Müminler Zamanlarını Kendilerini Allah’a Daha da Yaklaştıracak Konulara Yönelerek Geçirirler

meridyen2

Kayıtlı Üye
Şeytanın Oyalaması: Boş Vakit

seytanin_oyalamasi__bos_vakit__tr.jpg


“Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et.” (İnşirah Suresi, 7)

Yüce Allah şeytanın insanlar için apaçık bir düşman olduğunu ve insanları saptırmak için sürekli faaliyet halinde olacağını Kuran’ın pek çok ayetinde bildirmektedir. Şeytanın, Kuran ahlakından uzak yaşayan insanlar üzerindeki sinsi faaliyetlerinden biri de bu kişileri boş zaman geçirmeye teşvik etmesidir. Çünkü boş zaman geçirmek, insanı İslam’ın getirdiği güzel ahlaktan uzaklaştıracak bir ruh haline sokar ve kişiyi İslam ahlakının yayılmasına hizmet etmekten alıkoyar.

İnsan şeytanın bu telkininden kurtulmak için vaktini nasıl kullanmalıdır?

Müminler zamanlarını en iyi şekilde değerlendirmek için nasıl bir çaba harcamalıdırlar?

Bazı insanlar, yaratılış amaçlarını düşünmeden, nefislerinin arzularıyla oyalanıp boş ve yararsız işlerle uğraşarak yaşamlarını sürdürür ve boşa vakit geçirirler. “Gününü gün etme” olarak adlandırdıkları yanlış mantıkla, sadece dünyadaki nimetlerin en iyisine ve en fazlasına sahip olmayı hedeflerler. Onlar için önemli olan, bu zamanı kendi nefislerinin istekleri doğrultusunda değerlendirmektir.

Bu gibi kişiler oldukça boş ve yararsız işlerle geçirdikleri uzun vakitleri, kendilerince “yoğunluk” veya “meşguliyet” olarak nitelendirebilmektedirler. Oysa bu yoğunluk, bu gibi kişilerin şuursuzluğunu körükleyen boş bir oyalanmadan başka bir şey değildir. İnkar edenlerin boş oyalanmaları ayetlerde şöyle haber verilmektedir:

“O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalasın. İleride bileceklerdir.” (Hicr Suresi, 2-3)

İnsan Şeytanın Telkininden Kurtulmak İçin Derin Düşünmeyi Öğrenmelidir

Boş vakit geçirmeyi güzel görmek, şeytanın insanlara verdiği bir telkindir. Din ahlakına göre yaşamayan toplumlarda insanlar için boş vakit geçirmek, onların kullandığı ifadeyle “zaman öldürmek” çok yaygındır. Fakat mümin, Allah’ın ona lütfettiği vaktini, her anını Allah’a yakınlığını artırarak, daha derin düşünerek, Müslümanlara fayda verecek faaliyetler yaparak, İslam ahlakının yayılmasına hizmet ederek geçirmelidir.

Allah’a samimi olarak inanan bir kişi, şeytanın dünya hayatında insanlara süslü gösterdiği boş uğraşlardan kendini tamamen uzak tutmalıdır. İnsan ancak bu şekilde berrak bir zihinle gereği gibi derin düşünebilir. Kuran’da müminlerin boş işlerden yüz çevirdikleri şöyle bildirilmiştir:

“Onlar, ‘tümüyle boş’ şeylerden yüz çevirenlerdir.” (Mü’minun Suresi, 3)

İnsan Vaktini Allah Rızası İçin Kullanmalıdır

Dünyadaki vakit insanlar için çok değerlidir. Bu yüzden her insan yaşadığı her an Allah’ın rızasının en çoğunu aramalıdır. Bir insan vaktini boş ve kendisine fayda sağlamayacak konularla geçiriyorsa ve düşündüğü birçok şey o kişinin ahireti için faydalı ve yararlı değilse bu kişi büyük bir kayıp içinde olabilir. Dolayısıyla müminler her an böyle bir ihtimalin şuurunda olup, şeytanın hoş ve kolay göstermeye çalıştığı “boş ve gereksiz” düşüncelerden tamamen uzaklaşırlar.

Abbas (ra)’dan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde bu konuyla ilgili şöyle buyurmuştur:

“Sağlık ve boş vakit, insanlardan pek çoğunun bunlardan faydalanmak hususunda aldandıkları iki büyük nimettir.” (Buharî, Rikâk 1)

İnsan Dünya Hayatının Geçiciliğinin Bilincinde Olarak Vaktini Kullanmalıdır

İnsanların birçoğu dünya hayatının bir gün gelip de biteceğini ve geçmişte yaşamış insanlar gibi kendilerinin de eninde sonunda toprağa verileceklerini akıllarına getirmezler. Yaşadıkları hayatın neredeyse sonsuza kadar süreceği gibi bir hayale kendilerini inandırırlar. Dünyadaki vakitlerini nasıl kullanacaklarını çok detaylı olarak planlar, çok uzun vadeli programlar yaparlar.

Ancak birçok insan tasarladığı planların hemen hiçbirini gerçekleştiremeden, kendisini ölümle karşı karşıya bulur. Göz açıp kapayıncaya kadar dünyadaki vaktinin bittiğini görür ve aniden Allah’ın huzuruna hesap vermek için alınır. Artık Allah’ın dünyada ona verdiği süreyi nasıl geçirdiğini açıklamak zorundadır. Eğer zamanını Allah’ın razı olacağı umulan hayırlı ve faydalı bir şekilde geçirmişse cenneti umabilir, ancak eğer Allah’ı, ahireti ve din ahlakını unutarak yaşamışsa böyle bir kişi için sonsuz cehennem azabı hazırlanmıştır. Böyle bir durumda insan geriye dönüp vaktini en hayırlı en güzel şekilde değerlendirmek için sahip olduğu herşeyi verebilir. Ancak Allah ayetlerde bu durumdan dönüşün olmayacağını ve pişmanlığın bir fayda getirmeyeceğini bildirmiştir. Bu nedenle insanın henüz önünde imkan varken ve Allah canını almamışken ahiretini düşünmesi ve zamanını olabilecek en hayırlı şekilde harcaması gerekir.

Müminler Zamanlarını Kendilerini Allah’a Daha da Yaklaştıracak Konulara Yönelerek Geçirirler

Vaktini boşa geçiren bir insan gereği gibi ölümü, cenneti, cehennemi derin düşünemez. Halbuki mümin, herkes gibi kendisinin de süratle ölüme doğru gittiğini, dünyadaki her şeyin imtihanın bir gereği olarak yaratıldığını aklından çıkarmaması gerektiğini bilir. Bu nedenle Allah’ın gün içinde kendisine gösterdiği acizliklerini düşünüp kendisini Allah’a yaklaştıracak konulara yönelir. Örneğin, Müslümanların Kuran ahlakını insanlara anlatma konusunda verdikleri samimi fikri mücadeleyi gördüğü halde, şeytanın ona süslü gösterdiği hayatı tercih eden, hayatını boş amaçlar uğruna harcayan birini düşünelim. Ahirette, hesap gününde bu kişiye bu yönde çaba harcamak varken, neden boş işlerle vakit geçirdiği elbette ki sorulacaktır. Dolayısıyla mümin bir kişi, hesap gününde böyle bir durumla karşılaşmadan, vicdanını kullanarak böyle bir tavırdan sakınmalıdır.

Kuran’ın, “Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına cehd etmiyorsunuz (çaba harcamıyorsunuz)?” (Nisa Suresi, 75) ayetinde bildirildiği gibi, müminler hayatlarını, Allah’ın razı olacağı umulan şekilde Allah’ın rızası için çalışarak, tebliğ yapıp, derin düşünerek, İslam ahlakını yaymak için çaba göstererek geçirmelidirler.

Bu gerçeğin bilincinde olan bir kişinin tek bir anını bile boşa geçirmemesi Allah’ın rızasına uygun olandır. Kuran’da bu yönde samimi çaba gösteren müminler şöyle müjdelenmişlerdir:

“İman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: “Bu daha önce de rızıklandığımızdır” derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır.” (Bakara Suresi, 25)

Müminler Dünyada Kendilerine Verilen Zamanın Çok Değerli Bir Nimet Olduğunun Bilincindedirler

Yüce Allah’ın samimi iman eden kullarına vaat ettiği cennet nimetleri, bir insanın dünyada elde edebileceği her şeyden çok daha üstün ve kıymetlidir. Bu nedenle müminler kendilerine sunulan ve ne zaman biteceği yalnızca Rabbimiz tarafından belirlenen ömürlerini, Yüce Allah’ın rızasını kazanmaya ve sonsuz cennet hayatına layık olmaya adarlar. Bu amaçla Yüce Allah’ın rızasını kazanacak salih amellerde bulunmaya büyük bir özen ve titizlik gösterir, vakitlerini daha iyi kullanmak için ince hesaplar yaparlar. Örneğin, günlük rutin işlerini pratik bir şekilde yaparak, bunlara harcadıkları zamanı ellerinden geldiğince azaltırlar, güne erken başlar veya yapacaklarını bir gün önceden planlarlar. Ahiret günü, yapmış oldukları her salih amelden Allah’ın razı olacağını umdukları için kendilerine nimet olarak sunulan işleri ertelemez ve büyük bir şevkle hemen yaparlar.

Müminler zamanlarını Allah’ın rızasına uygun olarak değerlendirmenin büyük bir ecir kaynağı olduğunu bildiklerinden daima Rabbimiz’in “Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et.” (İnşirah Suresi, 7) hükmüne uygun şekilde hareket ederler.

Bediüzzaman’ın hayatı Müslümanlara zamanlarını Allah’ın rızasına uygun değerlendirmeleri konusunda yol gösterecek çok hikmetli bir örnektir

Bediüzzaman Said Nursi dünya nimetlerini hep eksiklikleriyle birlikte düşünmüş, eksiksiz olanın ise ancak ahirette olduğunu bilerek hareket etmiştir. Bu nedenle vaktini dünyaya yönelerek gereksiz yere harcamamış ve önündeki zamanın tümünü ahiretini kazanmaya ayırmıştır. Allah’ın ona verdiği imkanların tümünü O’nun rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için harcamıştır. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri’ne yaşarken çok zulüm yapılmıştır. Bediüzzaman Hazretleri’nin içinde bulunduğu ortamda yaşayan ve iman etmeyen birçok insan, tüm vaktini kendisini bu zulümden kurtarmaya, öldürülmekten korunmak için tedbirler almaya, kaçmaya ya da saklanmaya ayırırdı. Örneğin Said Nursi Hazretleri’ni tam yirmi bir kere zehirlemeye çalışmışlardır. Hatta bir keresinde hayatı mucize eseri kurtulmuştur. Böyle bir durumdaki insanların çoğu, çevresindekilerden kaçar, kimseyle konuşmak istemez, ikram edilenleri geri çevirir, evinden dışarı hiç çıkmamaya özen gösterir, sürekli korku ve tedirginlik içinde yaşarlar. Bütün vakitlerini kendilerini korumak için tedbir almaya ayırır ve tüm dikkatlerini kendi yaşamlarını devam ettirmeye yöneltirler. Ancak Bediüzzaman Hazretleri gereken tedbirleri aldıktan sonra Allah’a tevekkül etmiş, Allah’ın dilemesi dışında kendisine kimsenin zarar veremeyeceğini bildiği için dikkatinin ve vaktinin tümünü İslam dinine hizmete ayırmıştır.

İnsanlardan kaçmak yerine aksine insanlarla görüşebilmek, konuşabilmek, onlara tebliğ yapabilmek, tavsiyelerde bulunmak ve onları uyarmak için elinden geleni yapmıştır. Sahip olduğu tüm imkanları müminleri ve mazlum insanları korumaya, Allah’ın dinini tebliğ etmeye ayırmıştır.

Nitekim Bediüzzaman Said Nursi’nin aşağıdaki sözleri de, Müslümanlar için İslam ahlakının yayılmasına hizmetin çok önemli olduğunu, kendi başlarına gelen zorluklara karşı sadece sabır ve tevekkülle karşılık vermeleri gerektiğini bizlere bir kere daha hatırlatmaktadır:

“Bizim vazifemiz müsbet (olumlu) hareket etmektir, menfi (olumsuz) hareket değildir. Vazife-i İlahiyeye (Allah’ın vazifesine) karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı (huzuru korumayı) netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz (sorumluyuz). Mesela, kendimi misal alarak derim:’Ben eskiden tahakküme (zorla hükmetme) ve terzile (itibarı düşürmeye) karşı boyun eğmemişim, hayatımda tahakkümü kaldırmadığım birçok hadiselerle sabit olmuş... Fakat bu otuz senedir, müsbet hareket etmek, menfi hareket etmemek, vazife-i İlahiyeye karışmamak hakikati için bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis (a.s.) gibi, Bedir ve Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi sabır ve rıza ile karşıladım... Çünkü asıl mes’ele, bu zamanın cihad-ı manevisidir (manevi mücadelesidir), manevi tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahili asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir... Bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenab-ı Hakka aittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz. Ben de Celaleddin-i Harzemşah gibi ‘Benim vazifem hizmet-i imaniyedir, muvaffak etmek-etmemek Cenab-ı Hakkın vazifesidir.’ deyip, ihlasla hareket etmeyi Kuran’dan ders almışım. (Emirdağ Lahikası II, B. Said Nursi, s.213, Sözler Yayınevi)
(makale harun yahya)

Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 84. sayı (Haziran 2011) 56. sayfada yayınlanmıştır.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst