LaNéDLy qHz
Bayan Üye
Gerçekten şu mezarların sessizliği bizi aldatma-malıdır. Orada ni’met
görenlerde, azap çekenlerde vardır. Buna göre, aklı başında olan kimse
kabre girmeden önce orayı sık sık hatırlamalıdır.
Nitekim Süfyan-ı Sevri şöyle demiştir:
"Kim kabri sık sık hatırına getirirse orasını bir cennet bahçesi olarak
bulur. Buna karşılık kabri hiç hatırına getirmeyen kimse de orayı bir
cehennem çukuru olarak bulur."
Yine Süfyan-ı Sevri şöyle demiştir:
"İnsan, malını ve çoluk cocuğunu koruduğu gibi, amelleri de kişiyi korur.
O vakit ona; "Allah seni yatağına mübarek etsin, ne güzel dostların ve
ne güzel arkadaşların vardır!" diye söylenir."
Ubeyd b. Umeyr şöyle demiştir:
"Her ölüye mezarı şöyle seslenir: Ben karanlık ve yalnızlık yeriyim.
Şayet hayatında Allah’a itaat ettinse, bugün ben sana rahmet yeri
olurum. Eğer asi isen ben sana azap yeri olurum. Ben öyle bir yerim ki,
itaat ettiği halde bana gelmiş olan sevinmiş olarak benden çıkar.
İsyankar olarak bana girende helak olarak çıkar, der."
Muhammed b. Sabih ise şöyle demiştir:
"Bir adam mezara konup azap olduğu veya hoşa gitmeyen bir şeyle
karşılaştığı vakit, civarındaki komşular, "Bizden ibret almadın mı? Biz
senden önce gelmiştik, bizi görmedin mi? Bugünü düşünmedin mi? Bizim
amellerimizin kesildiğini görmedin mi? Halbuki senin defeterin açık idi."
Mezarı kendisine seslenerek; "Ey dünyanın dış görünüşüne aldanan,
tanıdıklarından, senden önce toprak altına girenlerden ders almadın mı?
Onlarda dünyaya aldanıp dururken ecelleri kendilerini, mezar altına
aldı, sen hiç aldırmadın, şimdi çekersin." der."
Ubeyd oğlu Abdullah’ın anlattığına göre, Hz. Peygamber (Sallallahu
Aleyhi Ve Sellem) bir cenazede şöyle buyurmuştur:
"Ölü mezarına oturur. Kendisini defnedip dağılanların ayak seslerini bile
duyar. Kendisiyle yalnız mezarı konuşur. Ve der ki; "Ey Ademoğlu!
Yazıkları olsun sana, benimle seni hiç korkutan olmadı mı? Benim
darlığımı, benim korkunçluğumu, kurt böcek ve şiddet yeri olduğumu
sana anlatan olmadı mı? Benim için ne hazırladın?" (İbn Ebi’d-Dünya)
Enes (Radıyallahu Anh) şöyle anlatmıştır:,
"Çok hasta olan Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’in kızı
öldüğü vakit, Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) onu takip
etti. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’in durumu pek
hoşumuza gitmiyordu. Mezar başına geldiğimiz vakit, kendisi bizzat
mezara girdi, benzi değişti ve kızardı. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi
Ve Sellem)’e; "Bu halin nedir?" diye sorduğumuzda şöyle buyurdu:
"Mezarın kızımı sıkıştırmasını ve kabir azabının şiddetini düşünerek
geldim ve bana Allah-u Teala’nın ondan bu mezar sıkmasını hafiflettiği
bildirildi. Buna rağmen öyle sıkıştı ki, kızımın feryadını doğu ile batı
arasında olan her şey duydu." (İbn Ebi’d-Dünya)
KABİR AZABINDAN UZAK KALMANIN YOLU
Kabir azabından uzak kalmak isteyen kimse şu dört şeye sarılmalı ve şu
dört şeyden kaçınmalıdır. Sarılacağı dört şey şunlardır:
1-) Aralıksız olarak beş vakit namaz kılmak.
2-) Sık sık sadaka vermek.
3-) Bol bol Kur’an okumak.
4-) Çokça zikretmek.
İşte bu dört şey insanın kabrini aydınlatır ve geniş olmasını sağlar.
Kaçınacağı dört şeyde şunlardır:
1-) Yalancılık.
2-) Emanete hıyanet etmek.
3-) Koğuculuk ve dedikodu.
4-) Üzerine sidik buşlaştırmak.
Buna göre her Müslüman için gerekli olan şey, kabir azabından Allah’a
sığınmak ve kabre girmeden önce Salih ameller işleyerek orası için
hazırlanmaktır. İnsan kabre girdikten sonra bir tek iyi amel işlemek için
geri dönmesine izin verilmesini ister, fakat bu arzusu yerine getirilmez. O
zaman pişmanlığa gömülür.
O halde aklı başında olan kimse ölülerin durumunu düşünmelidir. Ölüler
iki rekat namaz kılmak için veya tevhid kelimesini getirmek için veyahut
bir tek kere Allah-u Zülcelal’i zikretmek için izin isterler, fakat
kendilerine izin verilmez. O zamanda günlerini gaflet içinde harcıyorlar
diye yaşayanlara hayret ederler.
Onun için Yahya b. Muaz şöyle demiştir:
"Ey Ademoğlu! Rabbin seni selamet ve esenlik yurdu olan cennete davet
etmiştir. Sen dünyada iken bu davete icabet edersen o yurda girersin
fakat kabre konulduktan sonra, icabet etmiş olmayı temenni edersen iş
işten geçmiş olur."
Salihlerden bir zat ise şöyle anlatmıştır:
"Allah yolundaki bir dostumu öldükten sonra rüyada gördüm. Hal hatır
sorunca ben; "Elhamdülillah" dedim. Ölmüş dostum; "Şimdi ben senin
söylediğin bu sözü dünyada diyebilmek için bütün dünyayı verirdim."
dedi."
Bütün bunlardan anlaşıldığına göre, her mü’min dünyada iken günlerini
gaflet içinde geçirmemeli zamanını boşa zayi etmemelidir. Her anından
sorumlu olduğunu, kıyamet gününde her anını nerede ve nasıl
geçirdiğinden sorulacağını unutmamalıdır.
Dünyada geçirdiğimizi bu günler hepimiz için bir sermayedir. Sermaye
elimizde olduğu müddet kazanç elde etmeye muktediriz. Onun için Salih
amellere sarılmalı ve günahlardan kaçınmalıyız. Kıyamet günü bize
fayda verecek ancak budur. Şunu iyi bilelim ki o gün pişman olmanın
hiçbir faydası yoktur.
Unutmayalım! insanın dünyada yaşadığı hayatın her anının hesabını
vereceği o büyük gün mutlaka gelecektir. Kabir bizim için kıyamete
kadar bekleyeceğimiz bir duraktır.
O gün Allah'a ve karşılaşacakları bu güne inanmış olanların kabri
cennet bahçelerinden bir bahçe, inkar edenlerin kabri ise ise cehennem
çukurlarından bir çukur olacaktır.
Ayet-i kerimede; "Beni zikredin, bende sizi zikredeyim." (Bakara; 152)
buyurulmuştur. Bizim O’nu zikretmemiz, dünyadayken O’nun emirlerine
itaat edip, Salih amelleri işleyip günahlardan kaçınmamızdır. O’nun bizi
zikretmesi ise, bu zor yerlerde imdadımıza gelmesi ve bizlere yardım
etmesidir.
O halde Akıllı bir insan gibi nefsine sor; kabrinin cennet bahçelerinden
bir bahçe olmasını mı, yoksa cehennem çukurlarından bir çukur olmasını
mı ister? Tabi ki nefis güzel olanı, cennet bahçesini ister.
O zaman anlatılanları sadece okumakla kalma, kalp gözüyle görerek
yaşa ve o gün için salih amel işleyerek hazırlık yap.
Çünkü her şeyin üzerinde insanın en büyük kazancı kuşkusuz Allah’ın
rızasıdır.
Ey lütufları gizli olan Allahım! bizi korktuklarımızdan emin eyle.
Allahümme ecirna min azabi’l kabr!/ Allah’ım bizi kabir azabından koru!’’
Amin! Amin! Amin!
görenlerde, azap çekenlerde vardır. Buna göre, aklı başında olan kimse
kabre girmeden önce orayı sık sık hatırlamalıdır.
Nitekim Süfyan-ı Sevri şöyle demiştir:
"Kim kabri sık sık hatırına getirirse orasını bir cennet bahçesi olarak
bulur. Buna karşılık kabri hiç hatırına getirmeyen kimse de orayı bir
cehennem çukuru olarak bulur."
Yine Süfyan-ı Sevri şöyle demiştir:
"İnsan, malını ve çoluk cocuğunu koruduğu gibi, amelleri de kişiyi korur.
O vakit ona; "Allah seni yatağına mübarek etsin, ne güzel dostların ve
ne güzel arkadaşların vardır!" diye söylenir."
Ubeyd b. Umeyr şöyle demiştir:
"Her ölüye mezarı şöyle seslenir: Ben karanlık ve yalnızlık yeriyim.
Şayet hayatında Allah’a itaat ettinse, bugün ben sana rahmet yeri
olurum. Eğer asi isen ben sana azap yeri olurum. Ben öyle bir yerim ki,
itaat ettiği halde bana gelmiş olan sevinmiş olarak benden çıkar.
İsyankar olarak bana girende helak olarak çıkar, der."
Muhammed b. Sabih ise şöyle demiştir:
"Bir adam mezara konup azap olduğu veya hoşa gitmeyen bir şeyle
karşılaştığı vakit, civarındaki komşular, "Bizden ibret almadın mı? Biz
senden önce gelmiştik, bizi görmedin mi? Bugünü düşünmedin mi? Bizim
amellerimizin kesildiğini görmedin mi? Halbuki senin defeterin açık idi."
Mezarı kendisine seslenerek; "Ey dünyanın dış görünüşüne aldanan,
tanıdıklarından, senden önce toprak altına girenlerden ders almadın mı?
Onlarda dünyaya aldanıp dururken ecelleri kendilerini, mezar altına
aldı, sen hiç aldırmadın, şimdi çekersin." der."
Ubeyd oğlu Abdullah’ın anlattığına göre, Hz. Peygamber (Sallallahu
Aleyhi Ve Sellem) bir cenazede şöyle buyurmuştur:
"Ölü mezarına oturur. Kendisini defnedip dağılanların ayak seslerini bile
duyar. Kendisiyle yalnız mezarı konuşur. Ve der ki; "Ey Ademoğlu!
Yazıkları olsun sana, benimle seni hiç korkutan olmadı mı? Benim
darlığımı, benim korkunçluğumu, kurt böcek ve şiddet yeri olduğumu
sana anlatan olmadı mı? Benim için ne hazırladın?" (İbn Ebi’d-Dünya)
Enes (Radıyallahu Anh) şöyle anlatmıştır:,
"Çok hasta olan Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’in kızı
öldüğü vakit, Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) onu takip
etti. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’in durumu pek
hoşumuza gitmiyordu. Mezar başına geldiğimiz vakit, kendisi bizzat
mezara girdi, benzi değişti ve kızardı. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi
Ve Sellem)’e; "Bu halin nedir?" diye sorduğumuzda şöyle buyurdu:
"Mezarın kızımı sıkıştırmasını ve kabir azabının şiddetini düşünerek
geldim ve bana Allah-u Teala’nın ondan bu mezar sıkmasını hafiflettiği
bildirildi. Buna rağmen öyle sıkıştı ki, kızımın feryadını doğu ile batı
arasında olan her şey duydu." (İbn Ebi’d-Dünya)
KABİR AZABINDAN UZAK KALMANIN YOLU
Kabir azabından uzak kalmak isteyen kimse şu dört şeye sarılmalı ve şu
dört şeyden kaçınmalıdır. Sarılacağı dört şey şunlardır:
1-) Aralıksız olarak beş vakit namaz kılmak.
2-) Sık sık sadaka vermek.
3-) Bol bol Kur’an okumak.
4-) Çokça zikretmek.
İşte bu dört şey insanın kabrini aydınlatır ve geniş olmasını sağlar.
Kaçınacağı dört şeyde şunlardır:
1-) Yalancılık.
2-) Emanete hıyanet etmek.
3-) Koğuculuk ve dedikodu.
4-) Üzerine sidik buşlaştırmak.
Buna göre her Müslüman için gerekli olan şey, kabir azabından Allah’a
sığınmak ve kabre girmeden önce Salih ameller işleyerek orası için
hazırlanmaktır. İnsan kabre girdikten sonra bir tek iyi amel işlemek için
geri dönmesine izin verilmesini ister, fakat bu arzusu yerine getirilmez. O
zaman pişmanlığa gömülür.
O halde aklı başında olan kimse ölülerin durumunu düşünmelidir. Ölüler
iki rekat namaz kılmak için veya tevhid kelimesini getirmek için veyahut
bir tek kere Allah-u Zülcelal’i zikretmek için izin isterler, fakat
kendilerine izin verilmez. O zamanda günlerini gaflet içinde harcıyorlar
diye yaşayanlara hayret ederler.
Onun için Yahya b. Muaz şöyle demiştir:
"Ey Ademoğlu! Rabbin seni selamet ve esenlik yurdu olan cennete davet
etmiştir. Sen dünyada iken bu davete icabet edersen o yurda girersin
fakat kabre konulduktan sonra, icabet etmiş olmayı temenni edersen iş
işten geçmiş olur."
Salihlerden bir zat ise şöyle anlatmıştır:
"Allah yolundaki bir dostumu öldükten sonra rüyada gördüm. Hal hatır
sorunca ben; "Elhamdülillah" dedim. Ölmüş dostum; "Şimdi ben senin
söylediğin bu sözü dünyada diyebilmek için bütün dünyayı verirdim."
dedi."
Bütün bunlardan anlaşıldığına göre, her mü’min dünyada iken günlerini
gaflet içinde geçirmemeli zamanını boşa zayi etmemelidir. Her anından
sorumlu olduğunu, kıyamet gününde her anını nerede ve nasıl
geçirdiğinden sorulacağını unutmamalıdır.
Dünyada geçirdiğimizi bu günler hepimiz için bir sermayedir. Sermaye
elimizde olduğu müddet kazanç elde etmeye muktediriz. Onun için Salih
amellere sarılmalı ve günahlardan kaçınmalıyız. Kıyamet günü bize
fayda verecek ancak budur. Şunu iyi bilelim ki o gün pişman olmanın
hiçbir faydası yoktur.
Unutmayalım! insanın dünyada yaşadığı hayatın her anının hesabını
vereceği o büyük gün mutlaka gelecektir. Kabir bizim için kıyamete
kadar bekleyeceğimiz bir duraktır.
O gün Allah'a ve karşılaşacakları bu güne inanmış olanların kabri
cennet bahçelerinden bir bahçe, inkar edenlerin kabri ise ise cehennem
çukurlarından bir çukur olacaktır.
Ayet-i kerimede; "Beni zikredin, bende sizi zikredeyim." (Bakara; 152)
buyurulmuştur. Bizim O’nu zikretmemiz, dünyadayken O’nun emirlerine
itaat edip, Salih amelleri işleyip günahlardan kaçınmamızdır. O’nun bizi
zikretmesi ise, bu zor yerlerde imdadımıza gelmesi ve bizlere yardım
etmesidir.
O halde Akıllı bir insan gibi nefsine sor; kabrinin cennet bahçelerinden
bir bahçe olmasını mı, yoksa cehennem çukurlarından bir çukur olmasını
mı ister? Tabi ki nefis güzel olanı, cennet bahçesini ister.
O zaman anlatılanları sadece okumakla kalma, kalp gözüyle görerek
yaşa ve o gün için salih amel işleyerek hazırlık yap.
Çünkü her şeyin üzerinde insanın en büyük kazancı kuşkusuz Allah’ın
rızasıdır.
Ey lütufları gizli olan Allahım! bizi korktuklarımızdan emin eyle.
Allahümme ecirna min azabi’l kabr!/ Allah’ım bizi kabir azabından koru!’’
Amin! Amin! Amin!