nones
Bayan Üye
Yaşadığınız anın gerçek mi, rüya mı olduğuna karar veremediğiniz oldu mu hiç? Peki, aklınızın size oyun oynadığını fark ettiğiniz zamanlar yok mu?
Matrix Aşklar!
Rüyaların gerçekten farkı, içinize kuşku düşürmemesi oluyor sanırım. Günlük hayatın içinde benliğimizi kemiren pek çok şey yaşarken, rüyaları olduğu gibi kabullenip, sorgulamıyoruz. Aklımız, rüya gördüğümüzü bilmiyor mu ki, kabusların ortasından kan ter içinde, kalp atışlarımız yükselmiş, nefes nefese uyanıyoruz? Bütün vücudumuzu kontrol eden ve yaptırımı sağlayan beynimiz, düşlerle gerçekleri birbirinden ayıramıyorsa, kalbimiz aşkları doğru algılayabilir mi? Bir aşkın gerçek mi yoksa bizim yarattığımız bir yanılsama mı olduğuna nasıl karar vereceğiz?
Uğruna bir ömür harcadığımız, tüm yaşantımızı ona göre düzenlediğimiz büyük aşkımızın matrix olmadığını nasıl anlayacağız? Hepsi bir kurguysa ne olacak? İnsan düşündükçe çıldırabilir. Aslına bakarsanız, aşk zannettiğimiz pek çok duygunun matrix olduğuna inanıyorum. Öyle ya, en büyük sevdamız olan, onsuz bir daha nefes alamayacağımızı sandığımız ilişkiler yaşamadık mı? Bittiğinde ne oldu? Bir zaman sonra hepsi küllendi, unutuldu. Biraz gözyaşı ve sancının ardından, kendi tarihimizin içine gömülüp kaldılar.
Birisi ile karşılaştığımızda, ondan aldığımız sinyaller vücudumuzda titreşimler yaratıyor. Karşımızdaki kişiden hoşlandığımız anda, onunla ilgili bir takım yargılarımız oluşuyor. İşin kötüsü, aklımızın bir köşesinde şekillendirdiğimiz o kişiye aşık oluyoruz. Hepsi bir yanılsama!. Öyle olduğuna inanarak, kalbimizi ve zihnimizi kandırıyoruz. Vakit geçtikçe, aslında beynimizde yarattığımız o muhteşem adamın, gerçekle bir ilgisi olmadığını fark ediyoruz. Beklentilerimiz büyüyor, hayal kırıklıkları başlıyor. Kavgalar, tartışmalar, değiştirme isteği, olmadığı bir kişi gibi davranmasını beklemek, kendi içimizde yarattığımız o yanılsamaya uymayan adamı tanımaya başlamak; bunların hepsi bizde, kızgınlıkla karışık bir hüsran oluşturuyor.
Aşkın büyük ve mutlu denizinde yüzerken, aslında rüyalar aleminin içinde oluyoruz da; kendimizle yüzleştiğimiz ve aklımızın o büyük hayalinin bir balon gibi söndüğü anlarında mı gerçeklerle karşılaşıyoruz?
Yaşadığımız her şeyin bir düşten ibaret olduğuna inanırsak, aşkın bu kurgudaki yeri nedir? Neden bu simülasyonda aşk yaratılmıştır? Uzun ve düşüncesiz bir hali oluşturmak, oyalamak ve aklın gerçekliğe ulaşmasını engellemek için mi? Aşkı kaybetmeyi göze alarak, salt gerçeği öğrenmek ister miydiniz? Size böyle bir şans verilse, hangisini seçerdiniz; kırmızı hapı mı, mavi hapı mı?
Matrix Aşklar!
Rüyaların gerçekten farkı, içinize kuşku düşürmemesi oluyor sanırım. Günlük hayatın içinde benliğimizi kemiren pek çok şey yaşarken, rüyaları olduğu gibi kabullenip, sorgulamıyoruz. Aklımız, rüya gördüğümüzü bilmiyor mu ki, kabusların ortasından kan ter içinde, kalp atışlarımız yükselmiş, nefes nefese uyanıyoruz? Bütün vücudumuzu kontrol eden ve yaptırımı sağlayan beynimiz, düşlerle gerçekleri birbirinden ayıramıyorsa, kalbimiz aşkları doğru algılayabilir mi? Bir aşkın gerçek mi yoksa bizim yarattığımız bir yanılsama mı olduğuna nasıl karar vereceğiz?
Uğruna bir ömür harcadığımız, tüm yaşantımızı ona göre düzenlediğimiz büyük aşkımızın matrix olmadığını nasıl anlayacağız? Hepsi bir kurguysa ne olacak? İnsan düşündükçe çıldırabilir. Aslına bakarsanız, aşk zannettiğimiz pek çok duygunun matrix olduğuna inanıyorum. Öyle ya, en büyük sevdamız olan, onsuz bir daha nefes alamayacağımızı sandığımız ilişkiler yaşamadık mı? Bittiğinde ne oldu? Bir zaman sonra hepsi küllendi, unutuldu. Biraz gözyaşı ve sancının ardından, kendi tarihimizin içine gömülüp kaldılar.
Birisi ile karşılaştığımızda, ondan aldığımız sinyaller vücudumuzda titreşimler yaratıyor. Karşımızdaki kişiden hoşlandığımız anda, onunla ilgili bir takım yargılarımız oluşuyor. İşin kötüsü, aklımızın bir köşesinde şekillendirdiğimiz o kişiye aşık oluyoruz. Hepsi bir yanılsama!. Öyle olduğuna inanarak, kalbimizi ve zihnimizi kandırıyoruz. Vakit geçtikçe, aslında beynimizde yarattığımız o muhteşem adamın, gerçekle bir ilgisi olmadığını fark ediyoruz. Beklentilerimiz büyüyor, hayal kırıklıkları başlıyor. Kavgalar, tartışmalar, değiştirme isteği, olmadığı bir kişi gibi davranmasını beklemek, kendi içimizde yarattığımız o yanılsamaya uymayan adamı tanımaya başlamak; bunların hepsi bizde, kızgınlıkla karışık bir hüsran oluşturuyor.
Aşkın büyük ve mutlu denizinde yüzerken, aslında rüyalar aleminin içinde oluyoruz da; kendimizle yüzleştiğimiz ve aklımızın o büyük hayalinin bir balon gibi söndüğü anlarında mı gerçeklerle karşılaşıyoruz?
Yaşadığımız her şeyin bir düşten ibaret olduğuna inanırsak, aşkın bu kurgudaki yeri nedir? Neden bu simülasyonda aşk yaratılmıştır? Uzun ve düşüncesiz bir hali oluşturmak, oyalamak ve aklın gerçekliğe ulaşmasını engellemek için mi? Aşkı kaybetmeyi göze alarak, salt gerçeği öğrenmek ister miydiniz? Size böyle bir şans verilse, hangisini seçerdiniz; kırmızı hapı mı, mavi hapı mı?