M.Kemal'den Siyaset Öğretileri

nones

Bayan Üye
Kahkaha sırası bizde, “asıl tehlike kör cahillik” deme sırası da!
Erken Cumhuriyet Dönemi halkın en mutlu mesut yaşadığı dönemdir. Çünkü nihayet, halkın, tam 600 yıldır beklediği modernleşme adımları atılmaya başlanmıştır. O güne kadar yaşadığı sefil hayattan en sonunda batı tarzı yaşama terfi edecektir. Öyle bir değişim yaşatılmalıdır ki halka, bir bakan anlasın radikal değişimi, bakan bir daha baksın. Elbette bunun en iyi yolu(ve en kolay)değişimi görünür kılmaktır.
“Gardırop inkılâpları” diye pespaye eleştirilere maruz kalan devrim niteliğindeki değişiklikler işte bu inkılâp hareketinin parçalarıdır.
Böyle anlatılır bizim ilköğretim ve hatta lise talebelerine. O yüzden de bu yavrucaklarımız en önemli vazifelerini Kemalist ‘devrim’in bekçiliğini yapmak olarak görürler ve bu devrimlerin tarihlerini ve nitelikleri tekrarlaya tekrarlaya büyürler. Tekrarlamazlarsa, unutacakları söylendiği için onlara, üzerine düşünmek için ara bile vermeye korkarak dur durak bilmeden tekrarlamaya devam ederler. Tekrar ederler ve verilen kutsal vazifelerini ifa ederler. Tekrar etmeyen herkesi potansiyel tehlike olarak görmeleri salık verildiğinden, garip bakışlarla ve şizofren bir edayla, hep kısık gözlerle etraflarını süzerek tekrar ederler... Onlara göre, fesi çıkarıp, hukuki bir emirle şapkayı giyen (yok kafasına zorla şapka giydirilen) böylece “modernleşen/modernleştirilen köylümüz” bu döneme ayılıp bayılmıştır. Zaten sıkıyorsa bayılmasındır… Zira o dönem ayılana gazoz, bayılana limondur. “Banane kardeşim ben fesimi takarım efendi efendi takılırım kafama göre, ne şapkası?” diyen dinci abilere ya da “ne şapka, ne fes, ne padişah, ne cumhuriyet” diyen 3.yolculara ne olmuş bu dönem? Benim ilköğretim öğrencisi minik kardeşim masal kitabını aratmayacak efsanelerle donatılmış tarih kitabını okurken sordu, “o zamanlar muhalefet yok muymuş ki” diye. Sahi o zaman muhalefet yok muymuş? “Bir varmış, bir yokmuş” diye başladım ben de…
Cevaba ekşi sözlük jargonundan bir ifadeyle, yani “O değil de, bir muhalefet partisi vardı ne oldu ona” diye başlayınca, hemen örnek üstünden sonuca ulaşmak mümkün. Bu cevap bize siyaset adabını öğrenmek açısından çok şey katacak. Peki, öğrenip ne yapıcağız bu adabı? Bu gün siyasetçiyim diye geçinenlere, siyasetin babası nasıl yapılır Atamızdan örnekler vererek anlatacağız pek tabii.

TBMM’nin ikinci döneminde muhalefet hiç eksik olmamış, ama bu muhalif hareketler Halk Partisi’nin içinde kalmış daha çok. Pardon “kaldırılmış”. Özellikle 1924 Anayasasının hazırlanma sürecinde muhalefet, hükümeti destekleyen kanadı bile bastırmış. Zaten ikinci bir partinin kurulacağı söylentileri de önceden başlamış. Nihayet Muğla Mebusu Esat Efendi, mübadeledeki yolsuzluk ve beceriksizlikleri içeren bir önerge verince fişek ateşlenmiş... Aynı gün Karabekir Paşa da ordudan istifa etmiş ve Meclise katılmış. Gerisini Mete Tuncay şöyle anlatır: “Gerçekten 30 Ekim’de Ali Fuat Paşa istifa etmiştir. Aynı gün mecliste eleştiriler sertleşince, M. Kemal Paşa bir “Paşalar Komplosu”ndan kuşkulanarak, kendisine bağlı komutanları Meclisten çekip, ordu üstündeki denetimini pekiştirmiş; görevinden istifa eden Karabekir ve Ali Fuat Paşaların da, devir ve teslim işlemlerini tamamlamadıkları gerekçesiyle-gensoru görüşmeleri tamamlanıncaya dek- Meclise katılmalarını engellemiştir. (Oysa Karabekir bu arada fiilen oturumlara katılmış, hatta oy bile vermişti)”
Evet 1. nokta: Atatürk’ün tabiriyle ‘Paşalar Komplosu’ o gün vardı, bugün de hissedilir şekilde var. Paşalar biraz değişti, hey gidi, o eski tüfekler daha bir mertti, açıktan siyaset yapıyorlardı, arkadan pusu kurmuyorlardı bizim Ergenekoncular gibi. Neyse ki, bazıları “Yetti gari gizli örgütlenmeler” deyip, ortaya atmış kendini, bir ay içinde parti kuracağını bile açıklamış. Hatta facebook’taki gençlerimiz “Biz Kaç Kişiyiz” platformundan umduklarını bulamadıkları için aman komutanım aslanım, sen aç partiyi arkandayız gibisinden gruplar açmışlar. Alaaa. Alaaa da “ Atamız yaşasaydı, acaba buna Tayyip Erdoğan’ın “paşalar komplosu” demesine içerler miydi?” “Ben Ergenekon’un avukatıyım” diyen, Mit’in dosyalarına adı sanı cuntacı olarak geçen, her seçimde ‘halkın muhalefet görevi verdiği’ uzatmalı muhalefet lideri yine avukatlığını yapar mıydı bu paşaların? Sanmam. Atatürk’ün ifadesiyle, bu “komplocu paşalar”, askerliği bırakıp doğrudan siyasete girmek istemişler, adabıyla yani... Bu tür doğrudan yollar cuntacı adama yabancı gelir, sapa gelir sonra. Siyaset başka türlü yapılır onlarda. Hem öyle bir yapılır ki 1500 sayfa yetmez ayrıntılarını anlatmaya…
Şimdi başbakanın danışmanları düşünedursunlar bu kadar yeraltı ya da aleni muhalefetle nasıl uğraşılır diye. Hâlbuki üşenmeyip açıp okusalar Atatürk ne yapmış muhalefete karşı, hemencicik öğrenip, Kemalizmin ilkeleri doğrultusunda üstesinden gelecekler bu 50 küsur muhalif partinin. Üşenmedim ben açıp okudum. Sonunda ne yapmış Atatürk bu “Paşalar komplosunun” ve muhalefetin üstesinden gelmek için? Onu da şöyle anlatmış Mete Tuncay: “Mustafa Kemal Paşa’nın, dört yıl önce sol muhalefete uyguladığı, muhalifleri çoğunlukta görünce onları bölmek ve bir kısmını kendisine çekmek, ötekini de artık toplayıcı olamayacakları bir aşırırlıkta örgütlenmeye itmek taktiğini 1924 güzünde de yeni muhalefete uyguladığı anlaşılıyor.”
Tabii sonraki günlerde strateji gitgide değişiyor. Ya da Paşa iktidar hırsıyla kendini kaybediyor. Mesela, London Times’ın İstanbul muhabirinin muhalefet partisi TpCF ile ilgili sorularına, Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği yanıtlar “tamameeen duygusaaal”. Üstelik bu yanıtları yüzü kıpkırmızı kesilerek vermiş olması oldukça insani… (Hatta çevirmenlik yapan bir milletvekili bu kadar atak konuşmaması konusunda kendisini uyarıyor). Paşa o gün ki röportajda, muhalefetin her üyesini tek tek sayarak verdiği yanıtlarla onları “her şeylerini borçlu oldukları kendine karşı nankörlük etmekle” suçluyor. Dahası bu muhalif siyasetçilerin vatan haini olduklarını savunuyor. Ne oldu şaşırdınız mı? Şaşırmayacaksınız. Demek ki Atamız pek bir marifetliymiş muhalefetle mücadele konusunda. Demem o ki Tayyip Erdoğan daha bir fırın ekmek yemeli, siyasette Atatürk’ün profesyonelliğine ve stratejistliğine erişmek için. Öyle “Biz asla laikliğin odağı olmadık” demekle Kemalistlerin gözüne giremez. Halbuki Deniz Baykal kadar okusa Atatürk’ün anılarını, bir çuval kömüre oyunu satan cahil köylü sınıfının oylarını almaktan kurtulup, entelijinsiya’nın oylarıyla ihya edilecek. Nerden mi bildim Deniz Baykal’ın tam bir anısever olduğunu? Jargona bakmak yeterli... Bakın, 21 Kasım 1924’te yani muhalefet partisi kurulduktan üç gün sonra Gazi, “Dinsel gericiliğin bir karşı devrim tehlikesine yarattığına” işaret eden bir konuşma yapmış. “Benim burnuma barut ve kan kokusu geliyor inşallah ben yanılmışımdır” demiş bir de. Şimdi bu kimin jargonu diye sorsam, sokakta misket oynayan afacanlar Polat Alemdar’ın ya da Deniz Baykal’ın olduğunu söyler. Yok, Atatürk’ün desem, yavrucaklar ,inanmazlar. İnanlar gözleri yaşlar içinde hemen Türk bayraklarını camlara asarlar. Demokrat Kemalistler, beni iftira atmakla suçlarlar. Sen Atatürk’ü değil, Humeyni’yi seviyorsun, ondan böyle konuşuyorsun derler. Yok efendim ikisinden pek haz etmem diyecek olsam, hakkımda dava açarlar. Allahtan böyle davalar artık mutlu sonla bitiyormuş. Hatta, “Sevmek gönül işidir, biz karışamayız” deyip beraat ettiren bir hakim varmış, aman nolur benim davama o baksın.
Neyse konumuz M. Kemal Paşa’dan ‘siyaset öğretileriydi. Kısaca sadece bu ilk muhalefet partisinin 29 üyesinin sonuna bakınca öğretiden en önemli çıkarımı yapmak mümkün. Mete Tuncay ‘malumun ilamı’nı söyle özetler: “Bu milletvekillerinin hiçbiri bir daha ki dönemde meclise girememiştir. 6 sı İzmir suikast girişimi dolayısıyla Ankara İstiklal Mahkemesince asılmışlardır. 13’ünün, siyasal yaşamları 2.dönemin sonunda kesin olarak noktalanmıştır.” Yedisi, Atatürk’ün ölümünden sonra yeniden milletvekili oluyor. Biri, çok partili döneme girince yeniden siyasete dâhil oluyor. Cebesoy ve Bele ise Atatürk’ün sağlığında meclise giriyor. Siyaset budur! Önce bunları yapıp, muhalefeti bir güzel tasfiye edip üstüne şu sözleri yazarsan günlüğüne, 80 sene sonra bile o güne özlem duyanlar olur: “Akıl, mantık, zekâ ile hareket etmek şiarımızdır. Haksız ve insafsız eleştirilere karşı hoşgörülü değilsek, sert davranıyorsak, bunun nedeni ülke ve ulus çıkarını her şeyin üstünde görmemizdir.”(Atatürk’ün 1925 yılı Ocak ayının ilk haftasında Konya’da tuttuğu günlük parçalarından)
Şimdi arkamıza yaslanalım ve “Atam” yaşasaydı diye cirit atanları anlamaya çalışalım. Haklılar, kim ne derse desin siyaset budur. İtiraf ediyoruz, biz sizi anlıyoruz. Ve itiraf ediyoruz, siyaset dışı girilen yolların köklerini eştikçe görüp, referanslarınız nedeniyle sizden daha çok korkuyoruz.

(alıntı)
 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
Geri
Üst