Kurtlar Vadisi'nin İlk Bölümleri Bile Reyting Garantisi Veriyor !

PoLaT-BaHa

Kayıtlı Üye
Kurt, Vadi Mi Değiştiriyor ?

Bir reyting makinası olduğu tartışılmaz olan Kurtlar Vadisi’nin ilk bölümlerinin gösterim hakkı bile bir reyting garantisi vaat ediyor.


Bu nedenle, gösterim hakkını edinmek, reyting oranlarını artırmak isteyen kanallar için iyi bir yatırım olarak düşünülebilir. Vadi’nin taliplerinin çok olduğunu, eski bölümlerinin gösterim hakkı için bile astronomik paralar ödenmesi gerektiğini varsayabiliriz. Nitekim, bu mücadele yakınlarda sonuçlanmış olmalı ki, dizinin ilk bölümleri Kanal 7’de gösterime girdi. Haftada üç gece diziyi izletmeye başlayan ve hükümete yakınlığıyla bilinen Kanal 7’nin, mütedeyyin ve kültürel muhafazakâr izleyici profili gözönüne alınınca, ilginç bir olguyla karşı karşıya olduğumuzu düşünmemiz gerekiyor. Şiddet temelli aksiyon sahneleri, “derin devlet” anlatısı, “yeraltı” dünyası, önce “Susurluk”, daha sonra “Ergenekon” göndermeleri diziyi yeterince ilginç kılıyor. Alan ve satan açısından ilginç bir “hicret” bu “vadi” değişimi, biraz da şaşırtıcı. Yoksa, öyle değil mi? Biraz irdelemeye, bu ilk bakışta tuhaf görünen örtüşme ya da buluşmanın, dizidekilerin diliyle söylersek, “analizini” yapmaya çalışalım.
Kurtlar Vadisi, garantili bir izlenme oranı için, tüm formülleri yerinde tipik bir dizi prototipi olarak asla düşünülemez. Aksine, başlangıcından itibaren, birçok anomaliyi birarada bulunduran bir senaryoya sahipti ve bu nedenle ya sevildi ya da nefret edildi. Bir kere, anlatısı siyasaldı, hatta basitçe siyasal değil, “derin devleti” anlatmaya soyunması anlamında, “hiper gerçeklerle” örülüydü. Kahramanların hemen hepsi (ki fanatikleri onların “gerçek hayattaki” benzerlerini adlarına kadar tahmin edebiliyordu) ya devlete “dost” ya da “düşman” erkeklerdi. Tabii ki kadınlar da vardı dizide ama onların varlığı ancak “erkekleriyle” anlamlı olabiliyordu. İlk tanıtımında “bu bir mafya dizisidir” deniyordu, gerçekten de ana karakterler en hafif deyimle “kabadayı”, yaptıkları işler düşünüldüğünde ise, illegal işlerle meşgul “organize çete” mensuplarıydı.
Bir dışişleri mensubu ve istihbaratçı olduğunu anladığımız Polat Alemdar, “derin devlet”in karanlık yüzüne ulaşmak için mafyaya sızdırılmıştı ama, dizi ilerledikçe Polat’ın devletle “kutsal” bağını koparmadan “bağımsız” hatta başına buyruk davrandığını anlıyorduk. Yıllar geçince daha iyi anlaşılıyor, Vadi aslında, “derin devletin” faş olduğu “Susurluk” kazasına karşı yazılan posttravmatik bir tepkinin ürünü. Bu açıdan Vadi, 24 dizisine benziyor. Ancak 11 Eylül travması bağlamında anlaşılabilecek nedenlerle, 24 dizisi de ABD’nin çıkarları gerektiğinde her türlü günahı işleyebileceğine izleyicisini inandırmaya çalışır. Bu minvalde Kurtlar Vadisi de, Susurluk kazasında berbat bir halde ortalığa saçılan, hızla kirlenen “milliyetçilik” söylemini temizleme, tamir etme işlevini amaçlar. Kabadayı dünyasında yer alan, yasadışı faaliyetlerle iştigal eden gençlerin dizide, aslında “vatanına, bayrağına, dinine” bağlı Anadolu çocukları olarak resmedilmesi hiç de tesadüfi değildir. Kötüler toplumdan ayıklanmalıdır (örneğin, dizide bir tefecinin öldürülmesi olumlanır, üstelik bu adam Yahudidir de), kabadayılık (“delikanlılık”) ise kültürel genetiğimizde vardır. Mafya tabii ki kötüdür ama, şerrin esası “Türk milletine” dışsaldır. Popüler bir diziden söz ediyoruz sonuç olarak, zaten dizide de, bildik “kökü dışarda mihraklar” lafı yeniden canlandırılıyor ve pop milliyetçi bir söylemin yelkenlerini dolduruyor. Kaba saba (isterseniz “psikopatça” diye okuyun) bir estetikle kurulan şiddet sahneleriyle gerilim sağlanıyor. Çatışmada arkadaş kaybettikten sonra “türkü” dinlenerek hüzünleniliyor, daha sonra da “memleket meseleleri” üstüne uzun “analizler” yapılıyor. İşin hamaset yanı tamam da, ya maneviyat? İşte bu aşamada işe “Ömer Baba” figürü giriyor, ney üfleyen, ebru yapan bu zat izleyiciye meseller anlatırken, “kaderi”, “alın yazısını” sorgulatır, mantıkla maneviyat biraraya gelir: Devlete hizmet benim kaderim!
Bu düşüncenin Türkiye’de ciddi bir geleneği var. 60’lı yılların sonundan itibaren Aydınlar Ocağı’nın fikir babalığı ile geliştirilen “Türk-İslam” sentezi düşüncesinin, Türk sağında sadece “milliyetçi hareketi” etkilediğini zannedenler, “dünya nizamının” öbür ucunda duran “milli görüş” hareketini unutmamalılar. Diziye dönersek, Vadi’nin taşıyıcı ideolojisinin (yoksa Necip Fazıl gibi “ideolocya örgüsü” mü desek?) ustaca poplaştırılmış bir “Türk-İslam” sentezi milliyetçiliğinden başka bir şey olmadığını fark ederiz. Kültürel kodlara yedirilmiş İslami düşünce “yoksul ama heyecanlı” genç insanların -“yeraltı” dünyasında olsalar bile-, ahlaki standardını tespit eder, hepsinde “Allah korkusu” vardır, bu da Türk’ün en önemli hasletidir. Düşmanlarımız “kozmopolit” tiplerdir, şehirli züppeler ve tabii ki gayrimüslimler. Bu nedenle, Vadi’de Türk’ün tüm “düşmanları” (Ruscu, İsrailci, İrancı, “bölücü” vb.) resmi geçit halinde arzı endam eder, yine de asıl düşman daha da “derindedir”. O noktada “baronlarıyla” Türkiye’yi yöneten dışa bağımlı bir konsey, onu da yöneten bir “dünya şer konseyi” ile tanışırız. Özetle, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur. Benzer bir yapılanmayı bir diğer dizide, cemaatin kanalı olduğu söylenen STV’nin hit dizisi Tek Türkiye’de de görüyoruz. Vadi gibi genele odaklanmaktan çok, Türkiye’nin “doğusuna” bakan Tek Türkiye, “bölücü örgütle” mücadelede “bölge halkının” (Kürtlerin) katkısını önemser ve onlara ortak payanda olarak İslam’ın dayanışmacı ideolojisini hatırlatır. Az eğitimli, yoksul bir izleyiciye hedeflenen bu dizinin çizgi roman estetiğine yakın daha basit anlatım araçlarını tercih etmesi kolayca anlaşılır. “Şer konseyi” orada da kurulur. Yüzleri asla görülmeyen, aralarında kadınların da bulunduğu “şer konseyinin” üyeleri ya “beyaz” bir Türkçe’yle (yabancı kelimeler kullanmaktan hoşlanan muhtemelen çok iyi eğitimli) ya da “ecnebi” bir aksanla konuşur.
Baştaki soruya dönebiliriz: Dizinin “mütedeyyin” bir kanala “hicreti” hiç de şaşırtıcı değildir. Zaten geçen Aralık’ta Taha Kıvanç, Vadi’nin Kanal 7’ye gelmesinden ne kadar hoşnut olacağını yazmıştı. Dizinin Kanal 7’de gösterime girmesinden hemen sonra yazdığı bir yazıda Yusuf Kaplan, Vadi’nin Türkiye’nin “kolektif ruhu ve vicdanı” olduğunu söyledi. Demek ki mesele, kanalın izlenirlik oranlarını artırmak değil. “Ulvi” nedenlerinin yanı sıra siyasi nedenler de olabilir. Acaba, “milli” duyarlığı yüksek, “ülkücü” harekete sempati duyan, “heyecanlı”, “delikanlı” bir izleyici kitlesinin mütedeyyin bir kanalla tanışması mı amaçlanıyor? Üstelik bu kanal hükümete yakın bir noktada duruyor, öte yandan, Vadi düşkünü ve “milli” duyarlığı yüksek kitlenin muhtemel partisi “milliyetçi” bir “hareket”. Popüler kültürde de “milli” duyarlık ile “dini” duyarlık biraraya gelse daha iyi olmaz mı? İşte, gelecek seçimin kilit sorularından biri budur.

ORHAN TEKELİOĞLU: Bahçeşehir Üni.

RADİKAL
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst