Salvo
Kayıtlı Üye
Zebid şehrinde yetişen evliyânın bü-yüklerinden. İsmi, Merzûk olup, babasınınki, Hasan’dır. Nisbesi Yemenî’dir. Babası, Züâl’den gelip Zebid’de yerleşmişti. Doğum târihi belli değildir. Merzûk hazretleri orada yetişti. İbrâhim-i Çeştî, Merzûk Sârifî, Ahmed-i Sayyâd, Ebû Gays bin Cemîl, Muhammed Hâkimî ve başka âlimlerin sohbetinde bulundu. Kendisi de birçok talebe yetiştirdi. Keşif ve kerâmet sâhibi, evliyânın büyüklerindendir. Ümmî idi. Yâni okuması yazması yoktu. Fakat Allahü teâlânın inâyeti, yardımı ile çok ilim sâhibi olmuştu. Her âlim ile bildiği ilimlerle ilgili olarak konuşurdu. Yâni birçok ilimde söz ve ihtisas sâhibiydi. Dostlarına çok faydalı olurdu. Herkes kendisinden çok istifâde ederdi. Talebelerini çok güzel yetiştirirdi. Evlâdından, soyundan çok âlim gelmiş olup, kendilerine Benî Merzûk denilmiştir. Merzûk Sârifî, bu âlimler sülâlesinin ceddi, atasıdır. Zebid şehrinde ilim öğrenmek isteyen herkes kendisine gelip, talebe olurdu. Herkes tarafından tanınır ve sevilirdi.
Torunlarından Yahyâ-i Merzûkî, Benî Merzûk evliyâsını, âlimlerini anlatan bir kitap yazmıştır. Bu kitapta şöyle anlatıyor: Bir defâsında, zamânın sultanı, Merzûk Sârifî’yi bir ziyâfete dâvet etti. Maksadı, onun hâlini iyice anlamak, imtihan etmek, denemekti. Kerâmet sâhibi olduğu söyleniyor, bakalım aslı var mı? düşüncesiyle hareket ediyordu. Bir sığır ve bir de at kestirip, etlerini ayrı ayrı pişirttirdi. Ayrı ayrı tabaklara koydurdu. Sonra Merzûk Sârifî’yi sofraya dâvet ettiler. Merzûk Sârifî talebelerinden bâzılarıyla gelip sofraya oturdu. Sultanın adamları da sofraya oturdular. Merzûk Sârifî, içinde sığır etinin bulunduğu tabakları talebelerinin önlerine dağıttı. İçinde at eti bulunan tabakları da sultanın adamlarının önlerine koydu. Sultan dikkatle tâkib ediyordu. Sığır etlerinin hepsinin Merzûk Sârifî ve talebelerine, at etlerinin de kendi adamlarına geldiğini görünce, çok hayret etti. Tabaklar önceden, sâdece sultanın bileceği şekilde karıştırılmıştı. Merzûk Sârifî ise, bu tabakları hiç yanlışlık olmadan ayırıyor, sığır etlerini kendi talebelerine, at etlerini de sultanın adamlarına ayırıyordu. Sultan bir ara; “Bunların hepsi temiz ettir. Niçin ayırıyorsunuz?” deyince, Merzûk Sârifî; “Bu tabaktaki etler, fakirlere (bizlere) lâyıktır. Diğer tabaklardaki etler de, sultanların adamlarına, hizmetçilerine lâyıktır.” buyurdu. Bunları işiten Sultan, Merzûk Sârifî’nin fazîlet ve yüksekliğini anlayarak, hemen yanına yaklaştı. Merzûk Sârifî’nin elini öptü, ondan nasîhat istedi. “Lütfen bana emrediniz! Hüküm vermekte nasıl davranayım?” dedi. Merzûk Sârifî de ona nasıl davranması îcâb ettiğini açıklayarak, çok nasîhatlerde bulundu.”
Merzûk Sârifî’nin oğullarından birinin, bir kimsede alacağı vardı. Bir zaman sonra o kimseden alacağını istedi. O kimse borcunu inkâr ettiği gibi, Merzûk Sârifî’ye gelerek, borcu olmadığı halde oğlunun kendisinden para istediğini bildirip, şikâyette bulundu. O da oğlunu çağırıp, ona; “Sen borcu, alacağı, malı boşver! Nasıl olsa öleceksiniz. Zâten ecelin geldi.” buyurdu. O oğlu, o mecliste vefât etti.
Merzûk Sârifî 1222 (H.619) senesinde vefât etti. Saltanat ehlinin kabirlerinin bulunduğu Bâb-ü Sihâm Kabristanına defnedildi. Kabri, Sultan Muzaffer bin Resûl’ün yanında olup, ziyâret edilmekte, ziyâret edenler mübârek rûhâniyetinden istifâde etmektedirler. Ziyâret edip, onu vesîle ederek Allahü teâlâya duâ edenlerin duâlarının kabûl edildiği çok görülmüştür.
Vefâtından senelerce sonra idi. Emîrlerden (vâlilerden) İbn-i İydemir isminde birisi vefât etti. Merzûk Sârifî’nin kabrinin yakınında bunu defnettiler. O zamandaki âdetlere göre, böyle birisi vefât edip defnedilince, kabrin üzerine bir çadır kurulur, ölen kimsenin yakınlarından bir grup kimse o gece o çadırda yatardı. Bu ölen kimse için kurulan çadırda da, amcasının oğlu ve bir grup kimse yattılar. Ölen kimsenin amcasının oğlu olan kimse, o gece çadırda uyurken rüyâsında gördü ki, bir grup melek, deveyi andıran bir ateş (ateşten bir deve) getirdiler. Üzerinde de ateşten bir mahmil (sandık) vardı. O gün vefât etmiş olan amcasının oğlunu, kabrinden çıkardılar ve getirdikleri ateşten sandığa koymak istediler. O ise ateşin şiddetinden, kendisine gelen bu sıkıntıdan dolayı feryâd ediyor, imdâd istiyordu. Bu sırada, Merzûk Sârifî kabrinden çıkıp oraya geldi ve meleklere; “Onu bırakınız!” buyurdu. Melekler onu görünce çok hürmet ettiler ve; “Ey efendimiz! Biz buna böyle yapmakla emrolunduk.” dediler. O da; “Rabbim beni bu kimseye ve yakınımdaki kabirlerde bulunanlara şefâatçi eyledi.” buyurdu. Bunun üzerine melekler onu bırakıp gittiler. Sabah olunca, rüyâyı gören kimse rüyâsını insanlara anlattı. O çadırı oradan kaldırdılar.
İNANMAZSAN BAK
Zamânın kâdısı Zebid’de bir câmi yaptırmıştı. Câmi inşâatı tamamlanmış, mihrâbın yerleştirilmesine sıra gelmişti. Kalabalık bir cemâat toplanmıştı. Merzûk Sârifî de cemâat arasındaydı. Zâten evi de, yeni yapılan mescidin hemen yakınındaydı. Mihrâbın tam düzgün yerleştirilmediğini görünce, kâdıya mürâcaat ederek durumu bildirdi. Kıble istikâmetinin tam o şeklide olmadığını, biraz daha dönülmesi îcâb ettiğini söyledi. Kâdı ise bunu kabûl etmedi ve muhâlefet etti. Merzûk Sârifî kâdıya; “Kıble böyledir. İnanmıyorsan bak. İşte Kâbe-i muazzama!” buyurdu. Kâdı, Merzûk Sârifî’nin bildirdiği şekilde durarak bakınca, Allahü teâlânın izniyle Merzûk Sârifî’nin bereketiyle, tam karşısında Kâbe-i muazzamayı gördü. Orada bulunan cemâatin hepsi de gördüler. Mihrâbı da, Merzûk Sârifî’nin bildirdiği şekilde yerleştirdiler.
1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.250
2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.130
Torunlarından Yahyâ-i Merzûkî, Benî Merzûk evliyâsını, âlimlerini anlatan bir kitap yazmıştır. Bu kitapta şöyle anlatıyor: Bir defâsında, zamânın sultanı, Merzûk Sârifî’yi bir ziyâfete dâvet etti. Maksadı, onun hâlini iyice anlamak, imtihan etmek, denemekti. Kerâmet sâhibi olduğu söyleniyor, bakalım aslı var mı? düşüncesiyle hareket ediyordu. Bir sığır ve bir de at kestirip, etlerini ayrı ayrı pişirttirdi. Ayrı ayrı tabaklara koydurdu. Sonra Merzûk Sârifî’yi sofraya dâvet ettiler. Merzûk Sârifî talebelerinden bâzılarıyla gelip sofraya oturdu. Sultanın adamları da sofraya oturdular. Merzûk Sârifî, içinde sığır etinin bulunduğu tabakları talebelerinin önlerine dağıttı. İçinde at eti bulunan tabakları da sultanın adamlarının önlerine koydu. Sultan dikkatle tâkib ediyordu. Sığır etlerinin hepsinin Merzûk Sârifî ve talebelerine, at etlerinin de kendi adamlarına geldiğini görünce, çok hayret etti. Tabaklar önceden, sâdece sultanın bileceği şekilde karıştırılmıştı. Merzûk Sârifî ise, bu tabakları hiç yanlışlık olmadan ayırıyor, sığır etlerini kendi talebelerine, at etlerini de sultanın adamlarına ayırıyordu. Sultan bir ara; “Bunların hepsi temiz ettir. Niçin ayırıyorsunuz?” deyince, Merzûk Sârifî; “Bu tabaktaki etler, fakirlere (bizlere) lâyıktır. Diğer tabaklardaki etler de, sultanların adamlarına, hizmetçilerine lâyıktır.” buyurdu. Bunları işiten Sultan, Merzûk Sârifî’nin fazîlet ve yüksekliğini anlayarak, hemen yanına yaklaştı. Merzûk Sârifî’nin elini öptü, ondan nasîhat istedi. “Lütfen bana emrediniz! Hüküm vermekte nasıl davranayım?” dedi. Merzûk Sârifî de ona nasıl davranması îcâb ettiğini açıklayarak, çok nasîhatlerde bulundu.”
Merzûk Sârifî’nin oğullarından birinin, bir kimsede alacağı vardı. Bir zaman sonra o kimseden alacağını istedi. O kimse borcunu inkâr ettiği gibi, Merzûk Sârifî’ye gelerek, borcu olmadığı halde oğlunun kendisinden para istediğini bildirip, şikâyette bulundu. O da oğlunu çağırıp, ona; “Sen borcu, alacağı, malı boşver! Nasıl olsa öleceksiniz. Zâten ecelin geldi.” buyurdu. O oğlu, o mecliste vefât etti.
Merzûk Sârifî 1222 (H.619) senesinde vefât etti. Saltanat ehlinin kabirlerinin bulunduğu Bâb-ü Sihâm Kabristanına defnedildi. Kabri, Sultan Muzaffer bin Resûl’ün yanında olup, ziyâret edilmekte, ziyâret edenler mübârek rûhâniyetinden istifâde etmektedirler. Ziyâret edip, onu vesîle ederek Allahü teâlâya duâ edenlerin duâlarının kabûl edildiği çok görülmüştür.
Vefâtından senelerce sonra idi. Emîrlerden (vâlilerden) İbn-i İydemir isminde birisi vefât etti. Merzûk Sârifî’nin kabrinin yakınında bunu defnettiler. O zamandaki âdetlere göre, böyle birisi vefât edip defnedilince, kabrin üzerine bir çadır kurulur, ölen kimsenin yakınlarından bir grup kimse o gece o çadırda yatardı. Bu ölen kimse için kurulan çadırda da, amcasının oğlu ve bir grup kimse yattılar. Ölen kimsenin amcasının oğlu olan kimse, o gece çadırda uyurken rüyâsında gördü ki, bir grup melek, deveyi andıran bir ateş (ateşten bir deve) getirdiler. Üzerinde de ateşten bir mahmil (sandık) vardı. O gün vefât etmiş olan amcasının oğlunu, kabrinden çıkardılar ve getirdikleri ateşten sandığa koymak istediler. O ise ateşin şiddetinden, kendisine gelen bu sıkıntıdan dolayı feryâd ediyor, imdâd istiyordu. Bu sırada, Merzûk Sârifî kabrinden çıkıp oraya geldi ve meleklere; “Onu bırakınız!” buyurdu. Melekler onu görünce çok hürmet ettiler ve; “Ey efendimiz! Biz buna böyle yapmakla emrolunduk.” dediler. O da; “Rabbim beni bu kimseye ve yakınımdaki kabirlerde bulunanlara şefâatçi eyledi.” buyurdu. Bunun üzerine melekler onu bırakıp gittiler. Sabah olunca, rüyâyı gören kimse rüyâsını insanlara anlattı. O çadırı oradan kaldırdılar.
İNANMAZSAN BAK
Zamânın kâdısı Zebid’de bir câmi yaptırmıştı. Câmi inşâatı tamamlanmış, mihrâbın yerleştirilmesine sıra gelmişti. Kalabalık bir cemâat toplanmıştı. Merzûk Sârifî de cemâat arasındaydı. Zâten evi de, yeni yapılan mescidin hemen yakınındaydı. Mihrâbın tam düzgün yerleştirilmediğini görünce, kâdıya mürâcaat ederek durumu bildirdi. Kıble istikâmetinin tam o şeklide olmadığını, biraz daha dönülmesi îcâb ettiğini söyledi. Kâdı ise bunu kabûl etmedi ve muhâlefet etti. Merzûk Sârifî kâdıya; “Kıble böyledir. İnanmıyorsan bak. İşte Kâbe-i muazzama!” buyurdu. Kâdı, Merzûk Sârifî’nin bildirdiği şekilde durarak bakınca, Allahü teâlânın izniyle Merzûk Sârifî’nin bereketiyle, tam karşısında Kâbe-i muazzamayı gördü. Orada bulunan cemâatin hepsi de gördüler. Mihrâbı da, Merzûk Sârifî’nin bildirdiği şekilde yerleştirdiler.
1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.250
2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.130