meridyen2
Kayıtlı Üye
Kibir, Dünyada ve Ahirette Azap ve Sıkıntı Nedenidir
Kibir Allah'ın beğenmediği bir ahlak özelliğidir. Kibirli insan büyüklenme hastalığına tutulmuş demektir. Büyüklenmenin nedeni ise, kişinin kendisine müstakil bir benlik vermesi, hem kendini hem de çevresindekileri Allah'tan bağımsız varlıklar olarak görmesidir. Böyle bir insan, yaptığı ve sahip olduğu herşeyi kendisinden bilir. Örneğin bir başarı elde ettiğinde bununla kibirlenir, gösteriş yapar, kendisini en üstün insan olarak görür. Oysa, o başarıyı ona lütfeden Allah'tır. Bu gerçeği göremediği için büyüklenme içine girer. Böyle bir insan her olayda, her konuda üstünlüğünü ve büyüklüğünü çevresine de hissettirmek ister.
Oysa böyle insanlar hiçbir zaman peşinde oldukları gerçek onur ve üstünlüğü elde edemezler. Çünkü onur ve şeref ancak Kuran'a uymakla kazanılır. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar. (Mü'minun Suresi, 71)
İnsan, Kuran'a uymadığında ise, Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi, herşey bozulmaya uğrar. Allah Kuran'ın bir diğer ayetinde de insanların sık sık bu yanılgıya kapıldıklarına ve onur ve şerefi insanlara büyüklük taslamakta aradıklarına dikkat çekmektedir:
Derler ki, "Andolsun, Medine'ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp-çıkaracaktır." Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Resûlü'nün ve mü'minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar. (Münafikun Suresi, 8)
Ayette de belirtildiği gibi, onur ve izzet Allah'ındır. Ve Allah bu üstünlüğü sadece Kuran'a uyan, güzel ahlak gösteren kullarına vermektedir.
İşte kimi insanlar da iman ettiklerini söyledikleri halde, hala cahiliye hayatlarında almış oldukları telkinlerin etkisi altında kalarak, kibirlerini terk etmeye yanaşmazlar. Oysaki insanları azaba sürükleyen konuların başında kibir ve büyüklenme gelmektedir.
Kibir aynı zamanda insanı günaha sürükleyen, insana Kuran'a uymayan birçok ahlaksızlığı ve kötülüğü yaptıran bir ahlak bozukluğudur:
Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 206)
Kibirli bir insan kendini herkesten daha çok sever. Bu nedenle çıkarıyla ters düşen herşeyde, Allah'ın rızasını ve vicdanını değil, kendi tutku ve isteklerini önde tutar. Bu ise, onu hep günaha ve kötü ahlaka yöneltir.
Kibirli insan, kendini herşeyin üstünde görüp, hep nefsini kolladığı halde aradığı mutluluk ve huzuru da bulamaz.
Herşeyden önce enaniyetli insanlar, gerçek müminlerin yaşadığı pek çok güzelliğin tadını hiçbir zaman için alamazlar. Örneğin hiçbir zaman gerçek sevgiyi yaşayamazlar. Hayatta herkesten ve herşeyden çok kendilerini sevdikleri için, başkalarını gereği gibi sevemezler. Sevgi duydukları bir insana bunu açık açık söyleyemez, iltifat edemez, sevginin gerektirdiği sıcaklığı, samimiyeti ve dostluğu gösteremezler. Ortaya koydukları bu soğuk ve resmi karakterden dolayı karşılarındaki insan tarafından da gereği gibi sevilemezler.
Kibirli insanlar, nefislerine ağır geldiği için hiçbir zaman bir konuda altta kalmayı kabul edemez, hep dostluğu zedeleyecek, gerginliğe ve huzursuzluğa neden olacak tavırlar sergilerler. Hoşgörülü, sabırlı, alttan alan, affedici, uzlaşmacı bir karakter gösteremezler. Her zaman hep kendi dediklerinin kabul edilmesini isterler. Ortada bir anlaşmazlık söz konusu olduğunda kendilerinden hiçbir zaman ödün vermedikleri için inatçı, dik başlı bir tavır gösterirler. Kendi istedikleri yapılmadığında ise terslik yaparlar. Ve tüm bunlar bu kimseleri 'zor ve geçimsiz insanlar' haline getirir. Onlarla arkadaşlık etmek, konuşup sohbet etmek, sevgiyi, dostluğu, güzel ahlakı yaşamak çok zordur. Bu da çevreleri tarafından sevilmeyen, yanlarında rahat edilemeyen kimseler haline gelmelerine neden olur ki, bu da onlar için büyük bir kayıptır.
Bu güzellikleri yaşayamamak bu kimselerde gizliden gizliye büyük bir azaba dönüşür. Çünkü ruhlarında sevmeyi, sevilmeyi, dostluğu, insanlarla karşılıklı olarak güzel ahlakı yaşamayı fazlasıyla istedikleri ve buna karşı büyük bir ihtiyaç duydukları halde, sadece gururları ve kibirleri nedeniyle bunlardan mahrum kalmaktadırlar. İçin için bunlara özlem duyup, bir türlü elde edememek de onların sürekli gizli bir azap çekmelerine neden olur.
Kibirin neden olduğu bir başka azap şekli de, bu tip insanların 'hata yapma korkuları'dır. Üstünlük ve büyüklük iddiası içerisinde oldukları için, hatasızlık iddiasındadırlar. Bu nedenle hata yaptıklarında büyük bir sıkıntı çekerler. Allah'ın rızasını kazanmak yerine, insanların gözündeki prestijlerini korumayı amaçlarlar.
Bir başkasının, hatalarını veya eksiklerini kendilerine hatırlatması gururlarına çok ağır gelir. Böyle bir durumda küçük düştüklerini, insanların gözündeki itibarlarını kaybettiklerini düşünerek sarsılırlar. Bu nedenle, içten içe sürekli bu korku ve tedirginlikle yaşarlar; içlerinden geldiği gibi hareket edemez, doğal bir hayat yaşayamazlar. Her zaman akıllarının bir yerinde bunların hesabını yapar, içlerinden geldiği gibi samimi davranmak yerine, bu hesaba uygun olan ne ise onu uygularlar. Bundan dolayı da sürekli olarak kendilerini kasmak ve yapmacık hareket etmek zorunda kalırlar.Örneğin herkesin eğlendiği bir yerde, kibirli kimseler herkesin tersine azap çekerler. Bir yandan ruhlarında eğlenceye katılmak için büyük bir istek duyar, bir yandan da kusursuz tavırlar gösteremeyecekleri takdirde küçük düşecekleri korkusu ile bundan uzak dururlar.
İşte bu insanlar ortaya koydukları bu ahlaktan dolayı yalnız ve soğuk bir dünyada enaniyetleriyle baş başa bir hayat yaşamak zorunda kalırlar. Oysaki bunun yerine mütevazi, Allah'a ve müminlere karşı boyun eğici bir karakter göstermiş olsalar tüm bu sıkıntıları sona erecektir.
Tevazu ile birlikte, azabın yerini neşe, huzur ve mutluluk alacaktır. Çünkü tevazulu insan hata yapma korkusu içerisinde olmaz. Bir hata yaptığı kendisine hatırlatıldığında hemen Allah'a yönelir, Allah'tan bağışlanma diler, niyet ve tavrını düzeltir. Ayrıca, tevekkülü ile, bu hatayı kendisi için bir hayır olarak görür, kendisini daha geliştirmesine vesile olduğunu düşünerek sevinir. İnsanların kendisi için ne düşündüğünü değil, Allah'ın rızasını önemser. Böyle düşünen bir insanla, kibrinden gerginlik ve huzursuzluk yaşayan bir insanın ruh halinin ve hayatının ne kadar farklı olacağı açıktır.
Bunun yanında unutulmamalıdır ki kibir şeytanın en temel özelliğidir. Büyüklenmesi, onun cennetten kovulmasına, Allah'ın lanetini üzerine almasına ve cehennem azabını hak etmesine neden olmuştur. Bu nedenle Allah'ın gücü karşısındaki aczini unutan, haksız bir büyüklenme ile insanlarla yarışa giren kimseler de şeytan ile aynı karşılığı almaktan korkmalıdırlar. Zira Allah bir ayetinde, cahiliye toplumunun değer yargılarından kurtulamayarak, onur adı altında enaniyetlerini sürdüren kimseler için ahirette acı bir azap olabileceğini hatırlatmaktadır. Allah dünyada büyüklük taslayanlara o gün şöyle seslenileceğini bildirmektedir: (Azabı) Tad; çünkü sen, (kendince) üstün, onurluydun. (Duhan Suresi, 49)
Gerçek onur ve üstünlük ise dünyada iken boyun eğici, mazlum ve yumuşak başlı bir tavır içerisinde olan kimseler içindir. Allah iman edenleri şöyle müjdelemiştir:
Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz ve sizi 'onurlu-üstün' bir makama sokarız. (Nisa Suresi, 31)
(alıntı harun yahya gizli azapların çözümü)
Kibir Allah'ın beğenmediği bir ahlak özelliğidir. Kibirli insan büyüklenme hastalığına tutulmuş demektir. Büyüklenmenin nedeni ise, kişinin kendisine müstakil bir benlik vermesi, hem kendini hem de çevresindekileri Allah'tan bağımsız varlıklar olarak görmesidir. Böyle bir insan, yaptığı ve sahip olduğu herşeyi kendisinden bilir. Örneğin bir başarı elde ettiğinde bununla kibirlenir, gösteriş yapar, kendisini en üstün insan olarak görür. Oysa, o başarıyı ona lütfeden Allah'tır. Bu gerçeği göremediği için büyüklenme içine girer. Böyle bir insan her olayda, her konuda üstünlüğünü ve büyüklüğünü çevresine de hissettirmek ister.
Oysa böyle insanlar hiçbir zaman peşinde oldukları gerçek onur ve üstünlüğü elde edemezler. Çünkü onur ve şeref ancak Kuran'a uymakla kazanılır. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirmektedir:
Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar. (Mü'minun Suresi, 71)
İnsan, Kuran'a uymadığında ise, Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi, herşey bozulmaya uğrar. Allah Kuran'ın bir diğer ayetinde de insanların sık sık bu yanılgıya kapıldıklarına ve onur ve şerefi insanlara büyüklük taslamakta aradıklarına dikkat çekmektedir:
Derler ki, "Andolsun, Medine'ye bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp-çıkaracaktır." Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Resûlü'nün ve mü'minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar. (Münafikun Suresi, 8)
Ayette de belirtildiği gibi, onur ve izzet Allah'ındır. Ve Allah bu üstünlüğü sadece Kuran'a uyan, güzel ahlak gösteren kullarına vermektedir.
İşte kimi insanlar da iman ettiklerini söyledikleri halde, hala cahiliye hayatlarında almış oldukları telkinlerin etkisi altında kalarak, kibirlerini terk etmeye yanaşmazlar. Oysaki insanları azaba sürükleyen konuların başında kibir ve büyüklenme gelmektedir.
Kibir aynı zamanda insanı günaha sürükleyen, insana Kuran'a uymayan birçok ahlaksızlığı ve kötülüğü yaptıran bir ahlak bozukluğudur:
Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 206)
Kibirli bir insan kendini herkesten daha çok sever. Bu nedenle çıkarıyla ters düşen herşeyde, Allah'ın rızasını ve vicdanını değil, kendi tutku ve isteklerini önde tutar. Bu ise, onu hep günaha ve kötü ahlaka yöneltir.
Kibirli insan, kendini herşeyin üstünde görüp, hep nefsini kolladığı halde aradığı mutluluk ve huzuru da bulamaz.
Herşeyden önce enaniyetli insanlar, gerçek müminlerin yaşadığı pek çok güzelliğin tadını hiçbir zaman için alamazlar. Örneğin hiçbir zaman gerçek sevgiyi yaşayamazlar. Hayatta herkesten ve herşeyden çok kendilerini sevdikleri için, başkalarını gereği gibi sevemezler. Sevgi duydukları bir insana bunu açık açık söyleyemez, iltifat edemez, sevginin gerektirdiği sıcaklığı, samimiyeti ve dostluğu gösteremezler. Ortaya koydukları bu soğuk ve resmi karakterden dolayı karşılarındaki insan tarafından da gereği gibi sevilemezler.
Kibirli insanlar, nefislerine ağır geldiği için hiçbir zaman bir konuda altta kalmayı kabul edemez, hep dostluğu zedeleyecek, gerginliğe ve huzursuzluğa neden olacak tavırlar sergilerler. Hoşgörülü, sabırlı, alttan alan, affedici, uzlaşmacı bir karakter gösteremezler. Her zaman hep kendi dediklerinin kabul edilmesini isterler. Ortada bir anlaşmazlık söz konusu olduğunda kendilerinden hiçbir zaman ödün vermedikleri için inatçı, dik başlı bir tavır gösterirler. Kendi istedikleri yapılmadığında ise terslik yaparlar. Ve tüm bunlar bu kimseleri 'zor ve geçimsiz insanlar' haline getirir. Onlarla arkadaşlık etmek, konuşup sohbet etmek, sevgiyi, dostluğu, güzel ahlakı yaşamak çok zordur. Bu da çevreleri tarafından sevilmeyen, yanlarında rahat edilemeyen kimseler haline gelmelerine neden olur ki, bu da onlar için büyük bir kayıptır.
Bu güzellikleri yaşayamamak bu kimselerde gizliden gizliye büyük bir azaba dönüşür. Çünkü ruhlarında sevmeyi, sevilmeyi, dostluğu, insanlarla karşılıklı olarak güzel ahlakı yaşamayı fazlasıyla istedikleri ve buna karşı büyük bir ihtiyaç duydukları halde, sadece gururları ve kibirleri nedeniyle bunlardan mahrum kalmaktadırlar. İçin için bunlara özlem duyup, bir türlü elde edememek de onların sürekli gizli bir azap çekmelerine neden olur.
Kibirin neden olduğu bir başka azap şekli de, bu tip insanların 'hata yapma korkuları'dır. Üstünlük ve büyüklük iddiası içerisinde oldukları için, hatasızlık iddiasındadırlar. Bu nedenle hata yaptıklarında büyük bir sıkıntı çekerler. Allah'ın rızasını kazanmak yerine, insanların gözündeki prestijlerini korumayı amaçlarlar.
Bir başkasının, hatalarını veya eksiklerini kendilerine hatırlatması gururlarına çok ağır gelir. Böyle bir durumda küçük düştüklerini, insanların gözündeki itibarlarını kaybettiklerini düşünerek sarsılırlar. Bu nedenle, içten içe sürekli bu korku ve tedirginlikle yaşarlar; içlerinden geldiği gibi hareket edemez, doğal bir hayat yaşayamazlar. Her zaman akıllarının bir yerinde bunların hesabını yapar, içlerinden geldiği gibi samimi davranmak yerine, bu hesaba uygun olan ne ise onu uygularlar. Bundan dolayı da sürekli olarak kendilerini kasmak ve yapmacık hareket etmek zorunda kalırlar.Örneğin herkesin eğlendiği bir yerde, kibirli kimseler herkesin tersine azap çekerler. Bir yandan ruhlarında eğlenceye katılmak için büyük bir istek duyar, bir yandan da kusursuz tavırlar gösteremeyecekleri takdirde küçük düşecekleri korkusu ile bundan uzak dururlar.
İşte bu insanlar ortaya koydukları bu ahlaktan dolayı yalnız ve soğuk bir dünyada enaniyetleriyle baş başa bir hayat yaşamak zorunda kalırlar. Oysaki bunun yerine mütevazi, Allah'a ve müminlere karşı boyun eğici bir karakter göstermiş olsalar tüm bu sıkıntıları sona erecektir.
Tevazu ile birlikte, azabın yerini neşe, huzur ve mutluluk alacaktır. Çünkü tevazulu insan hata yapma korkusu içerisinde olmaz. Bir hata yaptığı kendisine hatırlatıldığında hemen Allah'a yönelir, Allah'tan bağışlanma diler, niyet ve tavrını düzeltir. Ayrıca, tevekkülü ile, bu hatayı kendisi için bir hayır olarak görür, kendisini daha geliştirmesine vesile olduğunu düşünerek sevinir. İnsanların kendisi için ne düşündüğünü değil, Allah'ın rızasını önemser. Böyle düşünen bir insanla, kibrinden gerginlik ve huzursuzluk yaşayan bir insanın ruh halinin ve hayatının ne kadar farklı olacağı açıktır.
Bunun yanında unutulmamalıdır ki kibir şeytanın en temel özelliğidir. Büyüklenmesi, onun cennetten kovulmasına, Allah'ın lanetini üzerine almasına ve cehennem azabını hak etmesine neden olmuştur. Bu nedenle Allah'ın gücü karşısındaki aczini unutan, haksız bir büyüklenme ile insanlarla yarışa giren kimseler de şeytan ile aynı karşılığı almaktan korkmalıdırlar. Zira Allah bir ayetinde, cahiliye toplumunun değer yargılarından kurtulamayarak, onur adı altında enaniyetlerini sürdüren kimseler için ahirette acı bir azap olabileceğini hatırlatmaktadır. Allah dünyada büyüklük taslayanlara o gün şöyle seslenileceğini bildirmektedir: (Azabı) Tad; çünkü sen, (kendince) üstün, onurluydun. (Duhan Suresi, 49)
Gerçek onur ve üstünlük ise dünyada iken boyun eğici, mazlum ve yumuşak başlı bir tavır içerisinde olan kimseler içindir. Allah iman edenleri şöyle müjdelemiştir:
Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz ve sizi 'onurlu-üstün' bir makama sokarız. (Nisa Suresi, 31)
(alıntı harun yahya gizli azapların çözümü)