Salvo
Kayıtlı Üye
909 Kuzey Afrika'da Fatimilerin Ortaya Çıkışı; Ağlabi Hanedanlığının Sona Ermesi
Son imamlarının ortadan kaybolmasından sonra geçen yaklaşık bir asır boyunca İsmaililer, hiç bir siyasi isteği almayan önemsiz bir Şia kolu olarak kaldılar. Fakat bu durum, 873 yılında Abdullah İbn-i Meymun el-Kaddah (ö.ykl. 875) adında birisi kendisinin ve haleflerinin Mehdi'nin seçilmiş elçisi olma makamında olduğu iddiasıyla sahneye çıkarak, mezhebin liderliğini üzerine almasıyla değişti. Sözde kendisine ilham geliyordu ve mucize yaratma gücüne sahipti. Siyasi konularda uzak görüşlü bir adam olduğundan, kısa zamanda, imparatorluğun çeşitli bölgelerinde Sünni hakimiyetine ve Abbasi halifeliğine karşı ihtilal propangandası yapan geniş ve faal bir gizli teşkilat ağı kurdu. 893'de Ebu Abdullah adında birisi, Yemen'deki bu tür bir teşkilattan (bazı kaynaklara göre Suriye'deki Selemye), İsmaili inancının propagandasını yapma ve Berberileri Sünni Ağlabi hükümdarlarına karşı isyana teşvik etme göreviyle Tunus'a gönderildi. 902 ve daha sonra 904'te, Humus yakınlarında yaşayan ve Ubeydullah adını alarak imamlık iddiasında bulunan Said bin Ahmed de Suriye'de ayaklanmıştı fakat bunlar çabucak bastırılmıştı. Ubeydullah daha sonra Abdullah'a katılmak üzere Kuzey Afrika'ya gitti takat, harici olduğu için, iktidarın verasetle intikaliyle ilgili her fikri reddeden Rüşte-miler tarafından Sicilmase'de yakalanarak hapse atıldı.
Bu arada Fatımi dai'si (propagandisti) Ebu Abdullah, misyonerliğine faal bir şekilde devam ediyordu ve Mehdi'nin (halkı buna “hazırlıyordu”) yakında zuhur ederek, dünyada huzur ve adalet dolu bir rejim kuracağı konusunda verdiği söz, Ağlabi hükümdarı III. Ziadetullah'ın (h. 903-909) zulmünden kaçmaya çalışan saf Berberiler arasında dini bir heyecan yarattı. Kendini sıkı bir şekilde tahkim ederek, kendi görüşünü benimseyen Berberi Ketame kabilesinin yardımıyla, 909'da, asırlık Ağlabi hanedanlığını yıktı ve Kayravanlı ele geçirdi. Altı ay sonra, Rüstemilerin küçük beyliğine girip, bunların hakimiyetini sona erdirerek, Ubeydullah'ı Sicilmase'den kurtardı. İsmail'in oğlu Muhammed'in doğrudan torunu (“Gizli İmam” çizgisinden) olduğunu iddia eden Ubeydullah, Kayravan'a yerleştirildi ve hem Mehdi, hem de Halife unvanını aldı.[77] Artık İslam dünyasında, her ikisi de aynı zamanda devlet başkanı olan iki rakip halife vardı.
İlk Fatimi hükümdarı Ubeydullah (h. 909-34) koltuğa oturur oturmaz, Ubeydullah'ın seçilmesi için durmaksızın çalışan ve Berberi Ketameliler arasında da sınırsız bir sadakate sahip olan Ebu Abdullah ile aralarında bir çatlak oluştu. Abdullah'ın, hükümdarı tarafından 911 'de idam edilmesi, Ketameliler ve Atlas Haricilerinin ayaklanmalarına yol açtı. Fakat bunlar iki yıl süren ağır savaşlardan sonra bastırıldı. Bunlarda Fatimilerin Ifrikiye ve Sicilya'da yayılmaları için yollarının açılmasını sağladı.
Fatimilerin ortaya çıkışı, İslam tarihindeki önemli olaylardan birisidir. Rakip bir dini hareketin başı olarak, bunlar, kendilerini İslam'daki tek meşru otorite saydılar. Bağdat'a siyasi ve ideolojik düşman gözüyle bakarak, yeni bir sahil şehri olan kale başkent Mehdiyye'yi (Kayravan'ın 30 mil kadar doğusunda, 916'da kuruldu.) Merkez burada kendi halifeliklerini (909-1171) kurdular. Fatimilerden önce, hem Doğudaki hem de Batıdaki vilayet idarecileri, fiilen bağımsız da olsalar, Abbasi halifelerinin hükümdarlığını, en azından Müslüman topluluğun sembolik bir lideri olarak kabul ediyorlardı; hatta bu, Harici olan Rüstemiler için bile geçerliydi. Fakat bu durum, Hz. Peygamberin (s.a.v.) kızı ve Hz. Ali bin Ebu Talibin hanımı ve kuzeni olan Hz. Fatma'nın (hanedanlığın adı da buradan gelir) torunları olduğunu iddia eden, Abbasi karşıtı Fatımiler tarafından tamamen değiştirildi. Bu iddiaları onlara, neseplerinden dolayı ve gerçek dinin muhafızlığı için ilahi bir seçimle her ikisinin de kendilerine verildiğine inandıkları imamlık ve bundan dolayı da Halifelik statüsünü kazandırdı. İmam olmakla, bunların Tanrı'nın, insanoğluna doğru yolu göstermek için, vücut bulmuş şekli olduğuna inanılıyor ve böylece İmamlar hem bir hükümdar hem de dini bir lider olarak görülüyorlardı. Fatimi imparatorluğu zirvede olduğu dönemde, Kuzey Afrika, Sicilya, Afrika'nın Kızıl Deniz kıyıları, Hicaz (Mekke ve Medine dahil) Yemen, Filistin ve Suriye'yi sınırlarına katmıştı. Özellikle, kutsal şehirler olan Mekke ve Medine'nin kontrolünü ellerinde bulundurmaları, bunlara muazzam bir dini prestij ve siyasi kuvvet sağlamıştı.
Son imamlarının ortadan kaybolmasından sonra geçen yaklaşık bir asır boyunca İsmaililer, hiç bir siyasi isteği almayan önemsiz bir Şia kolu olarak kaldılar. Fakat bu durum, 873 yılında Abdullah İbn-i Meymun el-Kaddah (ö.ykl. 875) adında birisi kendisinin ve haleflerinin Mehdi'nin seçilmiş elçisi olma makamında olduğu iddiasıyla sahneye çıkarak, mezhebin liderliğini üzerine almasıyla değişti. Sözde kendisine ilham geliyordu ve mucize yaratma gücüne sahipti. Siyasi konularda uzak görüşlü bir adam olduğundan, kısa zamanda, imparatorluğun çeşitli bölgelerinde Sünni hakimiyetine ve Abbasi halifeliğine karşı ihtilal propangandası yapan geniş ve faal bir gizli teşkilat ağı kurdu. 893'de Ebu Abdullah adında birisi, Yemen'deki bu tür bir teşkilattan (bazı kaynaklara göre Suriye'deki Selemye), İsmaili inancının propagandasını yapma ve Berberileri Sünni Ağlabi hükümdarlarına karşı isyana teşvik etme göreviyle Tunus'a gönderildi. 902 ve daha sonra 904'te, Humus yakınlarında yaşayan ve Ubeydullah adını alarak imamlık iddiasında bulunan Said bin Ahmed de Suriye'de ayaklanmıştı fakat bunlar çabucak bastırılmıştı. Ubeydullah daha sonra Abdullah'a katılmak üzere Kuzey Afrika'ya gitti takat, harici olduğu için, iktidarın verasetle intikaliyle ilgili her fikri reddeden Rüşte-miler tarafından Sicilmase'de yakalanarak hapse atıldı.
Bu arada Fatımi dai'si (propagandisti) Ebu Abdullah, misyonerliğine faal bir şekilde devam ediyordu ve Mehdi'nin (halkı buna “hazırlıyordu”) yakında zuhur ederek, dünyada huzur ve adalet dolu bir rejim kuracağı konusunda verdiği söz, Ağlabi hükümdarı III. Ziadetullah'ın (h. 903-909) zulmünden kaçmaya çalışan saf Berberiler arasında dini bir heyecan yarattı. Kendini sıkı bir şekilde tahkim ederek, kendi görüşünü benimseyen Berberi Ketame kabilesinin yardımıyla, 909'da, asırlık Ağlabi hanedanlığını yıktı ve Kayravanlı ele geçirdi. Altı ay sonra, Rüstemilerin küçük beyliğine girip, bunların hakimiyetini sona erdirerek, Ubeydullah'ı Sicilmase'den kurtardı. İsmail'in oğlu Muhammed'in doğrudan torunu (“Gizli İmam” çizgisinden) olduğunu iddia eden Ubeydullah, Kayravan'a yerleştirildi ve hem Mehdi, hem de Halife unvanını aldı.[77] Artık İslam dünyasında, her ikisi de aynı zamanda devlet başkanı olan iki rakip halife vardı.
İlk Fatimi hükümdarı Ubeydullah (h. 909-34) koltuğa oturur oturmaz, Ubeydullah'ın seçilmesi için durmaksızın çalışan ve Berberi Ketameliler arasında da sınırsız bir sadakate sahip olan Ebu Abdullah ile aralarında bir çatlak oluştu. Abdullah'ın, hükümdarı tarafından 911 'de idam edilmesi, Ketameliler ve Atlas Haricilerinin ayaklanmalarına yol açtı. Fakat bunlar iki yıl süren ağır savaşlardan sonra bastırıldı. Bunlarda Fatimilerin Ifrikiye ve Sicilya'da yayılmaları için yollarının açılmasını sağladı.
Fatimilerin ortaya çıkışı, İslam tarihindeki önemli olaylardan birisidir. Rakip bir dini hareketin başı olarak, bunlar, kendilerini İslam'daki tek meşru otorite saydılar. Bağdat'a siyasi ve ideolojik düşman gözüyle bakarak, yeni bir sahil şehri olan kale başkent Mehdiyye'yi (Kayravan'ın 30 mil kadar doğusunda, 916'da kuruldu.) Merkez burada kendi halifeliklerini (909-1171) kurdular. Fatimilerden önce, hem Doğudaki hem de Batıdaki vilayet idarecileri, fiilen bağımsız da olsalar, Abbasi halifelerinin hükümdarlığını, en azından Müslüman topluluğun sembolik bir lideri olarak kabul ediyorlardı; hatta bu, Harici olan Rüstemiler için bile geçerliydi. Fakat bu durum, Hz. Peygamberin (s.a.v.) kızı ve Hz. Ali bin Ebu Talibin hanımı ve kuzeni olan Hz. Fatma'nın (hanedanlığın adı da buradan gelir) torunları olduğunu iddia eden, Abbasi karşıtı Fatımiler tarafından tamamen değiştirildi. Bu iddiaları onlara, neseplerinden dolayı ve gerçek dinin muhafızlığı için ilahi bir seçimle her ikisinin de kendilerine verildiğine inandıkları imamlık ve bundan dolayı da Halifelik statüsünü kazandırdı. İmam olmakla, bunların Tanrı'nın, insanoğluna doğru yolu göstermek için, vücut bulmuş şekli olduğuna inanılıyor ve böylece İmamlar hem bir hükümdar hem de dini bir lider olarak görülüyorlardı. Fatimi imparatorluğu zirvede olduğu dönemde, Kuzey Afrika, Sicilya, Afrika'nın Kızıl Deniz kıyıları, Hicaz (Mekke ve Medine dahil) Yemen, Filistin ve Suriye'yi sınırlarına katmıştı. Özellikle, kutsal şehirler olan Mekke ve Medine'nin kontrolünü ellerinde bulundurmaları, bunlara muazzam bir dini prestij ve siyasi kuvvet sağlamıştı.