından batı ile yaptıkları işbirliği,sonuçta emperyalistlerin İslam topraklarına girip İslam halklarını sömürmelerine neden oldu.

Fikirlerin ilkeler temelinde belirlenmesi zaruridir.Ancak aynı zamanda bizim sahip olduğumuz imkanların tespiti ve bizim dışımızdaki grupların sahip oldukları gücün çeşidinin belirlenmesi açısından içinde bulunulan ve bizi siyasi ve askeri açıdan çevreleyen koşulların da hassas ve ince bir şekilde incelenmesi gerektiğini vurguluyor ve işbirliğine gitme olgusunun dinamiklerini belirleyen içinde bulunulan merhalenin de iyi bilinmesi gerektiğinin altını çiziyoruz.Tüm bunlar şu ya da bu işbirliğinin İslam’ın yararına mı yoksa zararına mı olacağını belirleyen durumlardır.Kapsamlı bir düşünüş ve incelemenin yanında bizim üzerimizde hakimiyet kurmak amacıyla başkalarının bizi kullanmasına imkan sağlayan duygusal yöntemlere teslimiyet göstermemeliyiz.Çünkü siyasal ortam,genellikle eylemin temeli olan temiz duygulara prim vermez.Bilakis siyasal alanda hakim olan güçler bu temiz duyguları hegemonya kurma ve kuşatma amacıyla sağlam bir strateji çerçevesinde başkalarına etki etme,onları aldatma ve sömürme vesilesi olarak görürler…İşte böylece söz konusu alanda hareket eden bütün zaaf ve güç yöntemlerini öğrenip uyanıklık ve aktivite içinde ve zeki bir şekilde nasıl karşıt güçlerle ilişkiye geçeceğimizi bilmemiz gerekir.

Fakat az önce belirttiğimiz gibi ikinci türden mustaafların durumunda olanlar yani bir yere kıpırdama imkanı olmayan inanç ve fikirde hakikate ulaşmaya güç yetiremeyen mustazaflar var ya işte bu konuda Allah onlara kolaylık gösterecektir.Çünkü onlar bu konuda sorumluluk şartlarını yitirmişlerdir.Ancak onların bu noktada mazur görülmeleri,kişinin kendisini güç yetiremez bir kişi olarak hissetmesinin,insanın sahip olduğu imkanların iyice tetkik edilip araştırılmamasından kaynaklanan bir durum olabileceğini de hatırlatmaktadır.İşte böylece insanın umutla korku arasında kalması ve vakıanın kapsamlı ve derin bir şekilde araştırılmasıyla hayatta adımların mesuliyetle atılması için sürekli bir muhasebe,sorgulama ve tetkik konumunda kalması istenmektedir.

Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlallah(Allah ruhunu korusun ve makamını yüceltsin)
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst