HaSaNSaBBaH
Kayıtlı Üye
(Feth-ul-mecîd) kitâbının üçyüzseksenbesinci sahîfesinde,(Din imâmlarının ictihâd yapmaları câizdir. Çıkardıkları hükmleri,delîlleri ile yazarlar. Bir kimse, eline geçen delîle, ya’nî âyete ve hadîse uymayıp, imâmının hükmüne uyarsa, bu kimse sapık olur.Imâm-ı Mâlik ve Ahmed ve Sâfi’î de böyle söyledi) diyor!
Ehl-i sünnetin bu üç büyük imâmı ve hattâ imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyhim”, bunu müctehid olan derin âlimler için söylediler. Bir müctehid, bir âyet-i kerîme ve hadîs-i serîf görünce,bu delîle uyar. Hiçbir müctehidin ve kendinin ictihâdlarına uyamaz. Çünki, âyetin veyâ hadîsin açıkça bildirdigi bir is için ictihâd yapmak câiz degildir!
(BERÎKA) üçyüzyetmisaltıncı sahîfede diyor ki, (Bizler, müctehiddegiliz. Bize (Mukallid) denir. Bizim gibi mukallidler için, delîl, sened,fıkh âlimlerinin, ya’nî müctehidlerin sözleridir. Bildigimiz âyet-i kerîmeler ve hadîs-i serîfler, bunların sözlerine uymaz görünürlerse,onlara degil, bunların sözlerine uymamız lâzımdır. Bunlar,onları görmemis veyâ görmüsler de anlıyamamıslar demek câiz olmaz).
Yazar(feth-mecid yazari), Ahmed ibni Teymiyyeyi ve talebesi ibni Kayyım-ı Cevziyyeyi müctehid biliyor. Âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i serîflerden bunların anladıklarına uyup, din imâmlarımızın ictihâdlarını begenmiyor.Hâlbuki, kendisinin de yukarıda bildirdigi gibi, din imâmlarımız ictihâd buyurdukları hükmleri bildirirken, dayandıkları âyet-i kerîmeleri ve hadîs-i serîfleri birlikde yazmıslardır! Kitâbın müellifi, din imâmlarına uyan Ehl-i sünneti, Allahü teâlânın kitâbını bırakıp da, papazlarına, hahamlarına uyan hıristiyanlara ve yehûdîlere benzetiyor. Müslimânlara müsrik diyecek kadar alçaklasıyor. Kendisi, müctehid olmıyan câhillere, Ehl-i sünnet âlimlerinin büyüklüklerini anlıyamıyanlara uydugu için, kendisinin dalâletde oldugunu anlıyamamakdadır. Eger anlıyabilseydi, ne güzel olurdu.
Ibni Âbidîn, Tahâreti anlatmaga baslarken diyor ki, (Müctehidlerin delîllerini, senedlerini, mukallidlerin arasdırmaları, anlamaları lâzım degildir). Vehhâbî yazar, buna da inanmıyor. Mu’âz hadîsini yazıyor.Hâlbuki, bu hadîs-i serîf, onun sapık inanıslarını çürütmekdedir.Memleketinin îcâbı olarak arabî dilini iyi bildiginden, her sözünü isbât etmek için bir çok âyet-i kerîme ve hadîs-i serîf yazıyor. Aklı ermedigi, mantık ve muhakemesi olmadıgı için, vesîka sanarak yazdıgı âyet-i kerîmelerin ve hadîs-i serîflerin, kendi savunmalarının bozuk, çürük oldugunu açıga vurdugunu anlıyamıyor. Imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin “rahime-hullahü teâlâ” talebesine karsı (Âyeti, hadîsi alınız! Benim sözümü bırakınız) buyurdugunu da yazıyor. Müctehidler için söylenmis olan bu sözlerin, bizim gibi ve Ibni Teymiyye, Ibni Kayyım, Muhammed Abdüh ve Seyyid Kutb ve Mevdûdî gibi mukallidler için de oldugunu sanıyor!!
(Üsûl-ül-erbe’a fî-terdîd-il-vehhâbiyye) kitâbının dördüncü aslında,fârisî olarak buyuruyor ki, islâm dîninin hükmlerini biz câhillere derin âlimler ve olgun sâlihler bildirdi. Bunlar, (Muhaddisler) ve (Müctehidler)dir “rahime-hümullahü teâlâ”.
Hadîs âlimleri, hadîs-i serîfleri incelemislerdir. Dogru olanlarını ayırmıslardır. Müctehidler de, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i serîflerden ahkâm çıkarmıslardır. Biz, ibâdetlerimizi ve bütün islerimizi bu ahkâma uygun olarak yaparız. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânından çok uzak oldugumuz ve nassların nâsih ve mensûh olanlarını ve muhkem (ma’nâsı açık) ve müevvel (ma’nâsı açık olarak anlasılamıyan) olanlarını ve birbirine uymaz görünenlerinin uygun olduklarını anlıyamadıgımız için, bir müctehidi taklîd etmemiz lâzımdır!
Çünki müctehid, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânına yakın oldugu için ve derin âlim ve çok takvâ sâhibi ve hükm çıkarmakda mehâret sâhibi oldugu ve hadîs-i serîflerin ma’nâlarını iyi anladıgı için, onun anladıgına uymakdan baska çâre yokdur.
Böyle olmıyan bir kimsenin Nasslardan, ya’nî Kitâb-dan ve sünnetden hükm çıkarmasının câiz olmadıgını, mezhebsizlerin çok büyük âlim dedikleri
IBNI KAYYIM CEVZIYYE (I’lâm-ülmukî’în) kitâbında bildirmekdedir. (Kifâye) kitâbında diyor ki, (Âmî olan [ya’nî, müctehid olmıyan] kimse, bir hadîs-i serîf isitince, bundan kendi anladıgına göre is yapması câiz olmaz. Belki, onun anladıgından baska ma’nâ verilmesi îcâb eder. Yâhud mensûh olabilir. Müctehidin fetvâsı ise, böyle sübheli degildir.) (Tahrîr) serhi olan (Takrîr)de de böyle yazılıdır. Bunda, (Mensûh olabilir) dedikden sonra, (Fıkh âlimlerinin bildirdiklerine uyması lâzımdır) demekdedir.
Seyyid Semhûdî “rahimehullah”, (Ikd-i ferîd) kitâbında diyor ki: Hanefî âlimlerinin büyüklerinden Ibn-ül-Hümâm, Imâm-ı Ebû Bekr-i Râzînin, (Avâmın Eshâb-ı kirâmı taklîd etmekden men’ edilmelerini ve bunların sonra gelen âlimlerin kolay anlasılan, kısmlara ayrılmıs olan ve açıklamaları yapılmıs olan sözlerine uymaları lâzım oldugunu, derin âlimler sözbirligi ile bildirmislerdir) sözünü haber vermisdir. 1119 [m. 1707] senesinde vefât etmis olan Muhibbullah Bihârî Hindînin “rahime-hullahü teâlâ” (Müsellem-üs-sübût) kitâbında ve bunun (Fevâtih-ur-rahemût) serhinde, (Avâmın Eshâb-ı kirâmı taklîd etmekden men’ olunmalarını ve bunların, islâmiyyeti açıklıyan, sözleri kolay anlasılan, kısmlara ayırmıs olan âlimlere uymaları lâzım oldugunu derin âlimler sözbirligi ile bildirmislerdir!!!
Takıyyüddîn Osmân ibnüs-Salâh Sehr-i zûrî “rahime-hullahü teâlâ” 577 [m. 1181]-643 [m.1243], dört imâmdan baskasını taklîd etmenin câiz olmadıgını buradan çıkarmısdır) demekdedir!!
(Serh-i minhâc-ül-üsûl)de diyor ki, (Imâm-ül-Haremeyn, (Burhân) kitâbında, avâm Eshâb-ı kirâmın mezheblerine uymamalıdır. Din imâmlarının, ya’nî dört mezheb imâmının mezheblerine tâbi’ olmalıdırlar demekdedir!!!
Islâm âlimlerinin yukarıda yazılı icmâ’larına uymıyanların sapık oldukları anlasılır. Çünki, Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” cihâd ile, islâmiyyeti yaymak ile ugrasdıkları için, tefsîr ve hadîs kitâbları hâzırlamaga vakt bulamadılar. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” nûru, Onların mubârek kalblerine o kadar çok isledi ki, kitâbdan ögrenmege ihtiyâcları kalmadı. Herbiri, bu nûrun kuvveti ile, dogru yolu bulurdu.
Asrların en iyisi [olan birinci asr] bitince, fikrlerde, bilgilerde ayrılıklar hâsıl oldu. Eshâb-ı kirâmdan ve Tâbi’înden nakl edilen haberler, birbirle rine uymaz oldu. Hak yolu arıyanlar sasırdılar. Allahü teâlâ, lutfederek, bu ümmet-i merhûme arasından sâlih, müttekî dört âlimi seçdi. Nasslardan hükm çıkarmak üstünlügünü bunlara ihsân eyledi. Bunları taklîd ederek bütün müslimânların hidâyete kavusmalarını diledi.
Bunları taklîd etmegi Nisâ sûresinin ellisekizinci âyetinde emr etdi!!! Bu âyet-i kerîmede meâlen, (Ey îmân edenler! Allaha itâ’at ediniz ve Resûle itâ’at ediniz ve Ülül-emrinize itâ’at ediniz!) buyurdu.
Burada Ülül-emr, ictihâd derecesine yükselmis olan âlimler demekdir. Böyle âlimler de, herkesin bildigi dört büyük imâmdır. Ya’nî meshûr olan dört mezhebin imâmlarıdır. Bu âyet-i kerîmedeki Ülül-emr denilen üstün kimselerin, müctehidler oldugunu, Nisâ sûresinin seksenikinci âyeti açıkca bildirmekdedir. Bu âyet-i kerîmede, (Ülül-emr, Nasslardan ahkâm çıkarabilen âlimlerdir) denilmekdedir.
Abdüllah Dârimînin bildirdigi hadîs-i serîfde, (Ülül-emr, fıkh âlimleridir) buyuruldu.
Imâm-ı Süyûtî (Itkân) ismindeki tefsîrinde, ibni Abbâsın “radıyallahü teâlâ anhümâ” (Ülül-emr, fıkh ve din âlimleridir) dedigini yazmakdadır.
(Tefsîr-i kebîr)in üçüncü cildinin üçyüzyetmisbesinci sahîfesinde ve imâm-ı Nevevînin “rahmetullahi aleyh” (Müslim serhi) ikinci cildinin yüzyirmidördüncü sahîfesinde ve (Me’âlim) ve (Nisâpûrî) tefsîrlerinde de yazılıdır.
Âyet-i kerîmelerin ve hadîs ve tefsîr âlimlerinin bu açık beyânları, müctehidlere itâ’at etmek lâzım oldugunu gösterdigi gibi, mezhebsizlerin (Allahdan ve Peygamberden baskasına itâ’at etmek sirk ve bid’atdir) sözlerinin bozuk ve saçma oldugunu da ortaya koymakdadır. Bu konuda birçok hadîs-i serîf ve haberler de vardır.
Bunlardan bikaci:
1- Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Mu’âz bin Cebeli “radıyallahü teâlâ anh” Yemene hâkim olarak gönderirken, (Orada nasıl hükm edeceksin?) buyurunca, Allahın kitâbı ile dedi. (Allahın kitâbında bulamazsan?) buyurdu. Allahın Resûlünün “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sünneti ile dedi. (Resûlullahın sünnetinde de bulamazsan?) buyurunca, ictihâd ederek, anladıgımla dedi.Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, mubârek elini Mu’âzın gögsüne koyup, (Elhamdü lillah! Allahü teâlâ, Resûlünün resûlünü, Resûlullahın rızâsına uygun eyledi) buyurdu.
Bu hadîs-i serîf, Tirmüzîde ve Ebû Dâvüdda ve Dârimîde yazılıdır. Ülül-emrin müctehid demek oldugunu ve buna itâ’at edenden Resûlullahın râzı oldugunu, bu hadîs-i serîf açıkça göstermekdedir!!
2- Ebû Dâvüdün ve Ibni Mâcenin bildirdikleri hadîs-i serîfde,(Ilm üçdür: Âyet-i muhkeme, Sünnet-i kâime ve Farîdat-i âdile) buyuruldu. (Esi’at-ül-leme’ât) ismindeki (Miskât) serhi, bu hadîs-i serîfi, fârisî olarak açıklarken, (Farîda-i âdile, Kitâba ve sünnete uygun ilmdir. Icmâ’a ve Kıyâsa isâretdir. Çünki, Icmâ’ ve Kıyâs,Kitâbdan ve Sünnetden çıkarılmakdadır. Bunun için, Icmâ’ ve Kıyâs, Kitâba ve Sünnete mu’âdil ve müsâvî tutuldu ve Farîda-i âdile denildi. Böylece, ikisi ile amel etmenin vâcib oldugu tenbîh buyuruldu. Hadîs-i serîfin ma’nâsı, dînin kaynagı dörtdür: Kitâb,Sünnet, Icmâ’ ve Kıyâs demek oldu) demekdedir.
Dört imâmı taklîd etmenin birinci vesîkası:
Eshâb-ı kirâmın asrından ve ondan sonraki asrdan, bu zemâna kadar, bütün müslimânlar, bu dört imâmı taklîd etmisler. Bunlara itâ’at etmekde icmâ’ hâsıl olmusdur. (Ümmetim dalâlet olan birseyde icmâ’ yapmaz!) ve (Allahü teâlânın rızâsı, icmâ’dadır. Cemâ’atden ayrılan, Cehenneme gider) hadîs-i serîfleri, bu icmâ’ın sahîh oldugunu açıkca göstermekdedir.
Dört imâmı “rahime-hümullahü teâlâ” taklîd etmenin vâcib oldugunu gösteren ikinci vesîka,
Isrâ sûresinin yetmisbirinci âyetidir. Bu âyet-i kerîmede, (O gün, her fırkayı imâmları ile çagırırız!) buyurulmakdadır.
Kâdî Beydâvî “rahime-hullahü teâlâ”, bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde, (Her ümmeti kendilerine reîs yapdıkları Peygamberleri ve dinde uydukları kimselerin ismleri ile çagırırız) dedi. (Medârik)de de böyle yazılıdır.
(Me’âlim-üt-tenzîl) tefsîrinde (Ibni Abbâs, kendilerini dalâlete veyâ hidâyete sürükliyen devlet reîsleri ile çagrılır dedi. Sa’îd bin Müseyyib ise, her kavm, kendilerini hayra ve serre sürükliyen reîslerinin yanına toplanırlar dedi) demekdedir.
Tefsîr-i Hüseynîde ve (Rûh-ul-beyân)da (Mezhebinin imâmı ile çagrılırlar. Meselâ, yâ Sâfi’î yâhud yâ Hanefî denilir) demekdedir.
Allahü teâlâ, Lokman sûresi nin onbesinci âyetinde, (Bana inâbet edenin yoluna tâbi’ ol!) buyurdu. Bu dört büyük imâmın, Allahü teâlâya inâbet, rücû’ etmis oldukları sözbirligi ile bildirilmisdir.
Taklîd etmenin vâcib oldugunu bildiren üçüncü delîl,
Nisâ sûresinin yüzondördüncü âyet-i kerîmesidir. Allahü teâlâ, bu âyet-i kerîmede meâlen, (Hidâyet yolunu ögrendikden sonra, Peygambere uymayıp mü’minlerin yolundan ayrılanı, sapdıgı yola sürükleriz ve çok fenâ olan Cehenneme sokarız!) uyurmakdadır.
Nesefî Abdüllah (Medârik) tefsîrinde, bu âyet-i kerîmeyi açıkladıkdan sonra, (Icmâ’ın delîl oldugunu ve Kitâbdan, Sünnetden ayrılmak câiz olmadıgı gibi, icmâ’dan ayrılmanın da câiz olmadıgını bu âyet-i kerîme göstermekdedir) yazılıdır.
(Beydâvî)] tefsîri de, bu âyet-i kerîmeyi açıklarken, (Bu âyet, icmâ’dan ayrılmanın harâm oldugunu gösteriyor. Mü’minlerin yolundan ayrılmak harâm olunca, bu yola uymak vâcib olur) diyor. Bu ümmetin sâlihleri, âlimleri, (bir mezhebi taklîd etmek vâcibdir. Mezhebsiz olmak büyük günâhdır) dediler. Âlimlerin bu sözbirliginden ayrılmak, bu âyet-i kerîmeden ayrılmak olur. Çünki, Allahü teâlâ, Âl-i Imrân sûresinin yüzonuncu âyetinde meâlen, (Siz, insanlar için hayrlı ümmetsiniz! Iyi seyleri emr eder.Fenâ seyleri men’ edersiniz) buyurdu. Bu ümmetin âlimleri mezhebsizligin fenâ oldugunu bildirdiler. Mezhebsiz olmayınız dediler. Bunun için, mezhebsiz olmak câizdir diyerek, âlimlerin bu sözlerinden ayrılan, bu âyet-i kerîmeyi inkâr etmis olur.
Bir mezhebi taklîd etmenin vâcib oldugunu gösteren dördüncü delîl,
Nahl sûresinin kırküçüncü ve Enbiyâ sûresinin yedinci âyet-i kerîmesidir. Bu âyet-i kerîmede meâlen, (Bilmiyorsanız,zikr ehline sorunuz!) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, ibâdetlerin ve islerin nasıl yapılacagını bilmiyenlerin, bilenlerden sorup ögrenmelerini emr etmekdedir. Âyet-i kerîmede, sorup ögrenmek herkesden ve din câhillerinden degil, âlimlerden sormak ve bilinmiyenleri sormak emr olunmakdadır!! Bunun için, bir kimse, yapacagı seyi, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i serîflerde arayamaz, bulamazsa, taklîd etdigi mezhebin müctehidinden sorup [yâhud mezhebin âlimlerinin kitâblarından okuyup] ögrenmesi lâzım olmakdadır. Sorup, ögrendigine göre yapan kimse, o müctehidi (Taklîd) etmis olur. Sormaz veyâ müctehidin sözüne uymaz, inkâr ederse, mezhebsiz olur!
Âyet-i kerîmede bildirilen (Zikr ehli) kimdir? Mezheb imâmı demek midir? Yoksa, câhil din adamları mıdır? Bunun cevâbını, hadîs-i serîfbildiriyor:
Ibni Merdeveyh Ebû Bekr Ahmedin bildirdigi ve Enes bin Mâlikin haber verdigi hadîs-i serîfde, (Bir kimse nemâz kılar, oruc tutar, hac ve gazâ eder. Fekat münâfıkdır) buyurulunca, (Nifâkı nerden gelmisdir?) denildi. (Imâmına ta’n etdigi [begenmedigi] için münâfıkdır. Onun imâmı, zikr ehlidir) buyuruldu!! [Ibni Merdeveyh Isfehânî, 410 [m. 1019] da vefât etdi.]
Bundan anlasılıyor ki, âyet-i kerîmedeki (Ehl-i zikr), Ülül-emr demekdir. Ülül-emrin ne demek oldugu, birinci delîlde bildirilmisdi. Sahîh olan kavle göre, Ülül-emr, ulemâ-i râsihîn ve dört mezhebin imâmlarıdır. (Ancak akl sâhibleri anlar) ve (Elbet akl sâhibleri anlar) ve (Ey akl sâhibleri, ibret alınız!) meâlindeki âyet-i kerîmeler, dört mezheb imâmlarının üstünlüklerini göstermekdedirler. Biraz arabî, fârisî ögrenip, zâhidlerden, takvâ ehlinden ve Allah adamlarından feyz almamıs olan ve Nasslara, ya’nî âyet-I kerîmelere ve hadîs-i serîflere kendi kısa görüslerine göre ma’nâ veren câhil ve sapıklar, mezheb imâmlarının üstünlüklerinden çok uzakdırlar. Bu mezhebsizler, (Tefsîr ilminden haberi olmadan, Kur’ân-ı kerîme kendiliginden ma’nâ verenler, Cehennemde, atesden kazıklara oturtulacaklardır) ve (Bir zemân gelecek, din âlimi kalmıyacak. Câhiller din adamı yerine geçirilerek, bilmeden fetvâ vereceklerdir. Bunlar, dogru yolda olmıyacak ve herkesi, dogru yoldan çıkaracaklardır) hadîs-i serîflerinde bildirilen sapıklardır.
hepsine birden uyarim bunu o imamdan otekini obur imamdan alirim diyeceklere cevaben sunu verebiliriz:
Böyle yapmak, dîni oyuncak yapmak olur. Halâl ve harâm ortadan kalkar. Bu ise, memnû’dur. Harâmdır.
Müslimdeki hadîs-i serîfde, (Münâfık, iki koç arasında dolasan koyun gibidir. Bir ona gider. Bir ötekine gider) buyuruldu.
Buhârîdeki hadîs-i serîfde de, (Insanların kötüsü, iki yüzlü olanlardır. Ba’zılarına bir yüz ile, baskalarına, baska yüz ile görünür) buyuruldu. Bunlar, Tevbe sûresinin otuzsekizinci âyetinde bildirilen kimselerdir. Bu âyet-i kerîmede meâlen, (Nesî, küfrde ziyâde olmakdır. Kâfirler bununla aldatılır. Bir ayı halâl sayarlar. Baska sene ise, bu ayı harâm sayarlar) buyuruldu. Ya’nî, birseye, bir yıl halâl derler. Baska zemânda harâm derler.
Ibnül Hümâm, (Tahrîr-ül-üsûl) kitâbında ve Ibnül-Hâcib,(Muhtasar-ül-üsûl) kitâbında ve (Dürr-ül-muhtâr)da, (Bir isi bir mezhebe göre yapmaga basladıkdan sonra, bu isi ve buna baglı olan isleri yapmaga devâm ederken, bu mezhebi taklîd etmekden vazgeçmenin memnû’ oldugu sözbirligi ile bildirilmisdir) denilmekdedir!!
[Osmân ibni Hâcib-i Mâlikî, 646 [m. 1248] de Iskenderiyyede vefât etdi.] (Bahr-ür-râık)da (Imâm-ı a’zamı taklîd edenin,hep hanefî mezhebine tâbi’ olması vâcibdir. Zarûret olmadıkça,baska mezhebe göre is yapması câiz degildir. Büyük âlim Kâsımın bildirdigi gibi, bir mezhebe göre amel edenin, bu mezhebden ayrılmasının câiz olmadıgı sözbirligi ile bildirilmisdir) diyor!! [Kâsım bin Katlûbüga Mısrî hanefî 879 [m. 1474] de vefât etdi.]
(Müsellem-üssübût) kitâbında diyor ki, (Mutlak müctehid olmıyanın, âlim de olsa, bir [mutlak] müctehidi taklîd etmesi lâzımdır). Bu kitâbı Muhibbullah Bihârî Hindî hanefî yazmıs, 1119 [m. 1707] de vefât etmisdir.]
Imâm-ı Abdülvehhâb-ı Sa’rânî (Mîzân) kitâbının yirmidördüncü sahîfesinde diyor ki, (Ayn-ül-ülâya yükselmemis bir âlimin,dört mezhebden birini taklîd etmesi vâcibdir. Taklîd etmezse, dogru yoldan sapar. Baskalarını da sapdırır).
Ibni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, (Redd-ül-muhtâr)ın ikiyüzseksenüçüncü sahîfesinde diyor ki, (Âmînin mezheb degisdirmesi câiz degildir. Diledigi bir mezhebi taklîd etmesi lâzımdır). Âmî, müctehid olmıyan demekdir.
Ibni Hümâm “rahmetullahi aleyh”, (Tahrîr) kitâbında diyor ki,(Bir kimsenin, taklîd etdigi mezhebi, ya’nî ona uygun is yapmaga basladıgı mezhebi terk etmesinin câiz olmadıgı sözbirligi ile bildirilmisdir)!!
Imâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh”, (Kimyâ-yı se’âdet) kitâbında,emr-i ma’rûfu anlatırken buyuruyor ki, (Taklîd etmekde oldugu mezhebe uygunsuz is yapmaga, hiçbir âlim câiz dememisdir)!!
Her mezhebde mubâh olanları, kolay olanları arasdırıp, bunları yapmaga, mezhebleri (Telfîk) denir. Böyle yapan, fâsık olur. Sa’îd bin Mes’ûdün (Tahâvî serhi) bunu iyi anlatmakdadır.