Kral Atlas ve Atlantis

nones

Bayan Üye
Atlantis (Atlas'ın Adası), Platon'un Timaeus ve Critias kitaplarında bahsettiği efsanevi batık bir kıta ve uygarlık.[1] Platon, Atlantis'in öyküsünü anlatmaya "Timaios" adlı dialogunda başlamış, "Kritias"ta yeniden ele alarak devam etmiştir. Ancak; "Kritias", yarım kalmıştır.

"Timaios", Platon'un en ilginç eserlerinden biridir. Platon, bu eserinde evrenin doğuş temasını işlemiş ve çağına göre oldukça radikal bir anlayış ile sergilemiştir. Platon'un bu dialogta bir "Evren'in Yaratıcısı" kavramı kullanması da değişik yorumlara neden olmuştur. Bazı yazarlar, bu bölümlerin daha sonra eklendiğini söylemiş, bazıları da Platon'a tanrısal ilhâmın geldiğini söylemişlerdir. Ancak çoğunluğun kabul ettiği bu eserin, Platon'un özgün eseri olduğu yolundadır. Gerçekten de dikkatle incelendiğinde Platon'un diğer eserlerinden büyük farklılık göstermez. Timaios, daha çok son yıllarına yaklaşan bir yazarın, döneminin ezoterik bilgisini daha yoğun bir şekilde verdiği bir eserdir.

Timaios'un bir başka özelliği de, bu dialogta Sokrates'in sadece dinleyici olması ve lafa fazla karışmamasıdır. Bu eserde Evren ile ilgili bilgileri içlerinde "en iyi astronomi bilen ve dünyanın özüne varmak için en çok uğraşmış" olan Timaios ve Atlantis ile ilgili bilgileri de Kritias vermektedir.

Kritias da tarihsel bir kişilik olmakla birlikte bu eserde adı geçen Kritias'ın kim olduğu tam olarak bilinememektedir. Burada Kritias, Solon'un dedesinin dostu olduğunu söylemekte, aynı öyküyü dedesinden de duyduğunu belirtmektedir. Burada Platon'un ustalıkla öykünün çok eski çağlardan beri anlatıldığını ima ettiğini düşünebiliriz.[2]

Platon'a göre Atlantis, "Herkül Sütunları'nın ötesinde" yer alan, Batı Avrupa ve Afrika'nın birçok kısmını fetheden ve Solon'un zamanından 9.000 yıl önce (yaklaşık M.Ö. 9500) Atina'yı fethetmeye çalışan, ancak başarılı olamayıp bir gecede okyanusa batan bir uygarlıktır.

Platon'un diyaloglarında gömülü bir hikâye hâlinde olan Atlantis, genellikle Platon tarafından kendi politik teorilerini anlatmak için yaratılmış bir efsane olarak görülür. Bir çok akademisyen için Atlantis hikâyesinin amacı belirgin olmasına rağmen, Platon'un hikâyesinin ne kadarının eski hikâyelerden derlendiği bir tartışma konusudur. Bazı akademisyenler, Platon'un hikâyeyi Thera yanardağ patlaması veya Troya Savaşı'ndaki bazı öğelerle oluşturduğunu savunurken, bazıları ise M.Ö. 373'te gerçekleşen Helike'nin yıkımı veya M.Ö. 415-413 yılları arasında gerçekleşen Atina'nın başarısız Sicilya işgâli gibi olaylardan esinlendiğini savunurlar.[1]

Timaios'ta Atlantis ile ilgili bölümler şu şekilde geçer: "Solon'un anlattığına göre Mısır'da Delta'da, Nil'in ikiye ayırdığı çıkıntıya doğru Saitikos denilen bir ülke vardı; bu ülkenin en büyük şehri de, kral Amasis'in memleketi olan Sais'tir. Bura halkına göre şehirlerini kuran bir tanrıçadır; ona kendi dillerinde Neith adını vermişler, fakat bu tanrıçanın Hellencede adı Athena'dır. Bu adamlar Atinalıları pek severler ve onlarla uzaktan akrabalıkları olduğunu söylerler. Solon onların memleketine varınca pek parlak karşılandığını, bir gün eski zamanlara dair, en bilgin rahiplere bir şey sorduğu zaman, ne kendisinin ne de ne de başka bir Hellen'in hemen hemen hiç bir şey bilmediğini gördüğünü anlattı. Bir seferinde de onları eski şeylerden söz açmaya sürüklerken, bizde bilinen en eski şeyleri anlatmaya koyulmuş. Onlara ilk insan olarak anılan Phoroneus'tan, Niobe'den, tufandan, kendilerini kurtaran Deukalion ve Pyrrha'dan, onların doğuşu hakkında dönen mythos'lardan ve torunlarının neslinden bahsetmiş. Olayların geçtiği tarihleri tahmin ederek de tarihleri hesaplamaya çalışmış

O zaman pek ihtiyar olan rahiplerden biri ona "Ah Solon, Solon, demiş, siz Hellenler her zaman çocuksunuz, sizin memleketinizde hiç ihtiyar yok.» Bunun üzerine Solon «Bununla ne demek istiyorsun?» diye sormuş. Rahip -Sizin hepinizin ruhları çok genç diye cevap vermiş, çünkü kafanızda ne bir eski geleneğe dayanan, öteden beri edinilmiş fikir ne de zamanla ağarmış bir bilginiz var. Bunun sebebi şudur. İnsanlar birçok şekillerde yok edilmişler daha da edileceklerdir. En büyük felâketler ateşle sudan gelmişti, ama bin türlü başka sebeplerle meydana gelen daha küçük felâketler de vardır. Sizin memleketinizde de bir gün babasının koşu arabasını koşturup yine aynı yoldan süremeyince yeryüzündeki her şeyi yakan, kendisi de yıldırımlarla vurulup ölen Helios'un oğlu Phæton'un hikâyesi gerçekten bir masal gibi anlatılır, ama hakikat şudur ki, gökte dünyanın etrafında dönen gök cisimleri bazen yollarından şaşarlar, uzun aralıklarla meydana gelen bir tutuşma yeryüzündeki her şeyi mahveder. O zaman dağlarda, yüksek kuru yerlerde oturanlar, şehirlerde, deniz kenarında oturanlardan daha çok mahvolurlar. Fakat, Nil, her zamanki kurtarıcımız olan Nil, taşarak bizi bu felaketten de kurtarıyor. Bunun aksine Tanrılar, bir tufanla dünyayı yıkadıkları zaman yalnız dağdaki sığırtmaçlarla çobanlar kurtuluyor, ama sizin şehirlerin ahalisini nehirler alıp denize sürüklüyor. Halbuki bizde sular hiç bir zaman ovalara yükseklerden gelmiyor, her zaman tabiî bir şekilde toprağın altından çıkıyor. İşte burada en eski adetlerin bundan dolayı korunmuş olduğu söyleniyor. Fakat gerçek şudur ki: kendilerini kaçıracak kadar şiddetli bir soğuğu da yakıcı bir sıcağı da almayan bir yerde, her zaman az ya da çok insan vardır. Hem sizde olsun, bizde olsun, , yahut da adını duyduğumuz başka bir ilde olsun, güzel, büyük, yahut da başka bir bakımdan ilgiye değer bir şey meydana gelmişse bütün bunlar, en eski çağlardan beri burada tapınaklarda duruyor, böylece de korunmuş oluyor. Sizde ve başka uluslarda tam tersi, daha yazmayı ve devletlere lazım olan her şeyi öğrenir öğrenmez, gök yüzünün suları belirli bir zamandan sonra, bir hastalık gibi sağanak halinde üzerinize yağıyor, içinizden okuyup yazması olmayanlarla cahillerden başkasının kurtulmasına meydan bırakmıyor; o kadar ki toy çocuklar gibi kendinizi yeniden, hareket ettiğiniz yolun başında buluyor, eski zamanlarda, burada, kendi memleketinizde olup bitenlerden hiç bir şey bilmiyorsunuz; çünkü Solon, yurttaşlarının biraz önce saydığın soyu sopu, sütnine masallarından pek farklı değildir. Her şeyden önce daha eskiden bir çok tufanlar olduğu halde siz, bir tek kara tufanını hatırlıyorsunuz; sonra insanlar arasında görülen en güzel ve en iyi soyun sizin memleketinizde doğduğunu ve kendinizin, senin de bugünkü devletinizin de, felaketten kurtulabilmiş bir tohum sayesinde o soydan geldiğinizi bilmiyorsunuz. Bilmiyorsunuz, çünkü felaketten kurtulabilenler, bir çok nesiller boyunca, hiç bir yazı bırakamadan ölüp gittiler. Evet, Solon, bir zamanlar suların sebep olduğu en büyük felaketlerden önce, bugün Atina adı verilen devlet, savaştan yana en yiğit, her bakımdan ölçülemeyecek kadar da medeni bir devletti: Göğün altında sözünü işittiğimiz en güzel şeyleri başaran, en güzel siyasa kurallarını icat eden odur, diyorlar."

Solon'un anlattığına göre, bunları duyunca şaşakalmış, rahiplerden eski yurttaşlarına dair ne biliyorsa hepsini dosdoğru, hemen kendisine anlatmasını rica etmiş. Bunun üzerine ihtiyar rahip cevap vermiş: "İsteğini yerine getirmememe hiç bir sebep yok, Solon, bunu senin hatırın için olduğu kadar yurdunun hatırı, hele sizinki kadar bizim ilimizi de koruyan, onları büyütüp yetiştirmiş olan tanrıçanın hatırı için de yapacağım. O tanrıça ki, sizin ili bizimkinden bin yıl önce, toprak ile Hephaistos'tan aldığı bir tohumla vücuda getirmişti, kutsal kitaplara göre, bizim ilin kuruluşundan beri sekiz bin yıl geçmiştir. Demek oluyor ki sana dokuz bin yıl önceki yurttaşlarının kurumlarını, onların en şanlı başarılarını kısaca anlatacağım. Başka zaman vaktimiz olunca bunların hepsini yeni baştan sıra ile teker teker ele alırız.

Biz burada ilinizin hayranlık uyandıran büyük başarılarından bir çoğunu yazılı olarak saklıyoruz. Ama bunların içinde bir öylesi var ki büyüklük, kahramanlık bakımından hepsini geride bırakıyor. Gerçekten eski yazılar, vaktiyle ilinizin, büyük Atlas denizinin ötelerinden gelip Avrupa ile Asya'ya küstahça saldıran koskoca bir devleti yok ettiğini söylüyor. O zamanlar bu koca denizden geçilebiliyordu; çünkü sizin Herakles Sütunları dediğiniz o boğazın önünde bir ada vardı. Bu ada Libya ile Asya'nın ikisinden daha büyüktü. O zamanlar oradan başka adalara, oradan da karşılarında uzanan ve gerçekten adını hak eden denizin kenarındaki bütün kıtaya ulaşılabiliyordu. Çünkü sözünü ettiğimiz boğazın iç tarafı, girişi dar bir limana benzer, dış tarafı ise gerçekten büyük bir denizdir. Etrafını çeviren kara parçası da gerçekten kıta denebilecek bir topraktır. İşte bu Atlantis adasında, hükümdarlar, hakimiyetini bütün adaya, öteki adalara, hatta kıtanın bazı parçalarına kadar uzatan büyük, hayranlığa değer bir devlet kurmuşlardı. Bunlardan başka boğazın iç tarafında, bizim tarafta, Mısır'a kadar Libya'nın, Tyrhenia ya kadar da Avrupa'nın hakimi idiler. Bir gün bu devlet bütün kuvvetlerini bir araya toplayarak sizin yurdunuzu, bizimkini, boğazın iç tarafındaki bütün ulusları boyunduruğu altına sokmak istedi. İşte o zaman, Solon, iliniz bütün değerlerini, bütün kuvvetini dünyanın gözü önüne serdi. Cesaretten, savaş bilgilerinden yana öteki illerin hepsinden üstün olduğu için Hellenlerin başına geçti; ama ötekiler kendini bırakıp çekilince bir başına kalan, böylece en tehlikeli duruma düşen iliniz istilacıları yendi, bir zafer anıtı dikti, şimdiye kadar hiç kölelik etmeyenleri kölelikten kurtardı ve bizim gibi, Herakles sütunlarının iç tarafında oturanları iyi yüreklilik ile serbestliğine kavuşturdu. Ama bundan sonra korkunç yer sarsıntıları, tufanlar oldu. Bir gün, bir uğursuz gecenin içinde, ne kadar savaşçınız varsa hepsi birden bir vuruşta toprağa gömüldüler. Atlantis adası da, aynı şekilde, denize gömülerek yok oldu. İşte bunun içindir ki, ada çökerken meydana getirdiği sığ bataklıklar yüzünden o deniz bu gün bile, geçilmez, dolaşılmaz bir haldedir."

Atlantis ile ilgili anlatılanlar, Timaios adlı eserde burada son bulmaktadır. Platon, Critias'ta ise daha ayrıntılı bilgi vermektedir:

Bu iki eserde geçen Atlantis öyküsünü dikkatlice incelersek burada anlatılanların sadece basit bir kurgu olmadığını anlarız. Gerçi Platon, yine "Devlet" adlı kitabında anlattığı devlet düzenine dayanmaktadır fakat bilerek, başka bir devlet kurgulayacağına, özellikle Mısır'daki erginlenme merkezlerinde anısı yaşayan Atlantis'i örnek göstermektedir.

Atlantis'le dolaysız olarak ilgili bir Mısır kaynağı elimizde olmadığı için Atlantis'in orijinal adını bilemiyoruz. Ancak Platon'da geçen Atlantis sözcüğünü etimolojik olarak inceleyebiliriz.

Yunanca'da Atlantis (Atlant…j, -…doj ) Atlas ile ilgili bir kökten gelmektedir. Atlas, bilindiği gibi, Yunan mitolojisinde Titan Iapetos'un oğlu olarak geçer ve Hesiodos'a göre Atlas göğü ayakta tutar;

"Dünyanın bittiği bir yerlerde güzel sesli akşam perilerinin karşısında dimdik durup ayakta tutuyor göğü başı ve yorulmaz kolları üstünde. Akıllı Zeus'un ona ayırdığı kader bu." Atlas Homeros'a göre de yeri göğü birbirinden ayıran direkleri taşır: "Bu Atlas görür denizin bütün uçurumlarını, ve koca direkleri omuzlarında taşır, yeri göğü birbirinden ayıran direkleri." ( Odysseia I, 53-55 )

Atlas'ın çocukları da incelememiz açısından önemli bir yer tutmaktadır. Efsaneye göre, Pleione'den olma Pleiades ve Hyades, Hesperis'ten olma Hesperid'ler Atlas'ın kızları, Hyas ve Hesperos da oğulları olarak mitolojik kaynaklarda yer almaktadır. Bunlar içinden Hesperid'ler, mitolojide ilginç bir yer tutmaktadırlar. Azra Erhat, "Mitoloji Sözlüğü"nde Hesperid'leri ayrıntılı olarak anlatır;

"Hesperos ya da Batı Kızları diye anılan Hesperid'ler Hesiodos'a göre Okyanus Irmağının ötesinde, geceyle gündüzün sınırlarında oturan ince sesli perilerdir. … Hesperid'ler dünyanın batı ucunda, Mutlular Adalarının dolaylarında otururlarmış, ama zamanla coğrafya bilgileri artınca, Hesperid'lerin yurdu Atlas dağlarının eteğinde bir yer sayıldı.

Hesperid'lerin başlıca görevi, altın elmaların bittiği bahçeye bekçilik etmekmiş. Bir zamanlar Gaia tanrıçanın Hera'ya düğün hediyesi olarak verdiği bu elmaları dünyanın batı ucundaki bir bahçeye dikmişler ve başlarına bekçi olarak Hesperid'lerden başka bir ejder koymuşlardı. Batı Kızları bu cennet bahçesinde ezgi söylemekte ve tatlı balı akan pınarların başında hora tepmekle vakit geçirirlermiş Altın elmalar ölümsüzlük bağışlayan bir yemiştir. Herakles onları koparmakla ölümsüzle hak kazanmış olur. Altın elma motifi Üç Güzeller ve Paris efsanesinde de geçer." [2]

M.Ö. 421 yılında Sokrates'in evindeki bir Felsefe sohbetinde Atinalı devlet adamı Kristias, dedesi Dropides'in kendisine naklettiği efsaneyi hikâye eder. Hikayeyi dede Dropides'e nakleden ünlü Yunanlı şair Solon'dur. Solon'un gösterdiği kaynak ise Mısır'da bulunduğu dönemde tanıştığı Mısırlı bir keşiştir ve Keşiş'e göre Atlantis 'e ilişkin olaylar M.Ö. 9000 yılında gerçekleşmiştir.

Plutarkhos'a göre, Sais şehrinde Solon'a ders veren rahibin adı, Sonchis idi. İskenderiyeli Clemens'e göre bu aynı zamanda Pythagoras'a ders veren Mısırlı rahibin adıdır. Platon'un hem Kritias, hem de Solon'la akrabalığı vardı. Ayrıca, kendisi de Mısır'ı ziyaret ederek birkaç yıl kalmış ve inisiye olmuştu. Onun için, bazı Atlantologlar onun Atlantis konusunu yazmadan önce, bu konuda bilgileri topladığı fikrindeler. Platon(eflatun)'a göre bu kıta çok zengindi ve soylu insanlar tarafından yönetiliyordu.Bir felaket sonucu okyanusun sularına gömülmüştü.

Kur'an'da "Ad kavmi" diye de geçer, Ad-land; Ad Ülkesi demektir. Kimi araştırmacılar, İbranice'deki, ilk insanı belirten ve adama sözcüğünden gelen "Adem", Sanskrit dilinde “ilk, başlama” anlamına gelen ve Aryenler'in ilk konuşan insan türüne verdikleri ad olan "Ad-i", Frigler'in "Attis", Kafkasyalılar'ın "Adige", Polinezyada'daki "atea", Truva öyküsündeki "Ate", Aztek mitolosindeki "Atzlan" (ada) ve Türkçe'deki "ad", "ada", "ata" (pek çok dilde baba anlamına gelir) sözcükleri ile "Ad" kavminin adı arasında etimolojik bir bağlantı olabileceği düşünülmektedir.

James Churchward, Atlantis'in efsanevi Mu uygarlığının bir kolonisi olduğunu belirtmiştir. İngiliz ordusunda görevli subay olarak Tibet'te bulunmuş, daha sonra dünyayı gezmiş ve araştırmalar yapmıştır. James Churchward, 1883'te, Batı Tibet'te bir manastırda bu belgelerin en önemlilerini gün yüzüne çıkartmıştır. Tibet'te görevli olarak bulunan Churchward, eski dinlerin kökenleri hakkındaki araştırmaları doğrultusunda Tibet'teki manastırları dolaşırken, yolu Batı Tibet'te bir manastıra düşmüş ve bu manastırın, Büyük Rahipler Kardeşliğinin önde gelen üyelerinden olan baş rahibi Rishi, Churchward'a, günümüzden 15 bin yıl önce yazılmış Naacal Tabletleri'ni göstermiştir.[1]
Diğer Antik Kayıtlarda Atlantis

M.Ö. 8. - 6. yüzyıllar arasından kaynaklanan ve Homeros'a atfedilen Odysseia, mitolojik kahraman Odysseus'un, Troya savaşından sonra evine dönmek için yaptığı yolculukları anlatmaktadır. Odysseia, her ne kadar içrek anlamı ağır basan bir destan olsa da o dönemde anlatılan, yaygın olan efsanelerden izler taşımaktadır. O dönemde bilinen ve yok olan bir kara parçasından söz eden bir efsanenin izlerine Odysseia'da rastlıyoruz.

Tanrılar Odysseus'un tutsak bulunduğu Kalypso'nun adasından ayrılıp yurduna dönmesine karar verince, Odysseus kendine bir sal yapar ve denize açılır. Ancak denizde bir fırtınaya yakalanan Odysseus Phaiak'ların ülkesine kadar sürüklenir. Odysseia'da geçtiği kadarı ile burada bambaşka bir mitos ile karşı karşıya olduğumuzu anlarız.

"Eskiden Phaiak'lar engin Hypereia'da otururdu, güçte üstün zorba Tepegözlere yakın, Tepegözler onların topraklarını boyuna yağma ederdiler. Tanrı yüzlü Nausisthoos onları kaldırdı, götürdü yerleştirdi Skherie'ye, alın teriyle yaşayan insanlardan uzağa. Dört yandan surla çevirmişti kenti, evler kurmuş, tapınaklar yapmıştı tanrılara, tekmil topraklar dağıtmıştı, Ama çoktan boylamıştı Hades ülkesini, düşünceleri tanrılardan gelen Alkinoos kraldı şimdi." ( VI, 4-12 )

Bu bölümde ilginç bir mitos ile karşı karşıya kalmaktayız. Phaiak'ların kökeni anlatılırken Hypereia adlı bir ülkeyle de karşılaşıyoruz. Bu isim Hyper (Upšr-), üzerinde sözcüğünden gelmekte olup, bizim kanaatimizce üzerinde olan - belki de deniz üzerinde - anlamına gelmektedir. Burada Tepegözler, yani Kyklop'lar ( KÚklwpej ) da yer almaktadırlar. Kyklop'lar, mitolojik varlıklarının yanı sıra Dev anlamında da kullanılmaktadırlar ve bu pasajdaki devler daha önce gördüğümüz Nefilim ile benzerlik göstermektedirler. Kısaca Phaiak'ların bir ülkede devlerle birlikte yaşadığını öğrenmekteyiz. Ancak devlerin zorbalığından kaçan Phaiak'lar başka bir yere belki de bir adaya yerleşmişlerdir. Bu da daha bir çok efsane ile benzerlik göstermektedir.

Odysseus'un Alkinoos'un sarayına gitmesi ve sarayı betimlemesi ile Platon arasındaki benzerlikler de gözden kaçırılmamalıdır: "Bu ara Odysseus da gitti Alkinoos'un şanlı konağına, giremedi içeri, gözleri kamaşıverdi, durakaldı tunç eşiğin önünde, ulu canlı Alkinoos'un yüksek çatılı sarayı ışıldıyordu güneş gibi, ay gibi ! Tunç duvarlar uzanıyordu iki yanda girişten ta içerilere dek, kuşaklar vardı bu duvarlarda, mavi mineden altın kapılar açılıyordu sağlam evin içerisine doğru, eşikleri tunçtan, söveleri gümüştendi, iki yanları ve kapı tokmakları altından Yerde iki köpek vardı, biri altındı, biri gümüş, bütün ustalığını göstermişti Hephaistos bunlarda, korusunlar diye ulu canlı Alkinoos'un konağını, ölümsüzdüler ve eskimek bilmeyeceklerdi.

Heykeller dikilmişti güzel ayaklılar üstüne, yanan çırağılar tutuyordu ellerinde altından delikanlılar, konaktaki şölenleri aydınlatmak için geceleri.

Bir büyük bahçe vardı avlu dışında, kapılara yakın, dört dönümlük, çitlerle çevrili çepeçevre; Ağaçlar dal budak salmıştı burada kocaman kocaman, armut ve nar ağaçları, pırıl pırıl yemişli elma ağaçları, bal gibi incirler, yemyeşil fışkıran zeytinler, ne yok olur, ne eksilir yemişleri bu ağaçların, yaz, kış ara vermeden bütün yıl yeşerirler, Zephiros estikçe biri biter, biri düşer, taze armut biter kuruyan armut yerine, elma üstüne elma biter, salkım üstüne salkım, incir üstüne incir biter. Bir bağ var ötede, salkım salkım üzümlü, arada bir güneşlik çardaklar kurulu, işte kızarmış salkımlar, koparıp ezilmeye hazır, ama koruklar var yanı başında, çiçek dökmedeler yeni yeni, alttan da başka salkımlar kızarır . En dipte öbür ucunda bağın, asma kütüklerinin yanında, düzenli bostanlarda, fışkırırı yol boyunca çeşit çeşit bitkiler. Bağın içinde iki çeşme akar, biri dolaşır bütün bahçeyi, biri gider avlu eşiğinden yüksek konağa doğru, hep bu çeşmeden su alır yurttaşlar. İşte parlak armağanlar bunlardı, tanrıların Alkinoos'a verdiği." (VII 83-133)

Her türlü meyvenin, her zamanda yetiştiği bir tür "Cennet Bahçesi" tanımlaması bir çok mitte ortaktır. Özellikle Platon'un da Atlantis'i bu şekilde betimlemesi ve Odysseia'da aynı motiflerin bulunması dikkat çekicidir. Bir başka ortak nokta da iki su kaynağının bulunmasıdır.

Ayrıca burada dikkat çeken bir husus da sarayda madenin bol kullanılması ve otomatik robotumsu eşyaların varolmasıdır.

Odysseia'da Phaiak'lar denizcilikte çok kuvvetli bir halk olarak geçerler ve dolayısıyla Poseidon önemli tanrılardan biridir. Odysseia'da bir çok yerde Phaiak'ların denizcilikte üstünlükleri anlatılır.[2]


Kral Atlas

Atlantis'in efsanesinin bir hayal ürünü olduğunu savunanlar, onun tek dayanağının Platon olduğunu iddia ediyorlar. Platon'un yetiştirdiği Aristoteles ise, bu öykünün masal olduğunu inanlar arasındandı. Oysa, bu öyküye inanan Platon'un başka talebeleri de olmuştur. Mesela, Platon'dan 33 sene sonra ölen Crantor, Sais'teki Mısır rahiplerinin bazı Greklere Atlantis tarihini üzerinde yazan iki demir sütunu gösterdiklerini yazmıştı. Akademi öğrencileri arasında asi olarak tanınan Aristoteles, bilime büyük katkılarda bulunduğu halde, bazı yanlışları yüzyıllardır bilimi geri tutmuştur. Aristoteles göktaşları inkar ederdi, ona göre gök yüzü mükemmeldir ve taşlar toprak elementin hakim olduğu yerküreye aittir. Ayrıca, Pythagoras'un öğrettiği güneş merkezi (heliocentric) sistemi yerine dünya merkezi (geocentric) sistemini öğretmekle kilisenin Galileo'ya karşı suçlanmalarına malzeme olmuştu.

Plutarkhos'a göre Sais şehrinde Solon'a ders veren rahibin adı Sonchis idi. İskenderiyeli Clemens'e göre bu aynı zamanda Pythagoras'a ders veren Mısırlı rahibin adıymış, bunların aynı kişi olmaları arada geçen süre açısından pek mümkün olmayabilir. Proclus'a göre Solon Sais şehrinde rahip Pateneit, Heliopolis şehrinde rahip Ochlapi ve Sebennytus şehrinde rahip Ethimon tarafından ders almıştı.

Platon'un hem Kritias, hem de Solon'la akrabalığı vardı. Ayrıca, kendisi de Mısır'ı ziyaret ederek birkaç yıl kalmış ve inisiye olmuştu. Onun için, bazı Atlantologlar onun Atlantis konusunu yazmadan önce, bu konuda bilgileri topladığı fikrindeler. Ancak, Platon'un açıkladığı öykü, benzer öykülerle ilginç bağlantıları vardır. Greklerin ve hatta Avrupa'nın en eski edebiyatı Homeros'un İlyada'sı ve Odysseia'sı, ve Hesiodos'un Theogonia'sıdır. Homeros Atlantis'in adını aldığı, ve Platon'a göre onun ilk krallarından olan Atlas hakkında şunları söylüyordu, "Denizlerin göbeğinde bir adada, bol ağaçlı bir adada, bir tanrıça bulunmakta, kötü yürekli büyücü Atlas'ın kızı. Bütün denizlerin diplerini gören Atlas, yeri ve göğü birbirinden ayıran sütunları omzunda taşır." Atlas konusunda (Homeros'ta tek söz edilen yer) bu kısa satırlarda onun deniz dipleri iyi bildiğini yazıyor. Bu onun yurdunun, deniz dipleri boyladığı anlamına gelen kadim bir hatıra olabilir mi? Kızı Calypso'un (Karaib adalarının Kalipso müziği adını ona borçludur) hüküm sürdüğü Ogygia adası Atlantis arda kalan bir ada olduğu düşünmek de mümkün. Grekçe'de Atlantis, "Atlan'ın kızları" anlamına gelir. Atlas'ın kızlarından biri Maya'dır. Atlantalog Stacy-Judd'a göre bu Meksiko-Yucatan'daki Mayaların Atlantis bağının bir göstergesidir. Plutarchus'a göre Ogygia adası İngiltere kıyılarından beş günlük bir deniz seferi mesafesinde idi.

Atlas'ın dünyanın ucunda (batıda) yerle göğü ayıran sütunları tutuğu konusuna gelince, eski inançlardaki birçok mitolojilere göre, yaratılışta yer ve gök ayrılmıştı. Tufanda gök yere inmişti. Tevrat'ta bu konuda şöyle yazar, "Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı...Ve Allah dedi: Suların ortasında kubbe olsun, ve suları sulardan ayırsın. Ve Allah kubbeyi yaptı altında olan suları, kubbe üzerinde olan sularda ayırdı; ve böyle oldu. Ve Allah kubbeye Gök dedi." O halde, kadim kozmoloji açısından Atlas'ın sütunları tutmakla tufanı oluşan sel sularını bir daha yeryüzüne inmesini önlemektedir.

Hesiodos ve başka Greklerin mitoslarında Atlas bir Titan'dı. Titanlar, Gök tanrısı Üranus ve toprak tanrıçası Gaia'nın birleşmesinden gelen yarı tanrı melez ve dev bir ırktı. Onlar merkezleri olan Othrys dağından Olympus dağındaki tanrılara karşı savaş açtılar ve yenildiler. Zeus onların her birine bir ceza vermişti. Titan Prometheus insanlara ateş yakmaya öğrettiği için (ışık getirdiği için), cezası Kafkas dağlarında ebediyen karaciğerinin kartallar tarafından parçalanıp yenilmesiydi. Diğer Titanlar yer altında Tartaros'a mahkum oldular. Atlas ise dünyayı sanıldığı gibi sırtında değil, göğü tutan sütunları taşımakla cezalandırılmıştı. Titanlar ve savaşları Platon'un kadim Atlantis Akdeniz savaşı ile benzer yanları vardır. Ayrıca ileride göreceğimiz gibi, Tevrat ve başka kutsal kitaplarda anlatılan tufan öncesi dünyaya benzer yanları da var.

Homeros destanının ilginç yanı yıllardır denizlerde, evinden uzak yaşayan Troya savaşının kahramanı Odysseia sürekli Atina'nın koruyucu Tanrıçası Athene tarafından deniz tanrısı Poseidon'a karşı himaye edilmesidir. Poseidon'da Platon'a göre kadim Grekler'in düşmanı Atlantis'in kurucusu ve Atlas'ın babasıdır. Bu da, Troya'nın aslında Atlantis'e bağlı olduğu konusunda bazı iddiaları desteklemektedir.

Hesiodos'a göre Atlas, "beyaz adam" Yapetos'un oğludur. Yapetus'un kardeşleri de Kronos, Hyperion, Okyanus, Tethys ve Themis. Yapetus Nuh'un üç oğullarından biri olan ve aynı şekilde beyaz adam anlamına gelen Yafes (Yafet) ile aynı olabilir. Tevrat'ı yorumlayanlara göre, o Avrupalıların ve Türklerin atasıdır. Belki de, Atlas mitos'u en kadim çağlarda kökenleri vardır, onun öyküsünün bütünü belki de Hesiodus'un zamanlarında da unutulmuştu. Belki de, bir çok mitoslarda olduğu gibi, bunları Grekler kendilerinden önceki Pelask ve diğer Akdeniz kavimlerinden almışlardı.

Efsanelere göre Atlas, Batı'da Hesperides adalarında yaşamaktaydı. Bu adalar Hesperos gezegeni olan Venüs'ün batıda gün batımında gözüken yüzdür. Efsaneye göre, Atlas'ın oğlu Hesperos yıldızları astronom olan babası gibi gözlemek için Atlas dağına tırmanmış. Rüzgar onu alıp gök yüzüne götürmüş. Bu bakımdan Tevrat'ta Enok ve Kuran'da İdris'e benzer. Atlas'ın kızlar peri Hesperidler, Homeros'a göre batının en son durağında bu adalarda hüküm sürerler. Bu da, Atlantis'i anımsatır. Grek efsanelerinde Herakles'in dev yapısı, hayvan postaları, kullandığı kaba güç ve elinde taşıdığı sopa ile bir mağara adamına andırıyor. Aynı Sümer efsanelerde kral Gilgameş'in dostu Enkidu gibi. Mitolojide Herakles'e ceza olarak on iki görev verilmişti. Bu görevlerin çoğunda Herakles canavarlarla boğuşup, kaba güçle onları yeniyordu. Diodorus'a göre Herakles kadim bir çağda, Hindistan'ı vahşi ve saldırgan hayvanlardan temizlemişti. Herakles'in on birinci görevi Hesperides adalarında Ladon isminde bir yılanın koruduğu altın elmaları almaktı. Bu elmalar vaktiyle toprak tanrıçası Titaea tarafından Zeus'a hediye edilen bir ağaçta büyüyorlardı. Zeus bu ağacı Hesperides adasına koyarak Hesperidlerin (kızlarının) korumasına teslim etmiş. Ancak onların elmaları sürekli yemelerinden dolayı, yılanı ağacı korumaya görevlendirdi. Bu öyküdeki Adem ve Hava öyküsüne benzerlikleri ilginçtir. Herakles Hesperides adasına gittiği zaman Atlas ile karşılaşır. Atlas göğü yerden ayıran sütunları taşımaktadır ve Herakles altın elmaları sorduğunda Herakles'in bir süre sütunları tutmasını, o arada kendisinin de altın elmaları alıp ona teslim edeceğini söyler. Bunu Herakles kabul eder. Atlas da söz verdiği gibi altın elmaları getirir, ancak döndüğünde sütunları tekrar omuzlamaktan kaçınır. Herakles omzundaki kemeri düzeltmek bahanesi ile yükünü bir süre için Atlas'a devretmeye teklif eder. Bu basit hileye kanan Atlas sütunları tekrar yüklenir, ama Herakles yükü tekrar kabul etmeyip yoluna devam eder ve altın elmaları tanrıça Athena'ya adar. Burada ezoterik olarak Poseidon-Atlas-Atlantis'ten Athena-Greklere bir devir gözükmektedir.

Altın elmalar konusu Konkiskador'ların Peru'yu fethetmeleri ile yeniden gündeme geldi. Onlar, İnka kralının sarayındaki bahçesinde, üzerinde altın meyveler asılı olan suni bir ağaç buldular. Hemen onu söküp İspanya'ya gönderdiler. Orada diğer İnka sanat eserleri gibi İspanyol krallının hazinesi için eritildi.

700 km uzunluğunda Atlas dağları, Fas'tan Cezayir'e uzanır. Tarihçi Halikarnassus (Bodrum)'lu Herodotos (M.Ö.484-420) Platon'dan önce yaşıyordu. Herodot yazdığı tarihinde Atlas dağları hakkında şöyle yazıyor, "Her yanı sarp ve sivri bir dağdır, o kadar yüksektir ki, derler, tepeleri görülmez, doğusunu saran bulutlar, gerçekten, yaz kış dağılmazlarmış. Yerliler bunun bir gökyüzü direği olduğunu söylerler. Yerliler adlarını bu dağdan almışlardır. Gerçekten bunlara Atlant'lar denir. Canlı bir şey yemezler ve rüya görmezler." Atlas da dağların hemen ardından Herakles sütunları (Cebellütarık), onun ardından Atlas Okyanusu geliyor. Belki de Atlantis'te gerçek Atlas Dağların batması ile Kuzey Afrika'daki Atlas dağları sonradan isimlerini aldı. Herodotos'a göre Herakles (Herkül) mitosunu Grekler Mısır'dan almışlardı. Ona Mısırlı rahipler, Herakles'in Amasis'ten 17, 000 sene önce yaşadığını anlatmışlar. Diodorus'a göre Herakles Hindistan'da bir kralmış ve astronomi örenmek için (Atlantis'teki) kral Atlas'ın yanına gelmiş.

Son olarak Gilgameş efsanesine dönelim, "Bu bulut fırtınanın efendisi Adad'ın bulunduğu yerde gürledi". Fırtına efendisi Adad'ın bulunduğu yer neresiydi?

"Sıcak iklim hayvan ve bitki artıklarının kutup bölgelerinde bulunması, mercan ve palmiyelerin kuzey kutbunda bulunması... böyle değişimler, ancak yerkürenin, ya dönüş hızındaki bir aksaklığın, ya da coğrafik veya astronomik ekseninin yönünde doğan ani bir hareketten doğabilir" Velikovsky, "Earth in Upheavel" [3]
III. Ramses

III. Ramses'in yazdırdığı yazılarda Atlantislilerin büyük su dairesi üzerindeki kara parçasından ve adalardan dünyanın ucundan, dokuzuncu kuşaktan geldikleri anlatılıyor. 9. Kuşak da eski Mısır, Yunan ve Roma'da kullanılan coğrafi bölümlere göre 52. ila 57. Kuzey enlemleri arasında kalan bölgedir.

Ünlü tarihçi Renan ise oldukça şaşırtıcı bir şekilde Mısır sanatının gençlik dönemi olmadığı iddiasında bulunarak Mısır uygarlığı ile ilgili şüphelerini şöyle dile getiriyordu:

Mısır, sanki bu ülke gençlik dönemini hiç yaşamamış gibi, daha başlangıçta olgun, yaşlı ve mitolojik ve kahramanlık çağlarından tamamen yoksun gibi görünmektedir. Mısır uygarlığının bebeklik çağı ve sanatının da kadim dönemi yoktur. Mısır uygarlığı daha o zaman olgundu.

Herodot da 'Euterpe' adlı eserinde Mısır rahiplerinin yazılı tarihinin kendi zamanından 12 bin yıl öncesine kadar gittiğini belirliyor. Yani Atlantis'in batışına kadar.

5400 yıl önce, Mısır'daki Siyen(Aswan) kenti tam olarak Yengeç Dönencesi'nin altına rastladığı dönemde inşa edilmiş olan Siyen Duvarları, tam güneşin gündönümü anında, öğle vakti, güneş komple bir disk halinde bu duvarların üzerinden yansırken görülürdü. Günümüzde, Avrupa'nın bütün bilim adamları bir araya gelseler bunun bir benzerini yapamazlar diyor tarihçi Keneally Tanrının Kitabı adlı eserinde.

Amerikalı araştırmacı Robert Sarmast Platonun ünlü diyalogları Critias ve Timaeus'ta ifade ettiği yaklaşık 50 fiziksel işaretten yola çıkarak çalışmalarını Kıbrıs yayı ve Levantine havzası olarak tarif edilen Doğu Akdeniz kıyılarına kaydırdı. Bölge ile ilgili olarak Amerika Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi'nin (NOAA) hazırlamış olduğu haritalardan ve veritabanlarından faydalanan Sarmast bu bilgilerin yeterli olmadığını görünce dünyaca ünlü Jeofizikçi Dr. John K. Hall ile işbirliğine gitti. Dr. Hall, Sarmast'a 1980'li yıllarda bir Rus petrol gemisi tarafından Doğu Akdeniz'de deniz tabanından toplanan dijital verileri iletti. NOAA ve Dr. Hall dan gelen verileri birleştiren Sarmast bölgenin 3 boyutlu ve bathymetric (derinlik ölçü birimi) haritalarını çıkarttı. Sarmast'a göre Atlantis Kıbrıs, Suriye arasında idi ve batan kıtanın en üst noktası ise bugünkü Kıbrıs'tı.

Sarmast, "Discovery of Atlantis" isimli ünlü eserinde Atlantis'in bu bölgede olmasını güçlendiren bulguları ve nedenlerini açıkladı.

Atlas Okyanus'u birçok volkanik hareketlerin sık sık yer aldığı bir yerdir. 1957'de yanar dağlar eşliğinde yeni bir ada Azorların yakınlarında ortaya çıktı.

526 yılında Antakya'da 250.000 kişi, 1042 yılında Tebriz, İran'da 40.000 kişi, 1556'da Çin'de 830.000 kişi, 1908'de Messina, Sicilya'da 200.000 kişi, 1923 Tokyo civarlarında 200.000 kişi ve 1976'da Çin'de 700.000 kişi şiddetli depremlerle hayatlarını kaybettiler. Sellere gelince Çin'de 1887'de Huang Ho nehrin taşıması en az iki milyon insanın ölümüne yol açtı. Aynı nehrin 1931'de taşması 4 milyon insanın ölümüne yol açtı.
Buzul Çağı

R. F. Walworth ve G. W. Sjostrom'e göre son buzul çağında su seviyesinin düşük olması Atlantis'in varlığı için yeterli bir sebeptir. Bu iki araştırmacının geniş bir araştırmaya dayanan tezlerine göre periyodik gelen zincir volkanik patlamaları dünyanın geçmişinde uzun buzul çağlar yaratmıştır. Bazı jeolojik izlere göre buzlar bütün kıtaları kaplamıştır, su seviyeler inip yükselmiştir. Halen güncelliğini kazanan ve tarafından ortaya atılan bir teze göre, Atlantis'in batması ile daha önce onun yüksek dağları tarafından engellenen sıcak Gulf Stream akıntısı Kuzey Avrupa'ya ulaşarak buzların erimesine yol açmıştı. Halen yolunda devam eden bu sıcak Avrupa'nın ısısını bulunduğu enleme rağmen ılımlı tutmaktadır. Oysa, aynı enlemde bulunan Rusya'daki şehirler çok daha soğuk iklimlere sahiptir.

Kuzey Sibirya'da buzlar altında on binlerce donmuş mamut cesetleri vardır. Geçen asır sonlarında bu mamutlar'dan en az 20.000 çok iyi durumda fil dişi çıkartılarak piyasaya sürüldüğü kaydedildi. Bu mamutların toplu bir felakete kurban oldukları ortadadır. Ani bir donmadan ölen bu mamutlardan bazıların ağızlarında halen yemekte oldukları otlar bulunduğu görülmüştür. Karbon 14 testleri onların yaklaşık 12, 000 yıl önce öldüklerini gösteriyor. Profesör Frank C. Hibben'e göre son buz çağın sonuna gelen bu devrede sadece Kuzey Amerika'da 40 milyon hayvan ölmüştü. Amerika'da Niagara şelalelerin 12.500 yıl evvel meydana geldiği hesaplanmıştır. Cordilleras Dağları yaklaşık 10, 000 yıl önce meydana geldiler. Karbon 14 testlere göre şu anda Bermuda civarlarında deniz altında olan geniş bir bölgede 11, 000 yıl önce sedir ormanları vardı. Aynı şekilde İngiltere'ye yakın Kuzey Denizi, İrlanda ve Grönland yakınlarında deniz diplerinde binlerce yıl önce denizin dibini boylamış ormanlar görülür. Olayların çoğu Atlantis'in batış tarihine uymaktadır.
Kutsal Kitaplarda Atlantis

1947 yıllında, Ölü Denize yakın Kumran mağarasında bulunan rulo yazıtlar, İbrani kutsal edebiyatın en eski örneklerini oluşturur. Bulunan bir yazıta göre Nuh farklı bir fiziğe sahipti. Öyle ki, babası Lamek onun kendi oğlu olduğunu karısı Bartenoş'un yemin ve ısrarlarına rağmen inanmamıştı. Nuh'un "Bakıcılar, Kutsal Olanlar veya devlerin soyundan gelmediğini, ancak meleklerden her şeyi öğrenen" büyükbabası Enok (İdris)'a danıştıktan sonra inanmıştı.

Kitabi Mukaddes'te (Eski Ahit ve Yeni Ahit / İncil) Enok kitabından yer yer söz edilir. Asırlardır saklanan ve kutsal metinler külliyatından çıkarılan bu kitabın iki farklı nüshası vardır, biri yakın zamanlarda bir Rus manastırında bulunarak Slavonik dilde muhafaza edilmiştir. Adı Enok'un (İdris) Sırlar Kitabıdır. Bu kitapta Enok'un Tanrı tarafından göğe kaldırıldıktan sonra cennet ve cehennem katlarında gördüklerini ve sonradan 360 kitap yazdığını anlatmaktadır. İkinci ve çok daha uzun kitap ise Enok'un Kitabıdır. Burada Nefilimlerin devler olduklarını ve tufandan önceki çöküş devrinde onların insanoğlunun yiyeceklerini tükettiklerini ve bunlar da yetmediğinde insanları yediklerini yazıyor. Bu kitapta, bu çeşit atıflar, dini çevreleri rahatsız etmişti (San Augustine Tanrının Şehri) ve bu kitabın Eski Ahit külliyatından çıkarılmasına, 1772 yılında James Bruce tarafından bir Habeş manastırında bulunana dek, yüzyıllardır ortandan kayıp olmasına sebep vermişti.
Akaşik okumalarda Atlantis

Doğruluk dereceleri herhangi bir bilimsel kanıtla kanıtlanmamakla birlikte, Atlantis hakkında şimdiye dek en ayrıntılı açıklamaları yapmış olan ünlü isimler, Atlantis hakkında akaşik okumalara dayalı bilgiler vermiş Edgar Cayce ve Rudolf Steiner'dir. Bir başka kaynak da Doğu'nun kadim kitaplarından Dzyan Kitabı'dır. Cayce ve Steiner, birbirlerinden bağımsız olarak yaptıkları açıklamalarda insan türünün yoğunlaşma ve katılaşma gösterek evrim geçirmiş olduğunu belirtirler ve Atlantis'te savaşan karşıt görüşteki iki gruptan uzun uzadıya bahsederler. Cayce, bu iki gruptan birini Tanrı Yasası Oğulları, diğerini Belial (Satan, Şeytan, Şerr) Oğulları olarak adlandırır. Savaşlar nükleer gücü elinde bulunduran Belial Oğulları'nın lehine sonuçlanmış, mânevî alanda ileri olan birinci gruptakiler ise, kıtanın batacağı kendilerine vahyedilmiş olduğundan, kendilerine bağlı olanlarla birlikte kıtadan göç etmeyi tercih etmişlerdir.
 
---> Kral Atlas ve Atlantis

Atlantis, Nerede?

Günümüz araştırmalarının saptadığı bir konu Mayalar'ın ve Mısırlıların şaşırtıcı bir biçimde benzer bilgilere sahip olmalarıdır. Piramit mimarisi, ortak mitolojik anlatılar, ortak bir Tufan efsanesi... Bu iki topluma Yunanlıları da ekleyebiliriz. İlginç olan modern tarih bilimimize göre ayrı kıtalarda yaşayan bu iki toplum 1492'deki Kolomb'un keşfinden önce birbirlerinden haberleri olmamalıydı.

Varılabilecek ilk sonuç, bu kadar birbirine uzak iki ırkın bu bilgileri ancak ortak bir kaynaktan öğrenmiş olabileceğidir. Platon'un diyalogunda Atina'nın kanun koyucusu Solon'a, Mısır'da bir Mısırlı rahip tarafından geçmişle ilgili bilgiler aktarılır. Dünya'nın periyodik yıkımıyla ilgili Maya inancını hatırlatan sözlerle, bu rahip Solon'a kendilerinin "Dünya Tarihi" konusunda Yunanlılardan daha fazla bilgiye sahip olduklarını açıklar:

"Siz (Atinalılar), birçok "Tufan" olmasına rağmen sadece bir tanesini hatırlıyorsunuz... Siz ve yurttaşlarınız, kurtulan birkaç kişinin soyusunuz, fakat bununla ilgili hiç bir şey bilmiyorsunuz. Çünkü birçok nesil hiç bir yazılı belge bırakmadan yok olup gitti "

Platon'un kayıtlarına göre, şimdiki Atlantik Okyanusu'nun ortasında bir zamanlar büyük bir "Ada Kıta" vardı;

"Bizim kayıtlarımız, siz Atinalıların, Atlantik Okyanusu'ndaki yerinden, Avrupa ve Asya kentlerini işgal etmek için küstahça çıkan o büyük gücü nasıl kontrol altına aldığınızı anlatır. O zamanlar Atlantik deniz yoluyla gidip gelmeye elverişliydi. Sizin Herkül Kayalıkları adını verdiğiniz boğazın karşı tarafında, Asya ve Libya'nın birleşiminden daha büyük bir ada vardı. Yolcular bu adadan diğer adalara; diğer adalardan da okyanusu çevreleyen, tamamen karşıdaki kıtaya ulaşabiliyorlardı..."

Kolomb devrinden 1800 yıldan daha eski bu metin (ki diyalogun tarihi daha da eski) Atlantis'in varlığını ve yerini anlatmaktan da öte, Mısırlılar'ın en azından Amerika kıtasını bildiğini gösteren ideal bir kaynak.Hatta bu metni Platon'un yazdığını dikkate alırsak Yunanlılarında... Aynı metin şu şekilde devam eder;

"Atlantis Adası'nda, bütün adayı olduğu kadar diğer adaları ve kıtanın bazı bölümlerini; ayrıca boğaz boyunca Mısır sınırına kadar Libya'yı ve Tyrrhenia'ya [Tuscany] kadar Avrupa'yı yöneten, güçlü ve dikkate değer krallar hanedanı vardı."

Anlaşıldığı kadarıyla Atlantis, batı Avrupa'yı, Kuzey Afrika'nın büyük bölümünü, Atlantik adalarını ve metinde bahsi geçen kıtanın, Amerika kıta'sının bazı bölümlerini yöneten ve dünya üzerinde de önemli bir nüfuzu olan güçlü bir medeniyetti. Bununla yetinmedikleri, Güney'e doğru açılma ve Yunanistan'la Mısır da dahil olmak üzere Doğu Akdeniz'deki kentleri de kontrolü altına almak istedikleri ortadadır. İşgalcilere karşı koymak üzere bir itilaf oluşmuştur fakat bu işgalcilere karşı koymak ve Doğu ve Batı Akdeniz yerlilerinin tümünü kurtarmak Atina'ya düşmüştür. Burada ifade edilen savaş muhtemelen, Atlantis'in son zamanlarında Atlantis'te yaşanan pozitif güçlerle negatif güçlerin arasında geçen büyük savaşın bir yansımasıydı. Çünkü her iki grubun temsilcileri de yaklaşmakta olan "Büyük Tufan" dan haberdar oldukları için çevre kıtalara göç etmeye başlamışlardı. Platon'un diyalogu şöyle devam eder;

"Daha sonra müthiş şiddette depremler ve seller oldu ve bir tek korkunç gün ve gecede sizin tüm [Atinalı] savaşçılarınız toprak tarafından yutuldular. Atlantis Adası da benzer şekilde deniz tarafından yutuldu ve yok oldu. Bu yüzden bugün, o bölgedeki deniz yolculuğa elverişli değildir, çünkü yüzeyinin altı batı adanın kalıntılarıyla ve çamurla kaplıdır."

Critias metinlerinde, Herkül Kayalalıkları'nın içinde yaşayanlarla dışında yaşayanlar arasındaki savaşın ilanından beri 9000 yıl geçtiğinden bahsedilir. Evet, savaş burada da karşımıza çıktı. Savaşın ne kadar sürdüğü belli değil ancak Atlantis'lilerin Libya ve Tuscany'e kadar tüm Avrupa'ya göç etmelerinden önce başladığı açıkça belirtilmiştir. Platon'un M.Ö. 350 civarında tuttuğu bu kayıtlara göre M.Ö. 9500 civarındaki bir tarihi diğer bir değişle yaklaşık 12.000 yıl öncesine bakmış oluyoruz. Yani Tufan'ın olduğu tahmin edilen tarihlere...

Buraya kadar anlattıklarımızla ilgili bir ikileme de değinmek gerekiyor. Klasik Mısır Bilimcileri bize Mısır Uygarlığı'nın, M.Ö. 3100 civarında İlk Hanedanlıkla birlikte başladığını söyler. Yine bu klasik yaklaşım bundan önceki dönem Mısırlılarının avlanarak geçinen göçebeler olduğu şeklinde bir bilgi verir. Peki bu insanlar Platon'un bahsettiği zamanda, tüm dünyayı etkileyen böyle bir savaşla ilgili bir kayıt tutabilirler miydi? Bir tarafta, Atlantiğin diğer tarafındaki Amerika'nın varlığını ve Atlantis'i anlatan, ünlü filozof Sokrates'in öğrencisi Platon; diğer taraftaysa Atlantis'i yalanlayan klasik bilimin iddiaları... Bu kördüğümü çözmenin tek yolu farklı kaynakları da katmaya çalışarak sorulara cevaplar bulmaktan geçiyor.

Atlantiğin ortasında bir ada/kıta var mıydı? Atlantis efsanesine bilimin kesin olarak "hayır" diyememesinin ilk sebebi bu konuyu Platon'un anlatıyor olmasıdır. Böyle bir kişinin anlattığı bir konu reddedilmeden önce ciddi bir şekilde incelenmelidir. Ortaya atılan ilk iddia Atlantis Uygarlığı'nın aslında Girit olduğu fikridir. Girit (Minos) uygarlığı, komşu Thera (Santorini) Adası'ndaki M.Ö. 1400 civarında şiddetli bir volkanik patlamayla sona ermiştir. Bu yerel felaketin yol açtığı dev gel-git dalgaları Girit'in sahil kesimlerini yok etmiş ve Minos Uygarlığı'na, önemli ölçüde zarar vermiştir. Minoslular, Atinalıların ezeli düşmanları olması, Atlantis Efsanesini mantıklı olabilecek bir anlatıma kavuşturabilir. Fakat bu argümanın en önemli problemi, Platon'un Atlantis'in Herkül Kayalıkları'nın ilerinde uzandığını ve Batı Avrupa'yla Libya'yı işgal ettiğini söylemesidir. Metnin hiçbir noktasında Girit'le ya da Doğu Akdeniz yerlilerinin karşılaştığı her hangi bir bağlantı kurulmamıştır.

Atlantis'i bulmak için efsaneleri, çevresindeki folklora etkileri, sağladığı paralellikleri araştırmak gerekir. Amerikalı bir meclis üyesi olan Ignatius Donelli tarafından yazılmış "Atlantis: Tufandan önceki Dünyadır" isimli kitapta şu görüşlere yer verilir:

Platon bize; Atlantis'in ve Atlantik Okyanusu'nun isimlerini, Poseidon'un(Yunan deniz tanrısı) en büyük oğlu ve krallığın kurucusu olan Atlas'tan aldıklarını söyler. Afrika Kıtası'nın Atlantis'e en yakın kısmında, çok eski zamanlardan beri Atlas dağları olarak bilinen sıra dağlar vardır. Atlas ismi Atlantis'in yüce kralını isminden gelmiyorsa, nereden geliyordur? Ve eğer bahsedilen dağların kökü buradan gelmiyorsa onların Afrika'nın en Kuzey-Batı köşesinde bu isimle anılmasının sebebini nasıl açılayabiliriz? Ve nasıl oluyor da Heredot zamanında bu sıradağların yakınında "Atlantes" adı verilen ve muhtemelen Solon'un adasındaki kolonilerden birinin kalıntıları olan insanlar yaşıyordu.

...Şuna bakın! Afrika kıyılarında bir Atlas Dağı; Amerika kıyılarında bir Atlan kenti; Afrika'nın Kuzey ve Batı kıyılarındaki "Atlantes"; Aztlan'daki Aztek insanları; iki kıta arasında kalan Atlantik okyanusu; Dünyayı omuzlarında taşıyan mitolojik ilah Atlas, ve Atlantis Adası'nın hatırlanmayacak kadar eski gelenekleri. Tüm bunlar sadece basit bir tesadüf müdür? Atlantis gerçeğini kabul etmeden Eski Mısırlılar'ın yazıtlarında kendilerini "kızıl adam" olarak tasvir etmelerini nasıl açıklarız? Ve diğer yandan, Orta Amerika'nın yazıtlarındaki Negro tanıtımını nasıl değerlendirebiliriz?" Chichen Itza'daki kaşifler tarafından görülen uzun sakallı erkeklerin heykellerinin haricindeki küçük kafalı kalın dudaklı ve kıvırcık saçlı uzun insan figürlerine Negrolar (zenciler) denir.

"Negrolar hiç bir zaman deniz geçen bir ırk olmamalarıyla birlikte, bunların Orta Amerika'daki varlıkları aşağıdaki iki konudan birini kanıtlar: Ya Atlantis üzerinden Amerika ve Afrika arasındaki kıta bağlantısının varlığını; ya da Atlantisliler veya diğer bir uygar ırkın gemiler yoluyla Amerika ve Afrika arasındaki ticari ilişkilerini..."

Aslında hangisini alırsanız alın, vardığımız sonuçlar şunlar oluyor:
Atlantis ismiyle anabileceğimiz yaklaşık M.Ö 9500 civarı bir medeniyetin varlığı
Bu uygarlığın Avrupa, Afrika, Ortadoğu'ya olduğu kadar Amerika kıtasında da etkin bir güce sahip oluşu
Atlantislilerin negatif ve pozitif güçler olarak tabir edilen kuvvetler arasında başlangıç zamanı ve ne kadar sürdüğü bilinmeyen bir savaşın yaşandığı
Süren savaş sırasında Atlantislilerin yakında gerçekleşecek "Tufan" dan kaçabilmek için Doğu Akdeniz'i işgale kalkışmaları ve Atinalılarla savaşmaları
Tufan'ı önceden tahmin edebilecek bir bilgi düzeyine sahip, dolayısıyla gelişmiş olduğu düşünülecek bir medeniyet.
Atlantislilerin yok olmasına neden olan Tufan'dır.
Kayıp kıta Atlantis. Şimdi nerede?

Atlantis, gerçekten bir zamanlar Atlantik Okyanus'unun ortasında yer alan büyük bir kıta idiyse, bugün neden deniz seviyesinde ondan en ufak bir iz yoktur? Acaba, Tufan'ı anlatan metinlerde de bahsedildiği gibi kıta parçalanarak tamamen sulara mı gömülmüştür?
Aslında durum bunun tersidir...

Kuzey Atlantik Okyanusu derinliklerinde araştırma yapılacak olursa kıtasal kabuk yerine derin su kütlesiyle karşılaşılır.. Asor Adaları'nın bulunduğu bölgede Kuzey Atlantik sıradağları uzanır. Bu dağlar bazı yerlerde okyanus yüzeyinin sadece 200 metre altındadır. Bu pek ümitli bir kanıt gibi görünmemekte. Çünkü, iki tektonik plakanın olduğu bir alandır burası aynı zamanda.

Alman yazar Otto Muck, "Atlantis'in Sırrı" isimli kitapta Atlantis'i bulma çabasına girişmiştir. Kıtaların sürüklenme hareketinin bir zamanlar Atlantis diye bir kıta olması olasılığını ortadan kaldırdığını kabul etmeyerek, yeni bir incelemede bulundu. Güney Amerika ve Afrika Kıtaları'nın ana hatlarının birbirine mükemmel şekilde uyduğu fakat Kuzey Atlantik kıyısındaki kıtaların uymadıkları fark ediliyordu. Ayrıca Avrupa'dan çıkan paleontolojik bir kanıta göre, son Buzul Çağı'nda bir buz kütlesinin 52. Paralel'e kadar (Londra) Güney'e ulaşabilmesinin sebebi, onu durdurabilecek bir Gulf Stream akıntısının olmayışıdır. Eğer Gulf Stream bugün yaptığı gibi o zaman da Kuzey Avrupa kıyılarına ılık su getirseydi, buz, o kadar Güney'e gidemezdi. Gulf Stream akıntısının olmayışını, bu akıntının M.Ö. 10, 000 civarına kadar Atlantik Okyanusu'nun ortasındaki bir kara parçasının engellemesine bağlamak mümkündür. Bu akıntı, ancak Atlantis battığında Kuzey Atlantik kıyısında ki kara parçalarına ulaşabilmişti. Günümüzde, Kuzey Atlantik'te bir boşluk vardır. Ve bir parça daha eklemeden Kuzey Atlantik'teki kıtaları birbirine uyumlu hale getiremeyiz. Dolayısıyla başlangıçtaki tek kıta olan Pangea'yı oluşturamayız. Bu mantıktan yola çıkarak günümüzün Küba, bahama, bermuda adaları bu büyük kara parçasının geride kalan kısımları veya aynı bölgeyi kaplayan yaşıtı adalardır. Her iki durumda da Atlantislilerin buralarda da yaşadıklarını varsayabiliriz. Peki geriye hiçbir kalıntı veya iz kalmamış mıdır?

1877 yılı Mart'ında doğmuş olan Edgar Cayce'nin anlatılarını saymazsak, 1968'e kadar hiç bir iz kalmadığı sanılıyordu. Edgar Cayce, 23 yaşındayken birden sesi kısılıvermişti. Doktorlar aylarca süren çalışmalarına rağmen hiçbir çare bulamadılar. Hiç iyileşmeyecek gibi görünüyordu. Son çare olarak tavsiyeleri de göze alarak "oto-ipnozu" denemeye karar verdi. Ve herkesi şaşırtan bir sonuca, ipnoz altında konuşabiliyor olmaya ulaştı. Kendisinin ipnoz altındayken verdiği öneriler doğrultusunda yapılan tedavi kısa sürede sonuç verdi ve sesi iyileşme sürecine girdi. İpnoz altındayken "Şuuraltı Gücünden Yararlanma Tekniği"ni geliştirdi ve bunu başkalarının hastalıklarını iyileştirmekte kullandı.

Bugünkü yaşantımızda da varolan sahte medyumlar, falcılar gibi görünse de ileriki zamanlarda durumun böyle olmadığı anlaşıldı. 40 yıl boyunca günde iki kere bu tekniği kullanarak, insanlara geçmişleri, gelecekleri ve pek çok konuda bilgiler sunmaya devam etti. Uyandığı zaman, ipnoz altında söylenenleri kesinlikle hatırlamıyordu. Şüphecileri susturan şey ise, bu adamın gerçekleri söylediğinin defalarca kanıtlanmasıydı. Önerdiği bitkiler, bezen bilinmeyen ilaçlar gibi daha önce bilinmeyen konulara değiniyordu. Cayce'nin yaptığı anlatımlar dikkatlice muhafaza edilmiştir. 2500 civarı kayıt tutulmuştur. Ve anlatılarında Atlantis'e de değiniyordu. Onun tarif ettiği Atlantis son derece gelişmiş bir uygarlıktı. Ancak zaman içinde ellerindeki kozmik bilgileri bazı Atlantisliler negatif yönde kullanmaya başlamışlardı ve böylelikle Atlantis iki ayrı gruba ayrılarak büyük bir savaşa sahne olmuştu. Şaşırtıcı olan anlatılarında bugüne uyarlanabilir kelimeler kullanıyor olmasıdır. Teknoloji olarak gelişmiş (uçaklara, lazerlerle ve diğer cihazlarla) bir uygarlığın kozmik gerçeklere sırt çevirişinin ve kendi materyalizminin zevklerine dalışını anlatmıştır. Atlantislilerin doğal güçleri yanlış kullanımından doğan bir dizi felaket, adalarının yok olmasına sebep olduğunu ve aynen Platon'un anlattığı gibi ve sanki yaşamışçasına net bir biçimde anlatmıştır. Büyük felaketten kurtulan insanların daha sonra diğer kıtalara göçlerini anlatmaktadır. Felaket sırasında Atlantis'lilerin tümü ölmemiştir. Bir çoğu gemilerle kaçmış, diğerleri de çok önceden denizaşırı ülkelere göç etmişlerdi. Yani Kuzey Afrika'ya, İspanya'ya, Batı Avrupa'ya gittiler.

Kendi topraklarından kaçarken yeni toprakları işgale giriştikleri belirgindir. Ve buda Atinalıların karıştığı savaşa neden olmuştur.Tevrat'ta "Nuh'un Gemisi" nin Ağrı Dağı'nda karaya oturduğu ve Nuh'un Sami, Hami ve Japheth adında üç ırkın atası olan üç oğlu olduğu anlatılır. Eğer Nuh'u, Mısır'daki Osiris dinindeki Osiris'le bir tutarsak, Nuh'un oğullarını da Mısır'ın üç kurucu ırkı olarak yorumlayabiliriz. Kırmızı derili Atlantisliler, Beyaz Ariler(Ağrı Dağı'ndan ve doğudan gelen beyaz derili ırk) ve siyah Mısırlılar. Osiris'in birleşik ve çok farklı bir krallığı yönettiğini söyleyen varsayım, Cayce'nin varsayımıyla da bağdaşır. Fakat Cayce sadece bunları anlatmakla kalmamıştır. Anlatılarının çoğunda Atlantis'ten kurtulanların kendi tarihlerine ilişkin kayıtları da getirdiklerinden bahseder. Bu kayıtlar, Giza Piramitleri'nin önünde, nöbet tutar gibi duran Büyük Sfenks'in yakınlarındaki bir odada, ikinci kopyaları, kurtulan diğer insanlarca Meksika'nın Yukatan bölgesinde bir yere gömülü durumdadır. Iltar adındaki bir rahibin, Atlantis Kraliyet soyundan bir grupla birlikte, Poseidia'yı (Ana adaları) terk ettiğini ve Yukatan'a gittiğini iddia eder. Iltar ve beraberindekiler burada Atlantis'e benzer bir medeniyet kurmaya başladı. Iltar'ı, Mayalar'ın daha sonraları öğretmenleri Zamna olarak saygı duydukları kahinle aynı kabul edebiliriz.... Cayce'nin konumuzu da ilgilendiren en ilginç varsayımı ise bugün Florida açıklarında bulunan ve Bimini Adaları olarak bilinen bölgede Atlantis'e ait kalıntılar olduğu yönündeydi. Ve gerçektende 1968 yılında bu bölgede deniz altında yapılan keşif sonucu Scott taşları denilen yıkıntılar ve Bimini yolu denilen ve tüm adaları dolaştığı düşünülen taştan yapı keşfedilmiştir.
Bimini adası ve Piri Reis'in haritası!

Şimdi düşünüyor olmalısınız. Piri Reis'in haritasının burada ne işi var diye. Maalesef pek çoğumuz, ki bu pek çoğun içinde Türk bilim adamlarının önemli bir grubu oluşturmakta, Piri Reis'in bir harita yaptığından başka bir şey bilmiyoruz. Öncelikle harita hakkında kısaca bilgi vermemiz gerekli. 1513 yılında yapılan bu harita 1929 yılında Topkapı Sarayı bir müzeye dönüştürülürken ortaya çıkarılmıştır. Bütün bir dünya haritası olan haritanın sadece 2 parçası ele geçirilebilmiştir. Peki ne var bunda? Sadece bir harita diyenleriniz olacaktır. Evet, Piri Reis'in haritası gerçekten bir harita. Ama içeriği gerçekten tartışmaya değer özellikler taşıyor. Amerika'nın 1492 yılında keşfedildiğini göz önüne alacak olursak, bu haritanın Tüm Kuzey ve Güney Amerika'nın Atlantik Okyanusu'ndaki kıyılarını, Karayip adalarını, Avrupa'nın ve Afrika'nın yine Atlantik'teki kıyılarının bir kısmını içermekte. Ve dünya da merak uyandıran özelliği ise keşfedilişinden yüzlerce yıl önce Antartika'nın da bu harita da var olmasıdır. Üstelik modern haritalarda bildiğimiz şekliyle değil, Antartika'nın binlerce yıl önceki, üzerinde buz olmayan halinin tam bir kesinlikle çizili olmasıdır. Bu da bilim dünyası için tam bir muammadır.

Bilim dünyasındaki yaygın kanı ise, bu haritayı Piri Reis'in kendisinin çizmediği; bir veya birden fazla "orijinalinden" kopya edildiği şeklinde. Bu orijinal haritanın ne kadar eski olabileceğini tahmin edebiliriz. Ama biz asıl konumuza dönelim. Piri Reis'in haritasının Atlantis'in yerini de gösteriyor olabileceği ihtimaline. Ve işin ilginç yanı bu adayı belirtmek için (eski haritalarda bir bölgeyi tanımlamak için oraya özel olan şeyler resmedilirdi. Avustralya'yı kanguru ile işaretlemek gibi)dörtgen ve ardarda sıralanan taşların kullanılmış olması. Aynen Bimini'de su altında bulunan insan boyutlarına göre gerçekten büyük taş yol/yapı gibi.

Deniz yüzeyinde 18 feet aşağıda olan bu yapı ancak açık bir havada bir
gemiyle tam üzerine gelindiğinde fark edilebiliyor. Balamalar'da yaşayan Taiano kabilesinin kullandığı Taino dilinde Bimini kelimesi, "Eski duvar adası" manasına gelmekte. Yani daha önceleri su yüzeyinde olduğu manasını vermekte. Kristof Colomb ve İspanyol denizciler buralara geldiklerinde bu dili bilmediklerinden bu bilgiyi onlar edinemeyeceklerine göre ve bu eski dil 1645'te Raymond Breton tercüme edene dek bilinmediğine göre Piri Reis 1513'te yaptığı bu haritaya bu bilgiyi nasıl ve nereden eklemiş olabilir?
256141.jpg

Google Earth'te Bulunan İzler Atlantis'e mi Ait?

Google Earth'le çalışan bir uygulama olan Google Ocean'da yapılan bir araştırmada kayıp kıta Atlantis'in olduğu varsayılan yerler incelendi ve ilginç bir bulguya ulaşıldı.

İngiliz Telegraph gazetesinde yer alan habere göre Kanarya Adaları yakınlarında Batı Afrika sahiline 620 mil (997 kilometre) uzaklıkta bir nokta kayıp kıta Atlantis olduğu sanılan harabelerin izine rastlandı.

Google Ocean'da tespit edilen ve insan eliyle yapılmış kusursuz bir dikdörtgene benzeyen "gizemli" şekillerin Atlantis olabileceği tahmin ediliyor. Galler bölgesinde olduğu tespit edilen dikdörtgenin bir mühendis tarafından belirlendiği bildiriliyor. 4 kilometre derinlikte olan dikdörtgen yapı, mimari çizimleri andıran bir harita şeklinde ve birbirini direkt kesen, rahatlıkla görülebilen çizgilere sahip.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst