Markasız Olmaz

Salvo

Kayıtlı Üye
Adres Patent Genel Müdürü Ali Çavuşoğlu

İnsanlar, alışverişe gittikleri zaman bir malı almak için gerçek bir önyargıya sahip değildir aslında. Alıcı için her mal aynıdır. Burada zevkler, günün modası ön plana geçer elbette. Kitle iletişim araçlarının ve reklam kültürünün gelişmesiyle birlikte insanların alışveriş yönelimlerinin kontrol edilmesi gibi bir husus devreye girdi. İnsanlara hangi malı niçin alacakları reklamlar aracılığıyla öğütlenmeye başladı. İşte burada birtakım işaretlerin, alıcının zihninde oluşması için marka dediğimiz olgu devreye giriyor.

Türkiye’de önce fason üretim vardı. Ancak zamanla sanayicilerimiz, fason üretimle bir yere gelinemeyeceğini anladılar. Yabancı markaların ülkede çok iyi satıldığını, kriz ortamlarında bile bu markaların ayakta kalabildiğini görünce insanlarımız belirli bir bilinçlenmeyle markalaşmaya doğru yöneldiler. Öncelikle 1995 yılında çıkan marka-patent kanununun böyle bir yönelişte etkili olduğu söylenebilir. Çünkü bu kanun, taklit mal imalatına çok ağır cezalar getiriyor. İş bu noktaya gelince firmalar taklit marka kullanmaktansa tamamen kendilerine has olan bir marka oluşturup bununla pazara girmeyi tercih ettiler. Bunun haricinde fason mal yapmaktansa markayla piyasaya girmek kazancı ve verimliliği artırıyor, firmaların uzun süre pazarda kalmasını sağlıyor.

Öncelikle firma, marka sahibi olduğu zaman bu markaya yatırım yapmalıdır. Bunu belirtmeden geçemeyeceğim. Yoksa sadece tescil yapmış olursunuz. İyi tanıtılmış bir marka Pazar payını hiçbir zaman kaybetmez. İnsanların markalı mallara karşı yönelişi dolayısıyla firmanın ürünleri daha çok alıcı bulur. Markalı mal satan firma malını 20 milyona satıyorsa, markasız mal satan firma malını 5 milyona zor satıyor. Bugün marka, bizatihi kendi başına bir değer ifade etmeye başladı. Tanınmış markaların değerleri bugün milyonlarca dolarlarla ifade ediliyor. Markalar, alınıp satılan ürünler olmaya başladı. Bir firma batsa bile, elindeki markaya kiralama veya satma yoluna giderek de para kazanabiliyor.

Bir marka oluşturulurken toplumun genel değer yargıları göz önünde bulundurulmalıdır. Duyduklarında kulaklarına hoş gelecek, gördüklerinde göz zevklerini okşayacak ibare, çizim ve resimlerin marka olarak seçilmesine dikkat edilmesi gerekir. Ayrıca olabildiğince kısa ve öz anlatımlı ifadelerin olması gerekir. Bu da akılda kalıcılığı getirecektir. Marka, zihinde olumlu çağrışımlar uyandırırsa mutlaka başarı kazanır. Elbette iyi bir organizasyon ve kaliteli mal, markayı tamamlayıcı unsurlardır.

Ülkemizde markalaşmanın en yoğun olduğu sektör zaten tekstil sektörüdür. 1990 yılından sonra özellikle Laleli'deki gelişme, firmaları kendi adlarıyla ve markalarıyla iş yapmaya teşvik edici olmuştur. Daha önceden birkaç tane kot markası vardı; ihtiyaçlar ve müşterinin talepleri doğrultusunda binlerce marka ortaya çıktı. Bu markalar ülkede tutulduğu gibi doğu bloku ülkelerinde ve gelişmekte olan ülkelerde de tanınmaya başladı. Tekstil sektörü, kaliteden taviz vermeye başlayıp, sözlerini de yerine getiremez olunca markaların altı boşalmaya başladı. Bugün tekstil sektöründe bir krizde bahsediliyorsa, yukarıda saydıklarımın büyük etkisi vardır.

Markalaşmaya geç başlamış olmamız bunda en temel etkendir. Daha önce de belirttim: Türkiye, uzun yıllar, hatta bugün de devam eden süreçte, fasoncu bir ülke konumundan kurtulamadı. Dolayısıyla da markaya ihtiyaç duymadı. Marka sahibi firmalar, kendilerine özgü modeller oluşturmadığı için, sadece gelişmekte olan ülkelerde kendi markalarını tutturabildiler. Firmalar, markalarına yeterince yatırım yapmadılar.

1995'te çıkarılan markalar kanunu, gerçekten yeterli ve etkili bir durumdadır. Marka sahibinin yanında olan kanunlarımız şu anda mevcuttur. Örneğin, tescilli bir marka taklidine iki ila dört sene hapis cezası verilebiliyor. Yalnız buradaki sorun da, patent mahkemelerinin geç kurulması ve davaların çok uzun sürmesi uygulamada sıkıntılar yaratıyor. Marka sahipleri dava açıp iki yıl uğraştıktan sonra hakkını alamama gibi durumlarla da karşılaşabiliyor. Gerçi boşlukta olan kısımlar da var elbette. Örneğin, bir marka taklit edildiğinde marka sahibine ne kadar tazminat verileceğine dair bir hüküm kanunlarımızda yer almıyor. Sadece taklit edene ceza veriliyor. Marka sahibinin uğradığı zarar ya tam olarak tazmin edilmiyor, ya da hiç tazmin edilmiyor.

Yeni çıkan kanunlarımızda devlet, belirli bir miktara kadar yapılan marka harcamalarını karşılıyor. Bundan bütün firmaların yararlanması gerekirken, sadece büyük firmaların bu teşviklerden yararlandığını görüyoruz. Devlet 100.000 dolara kadar destekle sanayicisinin yanında yer alıyor. Bu, küçük bir rakam değildir. Yurt dışına gittiğinizde yeni marka tescil ettirmek ve markanızı tanıtmak için yaptığınız harcamalar bile teşvik kapsamında yer alıyor.

Türk Patent Enstitüsü en kısa zamanda geniş bir veritabanı oluşturmalıdır.
• Marka-patent firmalarıyla Enstitü arasında online bağlantı olmalıdır.
• Bürokratik işlemlerin azaltılması, müracaatlara cevapların daha kısa sürede verilmesi gerekir.
• Devletin, marka konusunda tanıtım yapması ve başka özendirici tedbirler alması gerekir.
• Firmalar, markalaşma sürecinde bir patent vekiliyle birlikte çalışmalıdır. Bu, başarıyı artırıcı en önemli unsurdur.
• Firmalar, ihracat yaptıkları ülkelerde markalarını tescil ettirmelidir.
• Firmalar, kendilerine özgü modelleri endüstriyel tasarım olarak tescil ettirmelidir


alıntı...
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst