Liberalizmi kim buldu

bal_böceği

€q0iSt
Prenses
Kayıtlı Üye
Devlet politikasında ve hükümet
anlayışında hürriyeti esas alan, toplum hayâtında ve kişilerin yaşayışında hür ve serbest bir hayâtı
vazgeçilmez prensip kabul eden bir anlayış, bir sistem. Liberalizm Türkçeye Fransızcadan geçmiştir.
Kelimenin asıl menşei, “hür bir şahsa yakışan” anlamına gelen Lâtince “liberalis” kelimesidir.
Liberalizm, tâbir olarak adını on dokuzuncu yüzyıl başlarında İspanya’da kurulan “Liberales” ismini
taşıyan siyasî partiden alır. Fakat felsefî bir anlayış olarak bu fikir, çok eskilere uzanır. Eski Yunan
filozofları bu fikri hararetle savunmuşlardır. Liberalizm fikri en şaşalı dönemini 1750-1914 yılları
arasında göstermiştir. Yirminci yüzyılda modern devlet hayâtında liberalizm fikri oldukça geniş tatbik
sahası bulmuştur. Birçok ülkede bu ismi taşıyan partiler, hattâ liberal anlayışı dünyâ çapında
yaygınlaştırmak gâyesi ile “Liberal International” kurulmuştur.
Liberalizm fikri, modern Avrupa’nın ilk çağlarında, yâni 17. yüzyılda Milton, Descartes ve Spinoza gibi
düşünürler tarafından harâretle müdâfaa edildi. Bu fikir akımı, en parlak ifâdesini, 1789 Fransız İnsan
ve Vatandaş Hakları Beyannâmesinde bulur. Gerçekten bu beyannâmenin en karakteristik vasfı,
ferdiyetçi oluşudur. Fert her bakımdan toplumun temel unsuru ve esas gâyesi olarak ele alınmıştır.
Liberal devletin toplum ve devlet anlayışı, ferde ve onun irâdesine dayanır. Bu anlayışa göre; insanlar
toplum hâlinde, bir devlet düzeni içinde yaşamadan önce “tabiî yaşama hâli” adı verilen bir merhale
geçirmişlerdir. İnsanlar aralarında anlaşarak bir siyasî ve sosyal mukâvele (sözleşme) yaparak toplum
ve devleti kurmuşlardır. Şu halde, kişinin devlet düzeni içinde sâhib olduğu hakların kaynağı devlet
değildir. Devlet kurulmadan önce de fertlerin bir takım hakları mevcuttur. Devlet, bu haklara riayet
etmek zorundadır. Zîra devletin varlık sebebi, bu hakların korunmasıdır.

Liberal anlayışa göre; tabiatta kurulmuş bir düzen vardır. Devlet bu düzene müdâhale etmemelidir.
Şâyet müdâhale ederse kurulmuş düzen bozulur. Liberalistlerden J.J.Rousseau “İnsanlar hür doğar,
fakat yine de her tarafta zincirlerle bağlıdır. Allah, herşeyi iyi yapar, ama insanlar karışır ve en kötü
hâle getirirler.” diyor. Yine liberalistlere göre; mademki bütün kötülükler, insanın tabiî düzene
müdâhale etmesinden ileri geliyor, o halde, yapılacak şey hâdiseleri kendi çıkışına terk etmektir.
Liberalizmde bu düşünce “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!” anlamına gelen “Laissez faire,
Laissez passer” formülü ile ifade edilmiştir. Yâni devlet jandarma görevini yapmalı, sâdece suçluları
cezâlandırmalı, fakat ekonomiye dokunmamalı, ekonomiyi kendi tabiî kuralları içinde işlemeye
bırakmalıdır. Zîra, liberalizme göre; devlet ekonomiye müdâhale ederse onun tabiî düzenini bozar ve
aksamalar olur.
Liberalizme göre; ferdin doğuştan kazandığı hakların başında hürriyet, emniyet ve mülkiyet hakkı gelir.
Hürriyet, başkasına zarar vermeden herşeyi yapabilmektir. Kişinin hürriyetinin sınırı, diğer kişinin
hürriyetinin sınırıdır. Mülkiyet hakkı ise kutsal, dokunulmaz ve vazgeçilmez bir haktır. Kişilerin kânun
karşısında ve önünde eşit olmaları, onları mutluluğa götürmek için yeterlidir. Devletin gerçekleştirmek
istediği gâye ne kadar kutsal olursa olsun -mesela, gelecekte insanlara daha geniş bir hürriyet ve daha
büyük mutluluk sağlamak için dahi olsa- kişilerin doğuştan var olan hürriyetlerine dokunamaz. Yâni,
“gâye, her aracı meşrû kılmaz.”

Şu halde, liberal anlayışa göre; “jandarma” vazifesi yapacak olan devlet, ekonomik ve sosyal hayatın
işleyişine karışmayacaktır. Zîra, kişi toplumda yapacağı işi seçmekte serbest olursa, kendi yapısına,
eğilimlerine ve kaabiliyetine en uygun olan işi seçmeye çalışacaktır. Serbest rekâbet sisteminin tatbik
edilmesiyle, piyasaya en iyi mal ve hizmetleri sunan kişiler mücâdeleyi kazanacaklardır. Böyle bir
düzende sosyal ihtiyaçlar da kendiliğinden karşılanacaktır. Üreticiler tarafından üretilen mallar,
tüketiciler tarafından beğenilip tutulduğu oranda üreticiler kazançlı çıkacaktır. Tüketicilerin zevklerinde
veya hayatlarında değişiklik olduğu zaman da üreticiler bu değişiklikleri gözönünde tutup, üretimi ona
göre ayarlamak zorunda kalacaklardır. Böylece ekonomik düzen, devleti idâre edenlerin irâdeleri ile
değil, ekonomik hayâtın tabiî kânunları ile sağlanacaktır. Bu tabiî kanunlar, fizik dünyâsındaki kânunlar
kadar kesindir. Bu tabiî kânunların işleyişini engelleyici bütün tedbirler, zararlı ve neticede başarısız
kalmaya mahkûm olacaktır. Böylece hususî teşebbüsleri frenlemek veya teşvik etmek için gayret
göstermek tamâmen yersizdir ve gereksizdir; serbest rekâbet ilkesi, ekonomiyi en iyi iktidardan daha
iyi yönetecektir. Ekonominin tabiî kânunları, bilhassa fiyat mekanizmasının işleyişinde kendini
hissettirecektir. Bu sebeple, fiyatlar tamâmen serbest bırakılmalıdır. Âdil olan veya olmayan fiyat

yoktur. Görünüşte aşırı yüksek bir fiyat üretimin artmasını sağlar ve üretimin artması da fiyatların
düşmesine sebeb olur. Dolayısıyle, kazanç sosyal bir mükâfat, iflâs ise hak edilmiş bir cezâdır.
Liberalizmin bu anlayışı daha sonra, özellikle 19. yüzyılda değişikliğe uğradı. Bilhassa, “tekel”lerin
kurulması, kartel, tröst gibi değişik adlar altında, anlaşmalarla gerçekleştirilen, işletmeler arası
birleşmeler, liberalizmin temel prensibi olan serbest rekabet ilkesini kökünden sarsmıştır. Tekellerin
hâkim olduğu bir ekonomik ortamda, tüketicinin korunması kendiliğinden gerçekleşemeyecektir. Bu
durum karşısında devlet, üreticilerarası anlaşmaları, tekel ve kartellerin fiyat politikalarını denetlemek
mecburiyetinde kalmıştır.
On dokuzuncu yüzyılda önemli ekonomik, sosyal hayâtı etkileyen bir gelişme de işçi kuruluşlarının ve
işçi sınıfının ortaya çıkışıdır. Bu yüzyılda bir başka gelişme de her on yılda bir periyodik ekonomik
krizlerin ortaya çıkışıdır. Ekonomik krizler ise liberalizmin ekonomi anlayışına tamâmen terstir.
Görülüyor ki, târihî gelişme, liberal devlet düşüncesinin iyimser inançlarının ve tahminlerinin
gerçekleşmediğini göstermiştir. Liberalizmin düştüğü bu kriz, demokrasiyi de tehlikeye düşürmüştür.
Zîra komünizm taraftarları, liberalizmin tam tatbiki sonucu toplumda gelir dağılımı konusunda ortaya
çıkan aşırı dengesizlikten, düşünceleri istikâmetinde istifâde etmeye kalkışmışlardır.

İşte, liberalizmin düştüğü bu kriz karşısında liberalistler yeni bir anlayışı kabullenmek zorunda
kalmışlardır. Bu da devletin ekonomik alana zaman zaman müdâhale etmesidir. Bunun sonucu, bugün
bütün eski liberal-kapitalist devletlerde, sosyal devlet, dediğimiz bir devlet anlayışına yer verilmiştir. Bu
tip devlet anlayışında da temel prensipler yine liberal anlayıştan gelir; fakat devlet artık sadece
suçluları cezalandıran jandarma fonksiyonu değil, aynı zamanda ekonomik alana müdâhale etmekte,
narh-fiyat koymakta, muhtelif ekonomik tedbirler almaktadır. Sonuç olarak, eski liberal anlayışın iflas
ettiği söylenebilir. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” formülü işlememiştir. Bu durumu tabiî
karşılamak gerekir. Zîra, bu anlayışta nazarî olarak bütün insanlar için kabul ve îlân edilmiş olan hak
ve hürriyetlerden gerçekte sâdece maddî bakımdan varlıklı küçük bir zümre faydalanabiliyordu. Uzun
ve acı tecrübelerden sonra kişileri, “Ne hâlin varsa gör!” anlamına gelen bir hürriyet anlayışının ezici
yükünden kurtarma mecburiyeti anlaşılmıştır. Devletin artık seyirci kalmayacağı ortaya çıkmıştır.
Sosyal devlet anlayışında ise fert, liberal devletlerin aksine, artık mücerret (soyut) bir varlık değil, fakat
içinde yaşadığı toplumun sosyal şartları ile çevrili, “ihtiyaç sâhibi vatandaş” olarak ele alınmıştır.
İslâm dîni, iktisâdî alanda prensip îtibâriyle liberalizmi kabul etmiştir. Yâni İslâmiyette kişilere serbestçe
iktisâdî faaliyetlerde bulunma hakkı verilmiştir. Kural olarak kâr haddi yoktur. Aynen liberal sistemde
olduğu gibi devlet, ekonominin işleyişine müdâhale etmez. Fakat, liberalizmin temeli olan “Bırakınız
yapsınlar, bırakınız geçsinler” prensibi İslâmiyette mevcut değildir. Liberalizm, bu düşünceye
dayandığı için sonunda kapitalizme dönüşerek insanların nefretini kazanmış ve iflas etmiştir. Halbuki,
İslâm dîni temelde liberalizmi kabul ettiği halde bâzı müesseselerle kapitalizme kaymayı önlemiş ve
zekat, beytülmal ve sadaka gibi müesseseleri ile fakirin hakkını korumuş, zenginin daha zengin, fakirin
ise daha fakir olmasını önlemiştir. Liberalizmde ise bu müesseselerin hiçbiri mevcut değildir.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst