Miraç Gecesi Mucizesi

ASeL

Bayan Üye
Miraç Gecesi Mücizesi

zQ3BA4.gif


Sual:
Âyet ve hadisle bildirildiği halde Mirac mucizesini inkâr eden olmuş mudur?

CEVAP: Ehl-i sünnet âlimleri sözbirliği ile Miracın hak olduğunu bildiriyorlar

[Fitne] yani imtihan uyanıkken olur Peygamber efendimizin anlattığı rüya olsaydı hiç kimse tuhaf karşılamazdı Hazret-i Ebu Bekir tasdik edip yüksek derecelere kavuşmazdı

Resulullahın Mekke'den Kudüs'e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur Göklere ve bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmayan ise sapık olur (Bahr)

Birkaç saniyede Mekke'den Kudüs'e götüren Allahü teâlâ neden daha uzaklara götüremesin?

Allahü teâlânın kudretinden ancak kâfirler şüphe eder

Mirac hakkında birçok hadis-i şerif vardır Birkaçı şöyle:

(İsra gecesi [Miraca çıkınca] Cennetin kapısı üzerinde “Sadakanın on ödünç vermenin sevabı onsekiz mislidir” yazılmış olduğunu gördüm) [Beyheki]

(İsra gecesi her gökte Muhammedün Resulullah ve arkasından Ebu Bekri Sıddık yazılı olduğunu gördüm) [Ebu Nuaym]

(İsra gecesi nura gark olmuş bir zat gördüm “Bu kim?” dedim Cebrail aleyhisselam “Dünyada iken Allahü teâlâyı devamlı anan kalbi camiye bağlı ve ana-babasına asi olmayan bir zattır” dedi) [İ Ebiddünya]

(Miracda Cehennemde kokmuş leş yiyenlerin kim olduğunu sordum “Bunlar gıybet ederek insanların etlerini yiyenlerdir” dendi) [I Ahmed]

(Mirac gecesi uğradığım her melek topluluğu ümmetime hacamatı tavsiye etti) [Hakim]

(Mirac gecesinde ateşten makasla kendi dudaklarını kesenleri görüp kim olduklarını sordum "İlmi ile amel etmeyen din adamlarıdır" dendi) [Buhari Müslim]

(Mirac gecesi Cehennemi gösterdiler çoğunun kadın olduğunu gördüm) [Tirmizi]

(Mirac gecesi ekin ekip bir günde biçen bir topluluk gördüm Biçtiği mahsul yeniden eski haline dönüyordu “Bunlar kim?” dedim Cebrail aleyhisselam “Bunlar Allah yolunda cihad edenlerdir Bunların bir iyiliğine yedi yüz misli sevap verilir Harcadıklarının yerine yenisi verilir” dedi) [Bezzar]

Uzun bir hadis-i şerifin özeti şöyle:

(Cebrail aleyhisselamla bütün gökleri geçerek Sidre-i müntehaya geldim Cenneti gösterdiler Daha sonra elli vakit namazla dönerken Musa aleyhisselamı gördüm

Elli vakit namazın ümmetime zor geleceğini dönüp namaz vakitlerini azaltmasını Allahü teâlâdan istememi söyledi Azar azar kaldırılarak sonunda beş vakte indirildi)
[Müslim]

Bazı bid’at ehli sahih-i Müslimdeki bu hadis-i şerife inanmıyorlar Peygamber efendimizin derecesinin Musa aleyhisselamdan daha yüksek olduğu için ondan öğrenmesi onun tavsiyesine göre hareket etmesi uygun değil böyle şey olmaz diyorlar

Halbuki bilindiği gibi Kur’an-ı kerimde Musa aleyhisselamın Hazret-i Hızır’dan ilim öğrendiği bildirilmektedir [Bu kıssayı aşağıda yazdık] Hazret-i Hızır peygamber olmadığı gibi derecesi Musa aleyhisselamla mukayese bile edilmez Musa aleyhisselam ülülazm bir Peygamberdir

Demek ki mevki ve derecesi yüksek olan bir zat derecesi daha aşağıdaki bir zattan ilim öğrenebilir onun tecrübesine istinaden söylediği tavsiyeye uyabilir

Mekke'den Kudüs'e ancak bir ayda gidip gelinebilir Kısa bir anda Mekke'den Kudüs'e varıp gelmek ancak Allahü teâlânın kudreti ile olur

Buna inanıp da daha uzaklara gittiğine inanmamak Allahü teâlânın kudretinden şüphe etmeyi gerektirir

İşte mezhepsizlerin anlamadığı husus burasıdır Allahü teâlâ dilerse niçin olmasın?

Peygamber efendimiz (Göklere ve daha uzaklara gidip geldim) buyuruyor Bunu inkâr etmekteki maksat nedir?

Gayrimüslimler İslamiyet’i yıkmak için böyle konularda yerli maşalarını kullanıyorlar
 
---> Miraç Gecesi Mucizesi

MİRAÇ MUCİZESİ

pv0WWL.jpg


Hz. Peygamber Efendimizin Mir’aç mucizesi, İslam tarihinde en çok tartışılan bir mesele olarak günümüze kadar gelmiştir.

Bu tartışmalar arasında en çok sorulan soruların başında miracın ruh ve beden beraberliği içinde mi yoksa yalnızca ruh ile mi, rüyada mı uyanık iken mi, bir kere mi birden fazla mı olduğu sorulmaktadır.

Yine Hz. Peygamber Efendimizin Mir’aç’da Rabbini görüp görmediği, gördü ise bu nasıl bir görmedir?

Sorulanlar arasında Hz. Peygamber Efendimiz ile Yüce Allah arasında bir perde olduğu, bu perde aradan kalkınca Hz. Peygamber Efendimizin dayanamayıp bayıldığı, hatta Yüce Allah, Peygamber Efendimize Ebu Bekir’in sesi ile hitap ettiği, Alevi inancında ise Hz. Ali’nin sesiyle seslendiği, ayrıca Hz. Ali’nin sıfatında göründüğü inancı hakimdir.

Diğer taraftan Yüce Allah tarafından Peygamberimize farz olarak verilen elli vakit namazın, Musa Peygamber’in uyarısı ile gidip gelmeler sonunda beş vakte indirildiği ifade edilmektedir.

Bu gibi konular eskiden tartışıldığı gibi bugün de zaman zaman tartışma konusu olmaktadır.

Alemlere rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamberimizin miracı eşsiz bir mucizedir; mucize olduğu için de insanların bilgi araçları ile bilmeleri, tecrübe etmeleri mümkün olmayan tarafları vardır.

Bu bilgileri verdikten sonra Kur’an ve sahih hadis ışığında Mir’aç mucizesinin Sünni İslam ve Alevi/Bektaşi inancına göre nasıl yorumlandığını açıklamaya çalışacağız.

Kuran’ın İsra ve Necm Surelerinde Mir’aç

Hz. Peygamber Efendimizin en büyük mucizelerinden birisi de “İsra ve Mirac” olayıdır.

İsra ve mirac mucizesinin nasıl gerçekleştiği Kur’an’ın İsra ve Necm surelerinde aşağıdaki gibi anlatılmaktadır.

İsra suresinin birinci ayetinde: “Bir gece, kendisine bazı ayetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, eksikliklerden münezzehtir. Kuşkusuz O, her şeyi işitir ve görür.”[1]

Mir’aç mucizesinin Sidretü’l-Münteha’dan sonraki safhası Kur’an’ın Nacm suresinin 5-18. ayetlerinde şöyle ifade edilmektedir: “Onu, çok güçlü, üstün niteliklerle donatılmış biri öğretti.

O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı.

Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahy etti.

O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü.

Son sınır ağacı, Sidretü’l Münteha yanında. Ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı.

Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin ayetlerinden en büyüklerini gördü.”

Mir’aç olayı, İsra suresinin birinci ayetinde anlatıldığı için bu ayetin metnindeki ilgili fiilin mastarı olan ve “geceleyin yürüme, gece yolculuğu” [2] anlamlarına gelen “İsra” kelimesiyle anılır.

Mir’aç sözcüğü ise pek çok hadiste anlatıldığına göre “yükselme, yukarı tırmanma, merdiven” [3]anlamındaki “uruc” kökünden türemiş olan ve yükselme vasıtası” anlamına gelen Mir’aç kelimesiyle ifade edilmektedir.

Alevi/Bektaşi İnancına Göre Mir’aç

Bu bölümde Hz. Peygamber Efendimizin Mir’aç mucizesini, Kuran ve hadis ışığında Alevi/Bektaşi yorumlamalarına göre açıklamaya çalışacağız. Buradaki amacımız, Alevi/Bektaşi inancına mensup kimselerin Mir’a. olayını nasıl yorumladıkları ve bu gibi dini inanç meselelerine bakış açılarını görmek istedik.

Aslında Hz. Peygamber Efendimizin bizzat yaşamış olduğu Mir’aç mucizesinin, akıl ve şuurla izahı mümkün değildir.

Bu olay, İsra suresinin 1. Ayetinde anlatıldığı için İsra ve Mir’aç olarak ele alınmaktadır.

İsra, kelime anlamıyla; “geceleyin yürümek, gece yürüyüşü” manasına gelir. Mir’aç ise, “merdiven, yükselme, göğe çıkma” anlamındadır.

İsa suresinin birinci ayetinde anlatılmak istenen şudur: Zahiri anlamda Mescid-i Haram, Mekke Şehrinde bulunan Kâbe’dir. Batıni (içsel) anlamda ise Hz. Muhammed’in kendisidir, O’nun gönlüdür.

Mevlana Hazretleri, “Kâbe, Hazzerin oğlu Halil’in yaptığı taştan topraktan bir binadır. İnsanın gönlü olan gerçek Kâbe ise Allah’ın kendi yaptığı gönül Kâbesi’dir” diyor.

Yunus Emre’de: “Gönül mü yeğ Kâbe mi yeğ ayıt bana aklı eren. Gönül yeğdir, zira kim gönüldedir, dost durağı” diyerek, gerçek Kabe’nin insanın gönlü olduğunu tasdik ediyor. İşte bundan dolayıdır ki, gerçek Kâbe, Hz. Peygamber’in gönlüdür.

Çevresi bereketli kılınan Mescid-i Aksa ise zahiri anlamda Kudüs’tür. Batıni (içsel) anlamda ise şöyledir: Aksa’nın sözlük anlamı “çok uzakta olan, erişilmesi güç olan mabet, sonsuzluk” anlamındadır.[4] Bu tariflere göre ise “Aksa” “Tanrı” katıdır.

Bilindiği gibi Hz. Peygamber Efendimiz, peygamberliğinin ilk yıllarında kıble olarak Mescid-i Aksa’ya yöneliyordu.

Müşriklerin, Muhammed Yahudilerin mescidini kıble olarak kullanıyor, şeklindeki dedikoduları sonunda aşağıdaki ayetler nazil oldu.

Biz, senin sık sık yüzünü göğe çevirip durduğunu elbette görmekteyiz. Bu sebeple seni, memnun olacağın bir kıbleye döndüreceğiz. Artık yüzünü Kâbe’ye çevir. Bundan sonra da nerede olursanız olun, yüzünüzü ona doğru çeviriniz…[5]

“Nereden çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram’a çevir. Nerede olursanız olun, yüzünüzü ona doğru çevirin ki, insanların elinde sizin aleyhinize bir delil bulunmasın…”[6]

Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi Yüce Allah, Hz. Muhammed Efendimize kıble olarak Mekke’de bulunan Mescid-i Haram’ı gösterdi. Bakra suresi, Hicretin ikinci yılında, yani 624 yılında Medine’de nazil oldu, Hz. Muhammed Efendimiz, Bakara suresinin yukarıdaki ayetleri nazil olmadan 13 yıl Mekke’de iki yıl da Medine de olmak üzere 15 yıl boyunca Mescid-i Aksa’yı kıble olarak kullanmıştı.

Hz. Peygamber Efendimizin, 15 yıl boyunca Mescid-i Aksa’yı kıble olarak kullanmasında herhangi bir yanlışlık yoktu. Yüce Allah, Kur’an’ın şu ayetinde: “Doğu da batı da yalnız Allah’ındır. O halde nereye dönerseniz orada Allah’ın yüzü vardır”[7] buyuruyor.

Kur’an’ın şu ayetinde de Yüce Allah: “Yemin olsun ki insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz. Biz ona, şah damarından daha yakınız” [8] buyuruyor.

İşte bundan dolayıdır ki yukarıda da söylediğimiz gibi “Aksa” sözcüğünü “son, en son, nihayet, sonsuzluk âlemi” olarak görüyoruz ve bu makama “Tanrı” katı, anlamına gelen “Mescid-i Aksa” diyoruz.

Demek oluyor ki, Hz. Peygamber Efendimiz, İsra suresinde zikredilen gece yolculuğunu, kendi özünün derinliğinde mevcut olan tanrısal makama, yani kendi zatından, kendi zatına yapmıştır.

Bilindiği gibi Mir’aç yolculuğunda, Hazret-i Muhammed Efendimize Cebrail önderlik etti.

Cebrail, akıldır, yani Hz. Muhammed’in aklıdır, akıl meleğidir. Hz. Muhammed Efendimiz, Mir’aç yolculuğu sırasında Cebrail ile birlikte hareket etti.

Söylendiğine göre bu yolculuğunu Burak adı verilen bir vasıta ile yapı. Burak, yıldırımdan daha hızlı bir vasıtadır. Buna şu örneği gösterebiliriz: Hz. Hızır, bir kulunu bir yerden bir başka yere götürmek istediğinde “yum gözünü-aç gözünü” der.

Gidilmek istenilen yere varılmıştır, bu zaman içersinde zamandır. Hz. Muhammed Efendimizin bu yolculuğu da böyle olmuştur.

Hz. Peygamber Efendimiz, Hz. Cebrail ile birlikte “kâinatın bittiği” yer olarak kabul edilen Sidretü’l-Münteha’ya [9] geldiler.

Sidretü’l Münteha, gerçek anlamda insan aklının ulaşabileceği en son notadır. Şuur ve akıl ile bir yere kadar düşünebilir, daha ileri gidemez.

İşte Cebrail-i Emin, yani akıl da şuur ve maddeye bağlı olduğundan belli bir noktaya kadar ulaşabilir.

Bundan dolayıdır ki, Cebrail-i Emin, “benim iznim buraya kadar, buradan sonrasına ben gidemem, gidersem yanarım.

Sen yoluna yalnız devam edeceksin” dedi ve “Bismillahirrahmanirrahim: İnnallahe ve melaiketehü yusallune alen nebiy, ya eyyühellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima” [10] Mealen: “Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salât ederler.

Ey müminler! Siz de ona salâvat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin” ayetini okuyarak Hz. Muhammed’i Hakk’a teslim etti. [11]

Hz. Peygamber Efendimizin Sidretü’l Münteha’ ya kadar yaptığı yolculuk, şuur ile akıl ile olduğundan bu makam, “Kabe Kavseyn” makamıdır.

Kabe Kavseyn, Ay’ın iki ucuna veya iki kaşa [12] benzetilir ki, farktır, varlıktır, hayattır ve devrandır.

Akıl ve şuur madde de, yani vücutta bulunduğundan yine maddeye göre tefekkür edebilir, maddi varlığın sınırını aşamaz. Buna göre akıl ve şuur da maddidir, bu sebepten de sınırlıdır.

İşte. Hz. Peygamber Efendimiz de seyranını maddi aklının son sınırına, yani Sidretü’l-Münteha’ya kadar aklı ve şuur ile yaptı, fakat daha ileri gidemedi.

Daha ileri gitmek ve hakikati görebilmek için, bu sefer akıl ve şuurunu bırakıp, şuur altına geçti.

Akıl ve şuur yerine “Ruh”una sarıldı ve ruh yoluyla, gönül yoluyla, sezgi yoluyla seyrana devam etti. Buna da “Ref-ref”, yani “Cezbe ve Aşk” atı diyoruz..

Burada artık akıl ve şuur yok, şuur altı vardır ve bu makam, zat ile zat, derya ile derya olmak, yani tikelin tümelle (parçanın bütünle) birleşmesi makamıdır; kısacası, “Ev Edna” makamıdır, Hz. Peygamber Efendimizin Hakk ile Hakk olduğu makamdır.

Bir başka deyimle bu durum “aşk ve cezbe” halidir.

Aşk ve cezbe hali öyle bir şeydir ki, insanın bir an için madde âlemden mana âleme geçmesini sağlar, bir an için insanı Tanrı ile bütünleştirir, bir an için insanı vuslata kavuşturur, bir an için zerreden bütüne doğru öyle bir akış olur ki, insan bir damla misali deryaya karışır ve bu aşk deryasında yok olur.

Bu yokluk, zat ile zat, derya ile derya, yani Tanrı ile bütünleşerek, kendisini yok etme makamıdır. Buna yukarıda söylediğimiz gibi “Ev Edna Makamı” denir. [13]

Sidretü’l-Münteha’dan Sonra Mir’aç

Hz. Peygamber Efendimiz, Sidretü’l Münteha’dan, yani yaratılmışlarca bilinebilirlerin son sınırını işaretlediği kabul edilen sınır noktasından itibaren Ref-ref (aşk ve cezbe) halinde yolculuğuna devam etti.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Hz. Peygamber Efendimizin maddi şuurdan kurtulup, şuur altına inerek mana âleminde yaptığı bu yolculuk sırasında, Alevi inancına göre önüne bir Aslan çıkıp yolunu kesti.

Bunun anlamı şudur: Hz. Muhammed Efendimiz, tüm maddi varlıktan kurtulup, şuur altına inerek, tefekkür halinde ve mana âleminde yolculuğuna devam etmesine rağmen hala parmağında maddi bir varlık olan nübüvvet yüzüğü vardı.

Peygamber Efendimiz, Yüce Allah’a bir Aslanın yolunu kestiğini, daha ileriye gidemediğini söyledi.

Bunun üzerine Yüce Allah: “parmağındaki yüzüğü Aslana ver, yoluna devam et” buyurdu.

Peygamber Efendimiz, yüzüğü Aslana verip, yoluna devam etti. Ancak daha sonra dönüp Kırklar cemine geldiğinde yüzüğün Hz. Ali’de olduğunu gördü.

Hasreti mahlasını kullanan Hacı Bektaş Veli Dergahı “pos-nişini” Hamdullah Efendi, Tanrı ile Allah’ın Resulü arasında geçen mülakatı dörtlükler halinde şöyle ifade ediyor:

Yolda rast geldi bir şir (Aslan)

Yâ nedir bu işe tedbir

Hatemi’ni ağzına ver

Sundu iki cihan Şah’ı

Bu olayı Şah Hatayi Hazretleri de Şöyle ifade ediyor:

Buyurdu sırrı kâinat

Korkmasın Habibim dedi

Hatemi ağzına versin

Aslan istiyor nişane

Hatemi ağzına verdi

Aslan oldu anda sakin

Muhammed’e yol verildi

Aslan da gitti nihane (uzağa)

Hz. Peygamber Efendimiz, Tanrı’ın huzurundan döndüğünde “Tevhid” i armağan getirdi. Bu hususta yine Hamdullah Efendinin bir dörtlüğünde şöyle ifade ediyor:

Gelmek için destur aldı

Cihanı gülşen kıldı

Tevhidi armağan aldı

Tutmak için illâllahı

Yukarıda Mir’aç” anlatılırken Hz. Peygamber Efendimizin, Mir’aç yolculuğunu Sidretü’l Münteha’ye, yani insan aklının ulaşabileceği en son sınıra kadar Cebrail (akıl) ile birlikte yaptığını ifade ettik.

Alevi yorumuna göre bu noktada Cebrail, “ben buradan öteye gidemem” dedi ve Ahzap suresinin 56. ayetini okuyarak Allah’ın Resulünü, Hakk’a teslim etti.

Allah’ın Resulü, Yüce Allah ile yaptığı mülakat sona erince tekrar Cebrail’i bıraktığı Sidretü’l Münteha’ya geri döndü. Cebrail, tekrar yukarıdaki “Teslima” [14] ayetini okuyarak, Allah’ın Resulünü teslim aldı.

Bugün cem evlerinde rehber, ikrar vermek veya musahip olmak üzere talibi “teslima” ayetini okuyarak mürşide teslim eder. Mürşid, gerekli telkinleri verip, talibin hizmeti sona erince tekrar talibi rehbere teslim ederken yine bu teslima ayeti okunur.

Yine bugün camilerimizde imamlar, Cuma hutbesini okumak üzere minbere çıktıklarında yukarıda üç basamak bırakırlar, hutbeden önce “teslima” ayetini okurlar. Hudebe sona erdiğinde tekrar “teslima” ayetini okuyarak bulunduğu basamağı terk edip aşağı inerler.

İşte imamların kesinlikle çıkmadıkları son üç basamak, Hz. Muhammed’in tüm maddi varlıklardan kurtulup, mana âlemine geçerek “ref-ref” adı verilen aşk ve cezbe halinde tek başına çıktığı makamdır, yani “Ev-Edna” makamıdır. Her iki anlatım hakkındaki düşünce ve yorumlarını, siz sayın okuyucularımıza bırakıyorum.

Aslanda buraya kadar Hz. Peygamber Efendimizin Mir’aç mucizesi hakkında yapılan tüm yorumlar, pek çoğunda gerçek payı olmasına rağmen birer varsayımdan ibarettir.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Mir’aç olayı, Hz. Peygamber Efendimizin amcasının kızı Ümmühani’nin evinde “uyku ile uyanıklık arasında bir durumda iken ” gerçekleştiği ifade edilmektedir.

Pek çok kaynakta Ümmühani Hatunun; Peygamber Efendimizin oturduğu minderin veya yatagın dahi soğumadığını ifade ettiği bildirilmektedir.

Mir’aç olayını en sağlam kaynaklara dayanarak anlatan Hamidullah Hoca, bu konuyu şöyle ifade ediyor: “Benim acizane görüşüme göre miraçın açıklanıp anlatılması gerekir.

Kuraan ve hadislerle verilen açıklamalara inanmak ve bunlarda, ahiret aleminin ele alındığı ve insan hayal gücünün hissedebileceği, fakat ifade edemeyeceği konulardan bahsedildiği daima hatırlarda tutulmalıdır.

Mühim olan bir insanın Allah’a doğru yücelişi, yükselişidir… “Bunun nasıllığı ve nerede cereyan ettiği değildir.

Bu mucize tamamen ruhi-manevi alanda cereyan etmiş bir olaydır ve bu olayın da tasavvufî ve rasyonel manada olmak üzere açıklanıp ortaya konması icap eder, asla coğrafi ve turistik bir seyahat olarak değil.” [15]

Sünni İnancına Göre Mir’aç

İsra ve Mir’aç hadisesi, Hz. Muhammed Efendimizin peygamberliğinin on ikinci yılında[16] Mekke’de şöyle gerçekleşmiştir: Recep ayının yirmi yedinci gecesi[17] Yüce Allah’ın daveti üzerine Hz. Peygamber Efendimiz, Cebrail adlı Meleğin rehberliğinde ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile Mescid-i Haram’dan (Mekke’den), Mescid-i Aksâ’ya (Kudüs’e) geldi.[18] Kudüs’e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa’nın makamına uğradı, orada iki rekat namaz kıldı.[19]

Mescid-i Aksa’ya geldiğinde içlerinde Hazreti İsa, Hazreti Musa ve Hazreti İbrahim’in de bulunduğu peygamberler topluluğu kendisini karşıladı.[20]

Hz. Muhammed, imam olarak bu peygamberlere iki rekat namaz kıldırdı.[21] Daha sonra Hazreti Peygamber’e iki kap getirildi.

Bu kapların birisinde şarap, diğerinde süt vardı.[22] Bunlardan birisini alması söylendi.[23]

Hz. Peygamberimiz sütü seçti.[24] Bunun üzerine Cebrail, Hz. Peygamberimize: “Sen fıtratı [25] seçtin [26], eğer şarabı almış olsaydın, senden sonra ümmetin azardı.[27] Sütü tercih etmekle sen de fıtrata yöneltildin, ümmetin de fıtrata yöneltildi” dedi.[28]

Mir’aç olayı ile ilgili pek çok hadis bulunmaktadır.

Özellikle Buhari’nin el-Câmiu’s-sahîh’inde yer alan hadislerine göre [29] bir gece Hz. Peygamber Efendimiz, amcasının kızı Ümmühani’nin evinde “uyku ile uyanıklık arasında bir durumda iken ” Cebrail adındaki melek yanına geldi, göğsünü açarak kalbini zemzemle yıkadı.

Daha sonra Burak adı verilen bir binek üzerinde onu Mescid-i Haram’dan (Mekke’den), Mescid-i Aksâ’ya (Kudüs’e) götürdü.

Bir rivayete göre burada Hz. İsa’nın doğduğu yer olan Betlaham’a uğradı ve orada da iki rekat namaz kıldı. Bugün Kubbetü’s-Sahra’nın bulunduğu yerden “Muallak Taşının” üzerinden Mir’aç’a yükseldi.

Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. İsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü. Onlar kendisine “Hoş geldin” dediler, tebrik ettiler.

Daha sonra Hz. Cebrail ile birlikte “kâinatın bittiği” yer olarak kabul edilen Sidretü’l-Münteha’ya [30] geldiler.

Hz. Peygamberimiz, orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil ve Fırat) dört nehir gördü. Daha sonra her gün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü’l-Ma’mur’u ziyaret etti.

Hz. Cebrail’in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Hz. Peygamberimiz buradan sonra Ref-ref (cezbe) [31] adında bir vasıta ile zaman ve mekandan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu.

Sidretü’l-Münteha’dan Sonra Mir’aç

Hz. Peygamber Efendimiz, Tanırı’nın huzuruna vardı, Tanrı ile müşerref oldu. Hz. Peygamber Efendimizin Mir’aç mülakatı sonunda şu üç şey verildi:

1. Elli vakit namz sevabına denk, beş vakit namaz veridi.

2. Bakara suresinin son iki ayeti (Amenarresul) verildi.

3. Hz. Peygamber Efendimizin ümmetinden olup da, Allah’a şirk koşmadan ölen kimselerin günahlarının bağışlanacağı hususu (söz) verildi.[32]

Hz. Peygamber Efendimiz, Rabbinin huzurundan dönerken Hz. Musa ile karşılaştı. Hz. Musa Peygamber: “Allah ümmetine neyi farz kıldı?” diye sorar.

Hz. Peygamber Efendimiz: “50 vakit namaz emir olundum” buyurdu. Hz. Musa Peygamber: “Takat üstü bir şey, çok fazla, sen Rabbinden bunun azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez” dedi.

Hz. Peygamber Efendimiz, tekrar dönüp gök katına çıkar ve Tanrı’dan 5o vakit namazdan indirim yapılmasını ister. Bunun üzerine Tanrı, on vakit namaz indirip, günde 40 vakit namaz kılınmasını ister.

Hz. Peygamber, tekrar Musa Peygamber’in yanından geçerken durumu anlatır. Musa Peygamber, “Tekrar git biraz daha indirim iste, halkın 40 vakit namazı kılamaz” der.

Hz. Peygamber, tekrar gök katına çıkarak indirim ister. Bu gök katına inip çıkmalar sonunda 5 vakit üzerinde mutanıb kalınır.

Ancak Musa Peygamber, bu 5 vakit namazı da çok bulur.

Fakat Hz. Muhammed, Tanrı’dan pek çok şey istediğini, daha fazla bir şey isteyemeyeceğini söyler ve 5 vakit namazda mutabık kalınır.

Daha sonra Peygamber Efendimiz, Hz. Cebrail’in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, ahret menzillerini ve bütün âlemleri gezip gördükten sonra semadan Kudüs’e indirildi.

Burada kendisinden önceki peygamberler, onu karşıladılar ve kendilerine imam yaparak arkasında topluca namaz kıldılar.

Daha sonra da Peygamber Efendimiz, Beytü’l-Makdis mescidinin kapısına bağladığı Burak’a binip Mekke’ye döndü.

Sabah olunca Kabe’nin yanında Mekkelilere Miracı anlattı. Onlar Peygamberimizden delil istediler.

Peygamberimiz de onlara yolda gördüğü ve Mekke’ye yaklaşmakta olduğu bir kervandan haber verdi. Kureyşliler hemen gelen kervanı karşılamak için Mekke dışına çıktılar.

Gelenleri aynen Peygamberimizin Efendimizin haber verdiği gibi gördüler, ama iman nasip olmadı. Ama yine de Peygamberimizden üst üste Mir’aç hakkında delil istediler.

Peygamber Efendimiz, Kudüs’e, Mescid-i Aksâ’ya uğradığını anlatınca Kureyşliler, “Bir ayda gidilebilen bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip gelebilir?” diye itiraz ettiler.

Ardından da Mescid-i Aksa’yı görmüş olanlar, “Mescid-i Aksâ’yı bize anlatır mısın?” diye Peygamberimize soru yönelttiler.

Hz. Peygamber Efendimiz: “Bana soru soranların yalanlamalarından ve sorularından çok sıkıldım.

Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim.

Derken Yüce Allah, birden Beytü’l-Makdis’i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer tarif ettim.

Hatta bana, ‘Beytü’l-Makdis’in kaç kapısı var?’ diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım.

Beytü’l-Makdis karşımda görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım” buyurdular.

Bunun üzerine müşrikler: “Vallahi dost doğru tarif ettin” dediler, ama yine de iman etmediler. O esnada Ebu Bekir çıkageldi. Müşrikler durumu ona haber verdiler.

Ebu Bekir, “Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız seksiz şüphesiz doğrudur” diyerek hemen tasdik etti. Bundan sonra Hz. Ebu Bekir, tereddütsüz inanan anlamına gelen “Sıddık” ünvanını aldı.

Hz. Peygamber Efendimizin yaşadığı Mir’aç mucizesi, İslam âlemini uzun yıllar meşgul etti, etmeye de devam ediyor.

Buhari kaynaklı bir hadiste, “Peygamber uyandı ki Mescid-i Haram’dadır” denilmektedir.

[33] Söz konusu hadislerin baş kısmında miracın Hz. Peygamber “uyku ile uyanıklık arasında” bir durumdayken başladığı, uyandığında kendisini Mescid-i Haram’da bulduğu şeklindeki ifadeler dolayısıyla bu olayın bedenle gerçekleşen bir yolculuk mu olduğu, yoksa bunun bir tür rüyada vuku bulan ruhani bir durum mu olduğu hususunda erken dönemden itibaren tartışmalar yapılmıştır.

Müfessirlerin çoğunluğu miracı, Hz. Peygamber’in hem bedeni hem de ruhuyla uyanıkken yaşadığı bir olay olarak düşünmüşlerse de onun uykudayken veya uyanık olarak gerçekleşmesi; sadece ruhen yaşanmış bir hadise olması da değerini ve önemini azaltmaz. Çünkü genel bir ilke olarak vahiy yollarından birinin de rüya olduğu kabul edilir.

Hakkı SAYGI (BABA)

[1] İsra suresi, 1

[2] Feyruz Abadi, Kamûsu’l-muhit, c. 4, s. 343.

[3] İbn Esir, Nihâye, c. 3, s. 203

[4] Sözcükler için bk. Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik LÜGAT

[5] Bakara suresi, 144

[6] Bakara suresi, 150

[7] Bakara suresi, 115

[8] Kaf suresi, 16

[9] Kur’an’da “sidretü’l-münteh┠(son sınırağacı) denilen ve bir görüşe göre (bk. Şevkânî, V, 124) yaratılmışlarca bilinebilirlerin son sınırını işaretlediği kabul edilen sınır noktasıdır.

Bunun ötesine Cebrâil’in geçme imkanı olmadığı için Hz. Peygamber, Ref-ref (cezbe) denilen bir araçla tek başına yükselmesini sürdürdü.

[10] Ahzap Suresi, 56

[11] Bu ayet Teslima ayetidir.

[12] Bk. Necm suresi, 8-9

[13] Necm suresi, 17, 18

[14] Ahzap suresi, 56

[15] Hamidullah Hoca, s. 133, par. 249

[16] Ebu’l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefa, c. 1, s. 218; İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 1 48; Bedrüddin Aynî, Umdetu’l-Kârî, c. 4, s. 39; Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 306.

[17] Ebu’l-Ferec, c.1, s. 219.

[18] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 148; Buhârî, c. 4, s. 248; Müslim, c. 1, s. 145; Tirmizî, c. 5, s. 301; Beyhakî, c. 2, s. 362-363; Begavî, c. 2, s. 177; İbn Esîr, Câmiu’l-usûl, c. 12, s. 53; Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 8.

[19] Mesâf, Sünen, c.1, s. 221-222; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; Ebu’l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 6.

[20] İbn Sa’d, Tabakât, c. 1 ,s.214; Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ye’n-nihâye, c. 3, s. 109-110.

[21] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 110.

[22] İbn İshak, İbn Hişam, c 2, s. 39; Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 329; İbn E bi Şeybe, Musannef, c. 14, s.

302; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 148; Buhârî, Sahih, c. 4, s. 141; Müslim, Sahih, c. 1, s. 145; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 300; Dârımf, Sünen, c. 2, s. 36; Belâzurî, Ensâbu’l-eşrâf, c. 1, s. 256; Taberî, Tefsir, c. 15, s. 15; Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 387; Kadı Iyaz, c. 1, s. 136; İbn Esîr, Câmiu’l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; İbn Seyyid, c. 1, s. 144; Zehebî, Târîhu’l-islâm, s. 244, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s.109-110.

[23] Abdurrezzak.c.S, s. 329; Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 282; Buharı, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Tabeıf, Tefsir, c.1 5, s. 12.

[24] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 110.

[25] Huy, tabiat, mizaç ve yaratılış.

[26] Müslim, Sahîh, c. 1, s. 145; İbn Esîr, Câmiu’l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Seyyid, Uyûnu’l-eser, c. 1, s. 144.

[27] ]Abdurrezzak, c. 5, s. 330; Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Taberî, Tefsîr, c. 1 5, s. 15; Beyhakî, c. 2, s. 357; İbn Esir, c. 2, s. 52; Zehebî, s. 244.

[28] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 15; Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 110.

[29] Buhari, Salât”, 8; “Bed’ü’l-halk”, 6; “Mi’râc”, 42; “Tevhid”, 37

[30] Kur’an’da “sidretü’l-Münteha” (son sınır ağacı) denilen ve bir görüşe göre (bk. Şevkânî, V, 124) yaratılmışlarca bilinebilirlerin son sınırını işaretlediği kabul edilen son sınır noktasıdır. Bunun ötesine Cebrâil’in geçme imkanı olmadığı için Hz. Peygamber, Ref-ref (cezbe) denilen bir araçla tek başına yükselmesini sürdürdü.

[31] Hz. Peygamberin Mir’aç gecesi bindiği dört binek atından birisi veya İpekten yapılmış bir döşek

[32] Müslim, İman 279

[33] “Tevhid”, 37; Taberî, XV, 5

ALINTIDIR
 
---> Miraç Gecesi Mucizesi

Miraç Mucizesi

Peygamberimizin Miraç'a çıktığı gün bu sene 16 Haziran Cumartesi akşamını 17 Haziran Pazar gecesine bağlayan geceye denk geliyor.

Receb-i Şerîf ayının 27. gecesi Mi'râc Gecesi'dir.

Mi'râc, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz'in gecenin bir ânında Mekke-i Mükerreme'deki Mescid-i Haram'dan Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya, oradan da göklere seyahat ettirildiği mübarek bir gecenin adıdır.

Cenab-ı Hak ve Kâdir-i Mutlak Kur'ân-ı Kerîm'de, "Kulu Muhammedi bir gece Mescid-i Haram'dan kendisine bir kısım âyetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah'ın şanı yücedir. Doğrusu o, işitir ve görür" (İsrâ, 1) buyurmuştur.

Yâni bir kulunu ve Resûl'ünü huzuruna davet edip bir vazifeyle görevlendirmek için Mescid-i Haram'dan bütün peygamberlerin toplandığı yer olan Mescid-i Aksâ'ya götürüp enbiyalarla görüştürerek bütün enbiyaların usûl-i dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra tâ Sidretü'l-Müntehâ'ya, tâ Kâb-ı Kavseyn'e kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi.

Gördüğümüz ve görmeden îman ettiğimiz dünya ve âhiret âlemlerini gösterdi.

Resûki Ekrem ve Nebiyyi Muhterem (sav) Efendimiz'in hayatı içinde Mi'rac'ın yeri çok mühimdir. O büyük Mi'râc yalnız Allah'ın Sevgili Resûlü'ne mahsustur.

Başka hiçbir kimseye verilmeyen İlahî bir ihsandır.

Resûl-i Zîşan Efendimiz için pek büyük şan ve şereflerle dolu olan Mi'râc mucizesi biz Müslümanlar için de İlahî rahmetler, lütuflar ve hediyelerle doludur.

Mi'râc mucizesinin biz Müslümanlar için en mühim meyvelerinden birisi, dinimizin direği, kalbimizin gıdası, ruhumuzun âb-ı hayatı olan namazdır.

Namaz bir Mi'râc hediyesidir, rahmet çeşmesidir. Hadisin ifadesiyle, "Namaz dinin direğidir, mü'minin Mi'râc'ıdır."

Nasıl ki Sevgili Peygamberimiz (sav) Mi'râc'da vasıtalardan, perdelerden arınmış olarak, mekândan münezzeh olan Mevlâ'sıyla perdesiz görüştüyse, mü'min de namazda vasıtasız olarak doğrudan doğruya Rabbinin huzuruna çıkar.

"İyyâke na'büdü ve iyyâke neste'în!" Yâni: "Sadece Sana kulluk ederiz ve sadece Senden yardım isteriz!" demek fırsatını bulur.

Eğer bir mü'min günde beş vakit namazım dikkatle, tâdil-i erkânına riâyet ederek, huşu içerisinde kılacak olursa o namaz onun için bir Mi'râc olur.

Kul namazla Hakk'a yol bulur. Kalbi kuvvetlendiren, kabri nurlandıran, mahkeme-i kübrada, mahşer gününde senet ve berat olan, Sırat KöGoogle Page Rankingüsü'nde nur ve burak olacak olan namaz, Allah Resûlü'nün ümmetine getirdiği en büyük hediyedir.

Aziz Müslümanlar! Böyle müstesna bir gece vesilesiyle Kâinatın Efendisi, Ebedî Rehberimiz, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Efendimiz'e vahyedilen, insanlığı iki dünyada da mes'ûd edecek olan prensiplere bakalım. Bakmaya, görmeye mecburuz ve muhtacız!

Kur'ân-ı Kerîm'de, "Feevhâ ilâ 'abdihî mâ evhâ!" (Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti!) buyurulmuştur.

Bu vahyedilen hakikatlan şöylece özetleyebiliriz:

"Allah'a ortak koşulmayacak! Yalnız O'na kulluk edilecek ve yalnız O'ndan yardım istenecektir. Ana-babaya hürmet edilecek, onların duaları alınacaktır.

Zinaya yaklaşılmayacaktır!

Haksız olarak kimsenin canına kıyılmayacaktır!

Yetimlere iyi muamele edilecektir!

Ölçü ve tartıda doğruluk üzere olunacaktır!

Bilmediğimiz birşeyin ardından körükörüne gidilmeyecek şuurlu hareket edilecektir!

Yeryüzünde kibir ve gurur taslayarak yürünmeyecektir!"

Bu saydığımız prensipler hiç şüphe yok ki, bir toplum için gerekli bütün ahlâk ve fazilet esaslarını ihtiva etmektedir.

İşte Mi'râc Gecesi böylesine mübarek bir gecedir.

Bu geceyi ihya ederken, bu gecede vahyedilen emirlere ve yasaklara kulak vermeliyiz!

Yalnız Allah'a kulluk etmeli, O'na hiçbirşeyi ortak koşmamalıyız! Allah her günahı affeder fakat şirki affetmez!

Muhterem mü'minler!

Mi'râc Gecesi ulvî bir gecedir. O halde bu mübarek geceyi gaflet içerisinde geçirmemeli; ibadetle, Allah'a şükran borçlarımızı ödemeliyiz!

Namaz kılmalı, Kur'ân okumalı ve Allah'tan af ve mağfiret dilemeliyiz!

Çoluk çocuğumuza bu gecenin mânâ ve ehemmiyetini öğretmeliyiz!

Çevremizdeki yoksullara ve kimsesiz çocuklara yardım ellerimizi uzatmalıyız!

Anamızı, babamızı ve büyüklerimizi ziyaret edip ellerini öpmeli ve dualarını almalıyız!

Ebediyete intikal etmiş olanlarımızı, kabir âleminde yolumuzu gözleyenleri rahmetle anarak ruhlarını şâdetmeliyiz!

Dostlarımızla tebrikleşmeli, sevgi ve saygı duygularımızı perçinlemeliyiz!

Aziz mü'minler! Böyle mübarek geceleri fırsat bilmeli, bu müstesna zamanlarda Allah'a daha yakın olmaya çalışmalıyız!

Unutmamalıyız ki, Allah'a yakınlık O'nun emirlerini yerine getirip yasakladığı şeylerden kaçınmakla mümkündür.
 
---> Miraç Gecesi Mucizesi

MİRAÇ KANDİLİ MUCİZESİ MİRAÇ KANDİLİ ANLAMI VE ÖNEMİ (MİRAÇ KANDİLİ)

Jdaljj.jpg


Hz. Muhammed'in şahsında ''insanlığın önüne açılan sınırsız bir yükseliş ufku varlığın özüne yolculuk'' anlamına gelen Miraç Kandili, kutlanacak.

İslam inancına göre, Hz. Muhammed, Miraç gecesi Cenab-ı Hakk'ın daveti üzerine Cebrail'in rehberliğinde Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya, oradan semaya, yüce alemlere ve ilahi huzura yükseldi. Hz. Muhammed, yolculuğunda ''Burak'' adlı binekle seyahat etti.

Beş vakit namaz bu gece farz kılındı, Allah'a şirk koşmayanların cennete gireceği müjdesi de bu gecede verildi.

KUTSAL YOLCULUK

Miraç gecesi hayırlarla dolu olayların meydana geldiği bir gecedir. Miraç Gecesi'ni, bu derece yücelten husus: Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin en büyük mucizelerinden biri olan İsra ve Miraç mucizesinin bu gecede gerçekleşmiş olmasıdır.

İsra ve Miraç, insanlığın kurtuluşu için gönderilen Sevgili Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize, ALLAH Teâlâ'nın sonsuz kudretinin eserlerini temaşa etmesi için yaptırılan mukaddes ve manevi bir yolculuktur.

Birçok hikmet ve ilahi sırları bünyesinde barındıran bu gece, Cenab-ı Hakk'ın sonsuz güç ve kuvvetinin gösterilmesi için Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize ALLAH Teâlâ tarafından yaptırılan, zamana ve mekana anlam kazandıran İsra ve Miraç, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz için ALLAH Teâlâ'nın inayet ve desteğine mazhar olarak moral kazanma anlamını taşırken o günkü Müslümanların Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize bağlılığını ve ALLAH Teâlâ'ya inancını pekiştiren bir imtihan olmuştur.

Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, ALLAH Teâlâ'nın huzuruna kabul edilişini temsil eden İsra ve Miraç mucizesi bizlere, insanın, ilahi rızaya ve desteğe ulaştığında akıl ve idraki zorlayan derecede nice üst derecelere ulaşabileceğini gösterdiği gibi, mana aleminde yükselip ilahi rahmet ve huzura erişmenin, öncelikle gönül ve ruh temizliğinden, ahlaki erdemlere yükselişten, her şeyin sahibi olan Yüce ALLAH'a bağlılık ve boyun eğmeden geçtiğini de hatırlatmaktadır.

Bu kutlu yolculuk, İsrâ suresinin ilk ayetlerinde şöyle dile getirilmektedir: “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir.

Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”

İlahiyatçı Doç. Dr. Nihat Hatipoğlu, Miraç Kandili’nin anlamını ve büyük yolculuğun sırlarını şöyle anlatıyor.

Sn. Hatipoğlu Hz. Muhammed’in (SAV) miraca çıktığı gün, Miraç Kandili ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Miraç Kandili, Hazreti Peygamberin Mekke’den Kudüs’e ve Kudüs’ten de göğün üst tabakalarına, arşa ve semaya yaptığı yürüyüştür.

Daha doğrusu Mekke’den Kudüs’e kadar olan gece yürüyüşüne ‘İsra’ diyoruz. Bundan Kudüs’ten sonraki bölümüne ise ‘Miraç’, yükselme diyoruz.

Bu Mekke’de zulümlerden dolayı hayli daralmış; eşini kaybetmiş, amcasını yitirmiş olan Hz. Peygamber’e yüce Allah (CC) tarafından verilen bir tesellidir.

Çünkü hiçbir peygamber miracı bu şekilde yaşayamamıştır.

Hiçbir insana, hiçbir faniye böyle bir miraç nasip olmamış, sadece Hz. Peygamber’e nasip olmuştur.

Miraç sadece bir hayal dünyasından, bir mana ikliminden ibaret bir yürüyüş değil, aynı zamanda fiziki bir yürüyüştür.

Fiziki bir kaldırılış, beden ve ruhla berabergöğe doğru yükseliştir.

Beden ve ruhla beraber… bu en büyük mucizelerden biridir.

Basit bir mesele değildir…

Hz. Peygamber’in rüyasında gerçekleşmiş olabileceği yönünde fikir beyan edenler var…

Çok yönden sakat ve anlamsız bir tartışmadır.

Hz. Peygamber Mekke’ye geri geldiğinde yer yerinden oynadı.

Peygamberimiz sadece ruhuyla ya da hayal aleminde bu yolculuğu gerçekleştirseydi, Mekkeliler itiraz etmezlerdi.

Hayale kim itiraz edebilir, manevi bir yürüyüşe kim itiraz edebilir. Rüyaya kim, ne diyebilir…

Miraç Hz. Peygamber’e; sen yalnız değilsin, terk edilmedin, benimle berabersin mesajı veriyor.

Hem Mekke’de hem de Hicret’ten sonra Medine’de yaşayacağı zorluklar için bir tesellidir.

Onu manen hazırlamadır.

Hz. Peygamber Miraç’tan döndüğünde nasıl bir ruh haline gelmiştir?


Hz. Peygamber’in Miraç’tan sonra hiç kahkahayla gülmediği söylenir.

Hz. Peygamber nelerle karşılaşıyor bu yolculuk esnasında?


Miraç manevi bir yolculuk, maddi yolculuğun ötesinde…

Birçok manzara da var tabii… Hz. Musa ile de karşılaşıyor Peygamberimiz, Hz. İbrahim’le de görüşüyor.

Bütün peygamberler Hz. Muhammed’e gıptayla bakıyor.

Çünkü onlar neticede ölümden sonra o makama yükseldiler, ama Rasulüllah hayattayken geri döneceğini bilerek gitti oraya!

Bu çok önemli bir nokta.

Orada tüm peygamberlere imamlık yapması da çok önemli. Niye Mekke’den Kudüs’e gidiyor.

Herhangi başka bir yere de gidilebilirdi belki…

Kudüs birçok dinin merkezi biliyorsunuz. Orada Peygamber Efendimiz ben ‘Kudüs’ün de Peygamberi’yim demiş oluyor.

Yani tümünü kuşatıyor. Damgasını vuruyor tabiri caizse. Onun için bir hadisinde “Musa bugün hayatta olsaydı, bana uymaktan başka çaresi olmazdı.” buyuruyor.

Bu, “Ben bütün peygamberlerin davetini birleştirdim” anlamına da geliyor tabi.

İslam tüm dinlerin bir özetidir aslında.

Hz Musa’nın da Hz İsa’nın da tebliğlerinin, vahiylerinin tümünün özeti Hz Peygamber’in vahiylerinde ve hayatında mevcuttur.

Bu açıdan orada namaz kıldırması önemlidir.

Beş vakit namaz da orada farz kılınıyor değil mi?

Hem beş vakit namaz hem de cuma namazı orada farz kılındı. Cuma namazı orada farz kılınıyor, ama Mekke’de kılınamıyor çünkü güvenlik ortamı yok.

Müslümanlar eğer namazı kılacak olurlarsa toptan imha edilebilirler. Hz. Peygamber cuma namazını kılmıyor, kılamıyor daha doğrusu.

Abluka var, işkence var, zulüm var. Ancak Medine’ye hicret eden sahabisine emrediyor ve İslam tarihinde ilk kılınan cuma namazı da sahabenin kıldırdığı cuma namazı oluyor.

İlk cuma namazı Ranuna adlı bir köyde, Peygamber Efendimizin olağanüstü elçisi, tabiri caizse büyükelçisi, Hz. Musab bin Umeyr tarafından kıldırılmıştır.

Medine’yi Peygamber efendimize hazırlayan kişidir de aynı zamanda ve Uhud savaşında şehit olmuştur.

HZ. MUHAMMED’İN DUYDUĞU KOKU

Miraç’tan dönüş yolunda Hz. Muhammed (SAV) güzel bir koku duyuyor, kendisine bir mezar gösteriliyor…

Firavun döneminde yaşamış sadık bir mümine kadın Maşita. Aynı Hz. Asiye gibi. Çocuklarıyla beraber Firavun’a direndiği için şehit edilen bir kadın…

Onun ve ailesinin mezarını semaya kazınmış olarak görüyor Hz. Muhammed (SAV). O güzel kokuyu sorduğunda, Cebrail (as) Maşita’yı anlatıyor. Bir kadının Firavun’u nasıl dize getirdiğini dair çok güzel bir örnektir.

O kadar önemli bir kadın ki, mezarı ‘miraç’ yolunda… Daha doğrusu Hz. Muhammed (SAV) bu olayı bilsin diye oradan götürülüyor.

Dinin öncüsü bir insan değil, peygamber değil bu kadın, ama herhangi sıradan bir insanın Allah katında ne kadar yükselebileceğini anlatıyor.

Hz İbrahim’, Hz Peygember’e insanların ağaç dikmesini vasiyet ediyor?

Tabi burada kastedilen maddi bir ağaç dikme değil, evlat yetiştirme, çocuk yetiştirme, doğru filiz verebilme, doğru ürün atabilme de bunun içerisindedir, ama Hz. Ömer’in, “Kıyamet kopacağını duysam ve elimde bir ağaç olsa, kıyamet kopmadan önce mutlaka onu dikerdim!” sözü de kainatın ekolojik dengesinin önemine işarettir ve tabi iklimini bozduğumuz dünyada bize ders olacak bir sözdür.bunlar. Ağaç madden de çok önemli bir şeydir yani!

Sn. Hatipoğlu o yolculuk esnasında Hz. Muhammed (SAV) cehennemi de görüyor, degil mi?

Cennet ve cehennem gösteriliyor kendisine evet. Cennet ve cehennem şu anda var, ama boş. Boştan kasıt insanlar cennet ve cehenneme fiziki olarak girmiş değiller.

Peki nedir orada Hz. Muhammed’e (SAV) gösterilen manzaralar? Belki de ilerde cennet ve cehennemde olacak sahnelerdir.

Hz. Peygamber orada cennete baktım, cehenneme baktım derken kendine gösterildiği kadarına bakıyor tabi. Tümünü dolaşmak zaten mümkün değil. Oradan bir enstantane diyebiliriz.

Bir başka ihtimal de kabir aleminde çekilen azap ve sıkıntıyı görmüş, manevi olarak hissetmiş olabilir Hz. Peygamber.

Hakikaten dehşetli manzaralar gösteriliyor kendisine… Her Müslüman kendini hesaba çekip, onları düşünmesi lazım.. Tabi dediğim gibi oradaki görüntülerin sembolik anlamı var.

Orayı bilmek ayrı, görmek ayrı. Hz İbrahim, “Yarabbi ölülerini nasıl dirilteceğini göster bana” diyor. O da gözle müşahede etmiş oluyor.

Buradaki çok önemli nokta Hz. Muhammed’in (SAV) böyle bir talebi olmamıştır. Hz. Musa (AS) “Yarabbi bana kendini göster” diyor. Allah (cc) “Beni göremezsin” buyuruyor.

Bu talebin olması haşa peygamberleri küçültmez. Onlar kavimlerine daha etkili anlatabilmek için bu tür müşahedeleri istemişlerdir, ama Hz Peygamber’in böyle bir beklentisi yok tam aksi O’na bir lütuf olarak veriliyor. Bu ‘son elçi’ye verilen bir lütuftur.
 
---> Miraç Gecesi Mucizesi

İsra ve Miraç Mucizesi

DoPyo6.png


Hem Kur’an’ın hem de bütün sahih hadis ve tarih kaynaklarının haber verdikleri; Peygamberimizin (asm) en büyük mucizelerinden birisi de İsra ve Miraç mucizesidir.

Biz burada ilk önce Kur’an’daki ilgili ayetlerden ve sahih kaynaklardaki hadislerden ve rivayetlerden İsra ve Miraç mucizesinin nasıl gerçekleştiğini anlatacak, ardından ise bu mucize ile ilgili akla gelebilecek bazı soruların cevaplarını vereceğiz.

Kelime anlamı olarak “isra”, gece yürüyüşü, gece yolculuk etmek[1], “miraç” ise yükselmek, yükseğe çıkmak anlamlarına gelmektedir.[2]

İsrâ ve Mirac hadisesi, Efendimizin (asm) peygamberliğinin on ikinci yılında[3], Mekke’de vuku bulmuştur.[4]

Hadise özetle şöyle cereyan etmiştir: Receb ayının 27. Gecesi[5] Cenab-ı Hakk’ın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz (asm) Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmiştir.

İsra ve miraç mucizesinin nasıl gerçekleştiği Kur’an’da, İsra ve Necm surelerinde anlatılmıştır.

İlgili ayetler şöyledir:

“Bir gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammedi, Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren O zatın şanı ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O! Gerçekten, her şeyi işiten, her şeyi gören O'dur.”[6]

“O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu.

Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı.

Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz?

And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâ’da gördü. Ki, onun yanında Me'vâ Cenneti vardır.

O zaman Sidre'yi Allah'ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü.”[7]

Miraç nasıl oldu?

Hazreti Peygamber (asm) Mescid-i Haram’dan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi.[8] Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa'nın (as) makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı,[9] daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi.[10]Orada içlerinde Hazreti İsa, Hazreti Musa ve Hazreti İbrahim’in de (Aleyhimüsselam) bulunduğu peygamberler topluluğu kendisini karşıladı.[11] Hazreti Muhammed (asv) bu peygamberlere imam olarak onlara iki rekat namaz kıldırdı.[12]

Bu hadiseden sonra Hazreti Peygamber’e (asm) iki kap getirildi ki; kabın birisinde şarap, diğerinde süt vardı.[13] “Bunlardan hangisini istersen, al!" denildi.[14] Peygamberimiz (asm) sütü seçti.[15] Cebrail (as), Peygamberimiz’e (asm): "Sen fıtratı seçtin[16], eğer sen şarabı almış olsaydın, senden sonra ümmetin azardı.

[17]Sütü tercih etmekle sen de fıtrata yöneltildin, ümmetin de fıtrata yöneltildi. Şarap size haram kılındı!” dedi.[18]

Semanın bütün tabakalarına uğradı.[19] Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. İsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim (Aleyhimüsselam ecmain) gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin!..” dediler, tebrik ettiler.[20] Sonra her gün yetmiş bin meleğin ziyaret ettiği Beytü'l-Ma'mur'u ziyaret etti.[21]

Bundan Sonra Hz. Cebrail (as) ile birlikte sidretü'l-müntehâ'ya geldiler.[22] Sidretü’l-müntehâ; kökü altıncı kat gökte ve gövdesi, dalları yedinci kat göğün üzerinde, gölgesiyle bütün gökleri ve cenneti gölgeleyen, yaprakları fil kulakları gibi, meyveleri küpler kadar, bir ağaçtır.[23]

Refref ve Öteler Ötesindeki Buluşma


Cebrail (as), Peygamberimiz’i (asm) yukarı götüre götüre, nihayet (kaza ve kaderi yazan) kalemlerin cızırtılarını işitecek kadar yüksek bir yere çıkardı.[24]

Peygamberimiz (asm); cennetten, yemyeşil bir Refref (ipek döşek)'in birden ufku kapladığını gördü. Peygamberimiz (asm), onun (Refref’in) üzerine oturdu.[25] Cebrail (as), Peygamberimiz’den (asm) ayrıldı.

Peygamberimiz (asm); Aziz ve Cebbar olan Rabbine yükseltilip yaklaştırıldı.[26]

Peygamberimiz (asm), Yüce Rabbinin: "Korkma ya Muhammed, Yaklaş!" buyruğunu işitmeye başladı. Nihayet, hiçbir kimsenin hiçbir zaman erişememiş olduğu yakınlık makamına, İlahî kabule, İlahî ikram ve ihsana nail oldu![27]

İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (asm): "Ben, Yüce Rabbimi gördüm!" buyurmuştur.[28]

Peygamberimiz (asm) Miraç’ta Cenab-ı Hakk’a selam yerine bütün mahlukatın ibadetlerini hediye etmiştir.

Efendimizin (asm) Cenab-ı Hak ile olan bu konuşması bütün müminlerin miracı olan namazlarında okudukları tahiyyatın sözlerinden oluşmaktadır. Bu konuşmanın meali şöyledir:

Peygamberimiz (asm) Cenab-ı Hakk’a hitaben:

“Bütün tahiyyeler, bütün mübarek şeyler, bütün salâvat ve duâlar ve bütün kelimat-ı tayyibe Allah’a mahsustur.”[29] şeklinde hitab vermiştir.

Bunun anlamı“Bütün varklıkların halleriyle ve dilleriyle yapmış oldukları ibadetleri ve tesbihlerini, bütün çekirdekler ve nutfeler gibi mübarek şeylerin fitri mübarekliklerini ve tesbihlerini, bütün insanlar gibi şuurlu varlıkların ibadetlerini ve bütün peygamberler ve kamil insanlar olan evliyaların, asfiyaların ibadetlerini ve tesbihlerini onların namına sana hediye ediyorum; sana mahsustur.” demektir.

Bu selamın üzerine Cenab-ı Hak da Resulüne (asm): “Selâm olsun sana ey Peygamber!” şeklinde mukabele de bulunmuştur.

Bunun üzerine Allah Resulü (asm) de: “Bize ve Allah’ın salih kullarına selâm olsun.” şeklinde cevap vermiştir.

Bu konuşmaya sidretü’l-müntehada tanık olan Cebrail (as) da Allah’ın şahitlik etmesini emretmesi üzerine “Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına şehadet ederim.

Ve Muhammed’in (asv), Allah’ın elçisi olduğuna da şehadet ederim.” diyerek şehadet etmiştir.[30]

Miraç’ta cereyan eden bu karşılıklı sohbetteki sözlerin, müminlerin miracı hükmünde olan namazda okunması sünnettir.

Bu şekilde her mümin bütün şuurlu ve şuursuz mahlukatın ibadetlerini kendi ibadeti içerisinde Cenab-ı Allah’a takdim etme şerefine ulaşmış olur.

Mirac’ta Peygamberimize Verilenler


Peygamberimiz’e (asm) Mirac mülakatı sonunda şu üç şey verildi:


1. Elli vakit namaz sevabına denk, beş vakit namaz verildi.

2. Bakara sûresinin son iki âyeti verildi.

3. Peygamberimiz’in (asm) ümmetinden olup da, Allah'a şerik koşmayanlardan mukhimat (büyük günahlar) bağışlandı.[31]

Nitekim bir hadiste bu hediyeler şöyle ifade edilmiştir: “…Miraçta Hz. Peygamber (a.s.m)’e şu üç şey verildi: Beş vakit namaz verildi, Bakara Suresinin son kısmı (Amenerresul) verildi ve bu ümmetten Allah’a şirk koşmadan ölen kimsenin günahlarının bağışlanacağı hususu (söz verildi).” (bk. Müslim, İman, 279).

Bu müjde hiç bir müminin cehenneme girmeyeceği anlamında değildir. Her günahın affedilebileceğini ve eğer günahkar olsa bile iman ile ölmüşse cehennemde ebedi kalmayacağını bildirmektedir.

Sevabı günahlarından çok olan müminler direk cennete gideceklerdir. Günahı ağır basanlar ise, bu günahlardan temizlenmek için cehennemde bir müddet kaldıktan sonra tekrar cennete gireceklerdir.

Yüce Allah:

"Yâ Muhammedi Bu namazlar, her gün ve gecede, beş namazdır! Amma, her namaz için, on sevab vardır! Bu, yine, elli namaz demektir.[32]

Bende söz bir olur, değişmez![33]

Her kim, bir hayr işlemek ister ve onu yapmazsa, o kimseye (bu iyi niyetinden dolayı) bir sevab yazılır, yaparsa on sevab yazılır.

Her kim de, bir kötülük yapmak ister, onu yapmazsa, ona bir şey yazılmaz. O kötülüğü yaparsa, bir günah yazılır!" buyurdu.[34]

Bakara sûresinin son iki ayetinde de, meâlen şöyle buyurulur:


"O Peygamber de kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler).

Onlardan her biri:


Allah'a,

Allah'ın meleklerine,

Allah'ın kitablarına,

Allah'ın peygamberlerine inandı. Peygamberlerin hiçbirini, diğerlerinin arasından ayırmayız! (Hepsine inanırız.)

Dinledik! (Emrine) itaat ettik!

Ey Rabbimiz! Mağfiretini dileriz!

Son varış(ımız) ancak Sanadır! dediler.

Allah, hiçbir kimseye, gücünün yettiğinden başkasını yüklemez.

(Herkesin) kazandığı (hayır) kendi yararınadır.

Yaptığı (şer) de kendi zararınadır.

Ey Rabbimiz! Unuttuk yahut yanıldık ise, bizi tutup sorguya çekme!

Ey Rabbimiz! Bizden önceki(ümmet)lere yüklediğin gibi, üstümüze ağır bir yük yükleme!

Ey Rabbimiz! Takat getiremeyeceğimizi, bize yükleme!

Bizden (sâdır olan günahları) sil, bağışla! Bizi affet! Bizi esirge!

Sen bizim Mevlâmızsın!

Artık, kâfirler güruhuna karşı da, bize yardım et!"[35]

Mukhimat; insanı cehenneme sürükleyen büyük ve tehlikeli günahlar, demektir.[36]

Peygamberimiz (asm), bir gün:

"İnsanı helake sürükleyen yedi şeyden sakınınız!" buyurmuştu.

"Yâ Rasûlallah! Nedir bu tehlikeli şeyler?" diye sordular.

Peygamberimiz (asm):

“Allah'a şerik koşmak,

Sihir (büyü) yapmak,

Yüce Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı nefsi, haksız yere öldürmek,

Faiz yemek,

Yetim malı yemek,

Savaş meydanından kaçmak,

Zinadan korunan, böyle bir şey hatırından bile geçmeyen Müslüman kadınlarına zina isnad etmektir!" buyurdu.[37]

Peygamberimiz’e (asm) Cennetin Gösterilişi

Yüce Allah, Peygamberimiz’e (asm) vahyedeceğini vahyettikten sonra, Peygamberimiz (asm), Cebrail (as) tarafından cennete götürüldü.[38]

Cennetin eni, göklerle (altlarındaki) yer kadar olup.[39] Peygamberimiz (asm) orada:

İnciden, yakuttan, zebercetten,.. köşkler,[40] cennetin toprağını da, misk kokar bir halde buldu.[41]

Peygamberimiz (asm), cennette; iki yanında içi boş inciden yapılmış kubbeler (kubbeli evler) dizili bir ırmak da gördü[42] ki, inci, yakut çakılları ve misk üzerinde akıp gidiyordu.[43]

Peygamberimiz (asm): "Ey Cebrail! Nedir bu?" diye sordu. Cebrail (as): "Bu, sana Yüce Allah'ın vermiş olduğu Kevser ırmağıdır!" dedi. Kevser ırmağının suyu da, baldan daha tatlı ve sütten daha ak idi.[44]

Peygamberimiz’e (asm) Cehennemin Gösterilişi


Peygamberimiz (asm); dünya semasında kendisini güler yüzle karşılayan melekler arasında, yüzü hiç gülmeyen, cehennemin bekçisi Malik adındaki bir melekle de karşılaşmıştı.

Peygamberimiz (asm), onun kim olduğunu Cebrail (as)’dan sorup öğrenince, Cebrail (as)’a:

"Cehennemi bana göstermesini ona emretmez misin?" diye sormuştu.

Cebrail (as) da:


"Olur!" diyerek, cehennemin bekçisi Malik'e: "Ey Malik! Muhammed’e (asm) cehennemi göster!" demişti.

Malik; cehennemin üzerinden örtüsünü açınca, cehennem öyle kaynamaya ve kabarmaya başladı ki, Peygamberimiz (asm) onun gördüğü her şeyi yakalayıp yakıvereceğini sandı. Hemen, Cebrail (as)’a:

"Ey Cebrail! Malik'e emret de, onu yerine geri çevirsin!" buyurdu.

Cebrail (as) da, cehennemi yerine çevirmesi için, Malik'e emretti. O da, cehenneme:

"Sakin ol!" dedi.

Cehennem, çıkmış olduğu yerine girince, Malik onun üzerine örtüsünü tekrar örttü.[45]

Peygamberimiz (asm); cehennemdeki susuzluk azaplarını, azap zincirlerini, azap yılan ve akreplerini, oradaki azaplardan daha bazılarını da gördü.[46]

Peygamberimiz (asm), bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

"Eğer benim bildiğimi sizler de bilmiş olsaydınız, muhakkak ki, pek az güler ve çok ağlardınız!"[47]

Peygamberimiz’in (asm) Mekke'ye Dönüşü


Peygamberimiz (asm), Mekke'ye dönmek üzere, Beytü'l-Makdis mescidinin kapısına bağladığı Burak'a binip Mekke'ye döndü. Peygamberimiz AIeyhisselamın İsrâ ve Miracı, bir gece içinde, yatsı namazı ile sabah namazı arasında vuku buldu.[48]

Abdulmuttalib Oğullarının Peygamberimiz’i (asm) Aramaya Çıkışları

Abdulmuttalib oğulları, İsrâ ve Mirac gecesinde, Peygamberimiz (asm)’ı bulamayınca, ara*maya çıkmışlardı.

Hatta, Hz. Abbas, Zîtuvâ'ya kadar gitti. Oralarda, yüksek sesle:


"Yâ Muhammed! Yâ Muhammed!" diyerek bağırdı.

Peygamberimiz (asm): "Lebbeyk! = Buyur!" diye karşılık verince, Hz. Abbas:

"Ey kardeşimin oğlu! Sen kavmini geceden beri zahmet ve meşakkate soktun!? Nerede idin?" dedi. Peygamberimiz (asm):

"Beytü'l-Makdis'e gittim." buyurunca, Hz. Abbas:

"Bu gecenin içinde mi?" diye sordu.

Peygamberimiz (asm):

"Evet. Bu gecenin içinde gidip geldim!" buyurunca, Hz. Abbas:

"Her halde, senin başına ancak hayır gelmiş olmalıdır!" dedi. Peygamberimiz (a.s.):

"Benim başıma hayırdan başka bir şey gelmemiştir!" buyurdu.[49]

Sabah olunca Kabe'nin yanında Mekkelilere Miraçı anlattı.[50]

Onlar Peygamberimiz (asm)’den delil istediler.

Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam da onlara yolda gördüğü kafilelerinden haber verdi.

Kureyşliler hemen kafileleri karşılamak için Mekke dışına çıktılar.

Gelenleri aynen Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam haber verdiği gibi gördüler, ama iman nasip olmadı.[51]

Ama yine de Peygamberimiz (asm)’den üst üste Miraç’a çıktığına dair delil istediler.

Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Kudüs'e, Mescid-i Aksâ'ya uğradığını anlatınca Kureyşliler,“Bir ayda gidilebilen bir yere Muhammed nasıl bir gecede gidip gelebilir?” diye itiraz ettiler; ardından da Mescid-i Aksâ'yı görmüş olanlar, “Mescid-i Aksâ'yı bize anlatır mısın?” diye Peygamberimize (asm) soru yönelttiler.

Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam şöyle anlattı:


“Onların yalanlamalarından ve sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim.

Derken Cenab-ı Hak birden Beytü'l-Makdis'i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer tarif ettim.

Hatta bana, ‘Beytü'l-Makdis'in kaç kapısı var?’ diye sordular. Halbuki ben onun kapılarını saymamıştım. Beytü'l-Makdis karşımda görününce ona bakmaya ve kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım.”

Bunun üzerine müşrikler:“Vallahi dos doğru tarif ettin.” dediler, ama yine de iman etmediler.[52]

O esnada Hz. Ebû Bekir (ra) çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler.

Hz. Ebû Bekir (ra), “Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız şeksiz şüphesiz doğrudur.” diyerek hemen tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir (ra) “Sıddîk, tereddütsüz inanan” unvanını aldı.[53]

Peygamberimiz (asm) Mirac’a Neden Çıktı?

Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesidir.

Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.

Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakk’ın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz'i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakk’ın bazı velilerle özel ve cüz'i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.

Ama Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbine, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakk’ın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.

Peygamber Aleyhissalâtu Vesselamın elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakk’a, diğeri de Hakk’tan halka. Birisi Mirâcın bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.

Yani Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam bizi temsilen Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıktı; başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakk’a bir gidiştir.

Diğeri de Cenab-ı Hakk’ın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi...

Peygamberimiz (asm), Allah ile Nasıl Görüşebilir?


Soru:
“Bize her şeyden daha yakın olan Cenab-ı Hakk’a binlerce senelik mesafeyi aşarak, yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Rabbi ile görüşmesi ne demektir?”

Cenab-ı Hak her şeye her şeyden daha yakındır, fakat her şey O’ na sonsuz şekilde uzaktır.

Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir.

Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz.

Oysa güneş bize 150.000.000 km. uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız.

Güneşe bir derece yaklaşmak için ancak Ay kadar büyümek lazım; bu da mümkün değildir.

Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak her şeye yakındır, ama her şey ona sonsuz derece uzaktır.

Ancak Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Cenab-ı Hakk’ın lütfuyla bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraç’a yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır.

Bir İnsan Nasıl Göklere Çıkabilir?

Soru:
“Bunun bir örneği var mıdır? Bir uçak ancak 10.000-15.000 metre yukarı çıkabiliyor, bir uzay gemisi ancak Ay'a ve Venüs'e ulaşabiliyor.

Bir insan birkaç dakika gibi kısa bir sürede milyonlarca metre uzaklara nasıl gidip gelebilir?”

Yerküremiz, yani Dünyamız yaklaşık yüz seksen saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alır.

Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir kudret, bir insanı Arş-ı Âlâya getiremez mi?

Güneşin çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet, bir insan bedenini şimşek gibi Rahman'ın Arşına çıkaramaz mı?

Peygamberimiz (asm) Sadece Ruhuyla Gitse Olmaz mıydı?


Soru: "Öyleyse neden Miraç’a çıktı? Ne lüzumu var? Evliya gibi ruhu ve kalbi ile gitse yetmez miydi?"

Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini bildirmek için Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamı oralara davet etmesi gayet makuldür.

Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi gerekir.

Görünen âlemin anahtarı olan gözünü, işitilen âlemin anahtarı olan kulağını Arşa kadar birlikte alması gerektiği gibi, ruhunun sayısız görevlerini üstlenen âlet ve makinesi hükmünde olan mübarek bedenini Arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir.

Zaten Cenab-ı Hak cennette bedeni ruha arkadaş ediyor. Çünkü pekçok kulluk görevine ve sınırsız lezzetlere ve acılara beden kaynaklık etmektedir.

Öyle ise bu mübarek beden ruha arkadaşlık edecektir. Cennette ruh bedenle birlikte olacaksa Cennetü'l-Me'vâ'nın gövdesi olan sidretü'l-müntehaya Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın bedeninin ruhuna arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir.

Peygamberimiz (asm) Miraç’a sadece ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor.

Peygamberimiz (asm) Kısa Zamanda Nasıl Gidip Geldi?

Soru:
"Birkaç dakikada binlerce yıllık mesafeye gidip gelmek aklen mümkün müdür?"

Cenab-ı Hakk’ın sanatında hareket ve hızın derecesi farklı farklıdır.

Sesin hızı ile ışığın hızı, elektriğin hızı, hatta ruhun ve hayalin hızı birbirinden bütünüyle farklıdır.

Gezegenlerin hızları da birbirinden farklıdır.

Meselâ ışığın hızı 300.000 km/sn iken sesin hızı 340 m/sn'dır.

Acaba Peygamberimizin (asm) lâtif bedeninin yüce ruhuna tabi olması, ruh hızında hareketi nasıl akla ters gelebilir?

Yine bir insan on dakika uyusa bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir.

Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki daha fazla bir zaman gerekir.

Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün, diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir.

İşte Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, şimşek gibi Kudüs’e gider.

Oradan da bütün kâinatı gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbi ile sohbet şerefine erer, Onun cemalini görür, emirlerini alıp dönüp gelir.

Miraç’ın Benzeri Bir Olay Var mıdır?

Soru:
"Peygamberimizin (asm) Miraç’a çıkması mümkündür. Fakat her mümkün gerçekleşmiyor. Bunun bir benzeri var mı ki kabul edelim?"

Miraç’ın çok örnekleri vardır: Bir insan, gözüyle bir saniyede Neptün gezegenine çıkabilir.

Bir bilim adamı, astronomi kanunlarına binerek tâ yıldızların arkasına bir dakikada gidebilir.

İman sahibi her insan, namazın hareketlerine düşüncesini bindirerek bir çeşit Miraç ile kâinatı arkasına alarak İlâhî huzura girebilir.

Kalb gözü açık bir veli, İlâhî sırlara kırk günde ulaşabilir.

Hattâ Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâ’ya kadar ruhen çıktıkları bildiriliyor.

Yine nurlu bir cisme sahip olan melekler bir anda yerden Arş’a, Arş’tan yeryüzüne gidip geliyorlar.

Cennette, cennet ehli müminler, cennet bahçelerine kısa bir zamanda çıkabiliyorlar.

Bu kadar örnekler gösteriyor ki, bütün evliyanın sultanı, bütün müminlerin imamı, bütün cennet ehlinin reisi ve bütün meleklerin makbulü olan Peygamber Efendimizin (asm) bir anda Miraç’a çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür ve şüphesizdir.

Miraç ile Gelen Hediyeler

Yukarıda Miraç hadisesinin nasıl vuku bulduğunu anlatırken, rivayetlerdeki Miraç ile bize verilen hediyelerden bahsetmiştik.

Bu hediyelerin bizler için önemini burada birkaç madde halinde özetlemek istiyoruz:

Birincisi: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü.

Melekleri, cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakk’ın cemâlini gözleriyle müşahede etti.

Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı, aksi beyanı olmayan o Yüce İnsan (asm), mümin ruhlara manen şöyle diyordu:

“Sizin inandığınız, melekleri, âhireti, Rabbinizin Nur cemâlini bizzat gördüm; bu iman esasları vardır, mevcuttur; tereddüt ve şüphe etmeyiniz.”

Böylece müminler sonsuz bir imana ermenin saadetine kavuştular.

İkincisi: İnsan her şeyi merak ediyor. Uzayda hayat var mı, yok mu diye araştırıyor.

Halbuki uzaydaki en büyük yıldızlar O Ezelî Sultan’ın memleketinde ancak bir sinek kadar yer kaplıyor.

Hakiki müminler de bu merak duygusunu doğru kullanarak şöyle düşünüyorlar: “Rabbimiz bizden ne istiyor? Acaba ne yaparsak Rabbimiz bizden razı olur?

Bir yolunu bulsak da doğrudan doğruya Rabbimizle muhatap olsak, bizden ne istiyor, anlasaydık.” derken, İki Cihan Serveri (asm) yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanı’nın razı olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi ve insanlığa hediye etti.

Bu hediye başta namaz olmak üzere İslâm’ın diğer esasları ve ibadetleridir.

Üçüncüsü: Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam ebedî saadet definesinin anahtarını alıp getirmiş, cinlere ve insanlara hediye etmiştir.

Peygamber Efendimiz (asm) kendi gözüyle cenneti görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük müjdeyi haber vermiştir.

Öyle ki, bir adama idam edileceği anda affedilerek padişahın yakınında bir saray verilse ne kadar sevinir.

Aynen öyle de bütün cinler ve insanlar sayısınca toplu bir müjde olan bu sevinç ne kadar önemli ve değerlidir.

Dördüncüsü: Peygamber Efendimiz (asm) Miraç’ta Cenab-ı Hakk’ın cemalini görme nimetini tattı.

Bu manevi nimetin cennette müminlere de nasip olacağı müjdesini verdi.“Bulutsuz berrak bir mehtap gecesinde ay nasıl görünüyorsa, bulutsuz bir günde güneş nasıl görünüyorsa, müminler de cennette Rablerini öyle apaçık göreceklerdir.”[54] buyurarak, bu ezelî müjdeyi bizlere hediye olarak getirdi.

Beşincisi: İnsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat Sahibi’nin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraç ile anlaşıldı.

Kâinata nispetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve mevki kazandı.

Çünkü rütbesiz bir askere,“Sen paşa oldun.” dense ne kadar sevinir.

Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare insana birden, "Sonsuz ve baki bir cennette Rahman ve Rahîm olan Allah'ın rahmetine gireceksin." dendiğinde, o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar.

Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakk’ın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir.

Cenab-ı Hakk’ın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraç’ın bu meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir.

______________________________________

[1]Feyruz Abadi, Kamûsu'l-muhit, c. 4, s. 343.

[2]İbn Esir, Nihâye, c. 3, s. 203.

[3]Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefa, c. 1, s. 218; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 1 48; Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 4, s. 39; Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 306.

[4]İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 , s. 214; Belâzurî, c. 1 , s. 255; Beyhakî, c. 2, s. 354; İbn Abdilberr, c. 1, s. 40; Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 219; İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 51; Kurtubı, Tefsîr, c. 15, s. 216; İbnSeyyid, c. 1 , s. 148; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 22; Bedrüddin Aynî, Umde, c. 4, s. 39.

[5]Ebu'l-Ferec, c.1, s. 219.

[6]İsra, 17/1.

[7]Necm, 53/7-18.

[8]Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 148; Buhârî, c. 4, s. 248; Müslim, c. 1, s. 145; Tirmizî, c. 5, s. 301; Beyhakî, c. 2, s. 362-363; Begavî, c. 2, s. 177; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 8.

[9]Mesâf, Sünen, c.1, s. 221-222; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 6.

[10]Nesâî, c. 1, s. 222; Kadı lyaz, c. 1, s. 136.

[11]İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 ,s.214; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ye'n-nihâye, c. 3, s. 109-110.

[12]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.

[13]İbn İshak, İbn Hişam, c 2, s. 39; Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 329; İbn E bi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 302; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 148; Buhârî, Sahih, c. 4, s. 141; Müslim, Sahih, c. 1, s. 145; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 300; Dârımf, Sünen, c. 2, s. 36; Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 256; Taberî, Tefsir, c. 15, s. 15; Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 387; Kadı Iyaz, c. 1, s. 136; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52; İbn Seyyid, c. 1, s. 144; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 244, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s.109-110.

[14]Abdurrezzak.c.S, s. 329; Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 282; Buharı, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Tabeıf, Tefsir, c.1 5, s. 12.

[15]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.

[16]Müslim, Sahîh, c. 1, s. 145; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.

[17]Abdurrezzak, c. 5, s. 330; Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 141; Tirmizî, c. 5, s. 300; Taberî, Tefsîr, c. 1 5, s. 15; Beyhakî, c. 2, s. 357; İbn Esir, c. 2, s. 52; Zehebî, s. 244.

[18]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 15; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110.

[19]İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 45; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 14; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 111; Kastlânî, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 2, s. 24.

[20]İbn Ebi Şeybe, c. 14, s. 303; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 148; Müslim, Sahîh, c. 1, s. 146; Beyhakî, Delâilü'n- nübüvve, c. 2, s. 383; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Musannef, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 53; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.

[21]İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 303-304; Ahmed b. Hanbel Müsned, c. 3, s. 148-149; Müslim, Sahîh, c. 1 , s. 146-147; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 384; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Câmiu'l- usûl, c. 12, s. 53-54; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 144.

[22]Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 207-208; Buhârî, Sahih, c. 4, s. 249.

[23]İbn Ebi Şeybe, c. 14, s. 304; M üslim, c. 1, s. 146; Taberî, c. 27, s. 54; Beyhakî, c. 2, s. 384; Kadı lyaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 137; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 54; İbn Seyyid, c. 1,s.144; Zehebî, s. 266.

[24]İbn Sa'd.Tabakâtü'l-kübrâ. c. 1, s. 213; Buhârî, Sahih, c. 1, s. 92; Müslim, Sahih, 11, s. 149; Beyhakî, c. 2, s. 381; Kadı lyaz, c. 1, s.140, 148; İbn Esîr, c. 12, s. 56; İbn Seyyid, c. 1.S.145; Zehebî, s. 254.

[25]Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 449; Buhârî, c. 6, s. 51; Taberî, c. 27, s. 57, Beyhakî, c. s. 372; Kurtubî, c. 17, s. 98.

[26]Buhârî, c. 8, s. 204; Taberî, c. 27, s. 45; İbnEsîr, c. 12, s. 51; İbn Kayyım, Zâdü'l-Mead, c. 2, s. 53; Kurtubî, c. 17, s. 98; Zehebî, s. 267; E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 112.

[27]Kadı lyaz, c. 1, s. 160; Diyarbekrî, c. 1, s. 312.

[28]Kadı lyaz, c. 1, s. 163.

[29]Buhari, Ezân: 148, 150; el-Amel Fi’s-Salât: 4, İsti’zân: 3, 28, Da’avât: 16, Tevhîd: 5; Müslim, Salât: 56, 60, 62; Ebû Dâvud, Salât: 178; Tirmizî, Salât: 100, Nikâh: 17; Nesâî, Tatbîk: 23, Sehv: 41, 43-45, 56, 100-104; İbn-i Mâce, İkâme: 24; Nikâh: 19; Dârimî, Salât: 84, 92; Muvatta’, Nidâ’: 53, 55; Müsned, 1:292, 376, 382-4:409.

[30]Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Altıncı Şua, s.92; On Beşinci Şua, s.642-646.

[31]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 422; Müslim , Sahih, c. 1, s. 157; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 393-394; Nesâî, Sünen, c. 1, s. 224; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 373; Begavî, Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s.179; Kadı I yaz, eş-Şifâ, c. 1, s. 1 42; İbn Esir, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 57; Kurtubî, c. 17, s. 94; Zehebî, s. 255; Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 312.

[32]İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 304; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 149; Müslim, c. 1, s. 146-147; Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 384; Kadı lyaz.c.1, s. 138; İbn Esîr, c. 1 2, s. 54; Zehebî, s. 266.

[33]Buhârî, Sahih, c.1, s. 93; Müslim, Sahih, c. 1 ,s.149; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 57.

[34]İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 304-305; Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 149; Müslim, c. 1, s. 147; Beyhakî, c.2, s. 384; Kadı lyaz, c. 1, s.138; İbn Esîr, c. 12, s. 54.

[35]Bakara, 2/285-286.

[36]İbn Esîr,Nihâye, c. 4. s.19.

[37]Abdurrezzak, M usannef, c. 11 , s. 17;, Buhârî, Sahih, c. 195; Müslim, Sahih, c. 1, s. 92; Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 8, s. 20, 249.

[38]Buhârî, Sahili, c. 1 , s. 93; Müslim , Sahili, c. 1, s. 149; Begavı", Mesâbîhu's-sünne, c. 2, s. 179; İbn Esîr, Câmiu'l-usûl, c. 12, s. 57; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1 , s. 145.

[39]Al-i İmran, 3/133.

[40]İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.

[41]Buhârî, c. 1, s. 93; Müslim, c. 1, s. 149; Begavî, c. 2, s. 179; İbn Esîr, c. 12, s. 57; İbn Seyyid, c. 1, s. 145; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s.260.

[42]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 263; Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 92; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 449; Taberî, Târîh, c. 2, s. 211.

[43]İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.

[44]Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 263; Buhârî, c. 6, s. 92; Tirmizî, c. 5, s. 449; Taberî, c. 2, s. 211; İbn Esîr, c. 2, s. 55; Tirmizi, c.5, s. 450; Taberî, c. 2, s. 211; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.

[45]İbn İshak.İbnHişam, Sîre, c.2, s. 45-46.

[46]İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 55.

[47]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 210; Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 190; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 557; İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 141; Dârimî, Sünen, c. 2, s. 216; Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 320; Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 7, s. 52; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2. s. 335; Zehebî, Târîhu'l-islâm. s. 480.

[48]İbn İshak, İbnHişam, c. 2, s.43; İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 214-215; Taberî, Tefsîr, c. 15, s. 2; Zehebî, Târıhu'l-islâm, s. 272; Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 110-111; Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 1, s. 439; İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 56.

[49]İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s.214; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 272.

[50]İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 43; İbn Sa'd, Tabakât, c. 1 , s. 215; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 141; Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 245-246; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 110.

[51]Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 315-316; Ebu'l-Fidâ, Tefsir, c. 3, s. 22; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 56-57; İbn Seyyid, c.1, s. 142; İbn İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 2, s. 44; Zehebî, Târîhul-islâm, s. 243; İbn Sa'd, Tabakâtül-kübrâ, c. 1, s. 215.

[52]İbn Ebi Şevbe, Musannef, c. 14, s. 306; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 309; Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vetâ, c. 1 , s. 223; Zehebî, Târihu'l-islâm, s. 250.

[53]İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 39-40; Zehebî, s. 248; Ebu'l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s.21.

[54]Buhari, Müslim, Tirmiz’den, Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 416/10133

Yazar:

Yusuf Sıddık
 
takipçi satın al
Uwell Elektronik Sigara
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
Geri
Üst