'hayaL
Bayan Üye
Muhammed aleyhisselâmla âlem, yeniden hayat buldu
Allahü teâlânın, kullarına, râzı olduğu yolu göstermek için, çeşitli kavimlere, zaman zaman peygamberler gönderdiği, akl-ı selîm sâhibi herkes tarafından kabûl edilen çok açık bir husûstur. Hazreti Âdemden sonra muhtelif asırlarda, çeşitli coğrafî bölgelere Hazret-i Nûh, Hazret-i İbrâhîm, Hazret-i Mûsâ, Hazret-i Îsâ ve Hazret-i Muhammed (aleyhimüs-selâm) gibi birçok Peygamber göndermiş, bazılarına Kitap ve Suhuf da vermiştir.
[Bildiğimiz gibi, bu peygamberlerden 6sına Ülül-azm Peygamberler, 313üne Resûller, 124 binden ziyâdesine de Nebîler denilmektedir.] Bunların hepsi de, aynı îmân esâslarını teblîğ etmiş, iyi ferd, iyi âile, iyi cemiyet meydâna getirmeyi hedeflemişlerdir. 100ü Suhuf=Sahîfeler, formalar, kitapçıklar, 4ü büyük kitap olmak üzere toplam 104 kitâbın hedefi de, insân-ı kâmil meydâna getirmektir.
Denilebilir ki, târih boyunca, hayâtı, en ince teferruâtıyla, sadece yıl ve ay olarak değil, hafta, hattâ gün bazında ortaya konulan yegâne zât, şüphesiz ki, Peygamber Efendimizdir.
CÂHİLİYE DÖNEMİ...
Burada, Peygamber Efendimizin Peygamberliği kendisine bildirilmeden önceki dünyânın hâlini kısaca hâtırlamakta fayda görüyoruz:
Fahr-i kâinât Efendimiz doğmadan önce, bütün âlem, mânevî yönden müthiş bir zulmet (karanlık) içinde idi. İnsanlar hadsiz-hudûtsuz derecede azgınlaşmışlar, Allahü teâlânın gönderdiği dînler unutulmuş, İlâhî hükümlerin yerini, insan kafasından çıkan fikirler, düşünceler almıştı.
Sâdece insanlar değil, bütün mahlûklar, zâlim insanların vahşet ve zulmünden iyice bunalmıştı. Yeryüzünde bulunan bütün milletler, Allahü teâlâyı unutmuş, huzûrun, saâdet ve sevincin kaynağı olan Tevhîd inancı ortadan kalkmıştı. Küfür fırtınası, kalplerden îmânı söküp atmış, insanlar putlara tapmaya başlamışlardı.
Mısırda, bozulmuş Tevrâtın hükmü geçerli, Bizansta ise yine değiştirilmiş bir dîn olan Hristiyânlık yürürlükte idi. İsrâîloğulları birbirlerine düşmüş, Mûsâ aleyhisselâmın getirdiği dîn unutulmuştu.
İsâ aleyhisselâmın getirdiği hakîkî dîn de bozularak, dîn ile hiçbir alâkası kalmamıştı. Papazlar istedikleri gibi dîni değiştirdiklerinden, İncîlin aslı kaybolmuş, teslîs, yanî üçlü tanrı fikri kabûl edilmişti.
Îrânda ateşe tapılıyor, ateşperestlerin âteşi bin senedir söndürülmüyordu.
Çinde Konfüçyüsizm, Hindistânda Budizm gibi uydurma dînler hüküm sürüyordu.
Arabistânın insanları da karanlık içinde idiler. Yeryüzünün merkezi olan mübârek Mekkede, küfür sel gibi akıyor, Beytullahın içine ve Mescid-i Harâma, Lât, Menât ve Uzzâ gibi yüzlerce put doldurulmuştu.
Zulüm son haddine varmış, ahlâksızlık, iftihâr vesîlesi sayılıyordu.
Netîce itibâriyle o zamanın insanları arasında şefkat, merhamet, iyilik ve adâlet gibi güzel hasletler yok olmuş gibiydi.
ONUN TEŞRÎFİYLE...
Yedi kat yer, yedi kat gök, kısacası bütün âlem, büyük bir hürmet ve sevinç içinde Seyyidül-mürselîn, Hâtemül-enbiyâ, Habîb-i Hudâ olan Efendisini beklemekte idi. Hicretten 53 sene evvel, Fil vakasından da iki ay kadar sonra, Rebîul-evvel ayının onikisinde, Pazartesi gecesi sabâha karşı, Mekkenin Hâşimoğulları Mahallesinde, Safâ Tepesi yakınında bir evde, Muhammed Mustafa (aleyhisselâm) doğdu.
Dost-düşman herkesçe malûm olduğu üzere, Resûl-i Ekrem Efendimizin doğduğu gece, pekçok olağanüstü hâl görülmüştür:
Meselâ o gece, Kabe-i Muazzama ve Mescid-i Harâmdaki bütün putlar, yüz üstü devrilip yere kapandılar.
Mukaddes sayılan Sâve gölünün o gece suyu çekilerek kurudu...
Muhammed aleyhisselâmın doğduğu geceden itibâren, şeytân ve cinnîler artık Kureyş kâhinlerine, hâdiselerden haber veremez oldular ve kehânet sona erdi.
Netîce olarak söyleyelim ki, Onun teşrîfiyle âlem, yeniden hayât buldu, karanlıklar dağıldı; bütün cihân aydınlandı. Nasıl ki maddî güneş, her tarafı aydınlatıyorsa, o manevî güneş de her tarafı tenvîr etti. [Cenâb-ı Hak, bu âlemi, kıyâmete kadar karartmasın.]
Allahü teâlânın, kullarına, râzı olduğu yolu göstermek için, çeşitli kavimlere, zaman zaman peygamberler gönderdiği, akl-ı selîm sâhibi herkes tarafından kabûl edilen çok açık bir husûstur. Hazreti Âdemden sonra muhtelif asırlarda, çeşitli coğrafî bölgelere Hazret-i Nûh, Hazret-i İbrâhîm, Hazret-i Mûsâ, Hazret-i Îsâ ve Hazret-i Muhammed (aleyhimüs-selâm) gibi birçok Peygamber göndermiş, bazılarına Kitap ve Suhuf da vermiştir.
[Bildiğimiz gibi, bu peygamberlerden 6sına Ülül-azm Peygamberler, 313üne Resûller, 124 binden ziyâdesine de Nebîler denilmektedir.] Bunların hepsi de, aynı îmân esâslarını teblîğ etmiş, iyi ferd, iyi âile, iyi cemiyet meydâna getirmeyi hedeflemişlerdir. 100ü Suhuf=Sahîfeler, formalar, kitapçıklar, 4ü büyük kitap olmak üzere toplam 104 kitâbın hedefi de, insân-ı kâmil meydâna getirmektir.
Denilebilir ki, târih boyunca, hayâtı, en ince teferruâtıyla, sadece yıl ve ay olarak değil, hafta, hattâ gün bazında ortaya konulan yegâne zât, şüphesiz ki, Peygamber Efendimizdir.
CÂHİLİYE DÖNEMİ...
Burada, Peygamber Efendimizin Peygamberliği kendisine bildirilmeden önceki dünyânın hâlini kısaca hâtırlamakta fayda görüyoruz:
Fahr-i kâinât Efendimiz doğmadan önce, bütün âlem, mânevî yönden müthiş bir zulmet (karanlık) içinde idi. İnsanlar hadsiz-hudûtsuz derecede azgınlaşmışlar, Allahü teâlânın gönderdiği dînler unutulmuş, İlâhî hükümlerin yerini, insan kafasından çıkan fikirler, düşünceler almıştı.
Sâdece insanlar değil, bütün mahlûklar, zâlim insanların vahşet ve zulmünden iyice bunalmıştı. Yeryüzünde bulunan bütün milletler, Allahü teâlâyı unutmuş, huzûrun, saâdet ve sevincin kaynağı olan Tevhîd inancı ortadan kalkmıştı. Küfür fırtınası, kalplerden îmânı söküp atmış, insanlar putlara tapmaya başlamışlardı.
Mısırda, bozulmuş Tevrâtın hükmü geçerli, Bizansta ise yine değiştirilmiş bir dîn olan Hristiyânlık yürürlükte idi. İsrâîloğulları birbirlerine düşmüş, Mûsâ aleyhisselâmın getirdiği dîn unutulmuştu.
İsâ aleyhisselâmın getirdiği hakîkî dîn de bozularak, dîn ile hiçbir alâkası kalmamıştı. Papazlar istedikleri gibi dîni değiştirdiklerinden, İncîlin aslı kaybolmuş, teslîs, yanî üçlü tanrı fikri kabûl edilmişti.
Îrânda ateşe tapılıyor, ateşperestlerin âteşi bin senedir söndürülmüyordu.
Çinde Konfüçyüsizm, Hindistânda Budizm gibi uydurma dînler hüküm sürüyordu.
Arabistânın insanları da karanlık içinde idiler. Yeryüzünün merkezi olan mübârek Mekkede, küfür sel gibi akıyor, Beytullahın içine ve Mescid-i Harâma, Lât, Menât ve Uzzâ gibi yüzlerce put doldurulmuştu.
Zulüm son haddine varmış, ahlâksızlık, iftihâr vesîlesi sayılıyordu.
Netîce itibâriyle o zamanın insanları arasında şefkat, merhamet, iyilik ve adâlet gibi güzel hasletler yok olmuş gibiydi.
ONUN TEŞRÎFİYLE...
Yedi kat yer, yedi kat gök, kısacası bütün âlem, büyük bir hürmet ve sevinç içinde Seyyidül-mürselîn, Hâtemül-enbiyâ, Habîb-i Hudâ olan Efendisini beklemekte idi. Hicretten 53 sene evvel, Fil vakasından da iki ay kadar sonra, Rebîul-evvel ayının onikisinde, Pazartesi gecesi sabâha karşı, Mekkenin Hâşimoğulları Mahallesinde, Safâ Tepesi yakınında bir evde, Muhammed Mustafa (aleyhisselâm) doğdu.
Dost-düşman herkesçe malûm olduğu üzere, Resûl-i Ekrem Efendimizin doğduğu gece, pekçok olağanüstü hâl görülmüştür:
Meselâ o gece, Kabe-i Muazzama ve Mescid-i Harâmdaki bütün putlar, yüz üstü devrilip yere kapandılar.
Mukaddes sayılan Sâve gölünün o gece suyu çekilerek kurudu...
Muhammed aleyhisselâmın doğduğu geceden itibâren, şeytân ve cinnîler artık Kureyş kâhinlerine, hâdiselerden haber veremez oldular ve kehânet sona erdi.
Netîce olarak söyleyelim ki, Onun teşrîfiyle âlem, yeniden hayât buldu, karanlıklar dağıldı; bütün cihân aydınlandı. Nasıl ki maddî güneş, her tarafı aydınlatıyorsa, o manevî güneş de her tarafı tenvîr etti. [Cenâb-ı Hak, bu âlemi, kıyâmete kadar karartmasın.]