Silencio
Kayıtlı Üye
Matthew McConaughey, 2 Mart günü düzenlenecek olan 86. Akademi Ödül Töreninden evine, büyük olasılıkla bir adet Oscar heykelciği ile dönecek. Eğer büyük bir sürpriz olmazsa tabii. En iyi erkek oyuncu dalında oscar lobisinden gelen duyumlar en büyük favorinin o olduğu yönünde. Seyirci nezdinde aman aman bir hayran kitlesi olmayan, kariyerinin 90lı yıllardaki ilk dönemi göz ardı edildiğinde öyle ödüllük filmlerde pek rastlamadığımız ve son zamanlarda sinemaseverlerin karşısına yapılı, heybetli vücudunu olup olmadık yerlerde sergilerken çıkan McConaugheynin ismi yılın ilk zamanlarında Ejiofor, Redford, Phoenix, Di Caprio, Hanks ile oldukça kalabalık gözüken Oscar yarışında pek anılmıyordu açıkçası.
Kanadalı yönetmen Jean Marc Valleenin yönettiği, yaşanmış bir hikâyeden perdeye aktarılan Dallas Buyers Club filminde canlandırdığı Ron Woodroof karakterindeki performansıyla ödülü hak ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Tıpkı aday olan diğer aktörler gibi elbette.
AIDS hakkında yegâne malumatı Rock Hudson ibnesinin yakalandığı hastalık (filmin 80lerde geçtiğini belirtip, çoğu insandaki yaygın kanının buna benzer olduğunu ekleyelim) olan kibarca homofobik bir hödük diye tabir edebileceğimiz rodeo meraklısı elektrikçi Ron Woodroofun kendiyle yüzleşmesini ardından hem hastalıkla hem de hükümet ve sağlık bürokrasisi girdiği mücadeleyi, karakterin yaşadığı duygusal ve fiziksel dönüşümleri başarıyla yansıtıyor McConaughey film boyunca. Öte yandan rolün içeriğinin, Oscar ödülleri ile asgari düzeyde ilişkisi olan birinin dahi aşina olduğu Akademi bu tür rolleri sever önermesinin en bariz karşılıklarından biri olduğunu da unutmamak gerek.
Matthew McConaughey bir güneyli, bir Texaslı. Kendi toprağında, kendi aksanında daha rahat ettiğinden midir bilinmez kariyerinin en başarılı performanslarını şu ana değin, memleketinde geçen hikâyelerde ortaya koydu. Aktörün ilk kez dikkatleri çekmesi de Texas-Austinde, hemşerisi Richard Linklaterin yönettiği günümüzde kült bir gençlik filmi sayılan 1993 tarihli Dazed and Confused ile oldu. Canlandırdığı lise hayatından bir türlü kopamayan, kafası her daim kıyak David Wooderson karakteri ise sonraki yıllarda unutulmazlar arasına girdi.
McConaugheynin eleştirmenlerin radarına girmesi, bir oyuncu olarak kabul görmesi ise 1996 yapımı yine bir Texas hikâyesi olan Lone Star ile gerçekleşti. Amerikan bağımsız sinemasının en usta isimlerinden John Saylesin yazıp yönettiği 1990ların en kıymeti bilinmemiş filmlerinden biri olan, Saylesin başyapıtı olarak sayabileceğimiz Lone Starda canlandırdığı şerif Buddy Deeds kompozisyonu ile ana akım filmlere doğru giden kapıyı aralamış oldu.
Sonrasında pesi sıra yer aldığı; derin güneyde geçen ırkçılık temalı A Time to Kill, başrolünü Jodie Foster ile paylaştığı Contact ve Steven Spielberg imzalı Amistadın ardından Hollywoodun ağır ve büyük filmlerinde onu sıkça göreceğimizi düşünüyorduk. Lakin pek beklenildiği gibi olmadı ve McConaughey 2000li yılları gişeye yönelik bir dizi romantik komedi ya da aksiyon komedi filmlerinin (The Wedding Planner, How to Lose a Guy a in 10 Days, Failure to Lunch, Sahara, Fools Gold, Ghosts of Girlfriends Past) jönü olarak geçirmeyi tercih etti.
Bir aktörden ziyade kaslı, bronz tenli sıradan bir Hollywood ünlüsü olarak anılmaya başladığı anda ise son yıllarda rastladığımız en keskin kariyer kırılmalarından birine tanık olduk. Pek ses getirmeyen ama genel olarak beğeni kazanan 2011 tarihli polisiye The Lincoln Lawyer ile başlayan dönemde Mc Conaugheyi yine bağımsız projelerde ve ayrıca büyük yönetmenlerin iddialı projelerinde ardı ardına izlemeye başladık. Son dönem Amerikan bağımsız sinemasının en dikkat çeken isimlerinden Jeff Nicholsun Mud , Richard Linklater ile üçüncü kez işbirliğine gittiği Bernie, usta yönetmen Wiliam Friedkinin uzun yıllar sonra tekrar adından söz ettirdiği Killer Joe, Steven Soderberghin Magic Mike ve elbette Martin Scorcesenin Wolf of Wall Streetinde gösterdiği performanslarla hakkıyla adından söz ettirdi, eleştirmenlerin ve seyircilerin övgülerini topladı. Artık sıra önümüzdeki pazar günü bu başarıları bir Oscar ödülüyle taçlandırmaya gelmiş gibi gözüküyor.
Muhtemelen gelecek sene yine bu zamanlarda Mc.Conaugheyi konuşuyor olmamız büyük olasılık. Aktörün bir sonraki filmi Christopher Nolan merakla beklenen filmi Interstellar olacak.
Bu arada, dizi severlerin başucu kanalı HBOnun son şaheseri 8 bölümlük (şimdilik ) True Detectivede Woody Harrelson ile karşılıklı döktürdüklerini eklemeyi unutmayalım.
Paralel Sinema
Kanadalı yönetmen Jean Marc Valleenin yönettiği, yaşanmış bir hikâyeden perdeye aktarılan Dallas Buyers Club filminde canlandırdığı Ron Woodroof karakterindeki performansıyla ödülü hak ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Tıpkı aday olan diğer aktörler gibi elbette.
AIDS hakkında yegâne malumatı Rock Hudson ibnesinin yakalandığı hastalık (filmin 80lerde geçtiğini belirtip, çoğu insandaki yaygın kanının buna benzer olduğunu ekleyelim) olan kibarca homofobik bir hödük diye tabir edebileceğimiz rodeo meraklısı elektrikçi Ron Woodroofun kendiyle yüzleşmesini ardından hem hastalıkla hem de hükümet ve sağlık bürokrasisi girdiği mücadeleyi, karakterin yaşadığı duygusal ve fiziksel dönüşümleri başarıyla yansıtıyor McConaughey film boyunca. Öte yandan rolün içeriğinin, Oscar ödülleri ile asgari düzeyde ilişkisi olan birinin dahi aşina olduğu Akademi bu tür rolleri sever önermesinin en bariz karşılıklarından biri olduğunu da unutmamak gerek.
Matthew McConaughey bir güneyli, bir Texaslı. Kendi toprağında, kendi aksanında daha rahat ettiğinden midir bilinmez kariyerinin en başarılı performanslarını şu ana değin, memleketinde geçen hikâyelerde ortaya koydu. Aktörün ilk kez dikkatleri çekmesi de Texas-Austinde, hemşerisi Richard Linklaterin yönettiği günümüzde kült bir gençlik filmi sayılan 1993 tarihli Dazed and Confused ile oldu. Canlandırdığı lise hayatından bir türlü kopamayan, kafası her daim kıyak David Wooderson karakteri ise sonraki yıllarda unutulmazlar arasına girdi.
McConaugheynin eleştirmenlerin radarına girmesi, bir oyuncu olarak kabul görmesi ise 1996 yapımı yine bir Texas hikâyesi olan Lone Star ile gerçekleşti. Amerikan bağımsız sinemasının en usta isimlerinden John Saylesin yazıp yönettiği 1990ların en kıymeti bilinmemiş filmlerinden biri olan, Saylesin başyapıtı olarak sayabileceğimiz Lone Starda canlandırdığı şerif Buddy Deeds kompozisyonu ile ana akım filmlere doğru giden kapıyı aralamış oldu.
Sonrasında pesi sıra yer aldığı; derin güneyde geçen ırkçılık temalı A Time to Kill, başrolünü Jodie Foster ile paylaştığı Contact ve Steven Spielberg imzalı Amistadın ardından Hollywoodun ağır ve büyük filmlerinde onu sıkça göreceğimizi düşünüyorduk. Lakin pek beklenildiği gibi olmadı ve McConaughey 2000li yılları gişeye yönelik bir dizi romantik komedi ya da aksiyon komedi filmlerinin (The Wedding Planner, How to Lose a Guy a in 10 Days, Failure to Lunch, Sahara, Fools Gold, Ghosts of Girlfriends Past) jönü olarak geçirmeyi tercih etti.
Bir aktörden ziyade kaslı, bronz tenli sıradan bir Hollywood ünlüsü olarak anılmaya başladığı anda ise son yıllarda rastladığımız en keskin kariyer kırılmalarından birine tanık olduk. Pek ses getirmeyen ama genel olarak beğeni kazanan 2011 tarihli polisiye The Lincoln Lawyer ile başlayan dönemde Mc Conaugheyi yine bağımsız projelerde ve ayrıca büyük yönetmenlerin iddialı projelerinde ardı ardına izlemeye başladık. Son dönem Amerikan bağımsız sinemasının en dikkat çeken isimlerinden Jeff Nicholsun Mud , Richard Linklater ile üçüncü kez işbirliğine gittiği Bernie, usta yönetmen Wiliam Friedkinin uzun yıllar sonra tekrar adından söz ettirdiği Killer Joe, Steven Soderberghin Magic Mike ve elbette Martin Scorcesenin Wolf of Wall Streetinde gösterdiği performanslarla hakkıyla adından söz ettirdi, eleştirmenlerin ve seyircilerin övgülerini topladı. Artık sıra önümüzdeki pazar günü bu başarıları bir Oscar ödülüyle taçlandırmaya gelmiş gibi gözüküyor.
Muhtemelen gelecek sene yine bu zamanlarda Mc.Conaugheyi konuşuyor olmamız büyük olasılık. Aktörün bir sonraki filmi Christopher Nolan merakla beklenen filmi Interstellar olacak.
Bu arada, dizi severlerin başucu kanalı HBOnun son şaheseri 8 bölümlük (şimdilik ) True Detectivede Woody Harrelson ile karşılıklı döktürdüklerini eklemeyi unutmayalım.
Paralel Sinema