` nazLı ..
Bayan Üye
Kesik Bıyık
(Ömer Seyfettin)
Darwin denilen adamın sözüne inanmalı. Evet. İnsanlar mutlaka maymundan türemişler! Çünkü işte neyi görsek hemen taklit ediyoruz; oturmayı, kalkmayı, içmeyi, yürümeyi, hâsılı hâsılı her şeyi…
Ne kadar adamlar vardır ki hiç ihtiyaç yokken «monokl» dediğimiz tek gözlükleri takarlar. Çünkü terzide seyrettikleri moda albümlerinde*ki resimler tek sözlüklüdür.
Neyse… Lâfı uzatmayalım. Ben de taklitçinin birisiyim. Her modayı yaparım. Altı yedi sene evvel, gördüm ki herkes bıyıklarını Amerikanvari kesiyor, benim de hemen kestirdiğimi tabiî tahmin edersiniz. Ah, evet ben de kestirdim; hakikaten, Darwin’in istediği gibi, ecdadıma benzedim.
Fakat ilk zamanlar o kadar utandım ki, size tarif edemem. Hele ilk gün bir arkadaşa rastgelmeyeyim diye arka sokaklardan eve gel*dim. Kapıyı açan evlâtlık beni bu halde görünce dehşetli bir nâra attı. Kurt görmüş bir kısrak heyecanıyla, haykıra haykıra kaçtı. Ben kapıyı iterek yukarı çıktım. Hınzır, kız, kim bilir anneme neler söylemiş. Oda*ma annem geldi. Ben, dişlerim ağrıyormuş gibi ağzımı tutuyor, bıyıkla*rımı göstermiyordum.
- Ah hain, alçak! Artık benim evlâdım değilsin! dedi.
Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Zavallı kansız elleri titriyor, yüreğinin şiddetli çarpmasından derin derin geğirmeler göğsünü, başım sarsıyor*du.
- Niçin anneciğim? dedim.
- Niçin mi? diye inledi, hani bıyıkların?
- Bıyıklarımı kesmekle niçin alçak, niçin hain olayım? Annem daha beter ağlamağa, daha beter geğirmeğe başladı:
- Beni anlamaz mı sanıyorsun? dedi. Bıyıklarını farmasonlar keserlermiş. Demek sen de farmasonmuşsun! Verdiğim süt sana haram olsun! Ah, demek sen de farmasonmuşsun da bizim haberimiz yokmuş!..
Ben her ne kadar bu rezaleti sırf taklitçilik yüzünden, hem âdeta haberim olmadan yaptığımı anlatmağa kalktımsa da hiç para etmedi. Annem daha beter ağladı. Lâflarıma inanmıyordu. Dizlerim döverek:
- Seni doğuracağıma keşke taşları doğuraydım!., diye çırpmıyordu.
Tam bu esnada babam gelmez mi?.. Evlâtlık kız bıyıklarımın halini ona da yetiştirmiş. Aralık kalan kapıdan onu kalın bastonuyla beraber yukarı çıkmış görünce titredim. Korkmadım desem yalan söylemiş olu*rum. Mahvolduğumu anladım. Babam hızla içeri girdi. Ben hâlâ ellerim*le bıyıklarımı kapalı tutuyordum. Bastonunu havada savurarak:
- Aç bakayım ellerini!..
diye bağırdı. Artık iş çatallaşmıştı. Hemen bir yalan uydurdum:
- Babacığım, bugün sigaramı yakarken kazara bıyığımın bir ta*rafını tutuşturdum… Onun için kestirdim. Ama bizim ihtiyarda hacı gözü yoktu:
- Sen bana dolma yutturamazsın, dedi, demek ki sokakları doldu*ran züppelerin hepsinin bıyıkları kibritle mi yandı?
Sustum. Cevap vermedim.
Babam açtı ağzını yumdu gözünü…
Babamın hiddeti karşısında ne yapacağımı şaşırıyor, «bıyıklarımı keseceğime keşke kafamı keseydim!» diye içimi çekiyordum. Babam son sözünü söyledi: Beni reddetti, evden kovdu.
- Hemen çık! bir daha sakın buraya geleyim, deme… Çünkü artık bıyıkların çıksa bile namusun yerine gelmez…
Ne yapalım? Çarnaçar çıktım. Gidecek yerim yoktu. Aklıma Topkapı’da bir arkadaşım geldi. «Bari gidip ona misafir olayım» dedim.
Tramvay yoluna doğru yürüdüm. Köşe başında bizim sporcu arka*daşları gördüm. Bana gözleri ilişince:
- Bonjur, bonjur! diye haykırıştılar, işte şimdi adama benzedin… Neydi o pala bıyıklar?.. Mezardan kalkmış bir yeniçeri ağası gibi!..
Ne cevap, ne selâm verdim. Yürüdüm. Annemin, babamın ayrı ay*rı mânalar verdiği felâketimi bu beyler çok muvafık, çok hoş buluyor*lardı.
Topkapı tramvayına bindim. İçerisi tenha idi. Kabahatli gibi bir tarafa iliştim. Geldi, yanıma abani sarıklı, kır sakallı bir hoca efendi oturdu. Biletimi aldım. Arasıra dışarı bakıyordum. Gözüm hoca efendi*ye kaçtı. Dikkat ettim. Dik dik bana bakıyor… Yüreğim hop etti. «Sa*kın bu da bıyıklarım için küfrüme hükmetmesin» diyordum. Gittikçe yüreğimin çarpması ziyadeleşti. Kalkmak, dışarı çıkmak istedim. Hazır*lanıyordum. Hoca efendi gülümsedi:
- Eksik olmayınız oğlum! yar olunuz! dedi. Heyecanıma şimdi hayret de karışmıştı:
- Niçin efendim? diye sordum.
- Sizin gibi şık gençleri sünnetli görmek, bizim için ne büyük bir iftihardır, dedi.
Hoca güldü:
- İşte bıyıklarınızı kestirmişsiniz ya oğlum, dedi, bu sünnet-i şerif değil midir...
(Ömer Seyfettin)
Darwin denilen adamın sözüne inanmalı. Evet. İnsanlar mutlaka maymundan türemişler! Çünkü işte neyi görsek hemen taklit ediyoruz; oturmayı, kalkmayı, içmeyi, yürümeyi, hâsılı hâsılı her şeyi…
Ne kadar adamlar vardır ki hiç ihtiyaç yokken «monokl» dediğimiz tek gözlükleri takarlar. Çünkü terzide seyrettikleri moda albümlerinde*ki resimler tek sözlüklüdür.
Neyse… Lâfı uzatmayalım. Ben de taklitçinin birisiyim. Her modayı yaparım. Altı yedi sene evvel, gördüm ki herkes bıyıklarını Amerikanvari kesiyor, benim de hemen kestirdiğimi tabiî tahmin edersiniz. Ah, evet ben de kestirdim; hakikaten, Darwin’in istediği gibi, ecdadıma benzedim.
Fakat ilk zamanlar o kadar utandım ki, size tarif edemem. Hele ilk gün bir arkadaşa rastgelmeyeyim diye arka sokaklardan eve gel*dim. Kapıyı açan evlâtlık beni bu halde görünce dehşetli bir nâra attı. Kurt görmüş bir kısrak heyecanıyla, haykıra haykıra kaçtı. Ben kapıyı iterek yukarı çıktım. Hınzır, kız, kim bilir anneme neler söylemiş. Oda*ma annem geldi. Ben, dişlerim ağrıyormuş gibi ağzımı tutuyor, bıyıkla*rımı göstermiyordum.
- Ah hain, alçak! Artık benim evlâdım değilsin! dedi.
Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Zavallı kansız elleri titriyor, yüreğinin şiddetli çarpmasından derin derin geğirmeler göğsünü, başım sarsıyor*du.
- Niçin anneciğim? dedim.
- Niçin mi? diye inledi, hani bıyıkların?
- Bıyıklarımı kesmekle niçin alçak, niçin hain olayım? Annem daha beter ağlamağa, daha beter geğirmeğe başladı:
- Beni anlamaz mı sanıyorsun? dedi. Bıyıklarını farmasonlar keserlermiş. Demek sen de farmasonmuşsun! Verdiğim süt sana haram olsun! Ah, demek sen de farmasonmuşsun da bizim haberimiz yokmuş!..
Ben her ne kadar bu rezaleti sırf taklitçilik yüzünden, hem âdeta haberim olmadan yaptığımı anlatmağa kalktımsa da hiç para etmedi. Annem daha beter ağladı. Lâflarıma inanmıyordu. Dizlerim döverek:
- Seni doğuracağıma keşke taşları doğuraydım!., diye çırpmıyordu.
Tam bu esnada babam gelmez mi?.. Evlâtlık kız bıyıklarımın halini ona da yetiştirmiş. Aralık kalan kapıdan onu kalın bastonuyla beraber yukarı çıkmış görünce titredim. Korkmadım desem yalan söylemiş olu*rum. Mahvolduğumu anladım. Babam hızla içeri girdi. Ben hâlâ ellerim*le bıyıklarımı kapalı tutuyordum. Bastonunu havada savurarak:
- Aç bakayım ellerini!..
diye bağırdı. Artık iş çatallaşmıştı. Hemen bir yalan uydurdum:
- Babacığım, bugün sigaramı yakarken kazara bıyığımın bir ta*rafını tutuşturdum… Onun için kestirdim. Ama bizim ihtiyarda hacı gözü yoktu:
- Sen bana dolma yutturamazsın, dedi, demek ki sokakları doldu*ran züppelerin hepsinin bıyıkları kibritle mi yandı?
Sustum. Cevap vermedim.
Babam açtı ağzını yumdu gözünü…
Babamın hiddeti karşısında ne yapacağımı şaşırıyor, «bıyıklarımı keseceğime keşke kafamı keseydim!» diye içimi çekiyordum. Babam son sözünü söyledi: Beni reddetti, evden kovdu.
- Hemen çık! bir daha sakın buraya geleyim, deme… Çünkü artık bıyıkların çıksa bile namusun yerine gelmez…
Ne yapalım? Çarnaçar çıktım. Gidecek yerim yoktu. Aklıma Topkapı’da bir arkadaşım geldi. «Bari gidip ona misafir olayım» dedim.
Tramvay yoluna doğru yürüdüm. Köşe başında bizim sporcu arka*daşları gördüm. Bana gözleri ilişince:
- Bonjur, bonjur! diye haykırıştılar, işte şimdi adama benzedin… Neydi o pala bıyıklar?.. Mezardan kalkmış bir yeniçeri ağası gibi!..
Ne cevap, ne selâm verdim. Yürüdüm. Annemin, babamın ayrı ay*rı mânalar verdiği felâketimi bu beyler çok muvafık, çok hoş buluyor*lardı.
Topkapı tramvayına bindim. İçerisi tenha idi. Kabahatli gibi bir tarafa iliştim. Geldi, yanıma abani sarıklı, kır sakallı bir hoca efendi oturdu. Biletimi aldım. Arasıra dışarı bakıyordum. Gözüm hoca efendi*ye kaçtı. Dikkat ettim. Dik dik bana bakıyor… Yüreğim hop etti. «Sa*kın bu da bıyıklarım için küfrüme hükmetmesin» diyordum. Gittikçe yüreğimin çarpması ziyadeleşti. Kalkmak, dışarı çıkmak istedim. Hazır*lanıyordum. Hoca efendi gülümsedi:
- Eksik olmayınız oğlum! yar olunuz! dedi. Heyecanıma şimdi hayret de karışmıştı:
- Niçin efendim? diye sordum.
- Sizin gibi şık gençleri sünnetli görmek, bizim için ne büyük bir iftihardır, dedi.
Hoca güldü:
- İşte bıyıklarınızı kestirmişsiniz ya oğlum, dedi, bu sünnet-i şerif değil midir...