Korku ve Titreme

ashli

Bayan Üye
KORKU VE TİTREME

Bir zamanlar bir adam vardı; daha çocukken Tanrı?nın İbrahim?i nasıl kışkırttığını, İbrahim?in bu kışkırtmaya nasıl dayanıp imanının elden bırakmadığını ve bekleyişinin karşılığında nasıl yeniden bir oğula kavuştuğunu anlatan o zarif öyküyü işitmişti. Çocuk büyüdüğünde aynı öyküyü daha da büyük bir hayranlıkla okumuştu: çünkü yaşam, çocuğun dindar yalınlığında birleşmiş olanı ayırmışıt. Büyüdükçe aklı bu öyküye daha sık takılıyordu. Heyecanı gitgide artıyor ama öyküyü de gitgide daha az anlayabiliyordu. Sonunda, ona başka her şeyi unutturan bu merak içinde, ruhu tek bir arzuya kapıldı: İbrahim?i görmek. Tek bir özlem duydu: O olayın tanığı olmak. Dileği ne Doğu?nun zarif ülkelerini ve vadedilmiş Toprak?ın dünyevi ihtişamını ne Tanrı?nın yaşlılıklarını kutsadığı dindar eşleri ve yaşlı patriğin saygın çehresini ne de Tanrı?nın İbrahim?e ihsan ettiği İshak?ın genç ve dinç soyunu görmek değildi. Aynı olayın Danimarka?nın kıraç bir bucağında meydana gelmemesi için bir neden görmüyordu. Dileği, İbrahim?in yüreğinde hüznü yanında İshak?la sürüklendiği o üç günlük yolculukta onlara yarenlik etmekti. Biricik arzusu, İbrahim?in gözlerini kaldırıp uzakta Moria Dağı?nı gördüğü ve merkepleri ardında bırakıp İshak?la birlikte dağa çıktığı zaman orada olmaktı. Zihnini biçimleyen hünerli bir hayal örgüsü değil, bu düşüncenin ürpertisiydi.

Bu adam bir düşünür değildi. İmanın ötesini ele geçirme gereği duymuyordu. İmanın atası olarak yad edilmeyi en muhteşem şey kabul ediyordu. Hiçkimse bilmese de bu, mülkiyetine gıpta edilecek bir kısmetti.

Bu adam bir tefsir alimi değildi. İbranice bilmezdi. İbranice bilseydi, öyküyü de İbrahim?i de kolayca anlardı belki.

I

?Ve Tanrı İbrahim?i denedi ve ona dedi; İshak?ı, biricik ve sevgili oğlunu al ve onu Moria diyarına götür ve onu orada, sana göstereceğim dağda, yakılan kurban olarak sun.?

Sabahın ilk vaktiydi. İbrahim erkenden kalktı. Merkeplere palan vurdu. Ve beraberinde İshak olduğu halde çadırından ayrıldı. Onlar vadiyi geçinceye dek ve gözden yitinceye dek, Sara arkalarından baktı. Sessizlik içinde üç gün yol aldılar. Dördüncü günün sabahında İbrahim gözlerini kaldırdı ve uzakta Moria Dağı?nı gördü. Genç adamları ardında bıraktı ve yanına İshak?ı alarak dağa doğru yürüdü. Tek birsöz bile etmedi. Fakat kendi kendince şunları söyledi: ?Bu yolun onu nereye götürdüğünü İshak?tan saklamayacağım.? Olduğu yerde durdu. Elini lütufkarca İshak?ın alnına koydu. Ve İshak bu lütfa mazhar olmak için saygıyla eğildi. Ve İbrahim?in yüzü babacandı. Bakışları yumuşaktı. Konuşması cesaret vericiydi. Fakat İshak babasını anlamadı. Ruhu yüceltilemezdi. İshak İbrahim?in dizlerine kapandı. Yakarışlarla yere yığıldı. Genç yaşı için, geleceğe dair saf umutları için yalvardı. İbrahim?in evindeki sevinci dile getirdi. Hüznü ve yalnızlığı akla düşürdü. Ve İbrahim çocuğu yerden kaldırdı. Onunla yanyana yürüdü. Ve konuşması teselli ve teşvik doluydu. Fakat İshak onu anlamadı. O dağa tırmandı. Fakat ishak onu anlamadı. Derken bir an için İbrahim?den uzaklaştı. Ve onu yeniden gördüğünde İbrahim?in yüzü değişmişti. Bakışları vahşiydi. Duruşu heybetliydi. İshak?ı boğazından yakladı ve onu yere fırlattı ve ona şöyle dedi: ?Aptal çocuk, senin baban olduğumu mu sanıyorsun? Ben bir putperestim! Bunun Tanrı?nın emri olduğunu mu sanıyorsun? Hayır, bu benim arzum.? Ve İshak titredi ve dehşet içinde yakardı: ?Ey yüce Rabbim, bana merhamet et. Ey İbrahim?in Rabbi, bana merhamet et. Eğer yeryüzünde bir babam yoksa, sen benim babam ol.? Ve İbrahim kendi kendine fısıltıyla şunları söyledi: ?Ey yüce Rabbim, sana şükürler olsun. Sana olan imanını yitireceğine benim gaddar olduğuma inansın. Böylesi onun için daha hayırlı.?

Çocuk memeden kesileceği zaman, anne göğsünü karartır, çocuğun sütten kesilme zamanında meme leziz görünseydi, bu gerçekten bir utanç olurdu. Çocuk inanır ki meme değişmiştir ama anne aynıdır. Annenin bakışları eskiden olduğu gibi sevecen ve şefkatlidir. Ne mutlu o kişiye ki çocuğu memeden kesmek için daha dehşetli çarelere ihtiyacı yoktur.

II

Sabahın ilk vaktiydi. İbrahim erkenden kalktı. Geç yaşının gelini Sara?yı kucakladı. Sara, gururu ve tüm umudu İshak?ı öptü. Sessizlik içinde yola koyuldular. İbrahim?in bakışları yerdeydi; ta ki dördüncü gün gözlerini kaldırıp uzaktan Moria Dağı?nı görünceye dek. Sonra bakışları yine toprağa döndü. Sessizce ve usulünce kütüğü yere koydu. Ve İshak?ı bağladı. Ve sesizce bıçağı çekti. Ve Tanrı7nın hazır ettiği koçu gördü. Ve onu kurban etti. Ve eve döndü... O günden bu yana İbrahim yaşlandı. Tanrı?nın kendisine İshak?ı sunmasını emrettiğini unutamıyordu. İshak serpilip gelişiyordu eskiden olduğu gibi. Fakat İbrahim?in gözlerinin feri sönmüştü. Ve artık sevinci unutmuştu.

Çocuk büyüdüğünde ve memeden kesilmesi gerektiğinde, anne iffetlice göğsünü saklar. Artık çocuğun bir annesi yoktur. Ne mutlu o çocuğa ki annesini başka bir biçimde yitirmez.

III

Sabahın ilk vaktiydi. İbrahim erkenden kalktı. Genç anen Sara?yı öptü. Ve Sara sevinci ve tüm neşesi İshak?ı öptü. Ve İbrahim dalgın ve düşünceli yola koyuldu. Hacer?i ve sahraya sürdüğü oğlunu düşündü. Ve Moria Dağı?na çıktı ve bıçağı çekti.

Sakin bir akşamdı. İbrahim tek başına yol aldı ve Moria Dağı?na vardı. Ve yüzüstü kapandı. Günahını affetmesi için Tanrı?ya yalvardı. Çünkü İshak?ı sunmaya razıydı. Çünkü Baba, oğula karşı görevini unutmuştu. Bu yolu sıksık yalnız başına katetti ama dinginlik bulamadı. Sahip olduğu en değerli şeyi, uğruna birçok kez kendi hayatını verebileceği şeyi Tanrı7ya sunmaya razı olmasının bir günah olduğunu kavrayamazdı. Ve bu bir günahsa, gerçeğin aksine İshak?ı sevmemiş olsa, bu günahın affedilebileceğini anlayamazdı. Hangi günah bundan daha dehşetli olabilirdi ki?

Çocuğun memeden kesilmesi gerektiği zaman anne de hüzünlüdür. Düşünür ki kendisiyle çocuğu daha da ayrılmıştır. Düşünür ki öne yüreğinin altında büyüttüğü sonra da bağrına bastığı çocuğuyla artık o kadar yakın olamayacaktır. Böylece, kısa bir yas dönemi boyunca birlikte ağlarlar. Ne mutlu o kişiye ki çocuğu kendine yakın tutar ve daha fazla elem duymaz.

IV

Sabahın ilk vaktiydi. İbrahim?in evinde yolculuk için her şey hazırdı. İbrahim Sara ile ve sadık hizmetkarı Elyesa ile vedalaştı. Elyesa onu yol boyunca, ta dönünceye dek izledi. İbrahim ve İshak Moria Dağı?na varıncaya kadar ahenk içinde yol aldılar. İbrahim kurban için her şeyi hazırladı, sessizce ve sakince. Fakat dönüp bıçağı çektiğinde, İshak onun sol elinin umutsuzca sıkılmış olduğunu gördü. Bedenini boydan boya bir titreme almıştı. Ama İbrahim bıçağı çekti.

Ve eve döndüler. Ve Sara onları karşılamak için acele etmekteydi. Fakat İshak imanını yitirmişti. Bu olay üzerine dünyada tek bir söz bile edilmedi. Ve İshak gördüklerini hiçkimseye söylemedi. Ve İbrahim birisi tarafından görüldüğünden şüphe etmedi.

Çocuğun memeden kesilmesi gerektiği zaman, anne yedeğinde güçlü yiyecekler bulundurur ki çocuk telef olmasın. Ne mutlu o kişiye ki yedeğinde güçlü yiyecekler bulunur.

Sözünü ettiğimiz adam, bu olay üzerine bir çok kez bunlara benzer biçimlerde düşündü durdu. Ne zaman Moria Dağı?nda dolaşıp eve döndüyse, olduğu yere yığıldı, ellerini kavuşturud ve şunları söyledi: ?Hiçkimse İbrahim kadar büyük değildir. Kim onu anlayabilecek yetkinlikte...?

İBRAHİM?E ÖVGÜ

Bir insanda daimi bir uyanıklık yoksa, herşeyin temelinde çapraşık tutkularla kıvranarak değeli ve değersiz herşeyi yaratan bir kudret, hiddetle köpüren bir kudret yatıyorsa, herşeyin altında hiç doyurulmamış sonsuz bir terkedilmişlik uzanıyorsa... yaşam umutsuzluktan başka ne olabilir ki? İnsanlığı birleştiren hiçbir kutsalbağ yoksa, bir kuşak ormandaki yapraklar gibi diğerinin ardından ortaya çıkıyorsa, bir kuşak ormandaki kuşakların şarkıları gibi diğerinin yerini alıyorsa, insan ırkı dünyadan, denize açılan bir gemi, çölde esen bir rüzgar gibi geçiyorsa -ne boş ve umutsuz bir eylemdir bu- daimi bir kayıtsızlık avının ardından durmaksızın ve arzuyla iz sürüyorsa ve hiçbir güç avını çenesinden söküp almaya yetmiyorsa... ne boş ve kasvetli bir yaşamdır bu!

Ama tam da bu yüzden böyle değildir. Tanrı, erkeği ve kadını yarattığı gibi kahramanı ve şairi, hatibi de biçimlendirmiştir. Şair diğerlerinin yaptığını yapamaz. O yalnızca kahramana hayranlık duyar, onu sever ve onun adına sevinir. Ne var ki o da mutludur. Kahraman sanki onun yaradılış güzelliğidir. Yine de aşka düştüğü kahraman gerçekte kendisi olmadığı için hiç de az sevinmez. Aşkı da ancak bir hayranlık olabilir. O bir anımsama dahisidir. Olmuş olanı anımsamaktan, olmuş olana hayranlık duymaktan başka bir şey gelmez elinden. Kendisinden hiçbir şey katamaz ama emanet edilmiş hazineyi kıskançlıkla korur. Fakat aradığını bulduğunda şarkısıyla ve söyleviyle herkesin kapısını dolaşır. Belki herkes, tıpkı onun gibi, kahramana hayran olur, kahramanla gurur duyar. Bu, onun alçak gönüllü eserinin başarısıdır. Bu, onun kahramanın evindeki vefakar hizmetidir. Aşkına böylesine sadık kalırsa, onu kahramanın gözü önünde oyuna getirecek bir unutuşun marifeti karşısınad günler ve geceler boyu acı çeker. Ve eserini bitirir ve kendisini aynı sadakatle sevmiş olan kahramanın soyuna katılır. Şair sanki kahramanın yaradılış güzelliğidir. Güçsüz bir anıdır belki ama yine de yüceltilmiş bir anıdır. Böylece, şan almış hiçkimse unutulmaz. Zaman uzunca oyalasa da, bir anlaşılmama bulutu kahramanı uzaklaştırırsa da önünde sonunda gelecektir sevgili; ve ne denli uzun zaman geçerse şair de o denli sadakatle sarılacaktır kahramanına.

Hayır, şan almış hiç kimse unutulmayacaktı yeryüzünde. Ama herkes kendi yolunca ve sevdiğinin büyüklüğünce büyüktü. Kendini seven, kendi kendine büyüktü. Diğerlerini seven, fedakar bağlılığıyla büyüktü. Oysa Tanrı?yı seven, herkesten büyüktü. Hepsi anımsanacaktı; ama herkes bekleyişi kadar büyüktü. Biri olabilecek olanı beklediği için, diğeri daimi olanı beklediği için büyüktü. Oysa imkansızı bekleyen herkesten büyüktü. Hepsi anımsanacaktı; ama herkes mücadele ettiği şeyin büyüklüğü kadar büyüktü. Dünyayla mücadele eden dünyayı alt ettiği için, kendisiyle mücadele eden kendini alt ettiği için büyüktü. Oysa Tanrı?yla mücadele eden herkesten büyüktü. Dünyada mücadele vardı; insana karşı insan, bine karşı bir; oysa Tanrı?yla mücadele eden herkesten büyüktü. Yeryüzünde mücadele vardı: kendi gücüyle herşeyi alt eden biri vardı ve kendi güçsüzlüğüyle Tanrı?yı alt eden biri vardı. Kendine güvenen ve her şeyi kazanan bii vardı; gücünün güvencesinde herşeyini feda edebilen biri vardı. Oysa Tanrı?yainanan, herkesten büyüktü. Bir vardı, kudreti nedeniyle büyüktü, biri bilgeliği nedeniyle, bir umudu ve biri sevgisi nedeniyle büyüktü. Oysa İbrahim, hepsinden büyüktü. Kudredi nedeniyle büyüktü; kudretinin kaynağı güçsüzlüğüydü. Bilgeliği nedeniyle büyüktü; bilgeliğin sırrı akılsızlığıydı. Umudu nedeniyle büyüktü; umudunun biçimi delilikti. Sevgisi nedeniyle büyüktü, sevgisi kendine nefretiydi.

İmanı yolunca atalarının toprağından çıktı İbrahim. Ve Vaadedilmiş Toprak?a konuk oldu. Geride bir tek şey bırakmış, yanına bir tek şey almıştı. Dünyevi kavrayışını geride bırakmış, imanını yanına almıştı. Yoksa buralarda dolaşıp durmaz, bunun akılsızca olduğunu düşünürdü. O, imanıyla, Vadedilmiş Toprak?ta bir yabancıydı. Kendisi için aziz olanı anımsatacak hiçbir şey yoktu. Fakat bu toprakların alışılmamışlığı kasvetli bir özlem kışkırttı ruhunda. Ve o Tanrı?nın seçtiğiydi ve Rab ondan hoşnuttu. Kaldı ki reddedilseydi, Tanrı?nın arhmetine uğramasaydı, bu alışılmadık diyarı daha iyi anlayabilirdi. Oysa şimdi bu topraklar onunla ve imanıyla alay ediyordu sanki. Sevdiği ata toprağından çıkmış ve sürgünde yaşamış biri daha vardı. Ne o ne de onun kaybetmiş olduğu ve elemle arayıp bulundğu Mersiyeler?i unutulmadı. İbrahim?in Mersiyeler?deki gibi bir şiiri yoktu. Çünkü yas tutacak olan insandır; kendi gözyaşlarıyla ağlayacak olan insandır. yine de inanmak daha uludur, inananı tefekküre sevketmek daha kutsaldır.

İbrahim, dünyada zürriyetinden olan bütün ırkların kutsanacağı sözünü aldı imanıyla, Zaman geçiyordu, akla -sığar olan akıl- almaz oldu, İbrahim inanıyordu. Bekleyişte olan biri vardı dünyada, zaman geçiyordu, karanlık bastıracaktı nerdeyse; o, bekleyişini unutacak denli alçalmış değildi. Bu yüzden o da unutulmayacaktı. Ve hüzne düştü ve hüzün onu aldatmadı yaşam gibi. Onun için yapabileceği her şeyi yaptı. Hüznün tatlılığında o, hayali beklentisine kavuştu. Çünkü hüzne düşecek olan insandır; kendi elemiyle hüzünlenecek olan insandır. yine de inanmak daha uludur; inananı tefekküre sevketmek daha kutsaldır. İbrahim?in Mersiyeler?deki gibi bir şiiri yoktu. Zaman geçip giderken o kederle günleri sayladı. Yaşlanıyor mu merakıyla şüpheli bir bakış atmadı Sarah?a. Güneşin yolunu kesmedi. Belki de Sarah yaşlanmaz, bekleyişi yıpranmazdı. Kederli şarkısını dinginlikle söylemedi Sarah?ın önünde. İbrahim yaşlandı, Sarah gülünüp geçilen biri oldu yurdunda. Ve İbrahim Tanrı?nın seçtiğiydi ve dünyada zürriyetinden olan bütün ırkların kutsanacağı sözünün mirasçısıydı. Tanrı?nın seçtiği olmamak daha iyi değil midir? Tanrı?nın seçtiği olmak ne demektir? Bu, gençlikte, gençlik arzularının olduğu yere yadsınacka ve ancak, büyük acılarla, yaşlılıkta nail olunacak bir şeydir. Ama İbrahim inanmıştı ve bekleyişine sıkıca sarılmıştı. Oyalansaydı, vazgeçerdi. Tanrı?ya: ?Ve Sen her şeyden sonra bunun vaki olmasını dileyecek değilsin belki de, o halde ben bu dilekten vazgeçeceğim. Bu benim tek dileğimdi. Bu benim saadetimdi. Ruhum dosdoğru. Gizli-saklı bir garazim yok. Çünkü sen beni musibetten esirgedin? deseydi, yine unutulmazdı ve ondan ibret alacak birçoklarını kurtardı. Ne var ki imanın atası olmazdı. Kişinin dileğinden vazgeçmesi muhteşemdir. Ama vazgeçtikten sonra ona sıkıca sarılması daha da muhteşemdir. Daimi olanı kavramak muhteşemdir. Ama, ondan vazgeçtikten sonra, geçici olana sıkıca sarılmak daha da muhteşemdir.

Ve zaman kemale erdi, vade doldu. İbrahim iinanmamış olsaydı eleminden donuklaşırdı ve Sara kederinden ölürdü şüphesizk. Tanrı?nın dileğini yerine getirmeye memur edilidğini anlamaz, buna bir gençlik hülyası der, güler geçerdi. Ama İbrahim inanmıştı. Demek ki gençti. Hep en iyisi için umut taşıyan dünyadan yaş alır. Hep en kötüsü için hazır olan, çabucak çöker. Ama inanan, daimi bir gençlik sürer. Öyleyse methedilsin bu öykü! Saar, yaralanmış olsa da, anneliğin sevincini isteyecek denli gençti. İbrahim, saçları ağarmış olsa da, baba olmayı isteyecek denli gençti. İlk bakışta mucize, herşeyin onların isteğine göre gerçekleşmiş olmasından ibaretti. Oysa daha derin bir bakışla, imanın mucizesi, İbrahimv e Sara?nın arzu duyacak kadar genç olmalarıydı. İmanları, arzularını da gençliklerini de korumuştu. İbrahim sözün yerine gelmesini kabul etti. Ve mucize söze ve onun inancına uygun olarak yerine geldi. Musa, asasıyla taşı biçmişti. Ama o, inanmıyordu.

Ve İbrahim?in evinde sevinç vardı, Sara o gönençli düğünle gelin olduğu zaman.

Ne var ki bu böyle sürmeyecekti. İbrahim bir kez daha sınanmalıydı. Her şeyi düreden o kurnaz güçle savaşmıştı. O hiçbir zaman uyumayan açıkgöz düşmanla, o herşeyi herkesten fazla yaşayan ihtiyarla savaşmıştı. Ve şimdi mücadelenin bütün şiddeti tek bir noktaya odaklanmıştı: ?Ve Tanrı İbrahim?i denedi ve ona dedi, İshak?ı, biricik ve sevgili oğlunu al, ve onu Moria diyarına götür ve onu orada, sana göstereceğim dağda, yakılan kurban olarak sun.?

Ve herşey yok oldu. Bu, sözün yerine gelmemesinden daha korkunçtu. Rab, İbrahim?le alay ediyordu sanki! O, mucizevi bir biçimde, inanılmaz olanı gerçek kıldı. Ve şimdi yine O, mucizeyi imha edecekti. Bu gerçekten akla-sığar değildi. Ama söz duyurulduğunda, İbrahim, Sara gibi gülmedi. Herşey yok olmuştu? Yetmiş yıllık iman dolu bir bekleyiş, imanın tamamlanışı sırasında kısa süren bir sevinç, o kim ki ihtiyar adamın değneğine asılıyordu; değneği kendi başına kırmasını gerekli gören kimdi? O kimdi ki bir adamın ağarmış saçlarını tesellisiz bırakıyordu: kendi başının çaresine bakmasını gerekli gören kimdi? Hiç merhamet yok muydu bu saygın ihtiyara, ya bu masum çocuğa? Gelgör ki İbrahim Tanrı?nın seçtiğiydi ve onu sınava çeken yine Tanrı?ydı. Herşey kaybolacaktı. İnsan ırkının saklayacağı o şanlı hatıra İbrahim?in zürriyetine verilmiş o söz... Bu yalnızca bir kapristi. Bu, İbrahim?in ortadan kaldırılması gereken, Tanrı?ya ait fani bir tasavvurdu. İbrahim?in yüreğindeki iman kadar eski, İshak?tan yıllarca ve yıllarca daha yaşlı olan o şanlı hazine, İbrahim?in yaşamıınn d ualarca kutsanmış ve zorluklarla olgunlaşmış meyvesi - İbrahim?in dudaklarındaki şükran - şimdi mevsimsiz koparılacak ve anlamsız kılınacaktı. İshak kurban edileceksi, ne anlamı kalabilirdi ki? İbrahim?in, kendisi için değerli olan herşeyi terkedeceği o an, o hüzünlü ama yine de sevinçli an, başını bir kez daha yukarıya kaldıracağı o an, çehresinin tıpkı Tanrı gibi ışıldayacağı o an, bütün ruhunu İshak?ın tüm yaşamını kutsamaya yetecek kadar niyazla dolduracağı o an - o an gelmeyecekti! İshak?tan ayrılacaktı; öyleki kendisi geride kalacaktı. Ölüm onları ayıracakıt; öyle ki İshak onun avı olacaktı. Yaşlı adam elini lütufla İshak?ın alnına koyduğunda sevinç duymayacaktı bu ölüm karşısında. Yalnızca yaşamdan usanmış olacaktı vahşi elleriyle İshak?a dokunduğunda. Ve onu sınayan Tanrı?ydı. Yazıklar olsun o haberciye ki İbrahim?in karşısına böylesi haberlerle çıktı! Bu hüzün haberini taşımaya memur olma cüretini kim gösterdi? Tanrı?ydı İbrahim?i sınayan.

Ne var ki İbrahim inanmıştı. Ve o, bu yaşama inanıyordu. Yalnızca gelecekteki bir yaşama inanmış olsaydı, ait olmadığı bu dünyadan bir an önce ayrılmak için heşeyi çöpe atardı. Eğer böyle bir inanç varsa, İbrahim?in inancı bu türden değildi. Aslında bu inanç değil, inancın en uzak ihtimaliydi. O inanç ki hedefinin ufkun en uç hattında olduğunu sezinlemişti. Dahası, umutsuzluğun oyununu sürdürdüğü dipsiz bir uçurumla ayrılmıştı ondan. Ama İbrahim bu yaşama kesinlikle inanmıyordu. Yurdunda yaşlanacak, insanlarca onurlandırılacak, soyu tarafından kutsanacak ve İshak aracılığıyla sonsuza dek anımsanacaktı. O ishak ki İbrahim?in sevgiyle bağrına bastığı en değerli varlığıydı yeryüzünde. Onun, çağrıdaki ?biricik ve sevgili oğlun? sözlerinde belirtildiği gibi, bir babanın vefayla oğlunu sevme görevini yerine getirdiğini söylemek, yalnızca kıt bir ifade olurdu. Yakup?un on iki oğlu varıd ve içlerinden sadece birini seviyordu. İbrahim?in yalnızca bir oğlu vardı ve o sevdiği oğluydu.

İbrahim inanmışıt ve şüphe etmiyordu. O akıl almaz olana inanmıştı. Şüphe etmiş olsaydı başka bir şey yapardı. Yine de şanlı bir şey. İbrahim şanlı ve muhteşem olandan başka ne yapabilirdi ki? Moria Dağı?na çıkardı, kütüğü yarardı, odun yığınını tutuştururdu, bıçağı çekerdi ve Tanrı?ya yakarırdı: ?Bu kurbanı hor görme; iyi biliyorum ki bu benim sahip olduğum en iyi şey değil. Vaadedilmiş çocuğa karşı yaşlı bir adam nedir ki? Bu ancak, sana verebileceğim en iyi şey. İshak bunu bilmesin. Böylece kendisini gençliğiyle avutur belki.? Ve bıçağı bağrına saplardı? Ve yine dünyada takdir edilir ve adı unutulmazdı. Ne var ki takdir edilmek bir şeydir, muzdaripleri kurtaran kılavuz yıldız olmak başka bir şeydir.

Ama İbrahim inanmıştı. Tanrı?yı caydırmak umuduyla dua etmişti. İbrahim yalnızca bir kez, Sodom ve Gomora hakkında o adil ceza hükmedildiğinde ortaya çıkmıştı dualarıyla.

Kutsal kitaplarda şunları okuyoruz: ?Ve Tanrı İbrahim?i çağırdı ve on adedi, İbrahim, İbrahim neredesin? Ve İbrahim yanıtladı: Buradayım.? Siz, sözlerimin muhatapları, başınıza böyle bir hal geldi mi? Zorlu ilahi takdirin uzaktan size yaklaştığını gördünüz mü? Dağlara ?üzerime kapanın?, tepelere ?beni örtün? demediniz mi?Yok eğer güçlü idiyseniz, yavaşça yürümediniz mi o yolda, herzamanki yolun hasretini çektiğiniz halde? Size bir çağrı yolladığında onu yanıtladınız mı? Belki yanıtlamadınız belki de alçak sesle, fısıldayarak yanıtladınız mı? Belki yanıtlamadınız belki de alçak sesle, fısıldayarak yanıtladınız. İbrahim hiç de öyle yapmadı. Sevinçle, coşkuyla, güvenle ve yüksek sesle yanıtladı: ?Buradayım.? Okumayı sürdürüyoruz: ?Ve İbrahim sabah erkenden kalktı.? Sanki bir şenliğe gidiyordu da bu yüzden tez davranıyordu. Sabahın ilk vakitlerinde sözü edilen yere, Moria Dağı?na varmıştı. Sara?ya hiçbir şey söylememişti. Elyesa?ya hiçbir şey söylememişti. Onu kim anlayabilirdi ki? Bu çağrı, doğası gereği, onu mutlak bir sessizlik yeminine bağlamamış mıydı? Kütüğü yardı, İshak?ı bağladı, odun yığınını tutuşturdu, bıçağı çekti. Dinleyin şunu: Oğlunun yitimiyle yeryüzünde kendisi için değerli olan her şeyi yitirdiğine inanan çok baba vardı. Öyle ki onlar geleceğe dair tüm umutlarından yoksun kaldılar. Gelgör ki bir tanesi bile, İshak?ın İbrahim? e olduğu gibi, vaadedilmiş çocuk değildi. Çocuğunu yitirmiş çok baba vardı. Ama o yitirişlerde dileyen, Tanrı?ydı. Kadir-i Mutlak?ın değiştirilemez, sırrına erişilmez iradesi, O?nun eliydi çocuğu alan. İbrahim için bu böyle değildi. Onun için zorlu bir sınav hazırlanmıştı. Ve İshak?ın kaderi İbrahim?in elindeki bıçağın sırtındaydı. Ve o yaşlı adam, orada, yanında biricik oğluyla doğruldu. Fakat şüphe etmedi. Kaygıyla sağa sola bakmadı. Dualarıyla semayı mücadeleye davet etmedi. Biliyordu ki onu sınayan Kadir-i Mutlak Tanrı?ydı. Biliyordu ki bu ondan istenebilecek en zorlu kurbandı. Ve yine biliyordu ki Tanrı dilediğinde hiçbir kurban zorlu olmazdı. Ve İbrahim bıçağı çekti.

İbrahim?in koluna kim güç verdi? Sağ elini kim kaldırdı ki eli gevşeyip yanına düşmedi? Bu sahneyi gören felç olur. İbrahim?in ruhuna kim güç verdi ki gözleri ne İshak?ı ne de koçu görmeyecek biçimde kararmadı. Bu sahneyi gören kör olur. Ve felç olan ve kör olan oldukça az bulunsa da ne olduğunu kadrince nakleden daha az bulunur. Ne olduğunu biliyoruz. Bu yalnızca bir sınamaydı.

İbrahim Moria Dağı?na çıktığında şüpheye düşseydi, çevresini mütereddid gözleseydi, bıçağı çekmeden tesadüfen kocu görseydi ve Tanrı İshak yerine koçu kurban etmesine izin verseydi... bu durumda İbrahim evine dönerdi ve herşey eskisi gibi olurdu. Yanında Sara ve yamacında İshak... ve herşey ne kadar da değişmiş olurdu. İbrahim?in inzivası kaçış, kurtuluşu raslantı, ödülü utanç, geleceği belki de cehennem azabı olurdu. Ve ne imanına ne de Tanrı?nın inayetine tanıklık etmiş olmazdı. Sadece Moria Dağı?na çıkmanın ne kadar zahmetli olduğunu kanıtlamış olurdu. Ve İbrahim unutulmazdı, Moria Dağı da unutulmazdı. Bu dağın sözü edilirdi ama Ark?ın konduğu Ağrı Dağı gibi değil de - burası İbrahim?in şüpheye düştüğü yer diye, bir şaşkınlık yeri olarak sözü edilirdi.

Ey İbrahim, Sagıdeğer Baba! Evden Moria Dağı?na yürüyüşünde, kaybın için, seni teselli edebilecek bir övgüye ihtiyacın yoktu. Sen herşeyi kazandın ve İshak?a kavuştun. Öyle olmadı mı? Tanrı, bir daha asla onu senden almadı. Ve sen çadırında, sofranda sevinçle oturdun onunla. Sanki ebediyetin de ötesindeydin. Ey ibrahim, Saygıdeğer Baba! Binlerce yıl miadını doldurdu o günlerden bu yana. Ama senin hatıranı unutuşun gücünden çekip alması gereken bir gecikmiş sevgiliye ihtiyacın olmadı. Her dil seni anımsamaya çağırdı. Ve sen sevgilini başkalarının yaptığından daha şanlı ödülelndirdin: Onu bağrında kutsadın. Onun gözlerini ve yüreğini amelinin harikasıyla bağladın. Ey İbrahim, Saygıdeğer Baba! İnsanlığın ikinci babası! Seğn o müthiş tutkuyu ilk hisseden ve ona ilk tanıklık edensin o tutku ki Tanır?yla mücadele etmek için göğün gazabıyla ve yaradılışın kudretiyle çekişmeyi küçük görür. Sen o en büyük tutkuyu, paganların hayran olduğu ilahi çılgınlığın o kutsal, saf ve mütevazi ifadesini ilk bilensin. Seni yüceltmek için konuşanı, eğer bunu adına yaraşır biçimde yapmıyorsa, affet. O hürmetle konuşur, sanki bu kendi yüreğinin dileğiymiş gibi. O kısaca konuşur, sanki bu onun üzerine vazifeymiş gibi. Ama o hiçbir zaman unutmayacaktır ki bekleyişine karşı altın çağdan bir oğula kavuşabilmek için yüz yıl beklemen gerekti. Ve İshak?a kavuşmadan önce bıçağı çekmek zorundaydın. Ve o hiçbir zaman unutmayacaktır ki sen, yüz otuz yıl boyunca, imanını tamam etmenin dışına çıkmadın.

Soren Kierkegaard
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst