Modern İnsanın Çıkmazları!

ashli

Bayan Üye
Ünlü psikoterapist Viktor Frankl, başından geçen bir olayı anlatır: Saat gecenin üçüdür. Frankl’ın telefonu çalar.

Telefonun diğer ucunda intihar etmek üzere olan bir kadın vardır: “ İntihar etmeye karar verdim; ama ölmeden önce bir psikoterapist olarak sizin ne diyeceğinizi merak ettim.” der. Frankl her türlü yöntemi deneyerek onu intihardan vazgeçirir. Kadın, intihar etmeyeceğine ve Frankl’ı ziyarete geleceğine söz verir. Kadın, sözünü tutar ve aralarında sıcak bir sohbet gerçekleşir. Sohbetleri sırasında Frankl, kadını intihardan vazgeçiren nedenin, onu yaşamaya ikna etmek için yaptığı konuşmalar olmadığını anlar. Kadın, gecenin saat üçünde uyandırılmasına rağmen sabırla onu dinleyen, onunla konuşan birisinin de bu dünyada var olduğunu, dolayısıyla dünyanın yaşamaya değeceğini düşünerek vazgeçmiştir intihardan.

Modern insanın temel problemi, modernizmin ürünü olan yaşama biçiminin onu esir almasıdır. Adına “refah toplumu” adını verdiğimiz ve insanın maddî tatminine yönelik modernizmin ona gerçekten refahı sağlayıp sağlamadığı bugün bir kesim Batı insanının sorgulamasına muhatap olmuştur. Kızılhaç örgütünde hemşire olarak çalışan ve birçok ülkeyi gezen bir Batılının sözlerini unutamıyorum. Şöyle diyordu bu Batılı: “ Gezdiğim birçok ülkede çok önemli bir tespitim oldu. Hayatın daha sade, daha basit olduğu yerlerde insanların daha mutlu olduklarını, refah seviyesi yüksek yerlerde de daha mutsuz ve iç huzurundan yoksun olduklarını gördüm. ”

Onun bu sözleri, Erich Fromm’un refah toplumunu sorgulamasının belki de somut bir örneği. Refah kelimesinin “bolluk” anlamına geldiğini vurgulayan Fromm, bolluğun her zaman olumlu anlam taşımadığını savunur. Mesela hasadı bol olan bir çiftçi için “bolluk” olumlu bir anlam taşırken, Nil Nehri’ni taşıracak kadar bol yağan yağmur olumsuz anlam taşır. Maddî bolluk anlamına refah yaşayan Batı toplumunun içinde bulunduğu durumun bu açıdan değerlendirilmesi gerektiğini söyler Fromm.

Sahip olma hastalığı!
Modernizmle eşanlamlı kullanılan bu “refah” anlayışı insanları hangi noktaya getirdi? Tabii ki, televizyonu ya da müzik seti olmayan insanlar normal görülmemeye başlandı. Tüketici olmayı bir onurlu hâl görür oldu modern insan. Bu yaşama biçimi insanların fizik ötesi dünyaya ait tasavvurlarını bile değiştirdi. Artık modern toplumun insanı cenneti her şeyin bulunduğu, kredi kartlarını limitsiz kullanabileceği ve hatta sadece her istediğini değil, komşusundan biraz daha fazlasını alabileceği devasa bir süpermarket olarak hayal etmekte. Artık insan kendi değerini sahip olduğu şeylerle ölçmekte. Ona göre kendisinin ne olduğu değil, neye sahip olduğu önemli artık.

Modernizmi doğuran endüstriyel süreç insanların “ sahip olma ”, “ edinme ” duygusunu geliştirdi. Hatta yeteri kadarını değil, daha fazlasını elde etme duygusudur bu. Ama insanca yaşamanın ve mutlu olmanın temel ilkesi “ sahip olma” değil, insanın “kendisi olması”dır. Batı insanının manevî bunalımının temelinde bu önemli ayırımın yattığını, insanın kendi varlığını anlamlandırması için alemin kozmik yapısında kendisine bir yer biçmesi ve maneviyatın göz ardı edilmemesi gerektiğini belirten psikolog ve psikoterapistlerin sayısı belki de post-modern bir söylem içinde artmaktadır. Onlara göre depresyonların, iç sıkıntılarının temelinde bu gerçek yatar.

Bugün Batı modernizminin çocuklarının bir kısmı babalarının miraslarını kabul etmeyerek, kimlik arayışına girmişler, kendilerini katı bir akılcılığa kilitleyen dünya görüşüne isyan etmişlerdir. Batı’da milyonlarca insan, Doğu dünyasından gelen özellikle Hint kökenli dinî ve felsefî akımlara katılmaktadırlar. Bu akımların en önemli özelliği insanın iç dünyasına, insanî ilişkilere önem vermeleri ve modernizme aykırı gelen tabii bir hayat biçimi öngörmeleridir. İnsanlar modern dünyanın getirdiği bunalımın stresinden kurtulmak istemektedirler. Çağdaş psikiyatri veya psikoterapiye alternatif arayışındadırlar.

Birey hızla toplumdan uzaklaşıyor...
Modern insan kendisinden uzaklaşmakta, tabiatla kendisi arasındaki bağı, diğer insanlarla insanî ilişkilerini gerçekleştirecek ortamı kaybetmektedir. İlim ve teknolojinin gelişmesi ile modern dünyanın en önemli özelliği haline gelen “ferdiyetçilik”, kişiyi toplumdan soyutlanmış bir varlık haline getirmiştir. Kişi toplumun ortasında yaşar, tamamıyla ona bağımlıdır; ama onun ne işe yaradığını anlayamaz. Seyyid Hüseyin Nasr bugün Batı’nın modern kentlerinde yaşayan hemen herkesin bir şeylerin eksik olduğunu sezinlediğini, bunun da tabiatı mümkün olduğunca saf dışı eden yapay bir çevreden kaynaklandığını belirtir. Nasr’a göre modern insan tabiata birlikte yaşayacağı bir varlık olarak değil, kendisinden mümkün olarak yararlanılacak bir fâhişe gözüyle bakmıştır. Bunu doğuran motivasyon da şüphesiz insanın sahip olma duygusudur. Nasr, insanın var oluşunun tabiatla ilgili bu hayatî boyutunu kaybetmesi ile ortaya çıkan boşluğun kimi zaman şiddet, kimi zaman umutsuzluk şeklinde tezahür ettiğini belirtir.

Batı’yı baz alarak bir değerlendirmede bulunursak, 18. yüzyılda endüstrileşme ile başlayan ve şehirde yaşamayı gerektiren modernizm, kültürel sistemin de değişmesine, geleneksel değer ve inançların zedelenmesine yol açtı. Kültürel değişim ekonomik büyümenin kaçınılmaz bir sonucuydu. Bu süreçte Hıristiyanlığın başarısız olması halinde insanlar ahlâkî değerlerini kaybedeceklerdi; çünkü ahlâk standartlarının kaynağı Hıristiyanlık’tı. Nihayet Hıristiyanlık başarısız oldu ve Bryan Wilson gibi din sosyologlarının da belirttiği üzere dinin tesis ettiği ahlâkî kontrol, sekülerleşme neticesinde yerini mekanik ve bürokratik araçlara bıraktı. Kilise artık insanların işi olduğu zaman gittikleri bir “postane” gibi algılanmaya başlandı. Günlük hayatta modern aletlerin kullanımı insanlar arası ilişkileri asgari düzeye indirdi. Tabii bu da insanın yapısına aykırıydı. Bu gerçeğin güzel bir ifadesini Batılı bir Müslüman’ın şu sözlerinde buldum: “ İslam dünyasında insanlarla, mesela camide yan yana namaz kıldığınız kimse ile fiziksel bir temasınız söz konusudur; yanınızdaki kimseye dokunursunuz. Birisiyle buluştuğunuz zaman el sıkışırsınız. Fakat Batı toplumunda kız arkadaş vb. dışında insanlarla fiziksel temasınız yoktur. Sanırım Batı toplumu insan bağını kaybetti. Dinin toplumda bu anlamda yeri yok. Din, pazar günleri yaptığınız bir şeyden ibarettir. ”

Bu Batılının sözleri bugün Müslümanların belki de farkına varmadıkları bir nimete sahip olduklarını ortaya koyuyor. İnsanın sosyal bir varlık olduğunu vurgulayan çok önemli bir özellik bence. Ama bu özelliği modernizmle birlikte yavaş yavaş kaybettiğimizi hem kendimde hem de başkalarını gözlemimde şahsen ben artık iyice fark ediyorum. Modernizmin aletlerine esir olmuş gibiyiz. Onlar bizim için bir araç olmaktan ziyade hayatın kendisi olma yolunda hızla yol alıyorlar. Günlük hayatımızın telaşı modern hayat biçimiyle azalacak yerde gitgide artıyor. Kilometrelerce uzakta olan bir arkadaşımdan sayfalar dolusu bir mektup almayı bazen o kadar arzuluyorum ki. Ama telefon veya internet buna izin vermiyor. Kendisiyle işyerinde aynı odayı paylaştığım oda arkadaşım bir taraftan cep bilgisayarındaki telefon ve adresleri gözden geçirirken diğer taraftan çok uzaklardaki bir arkadaşına mektup yazması gerektiğini; ama bir türlü elinin değmediğini son altı aydır sürekli söylüyor. Belki bir on sene önce bu mektup bu kadar gecikmeyecekti. Ama arkadaşım için artık internet birinci haberleşme vasıtası oldu.

Modernizmin çocuğu modernizmin aletlerinin hem sahibi hem de esiridir. Modernizmin Batı’da insanları bazı tabii özelliklerinden uzaklaştırdığı hususunda şüphe yok. Ama bizim de Batı’nın yolunda olduğumuz bir başka gerçek. Artık sokakta insanlarla selamlaşmıyoruz; kapı komşumuzun isminin ne olduğu dahi bizi ilgilendirmiyor; sıkıntılarımızı, dertlerimizi paylaşacağımız insanların sayısı giderek azalıyor. Bir ihtiyacımızı gidermek için en yakınlarımıza bile müracaat etmekten çekiniyoruz. Yazımızın başında değindiğimiz intihara kalkışan kadın gibi birçoğumuz dertlerimizi başkalarıyla paylaşamamanın sıkıntısını yaşıyoruz. Modernizmi araç değil hedef olarak görme anlayışını tersine döndüremediğimiz müddetçe Batı’nın yıllar önce yaşadığı süreci tecrübe edeceğimizden ve neticede Batı’nın bugünkü geldiği noktaya varacağımızdan şahsen benim şüphem yok.
 
---> Modern İnsanın Çıkmazları!

Kitlelerin Dehası

Ortalama insanda
Herhangi bir günde herhangi bir orduya
yetecek kadar ihanet,
nefret, şiddet
ve saçmalık vardır.
VE Cinayet konusunda En Becerikliler
Cinayet Karşıtı vaaz verenlerdir
VE Nefreti En İyi Becerenler
Sevmeyi Vaaz Edenlerdir
VE-SON OLARAK-
SAVAŞI EN İYİ BECERENLER
BARIŞ VAAZI
VERENLERDİR

Charles Bukowski...
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst