Padişah 3. Selim’in 1792 yılında imzalanan Yaş Antlaşması’ndan sonra Devlette başlattığı ıslahat uygulamalarının genel adı Nizam-ı Cedid’tir. Yeni Düzen anlamına gelen bu uygulamalar çerçevesinde 1807 yılına kadar yapılan yenilikler devre damgasını vurmuştur. Bu devirde oluşturulan modern Ordu da bu adı almıştır.
Nizam-ı Cedid ordusunun kurulmasından 34 yıl sonra 1826 yılında Sultan 2. Mahmut yeniliklere karşı çıkan Yeniçeri Ocağını kaldırmıştır. Ordudan ayrılanlar yirmişer, otuzar kişilik gruplar halinde mahallelerdeki esnaflara dadanıp, astığım astık kestiğim kestik diyerek gözdağı verip, zorbalıkla haraç almaya ve mahallenin namusuna göz dikmeye başladılar.
Başlangıçta Külhanbeyleri de halkın namusunu korur, esnafa sahip çıkardı. Ancak sonradan onlar da bozulmaya yüz tuttular. Külhan, hamamların altına yerleştirilen büyük kapalı ocak ve eski Türk Hamamlarının ısıtma tertibatının bulunduğu bölümdür.Külhan, sıcaklık kısmına bitişik olur, ve ayrıca dışarıdan girişi bulunurdu. Bu bölümde hamamda kullanılacak olan su, büyük bakır tekneler içinde odun ateşiyle kaynatılır, hamamın diğer bölümleri de külhandan gelen sıcak havanın döşemeler altında cehennemlik denilen özel galerilerde dolaştırılmasıyla ısıtılırdı.
Külhanbeyi sözcüğü, geceleri hamam külhanında yatan, yersiz yurtsuz kimse anlamında kullanılmıştır. Kendilerine has kıyafet ve konuşmaları olan başıboş ve haylaz takımından kimseleri ifade ediyordu.
Külhanbeyi inanışına göre bunların piri Layhar adında biridir.Söylentiye göre, hamam külhanında şarap tortularını (layhar) içen sarhoş biri olan bu adam bir gün meyhanede, Gazneli Mahmut’un yakınlarından Senai Beyin ve çamura batan katırının şerefine kadeh kaldırır. Tam o sırada hamamın önünde hayvanı çamura gömülen Senai Bey, Layhar’ın sözlerini duyarak meyhaneye girer. Diz çökerek Layhar’ın elini öper, hayır duasını alır. Bu dua sayesinde ve Senai Beyin tedbirleriyle Gazneli Mahmut başarıya ulaşır.
İstanbul’da Külhanbeylerinin ilk barındıkları yer, fetihten sonra yapılan ilk hamam olan Gedikpaşa Hamamıdır. Hamamı ısıtmak için ateş yakılan külhan kısmı birçok kimseyi barındırmaya elverişli idi. Yatacak yeri olmayanlar genellikle kış aylarında burada yatıp kalkarlardı. Bu yüzden bu kimselere Külhanbeyi denilirdi. Zamanla diğer hamamların külhanları da başıboş kişilere sığınak oldu.
Değişik kaynaklara göre, külhana girip külhanbeyi olabilmenin şartı; kimsesiz olmak ve sınavı geçebilmekti. Bu sınav için külhanlığın en eskisi (Destebaşı) külhanbeyi adayının eline bir torba verir, bunu un, pirinç, yağ, şekerle doldurmadan dönmemesini söylerdi. Sonra adayın elbiseleri çıkarılır, kendisine yırtık don, gömlek ve yemeni giydirilirdi. Torbasını dolduran külhanbeyi döner ve sınavı kazanmış olurdu. Toplanan gıda maddelerinden helva yapılırdı. Yemek vakti ortaya çıkarılan külhanın üç demirbaş lengerinin ikisine pilav, birine helva konulurdu. Külhanbeyler diz çökerek lengerlerin başına dizilir; adaylar ise isteyenlere su vermek için ayakta beklerdi. Onların yiyecekleri -baba- denilen külhancı tarafından tahta bir kaba konulurdu. Pilavla helva yendikten sonra külhancı ve öbür külhanbeyler, bir lokma ekmeği tuza batırarak üç parmakları arasında tutardı. Külhancı şu duayı okurdu:
Bu ocağın adı gerçek külhandır
Yersizlere yurtsuzlara mekandır
Nice erler yetişmiştir külhandan
Kim bilir kim bugün nerde pinhandır
Ana baba kucağına sığmayan
Yavrucaklar bu ocakta muhmandır
Pirimizse bizim koca Layhar’dır
Hak budur kim eşi gelmez sultandır
Hu çekelim hu, Layhar’ın ruhuna
Anun için bayü geda yeksandır
Dua bittikten sonra elde tutulan tuzlu ekmek lokmaları yenirdi. Külhanbeyliğe girişin ikinci basamağı kardeşlik merasimiydi. Kardeş olacak kişi ortaya, Apaş Tekkesi denilen yere (genellikle 11-15 yaş arası çocuklar) alınarak anadan üryan soyulur ve külhancı büyük bir gömlek (Layhar Kefeni) getirirdi. Destebaşı gömleği çocukların başına geçirirdi. Sınavı daha önce kazanmış olan çocuk sağ diğeri sol tarafta yer alır ve her biri gömleği kendi tarafındaki koluna giyerdi. Böylece gömleğin dışında iki baş ve iki kol görünürdü. Külhancı ocağa doğru iki dizi üzerine oturur ve “Ey Layhar’ın evlatları! Burası baba yurdudur.Burada senin benim yoktur. Burada herkes kardeştir. Layhar’ın evlatları birbirini tek vücut bulurlar. Bu kefene sağlığında girenler, ölünceye kadar birbirinden ayrı düşmezler. Bu ikilikte birdir. Bu senin sağ elindir.Sen de bunun sol elisin. Vücudunuz birdir, başınız ikidir. Biriniz sağınızı biriniz solunuzu görürsünüz. Ömrünüzün sonuna kadar birbirinizi görür gözetirsiniz. Hergün kazancınızı buraya getirirsiniz. Burada bu senin, bu benim yoktur. Az çoğu aratır. Çok hepinizi besler. Kazan birdir, hepinizi doyurur.” Der ve Layhar’ın ruhuna fatiha okurdu.
Merasimde de görüldüğü gibi başlangıçta kardeşlik söylemleriyle oluşan bu topluluk daha sonra yozlaşma sürecine girmiştir. Önceleri lonca gibi teşkilatlanan dilenciler topluluğu daha sonra zorbalığa başlamıştır. Külhanbeyleri esnafın malını yağmalamaya ve haraç almaya başladılar. Bazıları geceleri adam soymaya başladı. Bu durum karşısında zabıta bu gruplara karşı tedbir almak gereğini duydu. Tanzimattan önce geceleri sokakta fenersiz dolaşan kılık kıyafeti bozuk olan kimseler, aşırı derecede sarhoş olanlar külhanlara gönderilerek sabaha kadar burada tutulur. Bu pis yerlerde sabaha kadar üstleri başları kirlendiğinden diğer insanlar tarafından bu durum anlaşılır ve bu insanlara alay yollu külhanbeyi denilirdi.
Külhanbeylerinin kendilerine has argosu ve giyinişleri vardı. Eski niteliklerini kaybetmeye başlamışlardı. Külhanlarda yatma geleneği kalkmıştı. Eskiden külhanbeyleri kuşaklarını bellerine gelişigüzel dolar, başlarına sıfır numara fes, paçası bol geniş pantolon, ökçesi basık yemeni giyerlerdi.
16-23 yaşları arasındaki yetişkin külhanbeyleri de eskiden İstanbul’da kış mevsiminde ‘meydan süpürgesi’ denilen büyük süpürgelerle çamurlu yolları temizlerlerdi. Akşam yurtlarına dönen külhanbeyleri, yemek yer, şarkı türkü gazel söyler, bağlama çifte nareke saz çalar, peçiç aşık tavla benzeri oyunlar oynarlardı. Kumar oynamak kesinlikle yasaktı. Bazen de kestane pişirir, salep yapar, mısır patlatır ve sonra da uykuya çekilirlerdi.
19. yüzyılın sonlarına doğru külhanbeyi tabiri toplum içinde a***** olarak kendi başına yaşayan ve serserilik yapan ipsiz sapsız ve belirli bir nizama tabi olmayan kimseler için kullanılmaya başlamıştır. Bunlara kopuk da denilirdi. her birinin bir lakabı vardı. Ve bu lakaplarla çağırılırlardı. Bu lakaplar onları toplumdan farklı kılardı ve onların nazarında sarhoşluk, yalancılık, hırsızlık, sahtekarlık sıradan işlerdi.Külhanbeylerinin yapmakla övündükleri bazı şeyler vardı. Cakalı boyun kırmak, omuz vermek, dirsek çırpmak, çoluk çocuğa laf atmak, kadınlara sarkıntılık etmek, koç çarpıştırmak, kabara kabara gezmek, bazen da dayak yemek onlar için marifet sayılıyordu. Birbirlerine, ‘imanım, eyvallah, yakarım, yandan gel’ gibi kalıplaşmış sözler söylerlerdi.
Külhanbeyleri son dönemlerde de hamamlarda faaliyet göstermekten geri durmadılar. Müşterilerin eşyalarını çalarlar, itiraz edeni döverler ve hamamdan kovarlardı. Bir kısmı evlerde, bir kısmı bekar odalarında ve bir kısmı da sabahçı kahvelerinde sabahlarlardı.
1908 yılında 2. Meşrutiyetin ilanından sonra külhanbeyleri iyice yoldan çıkmışlar, güvenlik güçleri bunlarla baş edemez duruma gelmişti. Cumhuriyetin ilanından sonra toplumsal düzenlemeler gündeme gelmiş ve külhanbeyleri de 1940’lı yıllarda ortadan kalkmışlardır.
Daha sonraki yıllarda külhanbeyliği kabadayılık sıfatıyla birlikte anılmaya başlanmış, iki sözcük aynı manayı içermeye başlamıştır. Çünkü artık her ikisi de yozlaşmıştı. Kabadayılar da başlangıçta mahallenin namusunu, şerefini koruyan insanlardı. Ancak zamanla kirlenerek ve halkın namusuna göz diken insanlar haline gelmişlerdi.
Nizam-ı Cedid ordusunun kurulmasından 34 yıl sonra 1826 yılında Sultan 2. Mahmut yeniliklere karşı çıkan Yeniçeri Ocağını kaldırmıştır. Ordudan ayrılanlar yirmişer, otuzar kişilik gruplar halinde mahallelerdeki esnaflara dadanıp, astığım astık kestiğim kestik diyerek gözdağı verip, zorbalıkla haraç almaya ve mahallenin namusuna göz dikmeye başladılar.
Başlangıçta Külhanbeyleri de halkın namusunu korur, esnafa sahip çıkardı. Ancak sonradan onlar da bozulmaya yüz tuttular. Külhan, hamamların altına yerleştirilen büyük kapalı ocak ve eski Türk Hamamlarının ısıtma tertibatının bulunduğu bölümdür.Külhan, sıcaklık kısmına bitişik olur, ve ayrıca dışarıdan girişi bulunurdu. Bu bölümde hamamda kullanılacak olan su, büyük bakır tekneler içinde odun ateşiyle kaynatılır, hamamın diğer bölümleri de külhandan gelen sıcak havanın döşemeler altında cehennemlik denilen özel galerilerde dolaştırılmasıyla ısıtılırdı.
Külhanbeyi sözcüğü, geceleri hamam külhanında yatan, yersiz yurtsuz kimse anlamında kullanılmıştır. Kendilerine has kıyafet ve konuşmaları olan başıboş ve haylaz takımından kimseleri ifade ediyordu.
Külhanbeyi inanışına göre bunların piri Layhar adında biridir.Söylentiye göre, hamam külhanında şarap tortularını (layhar) içen sarhoş biri olan bu adam bir gün meyhanede, Gazneli Mahmut’un yakınlarından Senai Beyin ve çamura batan katırının şerefine kadeh kaldırır. Tam o sırada hamamın önünde hayvanı çamura gömülen Senai Bey, Layhar’ın sözlerini duyarak meyhaneye girer. Diz çökerek Layhar’ın elini öper, hayır duasını alır. Bu dua sayesinde ve Senai Beyin tedbirleriyle Gazneli Mahmut başarıya ulaşır.
İstanbul’da Külhanbeylerinin ilk barındıkları yer, fetihten sonra yapılan ilk hamam olan Gedikpaşa Hamamıdır. Hamamı ısıtmak için ateş yakılan külhan kısmı birçok kimseyi barındırmaya elverişli idi. Yatacak yeri olmayanlar genellikle kış aylarında burada yatıp kalkarlardı. Bu yüzden bu kimselere Külhanbeyi denilirdi. Zamanla diğer hamamların külhanları da başıboş kişilere sığınak oldu.
Değişik kaynaklara göre, külhana girip külhanbeyi olabilmenin şartı; kimsesiz olmak ve sınavı geçebilmekti. Bu sınav için külhanlığın en eskisi (Destebaşı) külhanbeyi adayının eline bir torba verir, bunu un, pirinç, yağ, şekerle doldurmadan dönmemesini söylerdi. Sonra adayın elbiseleri çıkarılır, kendisine yırtık don, gömlek ve yemeni giydirilirdi. Torbasını dolduran külhanbeyi döner ve sınavı kazanmış olurdu. Toplanan gıda maddelerinden helva yapılırdı. Yemek vakti ortaya çıkarılan külhanın üç demirbaş lengerinin ikisine pilav, birine helva konulurdu. Külhanbeyler diz çökerek lengerlerin başına dizilir; adaylar ise isteyenlere su vermek için ayakta beklerdi. Onların yiyecekleri -baba- denilen külhancı tarafından tahta bir kaba konulurdu. Pilavla helva yendikten sonra külhancı ve öbür külhanbeyler, bir lokma ekmeği tuza batırarak üç parmakları arasında tutardı. Külhancı şu duayı okurdu:
Bu ocağın adı gerçek külhandır
Yersizlere yurtsuzlara mekandır
Nice erler yetişmiştir külhandan
Kim bilir kim bugün nerde pinhandır
Ana baba kucağına sığmayan
Yavrucaklar bu ocakta muhmandır
Pirimizse bizim koca Layhar’dır
Hak budur kim eşi gelmez sultandır
Hu çekelim hu, Layhar’ın ruhuna
Anun için bayü geda yeksandır
Dua bittikten sonra elde tutulan tuzlu ekmek lokmaları yenirdi. Külhanbeyliğe girişin ikinci basamağı kardeşlik merasimiydi. Kardeş olacak kişi ortaya, Apaş Tekkesi denilen yere (genellikle 11-15 yaş arası çocuklar) alınarak anadan üryan soyulur ve külhancı büyük bir gömlek (Layhar Kefeni) getirirdi. Destebaşı gömleği çocukların başına geçirirdi. Sınavı daha önce kazanmış olan çocuk sağ diğeri sol tarafta yer alır ve her biri gömleği kendi tarafındaki koluna giyerdi. Böylece gömleğin dışında iki baş ve iki kol görünürdü. Külhancı ocağa doğru iki dizi üzerine oturur ve “Ey Layhar’ın evlatları! Burası baba yurdudur.Burada senin benim yoktur. Burada herkes kardeştir. Layhar’ın evlatları birbirini tek vücut bulurlar. Bu kefene sağlığında girenler, ölünceye kadar birbirinden ayrı düşmezler. Bu ikilikte birdir. Bu senin sağ elindir.Sen de bunun sol elisin. Vücudunuz birdir, başınız ikidir. Biriniz sağınızı biriniz solunuzu görürsünüz. Ömrünüzün sonuna kadar birbirinizi görür gözetirsiniz. Hergün kazancınızı buraya getirirsiniz. Burada bu senin, bu benim yoktur. Az çoğu aratır. Çok hepinizi besler. Kazan birdir, hepinizi doyurur.” Der ve Layhar’ın ruhuna fatiha okurdu.
Merasimde de görüldüğü gibi başlangıçta kardeşlik söylemleriyle oluşan bu topluluk daha sonra yozlaşma sürecine girmiştir. Önceleri lonca gibi teşkilatlanan dilenciler topluluğu daha sonra zorbalığa başlamıştır. Külhanbeyleri esnafın malını yağmalamaya ve haraç almaya başladılar. Bazıları geceleri adam soymaya başladı. Bu durum karşısında zabıta bu gruplara karşı tedbir almak gereğini duydu. Tanzimattan önce geceleri sokakta fenersiz dolaşan kılık kıyafeti bozuk olan kimseler, aşırı derecede sarhoş olanlar külhanlara gönderilerek sabaha kadar burada tutulur. Bu pis yerlerde sabaha kadar üstleri başları kirlendiğinden diğer insanlar tarafından bu durum anlaşılır ve bu insanlara alay yollu külhanbeyi denilirdi.
Külhanbeylerinin kendilerine has argosu ve giyinişleri vardı. Eski niteliklerini kaybetmeye başlamışlardı. Külhanlarda yatma geleneği kalkmıştı. Eskiden külhanbeyleri kuşaklarını bellerine gelişigüzel dolar, başlarına sıfır numara fes, paçası bol geniş pantolon, ökçesi basık yemeni giyerlerdi.
16-23 yaşları arasındaki yetişkin külhanbeyleri de eskiden İstanbul’da kış mevsiminde ‘meydan süpürgesi’ denilen büyük süpürgelerle çamurlu yolları temizlerlerdi. Akşam yurtlarına dönen külhanbeyleri, yemek yer, şarkı türkü gazel söyler, bağlama çifte nareke saz çalar, peçiç aşık tavla benzeri oyunlar oynarlardı. Kumar oynamak kesinlikle yasaktı. Bazen de kestane pişirir, salep yapar, mısır patlatır ve sonra da uykuya çekilirlerdi.
19. yüzyılın sonlarına doğru külhanbeyi tabiri toplum içinde a***** olarak kendi başına yaşayan ve serserilik yapan ipsiz sapsız ve belirli bir nizama tabi olmayan kimseler için kullanılmaya başlamıştır. Bunlara kopuk da denilirdi. her birinin bir lakabı vardı. Ve bu lakaplarla çağırılırlardı. Bu lakaplar onları toplumdan farklı kılardı ve onların nazarında sarhoşluk, yalancılık, hırsızlık, sahtekarlık sıradan işlerdi.Külhanbeylerinin yapmakla övündükleri bazı şeyler vardı. Cakalı boyun kırmak, omuz vermek, dirsek çırpmak, çoluk çocuğa laf atmak, kadınlara sarkıntılık etmek, koç çarpıştırmak, kabara kabara gezmek, bazen da dayak yemek onlar için marifet sayılıyordu. Birbirlerine, ‘imanım, eyvallah, yakarım, yandan gel’ gibi kalıplaşmış sözler söylerlerdi.
Külhanbeyleri son dönemlerde de hamamlarda faaliyet göstermekten geri durmadılar. Müşterilerin eşyalarını çalarlar, itiraz edeni döverler ve hamamdan kovarlardı. Bir kısmı evlerde, bir kısmı bekar odalarında ve bir kısmı da sabahçı kahvelerinde sabahlarlardı.
1908 yılında 2. Meşrutiyetin ilanından sonra külhanbeyleri iyice yoldan çıkmışlar, güvenlik güçleri bunlarla baş edemez duruma gelmişti. Cumhuriyetin ilanından sonra toplumsal düzenlemeler gündeme gelmiş ve külhanbeyleri de 1940’lı yıllarda ortadan kalkmışlardır.
Daha sonraki yıllarda külhanbeyliği kabadayılık sıfatıyla birlikte anılmaya başlanmış, iki sözcük aynı manayı içermeye başlamıştır. Çünkü artık her ikisi de yozlaşmıştı. Kabadayılar da başlangıçta mahallenin namusunu, şerefini koruyan insanlardı. Ancak zamanla kirlenerek ve halkın namusuna göz diken insanlar haline gelmişlerdi.