Köpek Arayan Prens

ashli

Bayan Üye
...Köpek Arayan Prens...


Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde içinde kalbur saman.

Yüzyıllar önce, bir kral ve bu kralın üç oğlu varmış. Adamcağız ölmeden önce, bu çocuğundan birisinin tahtı ele geçirmesin den kuşkulanıyor herkesin kendisine layık gördüğü tahtını yak tinden önce terk etmemek için çareler arıyordu. Nihayet ölünce ye kadar rahat yaşamak için, tahtına göz diken üç oğlunu oyalamak üzere aklına bir çare geldi. Bir gün onları yanına çağırarak tatlı bir dille şunları söyledi:

Görüyorsunuz ki artık ben yaşlandım. Devlet işlerini artık eskisi kadar iyi çeviremiyorum. Niyetim ölmeden önce, tahtımı içinizden en becerikli olana terk etmektir. Fakat ben saraydan uzaklaştığım zaman kendimi pek yalnız hissedeceğim. Ölümümün son yıllarında bana arkadaşlık etmek üzere güzel ve zeki bir köpekle en iyi kumaşı arıyorum. Göreyim sizi. İçinizden hanginiz bana dünyanın en güzel köpeğini ve kumaşını getirirse ona tahtımı verip kral yapacağım.”

Bir kumaş parçası ve küçük bir köpeğe karşı tahtını terk etmeye karar veren babalarının bu sözleri evlatlarını hem şaşırttı, hem de sevindirdi. Öyle ya, kral olmak için dünyanın en güzel köpeğini bulmaktan kolay ne var? Her üçü de bu teklifi derhal kabul ederek odadan çıkmaya hazırlandılar. Babaları her birine bolca para ve elmas verdikten sonra, son söz olarak tam bir yıl sonra aynı günde ve aynı saatte köpeklerini getirmelerini şart koşarak prensleri uğurladı.

Yola çıkmadan önce, üç prens, başka bir şatoda ziyafet verdi ler. İçlerinden hangisi kral olursa, öteki kardeşlerine karşı kıskançlık, km ve üzüntü ile bakmayacaklarına dair birbirlerine söz vererek tam bir yıl sonra aynı şatoda buluşarak babalarının huzuruna çıkmak üzere, ayrıldılar ve kimse tarafından tanınmamak için yalancı isimler takınarak ayrı yollar tuttular.

Sonra ne oldu? Her birinin başından öyle serüvenler geçti ki, anlatmakla bitmez. Biz şimdilik en küçüğünün peşinden gidelim:

Küçük prens, neşeli, cesur, yakışıklı, kuvvetli ve çevik bir delikanlıydı. Ayrıca resim yapmasını bilir, bütün yarışmalarda başarı kazanırdı. Yola çıktığı andan beri her uğradığı yerden çeşitli köpekler ediniyor, fakat yine uğradığı yerde daha iri, daha sevimli, daha güzel köpeklere rastladığı için önce beğendiklerini sonra saymak zorunda kalıyordu. Çünkü basit bir yolcu gibi dolaştığından yalnız başına otuz, kırk köpeği beraberinde götürmeye imkan yoktu. Böylece dağ tepe günlerce ilerledikten sonra bir ormanda yol araştırırken gece karanlığında müthiş bir yağmura tutuldu. Artık yol, iz seçmeye gücü kalmamıştı.

Rastgele yürüdüğü sırada uzaktan donuk bir ışık gördü. Herhalde bu, gün ağırıncaya kadar sığınabileceği bir dam bulduğuna işaretti.

Koşa koşa ışığın yanına vardığı anda kendisini masallarda anlatılan şatolar gibi gayet süslü, göz kamaştırıcı bir binanın karşı karşısında buldu. Yapının duvarları renkli çiniler, parlak taşlarla, kaplı, kapısının kocaman iki kanadı saf altından işlenmişti. Prens birkaç dakikada bu muhteşem binayı hayran hayran seyrettikten sonra yağmur ve fırtınadan kurtulmak için kapının tokmağını çekti. Tokmak, elması bir zincirin ucunda sallanan bir keçi ayağıydı. Onu çektiği anda içeriden altın veya gümüş kaplardan çıkan tatlı sesler yayıldı. Buralarda oturanlar ne kadar zengin, ne ol masa, yalnız şu elmas zinciri aşırmak bile bir hırsızı zengin et meye yeterdi.

Prens böyle düşünürken kapı birdenbire açılıverdi ve içeride bir sürü meşale belirdi. Fakat şaşılacak şey, meşaleleri taşıyan eller göründüğü halde, ellerin sahipleri gözle görünmüyordu. Hayretten olduğu yerde donup kalarak yürümekten çekinen sevimli delikanlı, aynı anda kuvvetli kollar tarafından içeri doğru itildiğini hissetti. İster istemez ilerleyerek kendini, duvarları fil .dişinden işlenmiş küçük bir odada buldu. Orada duraklamasına meydan kalmadan, arkasından itmeye devam eden kollar onu fil dişi salondan, mercan işlemeli bir salona sürüklediler. Çekingen prens ilerledikçe tatlı bir ses duyuluyor, ve bunlar akisler bırakarak kendisine şöyle diyordu sanki:

“Kahraman sevimli prens, çekinme gir içeri. Bu nurlu ellerin sahipleri ne cin ne peri.” 5ahibi görünmeyen bu tatlı sesin verdiği cesaretle ilerlemeye devam eden prensimiz böylece mercan duyarlı salondan yakutlu bir salona, oradan zümrüt işlemeli bir salona itilmek suretiyle iç içe tam altmış bölmeden geçtikten sonra kendini muhteşem bir salonda bulduğu anda arkasından iten eller çekildi. Önünde kocaman bir koltuk yanında büyük bir ocak vardı. Delikanlı yanına varınca ocak kendi kendine alevlendi. Etrafında gezinen kimisi beyaz, kimisi pembe, yumuşak ve zarif eller prensin elbiselerini çıkarmaya başladılar. Onların yardımıyla prens, incilerle işlenmiş bir gecelik gibiydi. Zarif parmaklar saçlarını taradı, yüzünü yıkadı, sonra çıkardığı elbisenin daha üstün elbiselerle yeniden giydirildi. Eşine rastlanmamış iç açısı esrarlı kokular, paha biçilmez kıymetli elmaslarla bezenen prens aynı eller tarafından bu defa altın döşeli, gümüş nakışlı bir salona götürüldü. Orada duvarlara boydan boya kedi resimli tablolar sıralanmıştı.

Acaip tabloları hayretle seyreden prens başını çevirdiği zaman karşısında bir ziyafet sofrası buldu. İki kişi için hazırlanmış bir sofra. Aynı zamanda etrafa coşkun bir çalgı sesi yayıldı. Çalgı takımı aynı salonun bir köşesinde yer almıştı.Fakat ne görülmemiş bir takım. Çalgıcıların hepsi kedi. Başlarında notalara bakarak tempo tutan ve arkadaşlarını idare eden yine başka bir kedi. İpek tüylü, renk renk yumuk yumuk hayvancıklar çalgıyla hep beraber çalmaya başladılar. Miyav, miyav, miyav... Çeşitli haykırışlar arasında hem gülen hem hayrete düşen prens çok geçmeden kapının açıldığını ve içeriye matem elbiseleri giymiş, tüllerle örtülü üç karış boyunda bir yaratık girdiğini gördü. Onun arkasında yi ne karalar giyinmiş kediler. Kedilerin ellerinde kafesler ve hepsi fare dolu kapanlar. Minicik varlık, cesur prensimizin önüne yarınca yüzündeki tül peçeyi açtı. Altından dünyada eşini görmediği kadar güzel bir kedi çıktı. Delikanlıya gülümseyerek insan gibi konuşmaya başladı: Değerli kral çocuğu! Miyav Miyav kraliçesi sana hoş geldin demekle şeref duyar.”

Sevimli prens, kendi diliyle söyleyen bu garip kraliçeye ne cevap vereceğini şaşırdı:

Sayın Kraliçe beni muhteşem şatonuzda bu şekilde ağırladığınızdan dolayı size hayran ve minnettarım. Siz...”

Kediler kraliçesi onun sözünü kesti:

“Rica ederim, beni övmeyiniz. Ben kendimi beğenmiş varlıklardan değilim. Sadece iyiliksever bir yaratılışım vardır.”

Sonra yanındakilere emir verdi:

Artık çalgı ve şarkı sussun, yemek getirsinler. Sayın misafirimiz şarkılarımızı miyavlama zannediyor.”

Prens hayretle sordu:

“Bunlar miyavlamıyor mu? Şarkıların anlamı var mı?

Kraliçe başını salladı:

“Elbette. Hatta bizim çok değerli şairlerimiz bile vardır .Kısmet olursa onları da tanırsınız.”

Sofraya oturduktan sonra yine görünmeyen eller hizmet et meye devam ettiler.

“Tasalanmayınız efendim. Sizin için pişen yemekler bizimkilerden tamamen ayrıdır. Size alışkın olmadığınız şeyler ikram etmeyeceğiz.”

Nazik prens, kraliçeyi mahçup etmemek için, ikram edilen yemeklerden yemeye başladı.

Yemekten sonra, prens düşünceye dalmaya fırsat bulamadan yumuk eller onu kolundan çekerek yatak odasına götürdüler. Prens yorgunluk ve heyecandan hemen uyudu.

Ertesi gün, prens suları gümüş gibi parlayan bir göl kenarında, altın renkli balıklar avladı, Günler geçiyor, prens oradan hiç ayrılmak istemiyor, daima Pisipisi kraliçesine:

“Ya siz insan olunuz, yahut da ben kedi olup yanınızda kalayım” diye dert yanıyordu.

Nihayet bir sabah kraliçe ona bir fındık tanesi uzatarak dedi ki:

“Sayın misafirimiz! Şato eğlenceleri size dünyanızı unutturdu galiba. Fakat ben size hatırlatayım. Babanızın sizlerden istediği dünyanın en güzel köpeğini ve en güzel kumaşını bulmak için üç gününüz kaldı. Yarın hemen yola çıkmalısınız. Şimdi saraydan bir haftalık uzaklıkta bulunuyorsunuz. Ne at, ne araba sizi zamanında yetiştiremez. Ancak bizim tahta atımız sizi oraya on iki saatte ulaştırabilir.”

Babasının dileğini ve verdiği sözü unutmuş olan zavallı prens büyük bir telaşla elini başına vurdu:

“Eyvah! Ben bir gün içinde aradığım köpeği nerden bulacağım?” “İşte bunun içinde.”

Böyle konuşarak, kraliçenin uzattığı fındığı kulağına götüren prens, kabuğun içinde bir köpeğin yalandığını işitmesin mi? Aynı zamanda babasının istediğinden daha üstün bir kumaşı, kraliçe, prensin ayakları önüne serdi.

Mutlu Prens bu hediyeden dolayı kraliçeye nasıl teşekkür edeceğini bilemiyordu. İlk aklına gelen şey, onu saraya davet etmek oldu. Fakat kraliçe yine cevap vermeden üzüntü içinde içini çekerek reddetti. Aynı zamanda meşhur tahta at prensin önünde beliriverdi. Delikanlı hemen üzerine binerek dört nala harikalar diyarından uzaklaştı.

Üç kardeş tam bir yıl önce sözleştikleri yerde buluştukları zaman, köpekler de ortaya çıktı. Bizim küçük kardeş, kraliçenin verdiği fındığı cebine saklamış, yanına adi bir sokak köpeği almıştı. Ağabeyleri onun köpeğine baktıkça içlerinden gülüp alay ediyor, kendi buldukları ipek tüylü, sevimli, gürbüz köpekleri övünerek okşuyorlardı. Kralın huzuruna çıktıkları anda, babaları iki köpekten hangisini seçeceğini düşünürken küçük prens fındık tane sini masaya koyarak kırdı. İçinden çıkan kulakları yerde, binbir renkle süslü cüce köpek karşısında kralın hayretten ağzı açık kaldı. Minicik yuvarlak bir yüzüğün ortasından sürtünmeden öne yana atlayabiliyordu.

Kral, hemen bu köpeği çok beğendiğini söyledi. Tahta küçük prensi oturttu.

Kralın diğer oğulları da, kıskançlıklarından, ülkeyi terk ettiler.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst