SuskunDervis
Kayıtlı Üye
Köşebaşına bırakılmış şüpheli bir paket gibi bakıyorsun bana.
Avucumda bir resim. Rüzgar estikçe çoğalıyor. Acı bir öykü anlatır gibi bakıyor rüzgara.
Herkes taş kesiliyor. Işıklar sönüyor. Yıldızlar sönüyor. Oysa titreyen ayaklarım çığlık atarak sürgüne duran bir daldan başkasına ram olmamıştı.
Sıkıntım artıyor.
Temmuz, ter ve tuz.
Camilere koşan çocuklar. Elifbalar. Takkeler. Başörtüleri. Sararan kayısılar.
Lakin sıcak, uzak iklimler gibi. Bir ter boşalıyor sırtımdan. Mahşer diyor, unutma, yolum üzre perişan bir ölüm içre serçe. Mahşer. Allahım!..
Titreyen ayaklarım selatin bir camiin şadırvanına taşıyor beni.
Hep aynı yere ayak basılmakla yoşumuş taşlar. Bir hayalhanenin perdesini ardına kadar açan billur sesli çeşme. Köşede cenaze namazını bekleyen bir fani bir serinlik düşüyor, ah ölüm!..
Avucumdaki resim kıpraşıyor, depreşiyor, camiin kocaman ve taş döşeli bahçesine bağrından bir tohum saçıyor. Ölüm ve elbet hayat.
Çeşmenin berrak suyu resimden bir sayfa açıyor, yahud kapıdan itiyor da beni, bir ceviz düşüyor gecenin sessizliğine.
İskele.
Güneş batıyor ve Ahmet Haşimin renkleri.
İki can bir. Sımsıkı. Sıcak. Yayla havası baktıkları yer.
Sessiz harflerden yerle göğün kavuştakları akıyor.
Dik yamaç olup dökülüyor canlardan biri.
Dik yamaç olup dökülüyor canlardan diğeri.
Biri güneşle gidiyor.
Biri güneşe gidiyor.
Dupduru suya düşüyor adına hicran denen yaprak.
Omzuma dokunan bir elle çıkıyorum resimden.
Zamansız sararıp düşen bir çınar yaprağı.
Üzerinde kufi bir yazı Ah ölüm!
Asırlık bir ağaca yaslanır gibi yaslanıyorum selaya. Yine Cuma diyorum, yine Adem a.sın tevbesinin kabul edildiği gün.
Ne güzel bir gün!..
Kapıları açık ne güzel bir gün!..
Dostum, ne güzel yaşadın, ne güzel öldün, ne güzel bir günde kavuştun Rabbine. Beli bükük kalsam da kulağımdaki ses hâlâ aynı ses: mahşer
Avucumda bir resim. Rüzgar estikçe çoğalıyor. Acı bir öykü anlatır gibi bakıyor rüzgara.
Herkes taş kesiliyor. Işıklar sönüyor. Yıldızlar sönüyor. Oysa titreyen ayaklarım çığlık atarak sürgüne duran bir daldan başkasına ram olmamıştı.
Sıkıntım artıyor.
Temmuz, ter ve tuz.
Camilere koşan çocuklar. Elifbalar. Takkeler. Başörtüleri. Sararan kayısılar.
Lakin sıcak, uzak iklimler gibi. Bir ter boşalıyor sırtımdan. Mahşer diyor, unutma, yolum üzre perişan bir ölüm içre serçe. Mahşer. Allahım!..
Titreyen ayaklarım selatin bir camiin şadırvanına taşıyor beni.
Hep aynı yere ayak basılmakla yoşumuş taşlar. Bir hayalhanenin perdesini ardına kadar açan billur sesli çeşme. Köşede cenaze namazını bekleyen bir fani bir serinlik düşüyor, ah ölüm!..
Avucumdaki resim kıpraşıyor, depreşiyor, camiin kocaman ve taş döşeli bahçesine bağrından bir tohum saçıyor. Ölüm ve elbet hayat.
Çeşmenin berrak suyu resimden bir sayfa açıyor, yahud kapıdan itiyor da beni, bir ceviz düşüyor gecenin sessizliğine.
İskele.
Güneş batıyor ve Ahmet Haşimin renkleri.
İki can bir. Sımsıkı. Sıcak. Yayla havası baktıkları yer.
Sessiz harflerden yerle göğün kavuştakları akıyor.
Dik yamaç olup dökülüyor canlardan biri.
Dik yamaç olup dökülüyor canlardan diğeri.
Biri güneşle gidiyor.
Biri güneşe gidiyor.
Dupduru suya düşüyor adına hicran denen yaprak.
Omzuma dokunan bir elle çıkıyorum resimden.
Zamansız sararıp düşen bir çınar yaprağı.
Üzerinde kufi bir yazı Ah ölüm!
Asırlık bir ağaca yaslanır gibi yaslanıyorum selaya. Yine Cuma diyorum, yine Adem a.sın tevbesinin kabul edildiği gün.
Ne güzel bir gün!..
Kapıları açık ne güzel bir gün!..
Dostum, ne güzel yaşadın, ne güzel öldün, ne güzel bir günde kavuştun Rabbine. Beli bükük kalsam da kulağımdaki ses hâlâ aynı ses: mahşer