Michel Foucault ve Kırılmalar Üzerine

CADIII

Bayan Üye
Konusu insan olan bütün beşeri-toplumsal bilimlerin gerçeklik karşısındaki iddiaları şüpheyle karşılanması gelenek olmuştur çoğu zaman.Eğer siz gerçeklik ile teori arasındaki karşılıklı değişebilirlik ilkesini göz ardı ettiğiniz zaman Marks gibi dünyanın bütün işçilerini toplamak zorunda kalırsınız.Foucault’nun yapmaya çalıştığı şey ise gelenekselleşmiş,kült haline gelmiş anlatılara ve bilgi iddialarına karşı kuşkucu tavırlar geliştirmektir.Sözgelimi onun çabası herhangi bir bilim alanının konusuna giren problem alanlarına ilişkin bilgi iddialarını ve bağlı olduğu söylem motiflerinin gerçekliğe ilişkin yorumlarını kritik etmektir.

Foucaultif sosyolojik çalışmaları anlama çabasının zorluğundan dolayı ve bu güçlüğü hafifletmek için en iyi yollardan birinin, günümüz şartları açısından Foucault ile yapılan söyleşilerin içerik ve tematiğini keşfetmekten geçtiğine inanıyorum.Aslında anlaşılmasında zorluk çekilen bir Foucault varsa bu, büyük bir olasılıkla onun okuyucu ile arasındaki klasik iletişim örüntüsünü önemsememesindendir.Onun çalışmalarına atfen yapılan “tutarsızlıkları içerdiği” eleştirisinin de buradan kaynaklandığına inanıyorum.Oysa Foucault tutarlı bir yaklaşım geliştirmek ister çalışmalarında.

Foucault için bir yer tayin etmeye çalışırsak, temel ilgisinin 18.yy Avrupa düşüncesinden geçen yapı ve kurumların analizine ilişkin açıklamalarından ötürü modernist yönelimleri taşısa da post-yapısalcı kuşağın güçlü kişiliklerinden biridir Foucault.Post-modern felsefenin içinde düşünebileceğimiz Post-yapısalcılık kısacası; yapısalcılığın eğitim,dil,ekonomi gibi kurumların doğasında olan bilinçli ve ilerlemeye yönelik olduğu temel tezini ,eleştirilmeye müsait alan olarak bakan ve 1960’lı yıllarda Fransa’da başlayan bir harekettir diyebiliriz kısacası.Yine Foucault için bazen Yapı-bozumcu nitelendirmeler yapılsa da hem kısmen doğru hem kısmen de eksik olduğunu düşünüyorum.Çünkü böyle bir nitelendirme Foucault’ u çok pesimist (kötümser) biri olarak karşımıza koyar.Oysa Foucault aynı zamanda olgulara ilişkin yorum ve genellemeleri yeniden inşa eder gibi gözükür.

(Amacım ç.n.) delilik, hastalık,suç ve ceza hakkındaki belirli kesin olarak görülen şeyleri ve bayağılıkları yok etmek için bazı katkılarda bulunmak;bir çok başka şeyin yanında , belirli ifadelerin artık canlılıkla ifade edilemeyeceğini göstermek;insanların belirli şeyleri algılayışlarında ve yerine getirişlerinde değişiklikler yapmaya katkıda bulunmak; ve duyarlılık biçimlerinin bu zor yer değiştirirliğine ve müsamahanın başlamasına katılmaktır;bundan daha fazlası için çabalamaya muktedir olduğumu sanıyorum (aktaran Skinner Quentin1981:11-12).

Foucault’un “benim için bir vahiydi”dediği Nietzche’den çok etkilendiği açıktır. İlginçtir ki Weber’in de Nietzche’den sarsıcı bir biçimde etkilenmesinin yanında Focault ile içerdiği temalar açısından aralarında söz konusu bir yakınlıktan bahsetmek mümkün. Weber’in modern hayata ilişkin yaptığı benzetme olan “demirden kafes” dediği şey,Foucault için “panoptik sistem”dir.Öyle görünüyor ki Tanrı, vahiylerden ilkini Weber, ikincisini ise Foucault için göndermişti.Böylece Foucault için bir başlangıç serisi olarak tasarladığım bu kısa bilgi ve açıklamalardan sonra şimdi Foucault’nun özel ilgi alanlarının neler olduğuna ,sosyolojik çözümlemelerin nerelerde yoğunlaştığına bakalım.

1.CEZALANDIRMA ANLAYIŞINDAKİ DEĞİŞİKLİK:
Genel tarihe baktığımız zaman, antik göçebe toplumlarının cezalandırma biçimlerini belirleyen motivasyonların ve temelini oluşturan anlayışın, günümüz uygarlığından farklı olduğunu görürüz. Örneğin hepimizin bildiği gibi göçebe Türk yaşantısında hapis tutma yöntemi tamamıyla bireyin işlemiş olduğu salt suçlarından ötürü ilkesel bir anlayıştan kaynaklanmasının yanında göçebe hayatın hızlı olmasından kaynaklanan kendine özgü bir uygulamayı da hayata geçirmişti. Örneğin suçluyu hapiste tutma süresi ya kısaydı ya da rasyonelleştirici bir çabanın sonunda suçlu infaz edilirdi. Avrupa’nın ilerlemiş Monarşik imparatorluklarına baktığımızda uygarlıkların ilkel düzeyde hapishane sistemine kavuştuğunu (Osmanlı imparatorluğu için de geçerli tabii) ve temelde ilkesel bir anlayış farklılığı olmasa da pratik açıdan daha deneyimli bir alana hizmet etme imkanını sağlamış olduğunu görürüz. Fakat cezalandırma metotlarının nasıl ve ne oldu da özellikle 18.yy.dan sonra özellikle 19.yüzyıldan sonra farklı metot ve uygulamalara giriştiğini ve bunu destekleyen imkan ve koşulların neler olduğu sorusuna gelince, Foucault artık herkesin ezberini bozacak genel toplumsal tarihin sosyolojik dokusunu irdelemeye yönelir.

Foucault için tarihi anlatan şeyler küçük ama önemli ayrıntılarda gizliydi.Örneğin Foucault için bir celladın insanı parçalarken ki davranışının içerdiği motif önemlidir ancak; bir kişinin deli,düşünce suçlusu,koca burunlu,dev ağızlı veya niçin benim gibi düşünmüyorsun diyerek yapılan kategorik sistemlerin içerdiği düşünce motifi çok daha önemli olmuştur.Çünkü ona göre “celladın dahil olduğu iktidar ve bilgi ilişkisi açık iken;kategorik sistemin ihtiva ettiği iktidar ve bilgi ilişkisi muğlak ve keyfidir çoğu zaman”.Fakat bu keyfiyetin bilinen algılama ile karşılanmaması gerektiğini belirtmek istiyorum.Burada keyfiyet argümanıyla açıklığa kavuşturulması gereken şey, Foucault’u iktidar her yerdedir demeye getirdiği çıkış noktasıdır.Yani mümkün olduğunca birey-öznesi üzerinden iktidarın halkalarını genişleten bir sistem.Bu sisteme işlerlik kazandıran,halkaların devamlılığını sağlayan ve güçlendiren teknik ise Foucault’nun çözümlemelerinin dayanağını oluşturan SÖYLEM kavramıdır .

Örneğin belirgin bir noktayı, on sekizinci yüzyılın sonuna kadar Avrupa’ da kaçakçılığın önemini ele alırsak ,çok önemli bir akış saptarız;neredeyse diğeri kadar önemli olan ve iktidarın denetiminin tamamen dışında bir akış saptarız.Ayrıca,kaçakçılık insanların varlık koşullarından biriydi;deniz korsanlığı olmasaydı ticaret işlemezdi ve insanlar yaşayamazdı.Başka deyişle yasa dışılık yaşam koşullarından biriydi,ama aynı zamanda iktidara yakalanmayan ve iktidarın denetiminde olmayan bir şeylerin varlığına da işaret ediyordu...Monarşi’de faaliyet gösterdikleri biçimiyle iktidar mekanizmalarının ikinci büyük sakıncası aşırı ölçüde masraflı olmalarıydı…O dönemde iktidar esas olarak tahsildar ve yağmacıydı.Bu durumda ,her zaman iktisadi bir kaçak meydana geliyordu ve sonuç olarak iktidar iktisadi akışı desteklemekten ve teşvik etmekten çok,iktisadi akışın sürekli engeli ve freniydi.Şu ikinci kaygı,şu ikinci gereklilik buradan kaynaklanır:Şeyleri ve kişileri en ufak ayrıntısına kadar denetlerken toplum için masraflı olmayan veya esas olarak tahsildarlık yapmayan,ekonomik süreç yönünde faaliyet gösteren bir iktidar mekanizması bulmak (Foucault Michel 200:148).

Söylem ;ifadenin güç ilişkileri dolayımında ürettiği meşru hakikatlerdir.Söylemin meşruiyeti, iktidarın bireyler üzerinden ve bireylerle birlikte tesis ettiği denetim ve disiplin süreçlerinin canlılığı ve sürekliliğine bağlıdır.Foucault’a göre deliliği,şizofreniyi,kategorileştirmeleri ve cinselliğin bastırıldığı Victoria İngilteresi’ ni çözümleyebilecek temel analiz birimi, dönemin egemen olan söylem kalıplarıydı.Söylemin kalıpları olan ifade biçimleri, tarihte rol oynayan bilimsel disiplinlerin (Foucault’nun ağırlıklı olarak üzerinde durduğu tıp,psikoloji,kriminoloji,istatistik gibi bilimler) birey üzerindeki denetimini,iktidarın yönetim aygıtı dediği (bürokrasi) yolla toplumsal yaşam üzerindeki denetimini ve bizzat bireyin birey özneler üzerindeki disiplin metotlarını (ailede çocukların cinsel davranış örüntülerinin baskı altına alınması,yasaklanması gibi) hayata geçiriyordu..Foucault’nun tamamıyla yapmaya gönüllü olduğu işlerden ilki bunun “grandé critigue”sini yapmaktı.

(Foucault’un) birincil amacı, modern toplumların ,(tıp, psikiyatri,psikoloji,kriminoloji,sosyoloji ve benzeri)beşeri bilimlerin bilgi iddialarını ve pratiklerini onaylayarak kendi bireylerini kontrol etme ve disiplin altına alma tarzını eleştirmektir.Beşeri bilimlerin , egemenlik ve haklara dayalı eski politik düzeni alt üst ettiğini ve disipline edici mekanizmalar ve insan davranışı için normlar oluşturması aracılığıyla uygulanan yeni bir iktidar (power) rejimini kurumsallaştırdığını ileri sürer.İşyerlerinde,sınıflarda, hastanelerde ve sosyal yardım ofislerinde;ailede ve toplumda;ve,hapishanelerde,akıl hastalığı kurumlarında,mahkeme salonlarında ve mahkemelerde,beşeri bilimler,kendi “normallik” standardını kurmuştur.Normal çocuk,sağlıklı vücut,dengeli zihin,iyi vatandaş,mükemmel koca ve gerçek insan gibi kavramlar insanı taciz eder ve öğretmenlerin,memurların,doktorların,yargıçların,p olislerin ve yöneticilerin pratikleri aracılığıyla yeniden-üretilir ve meşrulaştırılır (Skinner Quentin 1997:90-91).

Foucault’u Ortodoksçul bir yöntemle okumaya çalışan her okuyucunun üç aşağı beş yukarı bunun gibi benzer temalar içeren pasajlarla karşılaşması açıktır. Pasajda geçen “normallik” kavramıyla vurgusu yapılan şey, tabiatıyla anormal olanın bertaraf edildiğini de içeren söylem biçimidir.Sözgelimi normal olan şey mükemmel koca olmaktır.Normal olan şey iyi bir yurttaş olmaktır.Normal olan şey anormal olmayan her şeydir…Bütün bunlar “yeniden üretilir” dediğimizde ise “eskiden üretilirdi” dediğimiz söylem biçiminin yerini aldığı kırılma noktasına vurgu yapıyoruzdur artık. Foucault’ nun anormal olanın üzerine odaklanmasının ve bu anlamda olaylara sonuç üzerinden gelip nedenselliğin ardındaki söylemsel oluşumların varlığına eğilmesi, alışılagelenin dışında bir çabadır.Foucault tarihten ışık almak yerine tarihe ışık getirme çabasındadır.Kurumsal yapılar içinde en iddialı çalışmalarından biri olarak kabul ettiğim Foucault’ nun Hapishanenin Doğuşu isimli yapıtı, tarihin karanlıklarına ışık tutan bir çalışmadır bu anlamda.Sözgelimi doğmakta olan hapishanenin, beraberinde yeni bir söylemsel kırılmanın getirdiği modern dönemin de habercisi olması açısından bir “detay”dır.Güç artık suçlunun ezilen bedeninde mutlak monarşinin egemenliğini göstermeye yarayan olağanüstü halk gösterilerine dayanmaz. Hapsetme hapsedilenlerin sürekli olarak izlenmesi yoluyla uygulanan,onların davranışlarını düzenlemeye ve dönüştürmeye çalışan kapsamlı bir kurallar bütününün uygulanması anlamına gelir.Hapishane, içinde “disiplinci toplum”un biçimlendiği okullar fabrikalar,kışlalar,hastaneler vb. bir dizi yeni kurumlardan biridir (Callinicos Alex 2004:410).

Foucault’nun modern hapishanenin Pan-optik sistem dediği “tam-görüm” denilen denetim modelini, pragmatist filozof J.Bentham’ın katkısı olarak kabul eder.Pan-optik denetimde iktidarı simgeleyen ve bütün mahkumların gözlemlenebildiği hapishane sisteminin merkezi noktasında olan kule,maddi varlıklar üzerinde gözlemlerde bulunmakla kusursuz bir sistemdi.Böylelikle bütün bedenler sistematik bir biçimde ve son derece rahat bir şekilde disiplin altına alınıyordu.Dolayısıyla toplumsal ve bireysel hayatımızın diğer kurumlarında da böylesi bir sistem uygulanıyordu.Okullarda, kışlalarda, kreşlerde, evde, işyerinde,büroda,atölyelerde…Hem özgür olduğumuz hem özgür olmadığımız her yerde…Bununla birlikte Foucault, hapishane sisteminin modeline ilişkin analizler geliştirdikten sonra sisteme ilişkin eleştiriler getirmesi onu Bentham’ın kibirli pragmatist tuzağından kurtardığını söylemek mümkün. Foucault’nun günümüz hapishane sistemine yönelik eleştirisinin ihtiva ettiği dayanaklara geldiğimizde ise eleştirilerinin mümkün olduğunca objektivist-insancıl öğeleri içerdiğini görmekteyiz.

Eğer hapishaneler ve cezalandırıcı mekanizmalar dönüştürülürse, bu bir reform planının toplum görevlilerinin kafalarında bir yer bulması nedeniyle olmayacaktır; o cezaya ilişkin gerçeklikle meşgul olmak zorunda olan kimseler,bir diğeriyle ve kendileriyle ihtilafa düştükleri zaman , çatışmalar ve karşılaşmalar aracılığıyla ,çıkmaz sokaklara ,sorunlara ,olanaksızlıklara uğradıkları zaman olacaktır;reformcuların ideallerini gerçekleştirdikleri zaman değil,eleştirinin gerçek oranda fark edildiği zaman…Ve muhtemelen Foucault iktidarın çatışmayı seven özelliğinden dolayı uzlaşı yollarının dinamiklerinden birine gönderme yapar gibidir…Eleştiri,sonuca bağlayan bir tümdengelimin öncülü olmak zorunda değildir:Eleştiri,yapılmasına ihtiyaç duyulan şeydir.Mücadele edenler,reddedenler ve olana karşı koyanlar için bir araç olmalıdır eleştiri.Çatışma ya da yüz yüze gelme süreçlerinde karşı çıkmayı amaçlayan makalelerde kullanılmalıdır o (aktaran Skinner Quentin 1997:105).

Foucault’un bu ve benzeri satırlarından çıkarmamız gereken sonuçlardan ilki,modern söylemin cezalandırma anlayışındaki değişikliğin ardında yatan temel faktör teşkil ettiğidir.Bu modern söylem, başlangıcındaki “yabanıl”lığını bırakıp iktidarın emrinde hareket eden ve insana” yabancılaşan” bir yaşam alanı sunmuştur.Sözgelimi artık insanlar,sadece suçlarından ötürü cezalandırılan varlıklar değil iktidarın uygulama tekniklerinin verimlilik derecesinin ölçüldüğü aygıt-birimlerdir.Sistem mümkün olduğunca rasyonel olma çabasındadır.Sistem “Guantanamo”laşmıştır artık.

Çıkarmamız gereken sonuçlardan ikincisi ise Foucault’un pasajda geçen“eleştirinin gerçek oranda fark edildiği zaman” dediği şeyin neyi ifade ettiğidir. Sözgelimi Foucault açık bir biçimde olmasa da problemin kökenine inmek istemektedir.Söz konusu onun için asıl yapılması gerekenler, bütün modern kurumların (hapishane,okul,hastane v.b.g) fenomenal yöntemle paranteze alınıp insan odaklı bir projenin imkanlı olup olmadığının sorgulanacağı “grandé argumentum”a (büyük tartışmaya) katılmaktır.

2.CİNSELLİĞE BAKIŞ AÇISINDAKİ DEĞİŞİKLİK:
Yapısal teoriye gönderme yapmak açısından Freud’un cinsellik üzerine çalışması her halükarda kabul edilebilir gibi geliyor bana.Çoğu yazarların Freud’un cinsellik üzerine olan çalışmalarının neredeyse endüstriyel bir referans ortamını oluşturduğu açıktır.Fakat bu eleştirilerin Freud’un o sarsılmaz dediğimiz doktriner türden açıklamalarından kurtulamadıklarını görüyoruz.Bunun yanında yapılan eleştirilerin Freud’un birkaç köşesine gönderme yapmaları bakımından Freud’un ardılları imajını vermekten öteye gittiğini de sanmıyorum.Foucault’nun da açıktır ki Freud’un çalışmalarının merkezi bakış açısına yönelik doğrudan bir katkı sunmak veya onun teorisine bağlı kalmak gibi bir çabasının olmadığını ayrıca dile getirmeliyim.Bunun olası nedenlerinden biri Freud’un bütün çabasının, Foucault’nun çalışmalarının birer nesnesi olma imajından kurtulamamasıdır.

Kuşku yoktur ki Freud psikoloji bilimine eşine az rastlanır türden zengin katkılar sunmuştur.Bugün her ne kadar çoğu düşünceleri (doğaldır ki cinsellik üzerine olan düşünceler) sistematik olarak eleştirilmesine rağmen Foucaultif düşünüş açısından herhangi destekleyici ciddi bir eleştirel çabanın varlığından söz edemeyiz.Çünkü hem Freud’un hem de onun ardıllarının çağın yükselen kapitalist sosyo-ekonomik değerler sisteminden kurtulamadıklarını görüyoruz.Sözgelimi tüketim alışkanlıklarının bireyi köleleştiren dinamiği,çalışma şartlarının bireyi sömürme mantığı üzerinden hareket eden çabalarının (Marks’a güvenerek vurguluyorum)ve genel anlamıyla iktidarın ”özgürlükten kaçan” birey tipini (Eric From’a gönderme yapıyorum) öngören temel anlayışın doğaldır ki hasta bir birey ve hasta bir toplum ortaya çıkaracağı bekleniyordu.Ve öyle de oldu.Foucault’nun tüm derdi sorunun ilk ve büyük başlatıcı faktörlerinin ne olduğudur. Foucault’nun anlamaya çalıştığı şey, sorunun ilk ve başlatıcı faktörlerinin bir aradalığını içeren olgular ve motivasyonların ne olduğu ile ortaya çıkan söylemsel farklılığın beraberinde getirmiş olduğu tezahürler…

Foucault cinselliğin davranış örüntülerinin salt bireyin kendisinden kaynaklanan arzuların Freudyen bastırma kavramıyla açıklanmasının yetersizliğini ortaya koymaya çalışır. Sözgelimi bireyin cinsel zevklerini yaşamasındaki sorun, iktidarın halkaları olan kurum ve işleyiş süreçlerinin (aile, Victoria İngilteresi,çağa özgü hakim bio-politik süreçler vb.) söz konusu sorunu sistemli denetim altına almasından kaynaklanıyordu.Cinsellik üzerine çok ciddi çalışmaların yapılmış olması bu bağlamda akıllarda soru işaretleri bırakmıyor değildi.Bu olayın psikoloji ve psikiyatri gibi bilimlerin egemenliğinde araştırılıp irdelenmesi aslında söz konusu olayın temel dinamiklerinin ne olduğu konusunda Foucault şüpheyle yaklaşmıştır…Doğrusunu isterseniz, söz konusu olan,baskının var olduğunu yadsımak değil,baskının cinsellik konusunda daima çok daha karmaşık bir siyasi stratejinin parçası olduğunu göstermektir.Şeyler yalnızca baskı altına alınmaz…On dokuzuncu yüzyılda cinselliğin hem bastırılmış hem de psikoloji ve psikiyatri gibi teknikler aracılığıyla açığa çıkarılmış,önemle vurgulanmış ve analiz edilmiş olması,bunun basitçe baskıyla açıklanamayacak bir sorun olduğunu bütün çıplaklığıyla gözler önüne serer (Foucault Michel 2000:130).

Freud’un sağlıklı bireylerin yetişebilmesi adına olan çabasını onun bize bıraktığı dizgesel yapıtlarından ve onun “médical imagé”ından anlayabiliriz. Bu tipik anlamda “kafayı yormak” deyiminin pratikteki işleyişidir diyebiliriz.Nihayetinde Freud’un tüm asli çabasının çok güçlü söylemsel oluşumlara açık alan bıraktığı da açıktır.Foucault’nun amacının da Freud’un tam da kendi söylemsel argümanlarının (şizofren kişilik,histerik vakalar,yüceltme gibi) kendi içine kapanmasının anlamsız bir yorucu çalışmadan öteye gidemediğidir.Çünkü Freud çalışmalarını içinde bulunduğu hakim yüzyılın “kendine özgü” (sui generis) olan dinamikleri içinde kaldığından dolayı asıl problemin nedenlerini ,dışarıdaki “iktidarın derinliğinde”değil birtakım tartışmalara mahal bırakan yöntemlerle (hipnoz,serbest çağrışım,telkin,terapi gibi) bizzat “bireyin derinine” inerek bulmaya çalışır.Weber, Freud’un terapi tekniğinin “günah çıkarma”nın canlandırılması olduğunu, doktorun da rahibin yerini aldığını düşünüyordu (Parla Taha 1986.21).Böylece dışsal baskının yol açtığı günahlar, yine günahın mağduru olan birey kişiliğinde açığa çıkarılmaktaydı.

On dokuzuncu yüzyılda…cinsel davranışın bireysel kendiliğin tanımlanması açısından önem taşıdığını gözlemlemeye başlarsınız.ve bu yeni bir durumdur.On dokuzuncu yüzyıldan önce yasaklanmış davranışların, çok ağır biçimde cezalandırılsalar bile ,daima bir aşırılık olarak ,bir “libertinaj”,çizmeyi aşmak olarak değerlendirildiğini görmek çok ilginçtir…Bana kalırsa ,bireyleri cinsel davranış ya da arzularıyla karakterize etme fikrine on dokuzuncu yüzyıldan önce ya hiç rastlanmaz ya da çok ender hallerde rastlanır.”Bana arzularını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.”Bu sorun, on dokuzuncu yüzyıl açısından tipik bir durumu yansıtır (Foucault Michel 2000:132).

Bireyler üzerine bırakılan mahrem örtü (cinsel baskı) toplumsal yaşamın içkinliği açısından her ne kadar kabul gören bir anlayış ve denetim mekanizması ise de genel anlamda iktidarın cinsellik olgusunu sorunsallaştırması, her açıdan ilgiyle tartışılması gereken bir konudur. Bu açıdan Foucault –her ne kadar sosyolojiye şüpheyle baksa da-cinsellik olgusunu tarihsel açıdan ne tür bir sosyolojik çözümlemeye indirgenebileceği konusunda bir referans imkanı sağladığını söyleyebiliriz. Antikçağlardan itibaren yasaklanan çeşitli cinsel davranış örüntülerinin ne oldu da 19.yüzyıllarda serbestçe araştırmalara konu edildiği sorusunu öyle görünüyor ki sosyolojik tahayyüllerin merkezinden başlatmaktan başka çare de yoktur diye düşünüyorum.

DEĞERLENDİRME: Foucault için yaptığımız yorumları genel bir değerlendirme etrafında kısaca toparlamaya çalışırsak;

1.Tarihin sosyolojik dokusunun parçalanması 18.yüzyıl olmakla birlikte çoğunlukla 19.yüzyılda somut halleriyle ortaya çıkmıştır (modern denetim kurumlarının ortaya çıkışı).
2.Sosyal yapının ekonomistik yorumunun getirdiği söylemsel kırılmalar (cinselliğin araştırılmasının sorun olmaktan çıkışı gibi…) yeni birtakım disiplin dallarının (psikiyatri, kriminoloji gibi) varsayımlarını güçlendirmek için motivasyonel araçlar sağlamıştır (terapinin önemli hale gelişi,suçlu istatistiklerinin devletlerin arşivlerine girmeye başlaması gibi).
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst