Korkunun Diyalektiği

ashli

Bayan Üye
1.BİR MODERN CANAVAR SOSYOLOJİSİNE DOĞRU

Burjuva uygarlığının korkusu iki adda özetlenir: Frankenstein ve Drakula. Canavar ve vampir, 1816 yılında, Cenevre yakınlarındaki Villa Chapuis'un bir çalışma odasında, bir arkadaş grubunun yağmurlu bir yaz gecesini geçirmek için oynadıkları bir sosyete oyunundan birlikte doğarlar. Endüstri devriminin en hızlı döneminde doğduktan sonra, 19. yüzyıl sonundaki kritik dönemde, Hyde ve Drakula adlarıyla yine birlikte ortaya çıkarlar. 20. yüzyılda sinemayı fethederler: Birinci Dünya Savaşından sonra Alman Ekspresyonizminde; 1929 krizi sonrasında, Amerika'daki büyük RKO prodüksiyonlarında görünürler. Daha sonra, 1956-57 yıllarında, Peter Cushing ve Christopher Lee, Terence Fisher'in yönetiminde, bu çift suratlı karabasanı tekrar başarıyla canlandırırlar.

Frankenstein ve Drakula paralel hayat sürdürürler. Onlar birbirinden ayrılamayan, birbirlerini tamamlayan iki kişiliktirler. Tek bir toplumun iki korkunç yüzü, aşırı uçlarıdırlar: çirkin bir zavallı ile insafsız bir mülk sahibi. İşçi ve sermaye: "toplumun bütünü, mülk sahipleri ve mülksüz işçilerden oluşan iki sınıfa bölünmek zorundadır". Marx için geleceğe (ve toplumun gelecekte yeniden örgütlenmesinin garantisine) ilişkin bir kehanet olan bu "zorunluluk", 19. yüzyıl burjuva kültürü için sonun geldiğini gösteren bir ön uyarıdır. Dehşet edebiyatı, kesinlikle, bölünmüş bir toplumun dehşetinden ve onu iyileştirme arzusundan doğar. İşte tam bu nedenle, çok az istisna dışında, Frankenstein ve Drakula birlikte görünmezler. Öyle olsaydı tehdit çok büyük olurdu; dehşeti yaratmış olan bu edebiyat, aynı zamanda onu ortadan kaldırmalı ve huzuru yeniden sağlamalıydı. Tarihi durdurabilme yetisine sahip olduğu izlenimini vererek, bozulan dengeyi yeniden kurmalıdır; çünkü, bu biçimsiz canavar, geleceğin ürkütücü olacağına dair bir tedirginliği ifade eder. Onun karşıtı (canavarın düşmanı) ise, tersine, daima dönemin bir temsilcisi, kendini beğenmiş 19. yüzyıl düzeysizliğinin süzme bir örneğidir: milliyetçi, budala, batıl inançlı, zevksiz, aciz, halinden memnun. Fakat, bu açıkça görülmez. Canavarın dehşetine kapılmış olan insanlar, onu yok eden kişinin kötülüklerini sızlanmadan kabul ederler; tıpkı edebi betimlenişini, gücünü ve özgünlüğünü bilinmeyenle olan ilişkisinden alan, sıkıcı ve tekrarlarla dolu tipolojiyi kabul ettikleri gibi. Böylece, canavar, toplum içinde saptanan düşmanlıkların ve dehşetin, toplum dışına taşınmasına hizmet eder. "Frankenstein"da mücadele, "bir şeytan ırkıyla" "insan türü" arasındadır. Canavarla savaşmaya yeltenen her kim olursa olsun, otomatik olarak, türün, toplumun bütününün temsilcisi haline gelir. Bütünüyle bilinmez olan canavar, kendi içinde artık hiç de ikna edici olmayan bir evrenselliğin, bir toplumsal bağlılığın oluşturulmasına hizmet eder.

Frankenstein'ın canavarı ve vampir Drakula, daha önceki canavarlardan farklı olarak, dinamik, bütüne yönelik canavarlardır. Onları korkunç yapan da budur. Daha önceleri, durum farklıydı. Sade'ın kötü kişileri, kulelerinde gizlenerek, etkinliklerini toplumun uç kesimlerinde göstermeye razı olmuşlardır. Justine onların kurbanıdır; çünkü o, çağdaş dünyayı, kent yaşamını, mübadeleyi ve bir metaa indirgenmeyi reddeder. Böylece, kendini feodal dünyanın dehşetine, tek bir efendinin iradesine teslim eder. Bunun da ötesinde, Sade'da, kötülüğün aşılmaz, "doğal" bir sınırı vardır: efendinin arzusunun doyurulması. O doyurulduğunda, eziyet de kesilir. Oysa, Drakula bir terör tutkunudur. Onun kişiliğinde, "sahip olma" arzusunun, zevk alma arzusuna karşı zaferi kutlanır; tüketime karşı kayıtsız olan böylesi bir sahip olma, doğası gereği doyurulamaz ve sınırsızdır. Polidori'nin vampiri, hayatta kalmak gibi sefil bir amaç için, genç kadınları boğazlayarak Avrupa'da dolaşmaya zorlanan, sıradan bir feodal beydir. Zaman ona ve onun tutucu arzularına karşıdır. Stoker'ın Drakula'sı, tam tersine, altınlarını egemenlik alanını genişletmek, Londra kentini fethetmek için yatıran bilinçli bir girişimcidir. Frankenstein'ın canavarı da, Alpler'den İskoçya'ya, Doğu Avrupa'dan kutba kadar tüm dünyaya yıkım saçmaktadır. Bununla karşılaştırıldığında, (Otranto Kalesi'nin) dev hayaleti, cüce gibi kalır. Varlığı, tek bir mekanla sınırlıdır; yalnızca bir kez ortaya çıkar; yine yalnızca geçmişten bir kalıntıdır. Düzen bir kez yeniden kurulduğunda, sonsuza dek sessiz kalır. Oysa çağdaş canavarlar, insanları sonsuza kadar yaşamakla ve dünyayı yok etmekle tehdit ederler. Bu yüzden, öldürülmeleri gerekir.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst