Maraş Katliamı

İnci

1907
Prenses
Maraş Katliamı, Türkiye tarihinin en önemli parçalarından biridir. Devletle halkın arasının bariz biçimde açılmaya başlamasında bir eşiktir. Halk Maraş’ta da elinden geldiğince, gücü yettiğince direnmiştir. Devrimciler, son ana kadar bir şey yapma çabası içinde olmuşlardır... Ama güçler ve hazırlıklar dengesizdir... Maraş katliamıyla ilgili yazılarda hep katliam boyutu anlatılır. Bu nedenle, 20-24 Aralık 1978 günlerini, bize okurlarımızdan, tutsaklardan gönderilen yeni tanıklıkları da değerlendirerek genişce anlatmaya çalıştık. Katliamı içinde yaşayanlardan birinin de anlatımına yer verdik. Yazı içinde “italik” olarak aktardığımız bölümler, onun Maraş katliamına ilişkin anlatımlarıdır.

Zulüm, Sömürü, Katliam... Yıllardır payımıza hep bu düştü. Egemenlerin sömürü düzeninin devamı için hep bizim kanımız aktı... 22 yıl önce yine öldük, kanımız Maraş toprağına aktı. Bebeler gülüşsüz ağaçlarda çivili kaldı. Yürekler yangın yerine döndü. Kadınların karnı deşildi. Satırlarla, baltalarla beyinler parçalandı... Yeri geldi kelimeler anlatmaya yetmedi yaşanları. Devrimci mücadelenin yükseldiği bu süreçte devletin sivil ve resmi güçlerinin tek tek cinayetleri yetmeyince katliamlar devreye sokulmuştu. 77 1 Mayıs’ında, 16 Mart’ta onlarca insanımız katledildi. Ve Maraş’la yeni bir sürece girildi. Katliam hazırlanıyor... Buna zemin hazırlamak için halk Alevi-Sünni, Türk-Kürt gibi ayrımlarla birbirine karşı kışkırtıldı. Özellikle ‘78 yılı içerisinde devletin bu tür saldırı ve provokasyonlarına sıkça tanık olundu. Son olarak Sivas’ta 3-4 Eylül 1978’de tertiplenen faşist saldırı ve provokasyon Maraş’ın provası oldu. Hedef olarak seçilen yerlerin ortak özelliği Alevi-Sünni inançtan halklarımızın iç içe yaşadığı ve işçilerin, emekçilerin mücadelesinin büyüdüğü yerler olmasıdır. Devlet halkı birbirine karşı düşmanlaştırmak istemiş, sivil faşistleri, İslamcıları bu saldırılarında kullanmıştır. Maraş’ta Yörükselim, Mağralı, Serintepe, Karamaraş gibi mahallelerde Aleviler oturuyordu. Kimi yerlerde Alevi-Sünni içiçeydi. Bu mahalleler daha çok devrimci-demokrat nitelikleriyle tanınıyorlardı. Bu yanıyla devletin hedefi durumuna gelmişlerdi. Bu süreçte Özellikle mezhepsel çelişkiler körüklenmeye çalışılmış, Sünni halk Alevilere karşı şartlandırılmıştır. İslami kesim ve sivil faşistler bu doğrultuda örgütlenmiş, psikolojik olarak saldırıya hazırlanmıştır. Camilerdeki vaazlar, gerici yayınlar, Ahmet Uncu gibi bir faşistin belediye başkanlığında belediye hopörlörleri bile bu amaçla kullanılmıştır. Katliamın hemen öncesinde Alevilerin, solcuların camileri bombaladığı, bombalayacağı veya silahlanıp saldırı hazırlıkları yaptığı, şehir şebeke suyuna zehir katıldığı gibi spekülatif haberler yayılmıştır. Oysa Maraş’ta Alevi-Sünni halk on yıllarca birlikte kardeşçe yaşamıştır. Aralarında paylaşamadıkları hiçbirşey olmamıştır. Devletin tüm çabalarına, yarattığı provokasyonlara ve düşmanlıkları körükleyen ortama rağmen katliam sırasında bile bunun çeşitli örneklerine tanık olunmuştur. Örneğin Aleviler, faşistler tarafından yaralanan bir Sünniyi birlikte hastaneye taşırken; katliam sırasında anaları-babaları katledilen bazı çocuklar Sünni aileler tarafından saklanmıştır. Öte yandan devrimci-demokrat olunduğu noktada Sünni veya Alevi olmak birşey değiştirmiyordu. Bu nitelikler katledilmek için yeterli oluyordu. Kuşkusuz Maraş’ta yaşananlar sağ-sol veya Alevi-Sünni çatışması değildir. Bizzat kontrgerilla tarafından halka devrimcilere karşı bir katliam gerçekleştirilmiştir. Maraş katliamı polisiyle, ordusuyla, Bakanı, sivil faşistiyle bir devlet katliamıdır. Halka karşı gerçekleştirilen 1000 operasyondan birisidir. Katliam halkı pasifize etmek, susturmak, devrimci mücadeleyi ezmek için CIA ve kontrgerilla tarafından planlanıp hayata geçirilmiştir. Gerek CIA’nın gerekse de kontrgerillanın katliamdaki rolünü ortaya çıkaran birçok belge, gelişme bulunmaktadır. Nitekim ABD Başkonsolosu ikinci katibinin Çorum, Amasya, Sivas, Erzincan gibi yerlerde Alevi-Sünni çatışmasını körüklediği bizzat MHP’lilerin itiraflarında vardır. CIA’nın telefonlarında ise “plan kararlaştırıldığı gibi uygulanıyor” diye geçti Maraş katliamı. Katliam başlıyor... 19 Aralık günü aylardır hazırlanan katliamın ilk kıvılcımı çakıldı. O günlerde Çiçek Sineması’nda bir film oynamaktadır. Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türklerin “esaretten” kurtuluşunu anlatan “Güneş Ne Zaman Doğacak” filmine faşistler yoğun bir ilgi göstermiştir. Filmin oynadığı 19 Aralık günü sinema salonuna bir dinamit atıldı. Patlama önemli hasara yol açmazken çıkan kargaşayla birlikte önceden gelip sinemaya yerleşmiş sivil faşistler tarafından “Solcular sinemayı bombaladı” denilerek filmi izlemeye gelenler yönlendirildi. Ardından da sinema salonundaki faşist güruh sokağa çıkarak “Müslüman Türkiye”, “Komünistlere Ölüm” sloganlarıyla yürümeye başladı. 150-200 kişilik grup daha sonra Çiçek sinemasının yakınındaki CHP il binasına saldırarak burayı kundakladı. Sinema salonunun önünde bunlar olurken bombayı atan Ökkeş Kenger Ankara’ya telefonla “işi başardığı”nın haberini veriyordu. Maraş ÜGD Şubesi Başkanı Mehmet Leblebici ile ikinci başkan Mustafa Kanlıdere bu provokasyonu tertiplemiş, Ökkeş Kenger de uygulamıştır. Çiçek sinemasının bombalanması yeni gelişmelerin habercisiydi. Ertesi gün yani 20 Aralık’ta ise Aleviler tarafından işletilen Akın Kıraathanesi bombalandı. 21 Aralık’ta Endüstri Meslek Lisesi öğretmenleri TÖB-DER’li Mustafa Yüzbaşıoğlu ve Hacı Çolak okul çıkışında faşistler tarafından katledildiler. TÖB-DER’li iki öğretmenin vurulduğu haberi tez yayıldı. İki öğretmenin hastaneye kaldırıldığını duyan halk, devrimciler Yörükselim mahallesindeki hastanenin önüne toplandı. Halk iki öğretmenin durumunu öğrenmeye çalışıyor, diğer yandan da kan vermek için hastaneye başvuruyordu. Gergin bekleyiş geç saatlere kadar sürdü. Bu arada faşistler de toplanmış halkı taciz etmeye çalışıyorlardı. Karşılıklı sloganlar atılıyordu. Bir süre sonra hastane önüne bir komando birliği geldi. Birlik faşistlerle halkın arasına konumlandırıldı. Kısa süre sonra ise komandolar yerlerini terkederek, devrimci-demokrat kitlenin arka tarafına yerleştiler. Bir süre sonra da bu yer değişikliğinin amacı anlaşıldı. Komando birliği sürekli olarak halkı tahrik etmeye çalışıyor, saldırgan tavırlara giriyordu. Nihayetinde saldırıya geçtiler. Dertleri kitleyi faşistlerin olduğu tarafa doğru dağıtıp, her iki yandan kuşatmaya almaktı


Ertesi gün sıra cenaze törenine gelmişti. Başta Yörükselim mahallesi olmak üzere, işçisiyle, memuruyla, öğrencisiyle ve çevre ilçe ve köylerden gelenleriyle tüm halk hazırlıklarını yapmıştı. Mustafa Yüzbaşıoğlu ve Hacı Çolak kitlesel bir şekilde uğurlanacaktı. Düzenli kortejler oluşturuldu. Cenaze korteji hastaneden Ulu Camii’ye doğru yürüyüşe geçti. Herkesin dilinde bu faşist cinayeti lanetleyen marşlar vardı. Binlerce insan hep bir ağızdan “Hoşt hoşt köpekler; Vatan sizden ne bekler” sloganlarıyla yürüdüler. Cenazede yeni çatışmaların çıkabileceği düşünülüyordu. Zira faşistler de hazırlık yapıyorlardı. Camilerde Alevilerin, komünistlerin namazı kılınmaz diye fetvalar veriliyor, Bağlarbaşı Camii imamı vaazda avaz avaz bağırıyordu; “Çevremizde bulunan Alevileri ve CHP’li Sünni imansızları temizleyeceğiz...” Kortej Ulucami’ye yönelirken ilk çatışma kalenin önünde yaşandı. Kale çevresine toplanan MHP’liler taşlı-sopalı olarak cenaze kortejine saldırdılar. Ulu Camii’nin önü ise tam bir savaş alanına dönmüştü. Jandarma ve polis, faşistlerin saldırısı için gerekli tertibatı çoktan almıştı. Cenazeye katılanlar gözaltına alınırken, faşistler azgın saldırılarını sürdürüyorlardı. “Tam bir kaos ortamı hakimdi. Cenazeye katılan binlerce insan faşistlerin taş, kurşun yağmuru altında kendini savunmaya, korumaya çalışıyordu. Biz 200-300 kişilik bir gurup kuşatmayı yararak buradan Yörükselim Mahallesine doğru yürüyüşe geçtik. Yürüyüş güzergahımız boyunca faşistlere ait işyerlerini dağıttık. Yine güzergah üzerindeki Merkez Karakoluna taşlarla saldırdık. Yörükselim mahallesinin yakınlarındaki hastanenin önüne geldiğimizde burada cenazedeki gelişmeleri öğrenen büyük bir kitle toplanmıştı.” Cenazeye katılan kitle tüm olanaksızlıklarına rağmen bu saldırıyı püskürtmeye çalıştı. Ara sokaklarda çatışmalar sürdü. Kitle dağılırken faşistlerin yeni hedefi Trabzon caddesindeki Alevilerin, CHP’lilerin dükkanları oldu. Birçok iş yeri yakıldı, tahrip edildi. 3 kişi katledildi... Katliam... 23 Aralık günü ise katliama başlandı. Mağralı, Serintepe ve Yörükselim, Namık Kemal, Karamaraş gibi Alevi halkın yaşadığı mahallelerde eşi görülmemiş bir vahşet yaşandı. Devlet adım adım ağlarını örmüş şimdi sıra kan dökmeye, halkı, devrimcileri ezmeye gelmişti. Herşey hazırdır. Alevilerin, solcuların evleri önceden işaretlenmiş; Maraş’ın ilçe ve köylerindeki faşistler de şehre yığınak yapmışlardı. Ordunun o gün yapılacaklardan haberi vardır. Ordunun olaydan haberdar olduğu Maraş katliamı davası tutanaklarına kadar yansımıştır. Askerler ona göre konumlanırken polis ise ortalıkta yoktur. “O zamana kadar halka yönelik saldırılarda polisler ve sivil faşistler ortalıkta görülürken, ordu gerçek niteliğini gizlemeye çalışmıştı. Halk içinde ordunun bu saldırıyı önleyeceğini düşünenler de vardı... Fakat katliam günlerinde ve sonrasında ordunun yüzü daha net görüldü. Ordu katilleri seyrederken, katliam sonrasında ise halka, devrimcilere saldırmıştı. Dönemin “Paşası”, Sıkıyönetim komutanı Yusuf Haznedaroğlu baskı ve işkence politikasını süreklileştirmiştir. Öyle ki anaların eline evlatlarının işkencede çekilmiş tırnakları verilmiştir.” Faşistler, şeriatçılar evleri yakmaya başladılar. Faşistler sabah erkenden “Müslüman Türkiye”, “Ordu Millet el ele” sloganıyla saldırıya geçmişlerdi. Ellerinde makinalı tüfekler, bombalar, dinamitler, satırlar vardır. “Yörükselim mahallesine bu sırada askerler gelmişti. Halk toplanarak askerlerin önüne çıktı. Subayın önü kesildi, neler olduğu soruldu. Jipten inen subay ise “birşey yok, evlerinize girin, biz buradayız, gerekeni yaparız” diyerek kitlenin dağılmasını istedi. Bundan sonra askerler geri çekilerek ortalığı tümden eli kanlı faşistlere, şeriatçılara bıraktılar.” Serintepe’den dumanlar yükseliyordu. Burası yeni bir mahalleydi. Afşin, Göksun gibi Maraş’ın ilçelerinden gelenler yerleşmişlerdi. Canını kurtaran Yörükselimdeki akrabalarının yanına geliyordu. Serintepe ile Yörükselim arasındaki derede birçok insan vuruldu. Cesetler işkenceden tanınmaz haldeydi. Birçok aile ise tümden yok oldu. “Katliam sonrası Yörükselime ağlayan bir çocuk getirmişlerdi. Yalnız ağlayan sadece çocuk değildi. Kadınıyla erkeğiyle genci yaşlısıyla tüm mahalle ağlıyordu. Çocuğun annesi, babası, kardeşleri katledilmişti. Divanın altına sakladıkları için bir tek çocuğun kendisi kurtulmuştu.” Tabii bu tür sahneler tekil değildi. Anasını babasını evladını, çocuğunu yitirmiş onlarca insan aynı acıyı birlikte defalarca yaşadı. Hamile kadınların karınları deşildi. Kadınların kolları kesilerek bilezikleri çalındı. Evler yağmalandı. İçindeki eşyalarla birlikte yakıldı, çocuklar ağaçlara çivilendi. Halk Yörükselim mahallesinde ise belli evlere toplanmıştı. Ölüler sokak ortasında duruyordu. Yaralılar insanların toplandığı evlerde bekletiliyordu. Zira yaralıların hastaneye götürülmeleri, tedavi edilmeleri gibi bir durum sözkonusu değildi. Hastane etrafı faşistler tarafından kuşatılmıştı. Hastaneye gelenler kurşunlanıyordu. Faşist Başhekim ve doktorlar da hastaneye gelebilen yaralıları kaderleriyle başbaşa bırakıp ölüme terk ediyorlardı. Nitekim müdahale edilmediğinden veya kan kaybından dolayı ölen çok insan vardı. Maraş’ta halk tüm dinamikliğine karşın saldırıya karşı yeterince hazırlıklı değildir. Sol örgütlerin çoğunluğu kendi aralarında çekişmekten dolayı halkı örgütlemekten çok uzaktı. Yani bir örgütsüzlük sözkonusuydu. Fakat örgütsüzlük gibi, hazırlıksızlık gibi önemli dezavantajlara rağmen halk faşist saldırılara boyun eğmedi. Satırlarla, silahlarla, bombalarla saldıran faşist güruha karşı dişiyle tırnağıyla direndi. Kadınlı erkekli taşlarla sopalarla faşistlerle çatıştı. Öyleki yer yer taşlarla bile faşistlerin püskürtüldüğü oldu. “Özellikle yüksek binaların üzerine kurulan makinalı tüfeklerle üzerimize sürekli ateş ediyorlardı. Bizler ise taş, sopa ve av tüfeklerimizle ailelerimizi, komşularımızı korumaya çalışıyorduk. Halkla sivil faşistler, kontrgerilla elemanları yüz yüze çatışıyordu. Sabah saatlerinde halkı zorla kandırarak evlerine sokan subaylar, tanklar, kariyerler, askeri birlikler kaybolmuşlardı. Tek bir asker yoktu. Bir yandan 2-3 katlı binaların üzerinden ateş edilirken diğer yandan ise otomatik silahlı sivil faşistler ve kontrgerilla elemanları sokak köşelerinden üzerimize sürekli ateş ediyorlardı. Bu sırada yanımda bir arkadaş vuruldu. O esnada kurşun yağmuruna rağmen arkadaşımızı düştüğü yerden alıp güvenlikli bir yere çekip, üzerimizdekileri çıkarıp arkadaşımızın yarasını sardık...” Katliam tüm hızıyla sürüyordu. “Saat 12.00 sıralarında ev dışarıdan kurşun yağmuruna tutuldu. Faşistler gaz doldurdukları şişeleri ateşleyerek evin içerisine attılar. Sonra da kapıyı kırıp içeri girdiler. Ellerinde silah, balta ve nacaklar vardı. Önce evin içini yağmaladılar. Evdekileri dışarı çıkardılar. Evin büyük erkek çocuğu Muhammet’i almak istediler. Ümmühan Ana yalvardı; - Ne olur ona dokunmayın... Oysa faşist güruhun eli çoktan tetiğe gitmişti. Ana dayanamadı. Kendini oğlunun önüne attı. Ana ve oğul üst üste yığıldı... Muhammet öldü. Ümmühan Ana ise ağır yaralandı. Sonrasında o da yaşamını yitirdi.” Katliam Sonrası Yörükselim bu kez askerler tarafından işgal edilmiştir. Acı içindeki halk ölüleriyle yaralılarıyla ilgilenmektedir. Daha doğrusu kim öldü kim kaldı onu öğrenmeye çalışmaktadır. Ona bile izin verilmiyordu. Kim yaralı, kim ölü bilinmiyordu. Sokaklarda kan, ölüm ve bir de yakılmış, yıkılmış kömüre dönmüş evler... “Katliam sonrasında bir akrabamın evine gittim. Bahçe kapısının önünde yüzü tanınmayacak halde bir ceset vardı. Kurşunlanmış, işkence yapılmıştı. Her tarafı kan içindeydi. Bu evin büyük oğlu Zeki’ydi. Ama onu tanıyamadım. Sadece parkasından o olduğunu anladım. Hemen yanında evin bir misafiri... O da katledilmişti. Eve girdim. Bu kez ananın (Gülşen Ün) cesedi... Yine kan içerisinde. Sonra kanlar içerisinde yatan baba (Kamil Ün) henüz ölmemişti ama canvermek üzereydi. Sadece hırıltıları duyuluyordu... Evin küçük oğlu ise şans eseri kurtulmuştu. Daha doğrusu Sünni bir aile tarafından saklanmıştı... Onu alarak oradan uzaklaştım...” Faşist güruh katliamını tamamlamış geri çekilmişti. Devlet adım adım örgütlediği katliamın sonuna gelmişti. Şimdi sıra katledilen, her türlü zulme maruz kalan halkı iyice sindirmeye gelmişti. Katliamın ilk gününde görünüp “ Birşey olmaz” diyerek halkı evine kapatmaya çalışan askerler birden ortaya çıkmıştı. Üstelik günler sonra Kayseri’den askeri birlikler bile getirilmişti. Ama bu kez katliama uğrayan halk hedefteydi. Mahallenin etrafı tanklarla kuşatıldı. Dört bir yana makinalı tüfekler kuruldu. Tabii yönü halka dönük. Ölmeyenler gözaltına alınmaya, evler didik didik aranmaya başlandı. Başbakan Ecevit ise bu sıralarda sıkıyönetim ilan etti. Ecevit için seyircisi olduğu Maraş katliamı sıkıyönetim ilan edip, tekeller için sömürüyü, baskıyı tırmandırmanın vesilesi oldu. Faşist terörden sonra devletin “resmi terörü” de sıkıyönetimin ilanıyla devreye sokulmuş oluyordu. Böylelikle sivil faşist çetelerin giremediği yerlere devlet askeriyle girip yapılması gerekeni yapacaktı. CHP’liler “Seni Karaoğlan’a kurban ediyoruz” diye katledilirken Ecevit işlenen cinayete, yaratılan vahşete ortak oluyordu. Katliam sonrası halk kendi olanaklarıyla yaralarını sarmaya çalıştı. Devlet sıkıyönetimiyle, gece sokağa çıkma yasağıyla, sokak başlarını tutan askerleriyle iş başındadır. Halk açtır, yoksuldur. Kışın en şiddetli zamanında sokaktadır. Başını sokacak bir yer bulamamaktadır. Evler yanmış, yıkılmış; zaten yoksul olan halkın elinde hiçbir şey kalmamıştır. Öte yandan asker tarafından halkın üzerinde terör estiriliyordu. En vahşi katliamlara uğrayanlar, eşini, çocuğunu, sevdiklerini kaybedenler bu kez de işkencehanelere taşınıyordu. Günlerce süren işkenceler, yıllara varan hapislikler...

Maraş Davası Maraş katli******* sonra göstermelik bir dava açıldı. Elebaşılar beraat ettirilirken, kamuoyunu tatmin etmek için cezalandırılanlar oldu. 12 Eylül cuntasından sonra ise bu defa katliam devrimcilerin üzerine yıkılmaya çalışıldı, davalar açılıp devrimciler yargılandı. Bu vahşeti gerçekleştiren katiller ise şimdi ya milletvekili ya da devletin çeşitli kademelerinde işbaşında. Resmi rakamlara göre 111 kişi katledilmiş. 210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkılmıştır. Oysa gerçek rakamlar bunların çok daha üzerindedir. Ayrıca birçok insan da katliam sonrasında yerini yurdunu bırakarak göç etmiştir. Halk zulüm uygulanarak, açlığa yoksulluğa mahkum edilerek “yine aynı şeyler olacak” denilip korku yaratılarak göçe zorlanmıştır. Halklar birbirine karşı düşmanlaştırılmış, korku sürekli hale getirilmek istenmiştir. Geride Maraş’ta bir kapanmaz yara kaldı... Hala kanayan... Kapanmaz bu yara...Çünkü o günden bugüne halkın kanı akmaya, yarası kanamaya devam ediyor. Zulüm, vahşet her boyutuyla sürüyor... Kapanmaz bu yara... Bu zulüm, bu sömürü düzeni son bulmadıkça... Maraş, unutulmadı. Unutulmayacak!..


alıntıdır...
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst