2009 yapımı Çölde Kutup Ayısı (The Misfortunates) ile İstanbul Film Festivalinde Altın Lale ödülünü kazanan Felix van Groeningenin bir sonraki filmi olan Kırık Çember hiç şüphe yok ki Filmekimi programının en özel seçkilerinden biri. Berlin ve Tribeca gibi önemli festivallerde ödüller aldıktan sonra sonunda ülkemize uğrayan bu Groeningen eseri, birbirine tamamen zıt karakterleri olan iki aşığın dramatik öyküsünü enfes müzikler eşliğinde anlatıyor.
Yönetmenin bir tiyatro oyunundan beyazperdeye uyarladığı filmde karşımıza birbirlerini gördükleri ilk anda aşık olan bir erkek ve kadın çıkıyor. Elise vücudunda sayısız dövme olan ve bir dövmecide çalışan, muhafazakar bir kadındır. Didier ise Amerikan hayranı, bluegrass müzik yaptığı grubuyla geçimini sağlamaya çalışan realist, rasyonel ve tanrı tanımayan bir adamdır. İkilinin yolu bir şekilde kesişir ve masalsı ilişkileri evlilikle sonlanır. Bir süre sonra Elisenin hamileliğini haber alan Didier başta bu çocuğu istediğinden emin olamasa da zamanla fikirleri değişir ve dünya tatlısı kızları Maybelle dünyaya gelir. Aradan seneler geçer ve birbirine zıt bu iki aşık, küçük kızlarının lösemi olduğu gerçeğiyle yüzleşir. Artık yapmaları gereken bir arada tutunup bu sorunu atlatmak için güçlü olmaya çabalamaktır.
Groeningenin hikayesinin yalnızca bir bölümünün özeti bu. Karışık bir kurguyla anlattığı öyküsünü müzikal bir zemine oturtan yönetmen, daha en baştan karakterlerindeki çelişki ile klişelerden uzak bir öykü sunacağının sinyallerini veriyor. Dövmeli bir kadını muhafazakar, konservatiflikleri ile bilinen Güneyli kovboylara özenen bir adamı ise dinsiz yaptıktan sonra hikayenin gidişatı ile de farklılık yaratmaya çalıştığını gösteriyor. İkilinin kızları Maybellein ölümü beklenenin aksine filmin sonunda değil, tam ortasında gerçekleşiyor ve seyirciye hem bundan önce, hem de bundan sonra Didier ile Elisenin zaman zaman barışan ama çoğu zaman çarpışan yıldızlarını gözlemleme fırsatı sunuluyor. Bir türlü kızlarını kaybetmenin gerçekliğiyle yüzleşemeyen ikili, şarkı söylemeye devam etseler de hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Tartışmaları eksilmiyor, her iki tarafın da haksız olduğu argümanlar havadan havaya uçuşuyor. Bu şekilde yönetmen, iki karaktere de eşit mesafede durmayı tercih ediyor. İkisinin acısını da farklı yollarla dışavurmalarına olanak sağlıyor. Elise kızıyla olan hatıralardan yola çıkarak kendisine bir çıkar yol ararken Didier, hayranı olduğu Amerikan kültürüne, muhafazakar Cumhuriyetçilerin sağlık politikalarından dolayı kin kusarak kendini rahatlatmaya çalışıyor. Tüm bunlar olurken yönetmen aralara yerleştirdiği kısa sekanslarla ikilinin tanışma öyküsünden evliliğine, Elisenin hamilelik sürecinden Maybellein büyümesine hayatlarındaki pek çok önemli anı seyirciye göstermekten kaçınmıyor.
Filmi özel kılan yönlerden en önemlisi muazzam müzikleri. Başta Country ve Bluegrass sevenleri mest edecek şarkılar filmin her anını süslerken Kırık Çemberin acıklı hikayesine acı katmaktan da çekinmiyor. Maybellei sonsuzluğa uğurlarken bile Didierin grubu şarkı söylemeyi bırakmıyor. Hakeza hikayenin en acıklı bölümü olan finalindeki veda da sinema tarihinin en hüzünlü ve unutulmaz uğurlamalarından biri olarak seyirciyi muhtemel bir üzüntünün içine sürüklüyor.
Filmdeki ana karakterlere hayat veren Veerle Baetens ve Johan Heldenbergh, beklenenin üstündeki performanslarıyla göz dolduruyor. Heldenberghin çizdiği realizmden uzaklaşma konusunda inatçı baba portresi, yerini sevdiği kadına hapsolmuş erkeğe bıraktığında dahi oyuncu çizgisini bozmadan, hatta yükselterek işine devam ediyor. Rol arkadaşı ise çocuğunu kaybetmiş anne tiplemesinin hakkını sonuna kadar veriyor. Baetensin bu performansıyla Tribecada en iyi kadın oyuncu ödülüne layık görüldüğünü de hatırlatmak gerekir.
İyi Seyirler...
- Burak Hazine -