Kişisel Gelişim Yazıları / Mutluluk Nedir ?

Yeditepe

Banned
Mutluluk, bakmaktır, saygı duymaktır, dinlemektir, güvenmektir, sürprizlerdir......
Mutluluk hayatta ki küçük sürprizlerdir..

Söyle bana eğer her şeyi bilirsen sana nasıl sürpriz yapabilirim? Arada bir kapat gözlerini, hesaplama her adımı, bilme geleceği ne olur...

Mutluluk bu günde yaşamaktır...

Söyle bana eğer geçmişin tozlu katmanları arasında kalmışsan seni nasıl görebilirim, duyabilirim yada dokunabilirim? Arada bir dön bana, geçmişi bir yana bırakıp şu dakikaları benimle yaşa ne olur...

Mutluluk oyun oynayabilmektir...

Söyle bana her sözümü ciddiye alırsan seninle nasıl şakalaşabilirim? Arada bir gevşe, sakinleş, umursama kelimelerin altında yatan derin ve büyük anlamları, oyna benimle ne olur...

Mutluluk paylaşmaktır...

Söyle bana eğer en derin korkularını, sırlarını, utançlarını benden saklıyorsan, senin yaşamını nasıl paylaşabilirim? Arada bir açıl bana, zayıflıklarını da sevmek istiyorum en az güçlü kolların kadar...

Mutluluk özgürlüktür...

Söyle bana her yaptığıma karışıp beni sevgi zincirlerinle bağlarsan nasıl seni sevdiğimi ıspatlayabilirim? Hep içinde bir korku olmaz mı 'ya beni bırakıp giderse bir gün?' diye... Arada bir güven bana, serbest bırak, risk al, bırak seni özgürce sevebileyim ve her gün seninle kalmaya yeniden karar verebileyim...

Mutluluk güvenebilmektir...

Söyle bana eğer duygularını ve düşüncelerini açık yüreklilikle bana anlatamıyorsan, nasıl kendimi sana yakın hissedebilirim? Nasıl kendimi sana teslim edebilirim? Arada bir kabuğundan sıyrıl ve bana güvenmeye çalış, sana güvenmeme izin ver ne olur...

Mutluluk fedakarlıktır...

Söyle bana sürekli benim için yaptıklarını yüzüme vurup durursan, fedakarlıklarının değerini nasıl görebilirim? Arada bir sabret ve bırak yaptıklarını ben göreyim, sana teşekkür edebileyim...

Mutluluk dinlemektir...

Söyle bana sürekli kendinden bahsediyorsan seni nasıl dinleyebilirim? Arada bir soru sor bana, gerçekten ilgilen benim söylemek istediklerimle, merak et ne olur...

Mutluluk saygı duymaktır...

Söyle bana sürekli arkadaşlarımı, dinlediğim müziği, giydiğim kıyafetleri, sözlerimi, tavırlarımı eleştiriyorsan, nasıl kendime saygı duyabilirim? Arada bir beğenmesen bile kabullen benimle ilgili gerçekleri ne olur...

Mutluluk bakmaktır...

Söyle bana başım ağrıyor dediğimde umarsızca 'ağrı kesici al' dediğinde nasıl sevildiğimi hissedebilirim? Arada bir yanıma gel, serin elini başıma koy, yatır beni koltuğa, üzerime bir battaniye ört, hatta uzanıver yanıma, bana tatlı bir hikaye anlat ne olur.
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Hayatınız, Hayal Gücünüz Kadardır.

Karşısında duran beyaz tuvalde düşüncelerini renklerle dans ettiren bir ressam olduğunuzu düşünün. Tablonuzdaki manzara ne olurdu? Üstelik bu tabloda resmettiğiniz her şeyin gerçekleşeceğini, hayatınıza gireceğini bilseydiniz ve düşünceleriniz doğrultusunda bir eser meydana getirseydiniz tabloya neleri dahil ederdiniz?

Bunu bir arkadaşıma sorduğumda verdiği cevap şuydu:
— ‘’ Kendimle gurur duyduğum, sevdiklerimin yanında olduğu, hata yapmadan tecrübe edinebildiğim yeni bir hayat çizerdim.‘’
Peki sizin cevabınız nedir ?

Biraz düşünürsek, hayatımızı istediğimiz an beyaz bir tuvale çevirebileceğimizi anlayabiliriz. Düşüncelerimizi tuvale aktaracağımız renklere, onları gerçekleştirme kabiliyetimizi ise sihirli fırçamız haline getirebiliriz. Ve tabi ki o yetenekli ressam sizsiniz. Siz hayata bakış açınızı ne kadar genişletirseniz, tablonuz da o kadar değer kazanır. Kabul etmeniz gereken tek şey, şu an sahip olduğunuz tabloda (hayatta) sizin renklerinizin (düşüncelerinizin) hâkim olduğudur. Yaşadığınız hayata dönüp baktığınızda güzel şeyler görüyorsanız ve ya tam tersiyse bunların altında sizin imzanız olduğunu bilmelisiniz. Hiçbir ressam tablosuna beğenmediği bir şeyi aktarmaz, o halde sizde beğenmediklerinizden vazgeçebilirsiniz.

Bu ilk başta zor gelebilir. Yeni bir hayata yelken açmak istiyorsanız eskisinden kopmanız gerekir ve bu sizi biraz düşündürebilir. Tereddüt etmeyin, son derece kararlı olun. Bunu yaptığınızda hissettiğiniz özgürlüğün hiçbir şeye değişilmeyecek kadar değerli olduğunu anlayacaksınız. Benim hayatımda her zaman etkili olan ve prensip haline getirdiğim bir söz vardır; ‘’ Beni yavaşlatan, yolumdan alıkoyan ve yaşamak istediklerime engel olan her şeyi hayatımdan çıkartırım. ‘’ Bu sözü her söyleyişimde beni bağlayan bir zinciri daha kırarım. Memnun olmadığım tabloyu parçalar ve yenisini yapmaya başlarım. Sizde hayalinizdeki hayatı yaşamak istiyorsanız memnun olmadığınız tabloyu parçalamalısınız. Vazgeçmek bir sanattır, sanatçı olmak için atılan ilk adımdır.
Hayatınız, hayal gücünüz kadardır..

Eğer hayal edebildiğin bir şeyse yapabilirsin.
Walt Disney
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Bir İnsanı Kazanmak ve Kaybetmek

Güveni geliştirmek yıllar alıyor, yıkmak bir dakika.
Hayatında nelere sahip olduğun değil kiminle olduğun önemli.

*Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün, ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek.
Kendini en iyilerle kıyaslamak değil, kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.

*İnsanların basına ne geldiği değil, o durumda ne yaptıkları önemli.
Ne kadar küçük dilimlersen dilimle her işin iki yüzü var.

*Olmak istediğim insan olabilmem çok vakit alıyor.
Karşılık vermek, düşünmekten çok daha basit.

*Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek, hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun.
Bittim"dediğin andan itibaren pilinin bitmesine daha çok var.

*Sen tepkilerini kontrol edemezsen, tepkilerin hayatını kontrol eder.
Kahraman dediğimiz insanlar bir şey yapılması gerektiğinde, yapılması gerekeni şartlar ne olursa olsun yapanlar.

*Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.
Bazı insanlar sizi çok seviyor ama, bunu nasıl göstereceğini bilemiyor.
Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz, bazıları hiç karşılık vermiyor.

*Para ucuz bir başarı.
Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları kaldırmak için elini uzatır.
İki insan aynı şeye bakıp tamamen farklı şeyler görebilir.
Aşık olmanın ve aşkı yasamanın çok çeşidi vardır.

*Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar daha uzun yol yürüyor.

*Hiç tanımadığın insanlar, iki saat içinde, senin hayatını değiştirebilir.
Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.
Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!
Tecrübenin kaç yaş günü partisi yasadığınızla ilgisi yok, Ne tur deneyimler yaşadığınızla var.

*Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz.
Aile her zaman biyolojik değil.
Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir.
Onları affetmek gerekir.
Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.
* Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
Şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.

*İki kişi münakasa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez.
Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.
Her problem kendi içinde bir fırsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.

Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar
sürüyor.
Bir insanı kazanmak çok zor, ama kaybetmek çok kolay.
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Mizah Her Kapıyı Açar !

Nasıl ki güzellik karşı koyulamaz bir çekim yaratıyorsa mizah da en az güzellik kadar etki yapar. Sadece karşı cinslerin ilişkilerinde değil, bütün ilişkilerde mizahın her kapıyı açan bir işlevi vardır.

Ne kadar ciddi ne kadar öfkeli olursanız olun, zekice yapılmış iyi bir espri sizin içinizdeki güzel insanı ortaya çıkaran bir etki yapar. Egonuzun duvarları aniden yıkılır. Sizi güldüren kişi, ruhunuza ulaşır. Onunla bağ kurmaya hazır hale gelirsiniz.

Hepimiz ergenlik yıllarımızdan başlayarak kendi kimliğimizi oluştururken adına ego dediğimiz kaleler inşa edip içine varlığımızı gizliyoruz. Aradan yıllar geçtikçe varlığımıza kendimiz bile ulaşamaz oluyoruz. Çoğumuz tatsız, tuzsuz insanlar haline dönüşüyoruz. Hayat mücadelesi bizi bizden uzaklaştırıyor.

Nasıl masallar ve öyküler bizi çocukluğumuzun saflığına geri döndürüyorsa mizah da bizim içimizdeki çocuğu ortaya çıkarıyor. Ağız dolusu kahkaha atan, kendinden geçen (egosundan kurtulan) insanlara bakın, onların içindeki çocuğun ortaya çıktığını görürsünüz.



Güldürmek dünyanın en ciddi işlerinden biridir, keskin bir zekâ gerektirir. Mizah yeteneği olan esprili insanlar, toplumsal değişime öncülük yapabilecek insanlardır. Bir siyasetçinin yıllar boyunca anlatamayacağı bir fikri, iyi bir mizahçı saniyeler içinde anlatma gücüne sahiptir.

Bir toplumun yeni fikirleri sahiplenmesinin en kısa yolu; yeni fikri, senaryo yazarlarının ya da mizahçıların anlatmasıdır. Bir ülkede dönüşümü siyasetçiler başlatır, ama yeni fikirleri topluma benimsetenler sanatçılardır.

Mizah yapanın ayrıcalığı vardır, ona krallar bile karşı gelemez. Krallara kimsenin söylemeye cesaret edemediği sözleri söyleyenler hep soytarılar olmuştur. Bu özelliklerinden dolayı soytarılar, en çok saygı duyulan kişilikler arasındadır.

Mizah, halkın iktidara başkaldırdığı durumlarda yeşermiştir. İnsanlar deviremedikleri iktidarla “alay eden” mizah hikâyeleri yaratmışlardır. Ortaçağda kiliseyle ve krallarla alay eden öykü anlatıcıları ve soytarılar, düzeni en sivri dille eleştiren insanlar olmuşlardır.

Eski Yunanda güldürünün babası Aristofanes’tir. “Hayat tiyatro gibidir, en kötü insanlar en iyi yerde otururlar." sözünün sahibi Aristofanes’tir. Bizde ise Nasrettin Hoca ve Bektaşi fıkraları, Marco Paşa hikayeleri, Karagöz Hacivat anlatıları sadece güldürmekle kalmaz, en ciddi söylevlerin iletemeyeceği mesajları bir çırpıda iletir.

Freud, "Yaptığımız espriler sayesinde son derece önemli mesajlar kabul görür, ciddi bir ifadeyle söylenen sözler kabul edilmez." der.

Mizah, sivri dilli bile olsa kin ve düşmanlık duyguları yaratmaz.


Sadece filozoflar değil psikologlar, sosyologlar, pazarlamacılar, doktorlar, eğitim bilimciler için de mizah başlı başına bir araştırma konusu ve çalışma alanı. Her geçen gün mizah üzerinde yapılan çalışmalar, bilimsel kanıtlar çoğalıyor. Gülmenin insan bedenine ve ruhuna ne kadar iyi geldiği çok iyi biliniyor. (Ben bundan birkaç yıl önce mizahla ilgili onlarca kitap okudum. Mizahın -insanın bir ömür harcayacağı kadar- uçsuz bucaksız bir konu olduğunu anladım.)

Gülmenin birleştirici bir etkisi vardır. Tanımadığımız birisiyle ilk karşılaşmamızda ona gülümseriz;çünkü gülümseme, bizim karşımızdakini kabul etmemizin göstergesidir.

Yönetim denince ilk olarak akla “otorite ve kurallar” geliyor. Her ne kadar son yıllarda duygusal zeka ve empati gibi kavramlar yönetim pratiğinin parçası olsa da yönetim, mizah ya da gülmeyle ilişkilendirilmez. Aksine gülme ile yönetim kavramının yan yana gelmesi yadırganır ve yöneticinin mizah yapması onun otoritesini zedeleyecekmiş zannedilir. Hâlbuki mizah, hayatımızın her alanında ve her anında vardır.

İş hayatımıza mizahı ne kadar çok sokabilirsek o kadar yaratıcı oluruz. Ciddiyetle, sertlikle, zıtlaşmalarla, çatışmalarla, gerginliklerle çözemeyeceğimiz sorunlara mizahla yaklaşmak, çözümü kolaylaştırır. Mizah yaşadığımız zorlukları hafifletir, yük olmaktan çıkarır.

Espri, savunma mekanizmalarını ortadan kaldırarak kabul etmeyi ve kabul edilmeyi kolaylaştırır. Daha da ötesi birlikte gülebilen, aynı espri anlayışını paylaşan insanlar arasında çok hızlı bir doğal bağ oluşur. Aynı esprilere gülen insanlar aynı takımın parçası olurlar.

89119968te31.jpg

Mizah sadece hayatı neşelendirmekle kalmaz, öğrenmeyi de kolaylaştırır. Gerginlikleri yumuşatır, insanları yakınlaştırır, en ciddi ortamlara insani bir boyut katar. Mizah en ağır durumları hafiflettiği için ruhumuzu dengeye getirir.

Bir insanın kendisiyle “alay edebilmesi”, bir olgunluk ve özgüven işaretidir; kendisiyle barışık olduğunun göstergesidir.

En zor konuları bile mizahla sevimli hale getirerek öğreten hocaların yaptıkları gibi hayatta pek çok işi mizahla birleştirmek mümkündür. İş hayatında da, eğlenerek yapıldığında en zor işler kolaylaşır.

Esprili reklamlardaki mesajların daha etkili olduğunu hepimiz biliyoruz. Daha önce de birçok kez değindiğim gibi, iletişimin dili duygusaldır; en iyi duygusal bağ kurma yollarından biri ise mizahtır.

İnsanların nelere güldükleri kültürel olarak değişse de genel anlamıyla mizahın evrensel bir ortak paydası vardır. İnsanları güldürmenin her külütür için geçerli olan bir yapısı ve mimarisi vardır. Bu anlamda mizah, kendi içinde şaşmaz bir matematiğe sahiptir.

mizah.jpg

Mizahın özü, mevcut duruma hiç beklenmedik bir anda, hiç akla gelmeyecek farklı bir bakış açısı getirmektir. Hazırlıklı olmadığımız bu ani bakış açısı değişikliği, sinir sistemimiz üzerinde boşaltıcı bir etki yaratır ve gülmeye başlarız.

Gülmeye başladığımızda egomuzun etrafına ördüğümüz duvarlar yıkılır, içimizdeki çocuk ortaya çıkar.

Gülmeye başladığımızda bağ kurmaya hazır hale geliriz; karşımızdaki de bizim içimizdeki insana ulaşma imkânı bulur.

Not:

Temel, uzun yıllar yönetici olarak çalıştıktan sonra danışman olmaya karar vermiştir. Bir tavuk çiftliği sahibi Temel’i çağırır ve der ki “Bir derdim var, tavuklar hastalanıyor. Son günlerde epeyce bir kayıp verdik. Sizce ne yapmamız gerekir?” Temel, “Kolayı var, size vereceğim şu ilacı kullanın, faydasını göreceksiniz.” der. Çiftlik sahibi Temel’in dediğini yapar.

Ertesi hafta Temel tekrar çiftliğe geldiğinde durumu sorar. Adam der ki “Hiç düzelme olmadı. Aksine kayıplar arttı. Tavukların yarısını kaybettik. Zararımız büyük.” Temel, kendine çok güvenli bir ses tonuyla, “Öyleyse geçen hafta verdiğim ilacı bırakın, size vereceğim bu yeni ilacı kullanın. Bu kesinlikle işe yarayacaktır.” der.

Bir sonraki hafta tekrar buluştuklarında durum daha da kötüleşmiştir. Çiftlik sahibi umutsuzluk içindedir. Temel müşterisini sakinleştirir, panik yapmamasını söyler ve yepyeni bir ilaç verir ve aynı zamanda tavukların yemini değiştirir. Bu yeni yöntemle kesin sonuca ulaşacaklarını söyler; çünkü Temel böyle durumlarla daha önce çok karşılaşmıştır ve hepsinde de çok başarılı olmuştur. Çaresiz çiftlik sahibi Temel’in önerdiği yöntemlerin hepsini uygulayacağını söyler.

Temel tekrar çiftliğe gittiğinde büyük bir heyecanla durumda ne kadar iyileşme olduğunu sorar.

Adam der ki “Bütün tavukları kaybettik. Mahvolduk.”

Ve perişan bir şekilde Temel’e “Şimdi ne yapacağız?” diye sorar.

Temel kafasını kaşır ve der ki,


“Bende daha çok strateji vardı; ama sende tavuk kalmadı.”
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Yalnızlık



Anlatacaklarım var!
Vaaz vermek değil niyetim, duyduğumu söylemek.
Söylemeye değer şeyler duyuyorum zira....
Belki hayatı daha yaşanır kılmak için ya da belki sade, ama sade anlatmak için...
Sen anlat dedi Tanrı bana, anlaşılsın diye değil, hiçbir mükafat istemeden anlat...
Çünkü bir mükafattır artık bir anlatıcıya doğru düzgün anlaşılmak!

Sen anlat dedi...
Sen sade anlat!
Umudu hatırlatsın diye umutsuzluğu, çareye yol açsın diye çaresizliği anlat...
Ders verme dedi kimseye, çünkü hoca denmez öğrenmesini bitirene.
Çırakları olan bir çıraktır usta, olsa olsa...
Sen anlat dedi bana Tanrı, sen sade anlat...

Küçükken herkes akıllı, ben aptalım sanırdım.
Biraz büyüdüm; herkes aptal ben akıllıyım sandım.
Uzun zaman önce; "herkes kör, bir ben mi görüyorum?" diye sordum.
Akabinde; "bir ben görüyor, bir ben duyuyor olamam!" dedim, sorguladım.
Şimdi ise; sayesinde, hakikatin neresinde durdugumun farkındayım....
Hatırladım...

Hiç kitap okumayan bir adam niçin merak eder seneye yazılacak kıtapları?
Bu dünyada bile yaşamayi beceremeyen niçin merak eder diğer gezegenlerdeki hayatı?
Geçmiş ve bugün ne zaman bitirildi de gelecek sorgulanıyor?...
İşler hala kalleşçe hallediliyor ikili ve uluslararasi ilişkilerde...
Her ülkenin sınır komşuları dost ve kardeş düşman ülkeler...
Doğru düzgün top bile oynayamıyorlar kavgasız!
Oyunları savaş gibi görenler savaşı da oyun gibi görüyor elbet...
Aynı kadına sevdalananlar birbirini vuruyor, aynı şeyden nefret edenler can ciger arkadaş...
Bir şeyi, bir kadını, bir erkeği ya da bir ülkeyi sevmenin cezası ölüm bile olabiliyor bazı...
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Bir Afrika Sözü Der Ki ;

Afrika'nın uçsuz bucaksız topraklarında
ilkbahar yağışlarıyla oluşup yaz sıcağında yok olan
GEÇİCİ GÖLLER vardır.

İşte bu göllerin oluşumuna tanık olan yerlilerin bir sözü :

- Sular yükselince balıklar karıncaları yer,
sular çekilince de karıncalar balıkları

Yani üstünlük bugün karıncadaysa yarın balığa geçebiliyor,
ya da tam tersi.


Karınca ya da balık olmanın sağladığı üstünlüğe sevinmek kendimizi kandırmaktan öte bir anlam taşımıyor .Çünkü kimin kimi yiyeceğini gerçekte
suyun hareketi belirliyor.
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Kendini Bilmek

Kendini bilmek, sadece derin yalnızlıkta mümkündür. Normal koşullarda, kendi hakkımızda bildiğimiz her şey, başkalarının görüşüdür. “İyisin” derler ve iyi olduğumuzu düşünürüz. “Güzelsin” derler ve güzel olduğumuzu düşünürüz. “Kötüsün” ya da “çirkinsin” derler... İnsanlar hakkımızda ne derse, biriktirmeye devam ederiz. Bu, kimliğimiz haline gelir. Bu tamamen sahtedir, çünkü hiç kimse seni tanıyamaz; senin kim olduğunu senden başka kimse bilemez. Onlar sadece bazı yönleri tanırlar ve o yönler çok yüzeyseldir. Onlar sadece anlık ruh hallerini tanırlar, senin özüne giremezler. Sevgilin bile senin varlığının özüne giremez. Orada tamamen yalnızsın, ve sadece orada kim olduğunu anlayacaksın.

İnsanlar tüm hayatlarını başkalarının dediklerine inanarak geçiriyor, onlara bağımlı kalarak. O yüzden insanlar başkalarının görüşlerinden bu kadar çok korkuyor. Kötü olduğunu düşünürlerse, kötü oluyorsun. Seni suçlarlarsa, kendini suçlamaya başlıyorsun. Günah işledin derlerse, suçlu hissediyorsun. Onların görüşlerine bağımlı olduğun için, onların fikirlerine uyum sağlamak zorundasın; yoksa görüşlerini değiştirirler. Bu, kölelik yaratıyor, gizli bir kölelik. Eğer iyi, değerli, güzel, zeki olarak tanınmak istiyorsan, görüşlerine bağımlı olduğun insanlar için sürekli kendinden ödün vermek zorundasın.

Ve başka bir sorun çıkıyor. İnsanlar çok çeşitli olduklarından, senin zihnini de farklı farklı görüşlerle doldurmaya devam ediyorlar, çelişen görüşlerle. Birinin dediği öbürüne uymuyor, bu yüzden de senin içinde büyük bir karmaşa var. Biri zekisin diyor, öbürü aptalsın diyor. Nasıl karar vereceksin? Bölünüyorsun. Kendinden şüpheleniyorsun, kim olduğundan... Ve karmaşa çok büyük, çünkü etrafında binlerce insan var.

Bir sürü insanla temas halindesin ve hepsi de senin zihnini kendi görüşüyle besliyor. Aslında hiçbiri seni tanımıyor ? sen bile kendini tanımıyorsun ? ama bütün bu birikinti senin içinde düğüm oluyor. Bu, delirtici bir durum. İçinde bir sürü farklı ses var. Kim olduğunu ne zaman sorsan, içerden bir sürü cevap geliyor. Kimi annenin, kimi babanın, kimi bir öğretmeninin sesi; bunun gibi bir sürü ses. Ve hangisinin doğru cevap olduğuna karar vermek imkânsız. Nasıl karar vermeli? Kriter ne? Burada insan kayboluyor. Bu, kendini bilmemek.

Ama başkalarına bağımlı olduğun için de, yalnızlığına girmeye korkuyorsun; yalnızlığına girdiğin anda kendini kaybetmekten çok korkuyorsun. Her şeyden önce, zaten kendine sahip değilsin; ama başkalarının söyledikleriyle yarattığın benliğin tümüyle geride bırakılmak zorunda. O yüzden içeriye girmek çok, çok korkutucu. Ne kadar derine girersen, kim olduğunu o kadar az bilirsin. O yüzden aslında, kendini tanımaya doğru ilerlerken, bu gerçekleşmeden önce, kendin hakkındaki bütün fikirleri bırakmak zorunda kalacaksın. Bir boşluk olacak, bir çeşit hiçlik olacak. Kimliksiz olacaksın. Tamamen kaybolacaksın, çünkü bildiğin her şey artık önemsiz ve neyin önemli olduğunu da henüz bilmiyorsun.

Hıristiyan mistikler buna “ruhun karanlık gecesi” der. Bunun içinden geçmek gerekir ve bir kere geçince şafak söker. Güneş doğar ve insan kendini ilk kez olarak tanır. Güneşin ilk ışını ve her şey tamamlanır. Sabah kuşlarının ilk şarkıları ve her şeye ulaşılır.
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Teşekkürün Gücü

Bağlayıcı, yapıcı ve algılatıcı gücü olan basit sözcükler. Bugüne kadar herhangi bir şekilde size teşekkür edildiyse ya da siz teşekkür ettiyseniz, bu gücü bilirsiniz. Bunu söylemeniz bile fark yaratmaya yetebilir; söylememeniz de negatif yönde bir fark yaratabilir.


“Teşekkür ederim”, kağıdınızı ya da kaleminizi alırken “İyi günler dilerim” demekle birlikte gelen birşey değildir. Çok birşeyin olduğuna dair samimi bir işarettir. Yalnızca birşeyden pozitif etkilendiğinizi kabul etmek anlamına gelmez; aynı zamanda, bu pozitif duyguları, vericiye geri yansıtma fırsatıdır.


Bu Süper Güçten Nasıl Yararlanabiliriz?


Vaktinde davranın. Zamanlama, birine teşekkür etmenin belki de en can alıcı ögesidir. Çok uzun süre beklemek ya da tamamen unutmak, insanların hediyeyialıp almadığınızı, iyi bir iş yapıp yapmadıklarını ya da onları gerçekten umursayıp umursamadığınızı merak etmelerine yol açabilir. Birine teşekkür etmek için uygun zamanın ne olduğuna dair katı bir kural yoksa da “Ne kadar erken olursa, o kadar iyi” anlayışı, her zaman yerinde bir taktiktir.


Duruma uygun davranın. Bazen yalnızca basit bir “Teşekkür ederim” yeterlidir. Çoğu zaman, daha resmi bir kart (elle yazılmış), herhangi bir hediyeden daha anlamlıdır. Elbette, bazı durumlarda teşekkürü fiziksel olarak ifade etmek uygun olur. Ne var ki, aşırıya kaçılmamalıdır; çünkü, etkileyici olmaya çalıştığınız ya da yağcılık ettiğiniz yönünde bir algı oluşur. Aynı zamanda bu durum, bir dahaki sefere yönelik daha büyük beklentiler oluşmasına neden olur ki bunu gerçekleştirmek zor olabilir ve teşekkürün amacı bu değildir.


Duyarlı olun. Bazı insanlar, kamuoyunun dikkatini çekmekten çok hoşlanırlar. Bir ödül töreni esnasında yapılan duyuru ya da özel bir etkinlikte şerefe kaldırılan kadehler, onların benliğini ve ruhunu besleyecek şey olabilir. Utangaç kalabalık için kartla ya da fiziksel teşekkür daha uygundur. Bir insanın hoşlandığı biçimde teşekkür etmek, onu ne çok umursadığımızın bir işaretidir.


Kişisel olun. İçine biraz düşünce de katılmış bir teşekkür, çok daha güçlüdür. Kişinin sevdiği bir hobisi üzerine bir kitap, favori mekanının bir fotoğrafı ya da tamamen onu yansıtan herhangi birşey çok anlamlı olabilir.


Samimi olun. Diğer bütün ögeler, samimiyetimizin bir parçasıdır; ama yalnızca bir parçası. Kalpten gelen bir teşekkür hemen hissedilir. Bazen çok açıktır; diğer zamanlarda, içsel bir dürtüdür; ama alıcı, karşısındakinin dürüst olduğunu anlar. Böyle zamanlarda, teşekkür gerçekten amacına ulaşır.


Karşılık beklemeyin. Teşekkürün bir insanın ruhuna işleyebilmesi için herhangi bir beklenti ya da koşul gözetilmeksizin sunulması gerekir. Teşekkürlerine teşekkür edilmediği için bazı insanların keyfi kaçar. Oysa bu kişiler, bir noktayı gözden kaçırırlar: Teşekkür, yalnızca verilir.


Ya Unutursam?

Bütün bunları okuduktan sonra “Eyvah, teşekkür etmeyi unuttum” diyebilirsiniz. Çözüm basit: “Gerçekten özür dilerim” diyerek başlayın ve yukarıdaki birinci adıma dönün.
 
Kişisel Gelişim Yazıları / İstikrarı Aramak : Çözüm Sensin!

İnsanın gençken kanı daha hızlı akıyor, daha çabuk sıkılıyor, daha fazlasını, hemen istiyor. Ya hayat? Hayat bu sınırsız ve sabırsız beklentileri karşılıksız karşılayabiliyor mu? Çoğunlukla hayır. Örneğin işyerinde mutsuz olan genç diğerine geçiyor, sonra bir diğerine. Sonuçta istikrarı yakalamak adına yaşanılan istikrarsızlık özgeçmişlerde birikiyor ve karşımıza otuz yaşına gelmeden en az dört beş işyeri değiştirmiş profiller çıkartıyor.

Biz İnsan Kaynakları profesyonelleri özgeçmiş incelerken adaylarda istikrar ararız. Bugünlerde özellikle bilişim ve raklamcılık sektörlerinde sık iş değiştirmek çok da yadırganan bir durum olmasa da, her işveren karşısında güvenebileceği, eğitim yatırımı yaparsa geridönüşünü alabileceği potansiyel adayları görmek ister.

O zaman kanı deli gibi akan genç ne yapmalı? İstikrarı yakalamak adına nelere özen göstermeli?

1. Üniversite süresince mutlaka staj yapmalı, üniversite kulüplerde çalışmalı, nelerden hoşlandığını, yeteneği olduğunu analiz etmeli.

2. Üniversite yılları boyunca yurtdışına çıkma imkanı sağlayan Erasmus, Work & Travel gibi oluşumlara katılmalı.

3. Bireysel SWOT analizini dürüstçe yapmalı.

4. İş hayatının kişi artı değer ürettiği sürece eninde sonunda karşılığını vereceğini bilmeli.

5. Monotonluk kelimesini iş hayatı ile asla bir araya getirmemeli. İş hayatı asla monoton değildir, monotonluğu insanlar seçer.

6. Para için değil, öğrenmek, daha iyisini yapmak, başarmak için çalışmalı.

7. Bir şirketin, bir pozisyonun, bir yöneticinin artısını, eksisini algılayabilmek en fazla altı ay sürer. Eğer kısa süreli çalışılarak üç-dört defa iş değiştirildiyse problemin çalışılan şirketlerde değil, ağırlıklı olarak kendisinde olduğunu bilmeli.

8. Serbest zamanlarını kaliteli geçirmeli, zaman ve para harcanan bir, birkaç hobi edinmeli.

9. Seçilen uzmanlık konusu üzerine sürekli kaynakça takibi yapmalı, kütüphane kurmalı.

10. Severek yapılmayan işin mutsuzluktan başka birşey getirmeyeceğini bilmeli.

11. Çalışma koşulları, görev tanımını iyice öğrenmeden, yöneticisi ile tanışmadan hiçbir işyerinde çalışmaya başlamamalı.

12. İş hayatındaki en kritik dört kelimenin sevgi, saygı, sabır ve sebat olduğu bilmeli ve bu kelimelerin içlerini özenle, düşünerek doldurmalı.

13. Sorun her ne olursa olsun, çözümün sadece kendisinde olduğu asla unutmamalı.
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Yüzünü Güneşe Dönen Gölge Görmez.

Kadın taksiye binmiş ve havaalanına gitmek istediğini söylemişti. Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önlerine çıktı. Şoförü çarpmamak için sert şekilde frene bastı. Taksi kaydı, ama diğer arabaya çarpmaktan kıl payı farkla kurtuldu. Siyah arabanın sürücüsü camdan başını çıkarıp bağırmaya ve küfretmeye başladı.
Taksi şoförü ise gayet sakin ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı. Kadın bütün bu olanları şokunu yaşarken, taksi şoförünün tavrına daha da şaşırmıştı. Sordu: "Neden böyle davrandınız? Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastanelik edecekti." Taksi şoförü gülümsemeye devam ederek: "Çöp Kamyonu Kanunu" dedi. Kadın: "Çöp Kamyonu Kanunu?" diye sordu, anlamamıştı. Şoför açıkladı:"Pek çok insan, çöp kamyonu gibidir. Her tarafta içleri çöp dolu olarak dolaşıyorlar; kızgınlığı, öfkeyi ve hayal kırıklığını biriktiriyorlar. Ancak doldukça çöpleri bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar. Bu bazen ben, bazen de siz olabilirsiniz. Kişisel almayın. Sadece gülümseyin, onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin. Onların çöpünü alıp işyerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın." Başarılı insanlar, çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler.

Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla 'size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için iyi temennilerde bulunun.' Hayat "%10 " onunla ne yaptığınız, "%90 "onu nasıl alıp karşıladığınızdır.
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Kelebeklerin Kanatları

Çocuğunu okula yeni kaydettiren bir anne heyecanını ve planlarını anlatıyordu. “Artık evde tüm yaşamımız değişecek, kendimizi Filiz’e göre planlayacağız. Onun derslerine yardımcı olmak, ödevlerini kontrol etmek ve iyi bir öğrenci olmasını sağlamak en önemli işim olacak.”

Hanımefendiyi uyarmak ihtiyacı duydum. “Bence bu duyguları çocuğa hissettirmeyiniz. Yaşamında yeni bir dönem başladığını o zaten fark ediyordur. Onun heyecanını ve yükünü artırırsınız. Hele derslerine yardımcı olmaya ve ödevlerini kontrol etmeye hiç yeltenmeyiniz. Bırakınız çocuk kendi işlerini kendi görmeyi öğrensin. Okumanın ve öğrenmenin kendi işi olduğunu hissetsin” dedim. “Ama sizin bu söylediklerinizi yapabilmesi için henüz çok küçük” diye cevap verdi. O sırada anımsadığım bir anekdotu anlattım. “Kırlarda dolaşan bir delikanlı, kozadan çıkmaya çalışan minik bir kelebek ile karşılaşmış. Bir süre seyredince çok çaba sarf ettiğini fakat bir türlü kozanın dışına çıkamadığını görmüş. Çakısını çıkarmış, kozayı biraz genişletip kelebeğin uçmasına yardımcı olmuş. Kelebek kozadan çıkıp karşı ağaca kadar uçmuş fakat orada dermansız kalıp, düşüp ölüvermiş. Çünkü kelebeğin uçmayı öğrenmesi ve kanatlarını güçlendirmesi için koza içindeki o mücadeleyi vermesi gerekirmiş.”

Mücadele, yaşamı öğretiyor ve yaşama güç katıyor. Bizler de çocuklarımızı çok koruyarak, kollayarak, yaşamda kendi başlarına kat etmeleri gereken mesafeleri kısaltarak kanatlarının güçlenmesine engel oluyoruz. Onları yaşamla mücadelede zayıf ve bize bağımlı bırakıyoruz. Bir gün 90 yaşlarında bir bayan 70 yaşlarında bir adamın elinden tutarak hastaneye gelmiş. Doktorlar 70’li yaşlardaki adamı muayene ettikten sonra “Acilen hastaneye yatması gerekir” demişler. 90’lı yaşlardaki bayan 70’li yaşlardaki adamı hastaneye yatırırken hemşireye “Aman evladım o benim tek çocuğumdur. Geceleri üstünü açar. Ben de kalkar hep onun üstünü örterim. Dikkat ediniz üşümesin” diye tembihte bulunmuş.

Sevgi ayrı, 70 yaşına kadar bir insana “Üstümü açarsam annem gelir kapatır” güvencesini vermek ayrı şeydir. Koruma ve kollama dozunu artırdıkça çocuğu korkak, ürkek ve beceriksiz bırakırız. Yaşamda sel, fırtına, kasırga her zaman vardır. Çocuk bunları görebilmeli, mücadele yollarını öğrenebilmelidir. İnsanlar sürekli anne ve babaları ile birlikte yaşayamazlar. Yalnız başlarına kaldıklarında karar verecek ve yollarını açacak cesaret ve yetenekleri kazanmaları gerekir. “Küçüktür” diye çocukların mücadele vermelerine engel olur, ödevlerini biz yapar, üstlerini biz örtersek bunların hepsini yapabilecek yaşa ve konuma geldikleri zaman bile yapmaz; bizden beklerler. Ama çocuğu küçük, beceriksiz ve yeteneksiz görmez, sabahları kendi kendine uyanabileceği, ödevlerini tek başına yapabileceği, arkadaşlarıyla olan ilişkilerini kendinin düzenleyebileceği, “ders çalış” demeden çalışması gerektiği fikrini ve inancını çocuklarda yaratabilirsek tüm yaşamlarını onurlu, bereketli, başarılı, özgüven ve mutluluk içinde geçirebilecek çocuklar yetiştiririz.
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Çatlak Testiler , Kırık Kalpler

Ben basından buyana senin kusurunu, çatlagı biliyordum. Senin tarafına çiçek tohumları ektim. Ve her gün o yolda ben su tasırken, sen onları suladın. İki yıldır o güzel çiçekleri toplayıp, masamı süslüyorum. Sen kusursuz olsaydın, o çatlagın olmasaydı, evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim!..

” Çatlak Testiler, Kırık Kalpler...

Yoksul bir çiftçinin oglu olan Amerikalı ünlü yazar Dale Carnegie (1888-1955) yıllar önce söyle demis: ”’Herkese portakal gelirken, niye bana eksi limon geldi?’ diyeceginize, limonunuzla limonata yaparak herkesten farklılıgı yasayın.” Carnegie’nin bu sözünü anımsatan dostum, ”Her birimizin kendine özgü kusurları vardır. Hepimiz birer çatlak testiyiz… Fakat sahip oldugumuz bu kusurlar ve çatlaklardır yasamlarımızı ilginç yapan, ödüllendiren, renklendiren... Çevrenizdeki her kisiyi, oldugu gibi kabullenin. Dıslarındaki kusurları degil, içlerindeki güzellikleri görün” diyor ve ders almamız umuduyla anlatıyor su öyküyü:

Çin’de bir adam, her gün boynuna dayadıgı kalın sopanın iki ucuna asılı testilerle, dereden su tasırmıs evine... Bu testilerin birinde çatlak varmıs. Öteki ise çatlak degilmis ve her seferinde, bu kusursuz testi adamın doldurdugu suyun tümünü tasır, ulastırırmıs eve... Her zaman, boynunda tasıdıgı testilerden çatlak olanı ise, eve yarı dolu olarak varırmıs. İki yıl, her gün böyle geçmis. Adam her iki testiyi suyla doldurmus, ama evine vardıgında yalnızca 1,5 testi su kalırmıs... Kusursuz testi görevini mükemmel yaptıgı için çok gururlanıyormus... Fakat çatlagı olan kusurlu testi, çok utanıyormus. Doldurulan suyun yalnızca yarısı eve ulastırabildigi için çok üzülüyormus. İki yılın sonunda bir gün, görevini yapamadıgı düsünen çatlak testi, ırmak kenarında adama söyle demis: ”Kendimden utanıyorum. su yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene degin akıp gidiyor...” Adam gülümseyerek dönmüs testiye ve demis ki: Görmedin mi?.. Yolun senin tarafında olan yanı çiçeklerle dolu... Fakat kusursuz testinin tarafında hiç çiçek yok... Çünkü ben basından buyana senin kusurunu, çatlagı biliyordum. Senin tarafına çiçek tohumları ektim. Ve her gün o yolda ben su tasırken, sen onları suladın. İki yıldır o güzel çiçekleri toplayıp, masamı süslüyorum. Sen kusursuz olsaydın, o çatlagın olmasaydı, evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim!..” *** Çatlak testinin bile günlük yasantımızda yararlı olabileceginden, bakıs açımıza göre; zarafet ve güzelliklere katkıda bulunabileceginden söz edecektim, makas degistirdim zorunlu olarak... Nedenine gelince, önce ansiklopedik bir bilgi notu ilistirelim: ”Mizahi roman, hikaye ve fıkralarıyla edebiyat tarihimizde dikkatleri çeken, Recaizâde Ekrem’in oglu Ercüment Ekrem (1886–1956), Galatasaray Sultanisi’ni bitirdikten (1905) sonra gönderildigi Paris’te siyasal bilgiler ögrenimi gördü. Dönüsünde Düyûn-ı Umumiye kurulusunda (1906) ve Meclis-i Ayan’da (1908) mütercimlik yaptı. 1919 ve 1923 yıllarında matbuat umum müdürlügü, Cumhurbaskanlıgı baskâtipligi ve yeniden Matbuat umum müdürlügü (1927-31) görevlerinde bulundu. 1931 yılında Varsova elçiligi müstesarlıgına getirilen Ercüment Ekrem, 1936 yılından itibaren Siyasal Bilgiler Okulu ve Gazi Egitim Enstitüsü’nde Fransızca; Galatasaray Lisesi’nde edebiyat ögretmenligi yaparak 1950’de kendi istegiyle emekli oldu. Siroz’dan öldü. Zincirlikuyu Mezarlıgı’na gömüldü.” *** ”Modern Evliya Çelebi” Ercüment Ekrem’in yapıtlarına hayran olan Gaziantepli gazeteci-yazar Faik Muhsinoglu, 12 Agustos 1959’da dünyaya gelen ogluna, bu nedenle Ercüment Ekrem adı verdi. Çatlak testinin bile günlük yasantımızda yararlı olabileceginden, bakıs açımıza göre; zarafet ve güzelliklere katkıda bulunabileceginden söz edecegim anda, makas degistirmeme neden olan haber, beynime çakıldı telefonda: Ercüment Ekrem, 47 yasında yasama veda etmisti. O, benden 15 yas küçük kardesimdi. Zincirlikuyu’nun karsı tarafında, Karacaahmet’te; baba-ogul birlikte uyuyorlar simdi...
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Bakış Açısı

Ortaokuldayken sınıf arkadaşlarımdan birisiyle ciddi bir tartışmaya girdim. Onun haksız olduğundan, kendimse haklı olduğumdan emindim. Öğretmenimiz bize çok iyi bir ders vermeye karar verdi. Bizi bütün sıfın önüne çıkardı ve onu masanın bir tarafına, beni de diğer tarafına yerleştirdi.

Masanın tam ortasında yuvarlak bir nesne vardı. Siyah renkli bir nesne. O çocuğa nesnenin rengini sordu. Çocuk, ” Beyaz !” diye cevapladı. Söylediğine inanamadım, çünkü nesne sıyahtı. Yeniden tartışmaya başladık, bu defa da nesnenin rengi hakkında.

Öğretmen beni çocuğun yerine, onu da benim yerine geçirdi, bana nesnenin rengini sordu. ” Beyaz!” cevabımı vermek zorundaydım,çünkü belli ki nesnenin bir tarafı beyaz, diğer tarafı siyahtı. Öğretmenimiz o gün bana çok güzel bir ders verdi.

Karşımdaki kişinin bakış açısı anlamam için kendimi onun yerine koymam gerekiyordu.
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Neleri Kaçırıyoruz Hayatta ?

Yazın sıcaklığı başka diyarlara doğru göç ederken,soğuk hava gelip yerleşiyor tam da hayatımızın orta yerine..Ve çoğumuz yeni farkına varıyoruz yazın bittiğini, farkedemediğimiz birçok şey gibi… Bunun da farkına anca varabiliyoruz işte.Bu havalar daha çok hüzün veriyor insana ve birazda içini titretiyor insanın. İçimizi titreten sonbaharın soğukluğu mu? Yoksa ağaçlardan dökülen yaprakların o eşsiz görüntüsü mü? Bunun ayrımını yapamıyorum henüz.

Günler geçiyordu geçmiş olan eski günlerimiz gibi ve bununla birlikte mevsimler atlıyorduk. Çoğu zaman hayatımızın telaşından bunu bile görmezlikten gelebiliyorduk. Yazın bittiğini ve bi başka mevsimin başladığını unutuyorduk. Hayatı ıskalıyorduk ve güzelikleri çoğu kez kaçırıyorduk. Onun yerine yarına yapacaklarımızın listesi alıyordu.Ya geçmişimizde kalıyoruz ya da geleceğin planlarıyla yaşıyoruz artık ve bu anımızı unutuyoruz. Yetiştirilecek proje, misafirlere yapılması gereken pastalar ya da çocukların okul taksiti gibi birçok şeyler dolduruyor hayatımızın o yoğun kısmını.

Kendimizi düşünmeden fada ediyoruz çoğu insan için. Bizden önemli oluyor etrafımızdakiler. Kendimizi görmezden geliyoruz. Ve bir bakıyoruz günün birinde kendimizden ne çok şey gittiğini görüyoruz ,hayatta neleri kaçırdığımızı ve hatta neleri göremediğimizi hissediyoruz… Her şey için geç olmadan kendinize gelin bir! Etrafınıza bakın… Neleri kaçırdığınızı ve neleri kaçırmadığınızın farkına varın. Mesela pencereyi açın, sonuna kadar soğuk havayı ciğerlerinize çekin ve o havayı alabilidiğiniz ve verebilidğiniz için ne kadar şanslı olduğunuzu düşünün. Bazen mola verin şu hayatta. Yeni doğan güneşin her zaman güzel şeyler getireceğine inanın ve her sabah merhaba deyin kendinize ve hayata.Yeni doğan gün ışıklarıyla kocaman sıcak dolu bi merhaba…
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Kavanozda ki Taşlar

Zamanın iyi ve üretken olarak kullanımı konusunda zaman zaman kurslar
düzenleniyor. İşte bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmanı öğretmen,
çoğu hızlı mesleklerde çalışan öğrencilerine, "Haydi, küçük bir deney yapalım" demiş.


Masanın üzerine kocaman bir kavanoz koymuş. Sonra bir torbadan irice kaya
parçaları çıkarmış, dikkatle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş.
Kavanozda taş parçası için yer kalmayınca sormuş; "Kavanoz doldu mu?"
Sınıftaki herkes, "Evet, doldu" yanıtını vermiş.


"Demek doldu ha" demiş hoca. Hemen eğilip bir kova küçük çakıl taşı
çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş. Kavanozu eline alıp sallamış, küçük
parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler.


Yeniden sormuş öğrencilerine; "Kavanoz doldu mu?"


İşin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler; "Hayır, tam da dolmuş sayılmaz" demişler.


"Aferin" demiş zaman kullanım hocası. Masanın altından bu kez de bir kova
dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki
bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş.
Ve sormuş yeniden; "Kavanoz doldu mu?"


"Hayır dolmadı" diye bağırmış öğrenciler.


Yine "Aferin" demiş hoca. Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış.


Sormuş sonra; "Bu gördüklerinizden nasıl bir ders çıkardınız?"


Atılgan bir öğrenci hemen fırlamış;
'"Şu dersi çıkarttık. Günlük iş programınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman yeni işler için zaman bulabilirsiniz."


"O da doğru ama" demiş zaman kullanma hocası; "Çıkartılması gereken asıl
ders şu; Eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız."


Ve ardından herkesin kendi kendisine sorması gereken soruyu sormuş;


"Hayatınızdaki büyük taş parçaları hangileri, onları ilk iş olarak kavanoza koyuyor musunuz?


Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup büyük parçaları dışarıda mı bırakıyorsunuz?"
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Hayat , Kıskanç Kadın Gibidir

Her şeyi yarım yaşıyormuşuz gibi geliyor bazen. Mutlulukların tadı hep damağımızda kalıyor. Başımıza gelen tüm felaketleri, iki gecelik gözyaşıyla dindiriyoruz. Çabuk unutuyoruz olup biteni ve bazen, hüznü yaşamayı bile beceremiyoruz.

Oysa hayat, ardımızı toplayan, bıraktığımız yarımlarımızı eteğinin altına saklayan kıskanç bir kadın gibi bekliyor bizi. Biriken pişmanlıklarımıza son bir damla daha ekleniyor bağıra çağıra. O yüzden, en küçük hatalarımızla bile baş edemiyoruz zaman zaman. Hayat yüreğimize öyle bir sevda üflüyor ki boğazından, ciğerimiz, kalbimiz ve bize ait olan her şey ona koşuyor, kusursuz bir teslimiyetin en temel direği oluyor ruhumuz.

Sonra sönüyor ışıklar yavaş yavaş, sevdanın üzerine konduramadığımız tozlar, gittikçe daha da belirginleşen kara lekelere dönüşüyorlar. Geçiyor o ilk hevesler, o ilk öpüşler ve daha kaç ilkimize bulaşmışsa o kıskanç kadının nice eseri. Aklımızı esirgediğimiz gerçek yaşamın üzerinde, gömleğin kolundaki ikinci ütü izi gibi eğreti duruyoruz. Süzgecin altında bıraktığımız yarımlarımız, posasındaysa yaşadıklarımız kalıyor sadece.

Hayat, hasediyle bir bir döküyor eteğinde bize ait ne varsa. İşte tam o anda, aklımızı çeliyor tüm gidişler. Bir sahil kasabası, bir orman, belki beş yüzyıllık bir çınarın yamacı, bir küçük tekne... Kendimizi boğan zincirlerden bir hırsla kurtulup ona varmak istediğimiz en uzak yer!
Sanki giderken, ardımızdaki yol ışıklarını da söndüreceğiz birer birer. Sanki içimizdeki fırtınalar bizimle gelmiyorlar ve o yüzden giderken acıda olsa gülümse diyor içimizdeki şeytan. Ama en büyük aşklar, insanı en sevdiği şehirden kaçırtanlar değil ki, bunu göremiyoruz. Dünyanın en koca yükü bizim omuzlarımızda gibi geliyor, yalnızlık mengenesi bir bizi sıkıştırıyor tüm hırsıyla. Giderken, varacağımız o ıssız, o kimsesiz, o yabancı yerlerde, sadece kendimizin duyacağı çığlıklarımızı hayal ediyoruz.

Bugünlerde herkes, gitmekten bahsediyor. İşlerini öylece bırakanlar, sevgilerine özlem katmaya çabalayanlar, anlatmayanlar, anlaşılmayanlar... herkes... Sevdiğim bir dostum, boğazıma kadar dayandı her şey, diyor. Kendimi Karadeniz'in yaylasına bir atsam, hatta telefonumu da burada bıraksam, sonra o hırçın denizime saatlerce bakarken, birazcık kopya çekip ona benzesem, hem aşkın özü sevdalık değil midir? Ben yine özüme dönsem... Sonra bir of çekiyor ki derinden, benim içim titriyor, ürperiyorum... Başka bir dostum, beni de yanına alıp uzaklaşmak istiyor; sokaklarında tanıdık hiçbir yüzü görmesek, hatta orada sokak bile olmasa. İçtiğimiz sigarayı bile bulamadığımız minik bir kasabada, bisikletin üzerinde ellerimizi kocaman açıp rüzgâra kendimizi bıraksak!

Yüreğimdeki 'gidecek' listelerim her gün daha da çoğalıyor. Kendimi o listede görür müyüm diyerek, açıp açıp yüreğime bakıyorum sürekli. Ne zaman karşıma çıkıp eteğini sallasa o kıskanç kadın, kendi kendime bir kez daha soruyorum: gitmeli miyim? Bu bana ait izlerlerle dolu güzel şehrimden, her sabah gülümseyerek selam verdiğim komşularımdan, faturaların arasından bulduğum sürpriz mektuplarımın emanetçisi posta kutumdan, ailemden, her şeyden vazgeçip gitmeli miyim?

Oysa nasılda soğuktur otobüs terminali. Elinizde kahvenizle bir bankın üzerinde bekleşirsiniz. Bir yığın insan geçer önünüzden. Nereye gittiklerini hep merak edersiniz. Kimileri kendilerinden de büyük bavulları çekerler ardı sıra. Kimilerinin minik bir çantası vardır ama yanına kattığı o korkunç ıstırap hemen belli eder yerini. Kimileri, son bir umutla döner arkasına ve bekler gelmeyeceğini bildiği sevdiklerini. Ve otobüsün o ilk adımında kendinizi inandırmak için yinelersiniz 'gidiyorum' 'ben gidiyorum'! Kim bilir kaç kişinin kaderi değişmiştir o ilk adımda. Kim bilir kaç kişi, yol boyunca uzanan o beyaz şeritlere sizinle aynı anda dökmüştür geçmişini.

Bence gidişler, dönüşünüzü 'ben geldim' dediğinizde sevinçle boynunuza sarılan sevdiklerinizle şenlendirmedikçe, bir anlam taşımazlar. Hani bana düşmez belki ama, bence artık gitmeyiniz. Belki biraz daha samimiyete ihtiyacımız vardır, belki biraz daha yalandan uzaklaşıp korkmadan yaşamaya, belki herkesin içindeki o şah olma duygusunun yerine birazda piyonluğun karışmasına.

Bugün tekrar yüreğime bakacağım, elvedaların yerini merhabalar almışsa eğer, gitmemek için bir nedenim daha olacak ve ben o nedenden sımsıkı tutunup burada kalacağım. Savaşmadan, hesap sormadan, isyan etmeden... Sadece ve sadece yaşamak için!
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Harekete Geçin ve Düzeni Bozun .!

Yenilikçi düşünceleri olanların temel özelliklerini biliyor musunuz? Zamanlarının yüzde 80’ini düşünmeye ayıran yenilikçiler düzeni bozmaktan da çekinmiyorlar. İşte yenilikçi düşüncenin yol haritası… Inovasyon için yenilikçilik gerekiyor. Yani, sürekli birşeyleri geliştirmeye odaklanan bir yapıda olmak anlamına geliyor. Yenilikçi kişilikleri diğerlerinden ayıran en temel özellik -Harvard’ın yaptığı araştırmalara göre- yenilikçi kişilerin yenilikçilik yaratabilmek için daha fazla düşünüyor olmaları.
Bu kadar basit olabilir mi?
Evet. Aslında basit duruyor. Ama basit olan hiç birşey pek kolay gelişmiyor. Her nedense…

Yenilikçi olanlar, olmayanlara göre %50 daha fazla yaratıcı düşünceler geliştirmek için çaba sarf ediyorlar.

İşin ilginç yanı, kendini yenilikçi olarak tanımlayanlar zamanlarının %48′lik bir dilimini yenilikçi düşüncelere ayırıyorlar (global olarak yöneticiler ve girişimcilerle yapılan araştırma sonuçlarına göre). Oysa, gerçek anlamda yenilikçi olan kişiler zamanlarının %70-80′lik bir yüzde dilimini yenililiçi ve yaratıcı çözümler geliştirmek için harcıyorlar. Bu kişilerin en güçlü yanı, düşündükleri arasında bir ilişkilendirme yapabiliyor olmaları.

“Zorlu problemleri yaratıcı bir şekilde ve farklı birikim ve deneyimlerden faydalanarak çözerim” önermesine de çok güçlü bir evet cevabı veriyorlar. Yani bu kişiler daha sık inovatif çözümler üretmek için düşünüyor, düşündükleri arasında ilişïlendirme yapabiliyor ve düşündüğünü hayata geçiriyor.
Harvard Medical “neden daha fazla kişi yaratıcı düşünmek için çaba harcamıyor” diye düşünmeye başlıyor.
Görüştükleri kişilerin %60-80′i farklı şekilde düşünmenin “yorucu ve rahatsız edici” olduğunu düşünüyor.

Basit gördüğünüz geliştirmelere, yeniliklere yaklaşımınız “Bunu bende yapardım, ne var ki?” ise, bundan sonra bir kez daha düşünmenizi öneririm. En azından yapılan işin basitliğine saygı göstermeyi denemenizde fayda var. Çünkü en iyi inovasyonlar kullanımı en basit olanlardır aslında. O basitliği ortaya çıkartabilmekse, “sürekli ama sürekli nasıl yenilikçi bir yaklaşım getirebilirim” diyebilmeyi, kendinizi yorgun dahi hissetseniz peşinden gitmeyi, konfor alanınızdan çıkabilmeyi gerektiriyor.

Fotolia_4504619_Kosuya-hazirlik.jpg

Harvard Medical, yenilikçiliğin 1/3′ü genetik, 2/3′ü ise çevresel faktörlere bağlı oldugunu söylüyor ve yenilikçiliği geliştirebilmek için 3 tio veriyor.
Just do it! Nike’ın sloganından yola çıkarak farklı perspektiften olaylara bakmak için kendimizi zorlamamız gerekiyor. Bunu yapmak kolay değil, ama belli bir tempo tutturduğunuzda bir müddet sonra daha rahat perspektifler arasında bir ilişki bulabiliyor olacaksınız.

Düzeni Bozun. Olaylar, kelimeler, düşünceler, fikirler arasında ilişki yakalayabilmek için rutini bozabilmek gerek zaman zaman. Örneğin, google bir arama motoru. Pazarın neredeyse %90′ı onların. Oysa Twitter bir arama motoru olma özelliği ile başlamadığı halde bugün en fazla “arama motoru” olarak aranılan araçlardan biri haline geldi. Twitter, konuşma ve paylaşma kültürünü yaratarak, kendini önemli bir kaynak arama motoru haline getirdi.

Tekrar Edin. Tekrar etmenin en büyük faydası, bilgiler, düşünceler, perspektifler arasında ki ilişkileri bulabilmek için beyni eğitmek. Bir müddet sonra beyin buna alıştığından zorluk olarak algılamaktansa enerji veren bir disiplin olarak görülmeye başlıyor. Düşünün 10.000 saat kuralı var ya, hani bir konuda uzman olabilmek için o alanda en az 10.000 saat harcamanız gerektiği gerçeği… İşte bu da öyle bir şey. Bir alanda gelişmek istiyorsanız, o alanda kafa patlatmak durumundasınız.

Yenilikçi düşünenlerle yenilikçiliğe kapalı olanların bir arada çalışabilmesi müthiş bir enerji gerektirir. Çoğu zaman enerjinin yok olması demektir aslında. Bu yüzden de yenilikçi ve yaratıcı kişilere iyi bakın. Onlara gereken özgürlüğü tanıyın. Yaratıcı ve yenilikçi kişilere baktığınızda hiç bir iş yapmadıklarını düşünebilirsiniz. Ama unutmayın, farklı düşünceleri birleştirebilmek için sürekli düşünmeye ihtiyaç var. Bu sürecın sonu tahmininizden hep daha iyi gelişir. Yeterki yenilikçi olanları cesaretlendirmeye devam edin.
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Suskunlar Meclisidir Bunun Adı!

Bir zamanlar İran´da bilginler ve şairler, ”suskunlar meclisi” adıyla bir topluluk oluşturmuşlardı. Üye sayısı otuz kişiydi ve bunu arttırmıyorlardı. Üyeliğin ilk şartı çok düşünmek, az yazmak ve çok az konuşmaktı.

O zamanlar meşhur şair ve bilgin Molla Cami, bu meclisin aşkındaydı.

Günün birinde suskunlar meclisinin bir üyesinin öldüğünü duyunca, onun yerine aday olmak için bilginlerin bulunduğu köşke geldi. Kendisini karşılayan kapıcıya bir şey söylemeden, ismini bir kağıda yazarak o sırada toplantı halinde bulunan suskunlar meclisine gönderdi.

Meclis üyeleri bu teklifi görünce biraz üzüldüler. Molla Cami oraya layık bir bilgindi ama ölen üyenin yerine başka birini almışlardı. Yeni bir üye için yer yoktu.

Meclisin başkanı, bir bardağı tamamen suyla doldurduktan sonra Molla Cami´ye gönderdi. Zeki bilgin durumu kavramıştı. Bir damla daha olsa bardak taşacaktı. Bunun üzerine o da hemen oracıktaki bir gül dalından küçük bir yaprak koparıp, nazikçe suyun üstüne koyuverdi. Bardak taşmamıştı. Bunu içeri gönderdi. Meclistekiler bu kibar cevabın manası anlamışlardı: Zarif insanların yeri başkaydı.

Üyeler, bu değerli bilgini de aralarına almaya karar verdiler. Başkan listeye Molla Cami´nin adı ekledi. Otuz sayısın önüne bir sıfır koyarak, 300 yazdı. Bununla Molla Cami sayesinde, meclisin değerinin on misli arttığı belirtiyordu.

Listenin son şekli Molla Cami´ye gelince, meseleyi anladı. Ancak sayın büyük gösterilmesinden
hoşlanmadı. Sağdaki bir sıfırı silerek, otuz sayısın soluna koydu. Yani 030 yazdı. Alçak gönüllü Molla Cami, böylece kendisini solda sıfır sayıyor, bardağı taşırmadığı gibi, o meclisin yapısı da etkilemeyeceğini söylemek istiyordu. Diğer üyeler bunu görünce, saygı ve hayranlıkları bir kat daha artmış olarak suskunlar meclisinin yeni üyesini selamladılar.
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Şov Zamanı !

Ünlü Zumbrati, Niagara Şelalesi’nde etkileyici, bir o kadar da tehlikeli bir ip üzerinde yürüme gösterisini tamamlar…

Heyecanlı bir gazeteci yaklaşır, “Bir de el arabası ile geçsene” der… Ve Zumbrati çok hevesli olmasa da gazeteci çok ısrar eder…

Ve aralarında şöyle bir konuşma geçer:

- Bunu yapabileceğime gerçekten inanıyor musun?

- Evet, Hiç şüphem yok, yapabilirsin!



- Hadi o zaman gel el arabasına…


KISSADAN HİSSE:

Size yapabilirsin veya yapamazsın diyenler sizinle aynı gemide olmaya, aynı şeyleri paylaşmaya ve aynı ip üzerinde gitmeye hazırlar mı ?
 
Kişisel Gelişim Yazıları / Beş İnceliği Yücelt, Dört Kötülükten Kurtul !

Konfüçyus dedi ki;

Beş inceliği yücelt, dört kötülükten kurtul!

Öğrenci sordu:
Bu beş incelik nedir?

Konfüçyus yanıtladı:

1- İyi insanlar, müsrif olmadan eli açık olurlar,
2- Gocunmadan çalışkan olurlar,
3- Haris olmadan istek duyarlar,
4- Mağrur olmadan rahat davranırlar,
5- Ürkütücü olmadan saygın olurlar.

Öğrenci sordu:

Dört kötülük nedir?

Konfüçyus yanıtladı:

1- Nasihatsız infaz; bu, gaddarlıktır.
2- Öğretmeden başarıları ölçmek; bu, kabalıktır.
3- Yönetimde gevşek olup sınırları koymak; bu, kötü niyettir.
4- Başkalarının hakkını verirken cimri davranmak; bu, bürokrat olmaktır.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst