` nazLı ..
Bayan Üye
Kemerburgaz’dan Terkos’a İstanbul köyleri
Kış bir türlü gelmedi. Bahar, ağaç dallarında ve yol kenarlarında açan papatyalarla kendini göstermeye başladı. Biz de mesire yerlerine, göl kıyılarına, çiçekli vadilere doğru düştük yollara ve İstanbul’un artık kaybolmaya yüz tutmuş köylerine gittik. Arnavutköy, Kadıköy, Ataköy gibi olanlarına değil, derelerinde mandaların yıkandığı, yollarında paytak kazların dolaştığı, çimenlerinde kuzuların otladığı köylere.
Kemerburgaz’dan başlayıp Odayeri, Ağaçlı, Akpınar, Çiftalan, Işıklar, İhsaniye, Pirinçli, Tayakadın ve Yayla’ya kadar uzandık. Terkos Gölü’nün kıyısında yaşlı bir balıkçıyla sohbet ederek bitirdik yolculuğumuzu. Siz giderken yanınıza nevalenizi ve mangalınızı almayı unutmayın. Biz unuttuk pişman olduk.
İlk durağımız olan Kemerburgaz, Kurt Kemeri ile Uzun Kemer arasında kurulmuş çok eski bir köy. Bizans dönemindeki adı Pirgos. Fetihten sonra buraya Pirgos’un (Pyrgos) Türkçe karşılığı olan ve "kale burcu" anlamına gelen Burgaz adını veriyor. Mimar Sinan, Bizans döneminden kalan kemerleri ayağa kaldırıp yeni su yolları inşa edince Kemer ve Burgaz kelimelerini birleştiren halk köye Kemerburgaz adını veriyor.
Osmanlı döneminde köyün demografik yapısı pek bozulmuyor. Kurtuluş Savaşı sonrasında yapılan ilk sayımda köyde 360 hane Rum, 10 hane de Türk olduğu saptanıyor. Türklerin çoğu 93 harbi yani 1877 Osmanlı - Rus Savaşı döneminde Bulgaristan’dan göç edenler. 1924’te yapılan mübadeleden sonra Yunanistan’a gönderilen Rumların yerine Selanik’ten gelen Türkler yerleşiyor.
Kırık Kemer’den girdikten biraz sonra Hamidiye sularının bulunduğu dolum tesisiyle karşılaşıyoruz. Bu bölgede Hamidiye’nin dışında Kum suyu, Binbaşı suyu ve Kemer suyu gibi kaynak sularının şişelendiği tesisler var. Hem bu kaynaklardan hem de köyleri çepeçevre kuşatan kemerlerden de anlaşılacağı gibi burası tarih boyunca İstanbul’un su deposu olarak kullanılmış. Fazla değil 30 yıl öncesine kadar Kemerburgaz ve çevresi, yaşadığımız metropolün en güzel ve lezzetli su kaynaklarıyla doluydu. Bu kaynakların büyük bir bölümü kömür çıkarma izni verilen maden işletmelerinin marifetiyle kurutulup yok edildi.
HAMİDİYE’DE TURŞUCULAR
Hamidiye’nin biraz ilerisinden eski köy yoluna girince turşucularla karşılaştık. En yenisi 40 yıllık olan yanyana üç turşu dükkanı, memleketin en leziz turşularını sunmaya devam ediyor. 20-30 sene öncesine kadar yüzyıllarca sebzecilik ve hayvancılıkla geçinmiş olan ahali, kendi bahçelerinde ürettikleri sebzelerden turşu yapıp İstanbul’a satar ve bu işten geçimini sağlardı. Geçmişte bulunduğumuz bu noktada dokuz turşucu dükkanı vardı. Şimdi bu geleneği sürdüren sadece üç aile kaldı.
Bu güzel belde eskiden Safranbolu evlerini andıran konaklarla doluydu. Bağdadi sıvalı ve sarı boyalı konakların yanı sıra geniş bahçeler içinde çok sayıda ahşap yapı da vardı. Bu kültürel mirastan günümüze 8-10 tane eser kaldı. Bunlar da bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tutmuş vaziyette kurtarıcısını bekliyor.
Kemerburgaz ve köyleri, Eyüp Belediyesi sınırları içinde yer alıyor. Terkos’tan itibaren ise Çatalca ilçesi hudutlarına giriliyor. Uzunkemer’i geçtikten sonraki ilk köyün adı Göktürk. Son 20 yıl içinde köyün çevresinde, Kemer Country gibi çok sayıda yeni yerleşim alanları kuruldu. Yeni sitelerin çevresinde başta Hisar Vakfı Okulları olmak üzere seçkin kolejler açıldı, alışveriş merkezleri, kafeler, lokantalar hizmete girdi. Kemerburgaz’da yorulduysanız, Göktürk yolu üzerinde yeni açılan Gezi İstanbul’da dinlenip güzel yemekler, lezzetli pizzalar yiyip çay kahve içebilirsiniz. Çünkü yolun bundan sonrası mahrumiyet bölgesi sayılıyor.
MUHACİRLERİN KURDUĞU ODAYERİ
Göktürk’ü geçtikten sonra Saray tabelasını izleyerek kuzeybatıya doğru devam ediyoruz. İlk durağımız Odayeri Köyü. 130 yıl önce 93 muhacirleri tarafından kurulmuş. Toplam nüfusu 350. Yazları bu sayı 500’e çıkıyor. Ormanlar içinde sakin, sessiz bir köy. Hayvancılıkla geçiniyorlar. Nüfusun büyük bir bölümü çevredeki iş merkezlerinde çalışıyor. Bazı Odabaşı sakinlerinin kentin içinde Fatih ve Bayrampaşa gibi ilçelerde de evleri var. Bu insanlar hafta sonunu ve yazları köylerinde geçirmeyi tercih ediyor. Tabii okuma yazma oranı yüzde 100. Köylülerin çoğu lise mezunu. Üniversite mezunu olanların sayısı çok az. Tüm Trakya’da olduğu gibi bu köyde de hane başına düşen çocuk sayısı bir ya da iki civarında. Bu yüzden miras bölüşümünün getirdiği toprak paylaşımı düşük olduğundan, Odayeri doğumlular dışarıya göçmüyor. Giderlerin ise her zaman bir ayağı köyde oluyor. Dışarıda çalışanların çoğu çocuklarını daha iyi okullara vermek için yakın çevredeki ilçelere yerleşmiş. Köy ilkokulu 1987’de kapanmış. Köylü çocuklar taşımalı eğitim marifetiyle her gün Kemerburgaz’a gidip gelerek eğitimlerini sürdürüyor.
Kış bir türlü gelmedi. Bahar, ağaç dallarında ve yol kenarlarında açan papatyalarla kendini göstermeye başladı. Biz de mesire yerlerine, göl kıyılarına, çiçekli vadilere doğru düştük yollara ve İstanbul’un artık kaybolmaya yüz tutmuş köylerine gittik. Arnavutköy, Kadıköy, Ataköy gibi olanlarına değil, derelerinde mandaların yıkandığı, yollarında paytak kazların dolaştığı, çimenlerinde kuzuların otladığı köylere.
Kemerburgaz’dan başlayıp Odayeri, Ağaçlı, Akpınar, Çiftalan, Işıklar, İhsaniye, Pirinçli, Tayakadın ve Yayla’ya kadar uzandık. Terkos Gölü’nün kıyısında yaşlı bir balıkçıyla sohbet ederek bitirdik yolculuğumuzu. Siz giderken yanınıza nevalenizi ve mangalınızı almayı unutmayın. Biz unuttuk pişman olduk.
İlk durağımız olan Kemerburgaz, Kurt Kemeri ile Uzun Kemer arasında kurulmuş çok eski bir köy. Bizans dönemindeki adı Pirgos. Fetihten sonra buraya Pirgos’un (Pyrgos) Türkçe karşılığı olan ve "kale burcu" anlamına gelen Burgaz adını veriyor. Mimar Sinan, Bizans döneminden kalan kemerleri ayağa kaldırıp yeni su yolları inşa edince Kemer ve Burgaz kelimelerini birleştiren halk köye Kemerburgaz adını veriyor.
Osmanlı döneminde köyün demografik yapısı pek bozulmuyor. Kurtuluş Savaşı sonrasında yapılan ilk sayımda köyde 360 hane Rum, 10 hane de Türk olduğu saptanıyor. Türklerin çoğu 93 harbi yani 1877 Osmanlı - Rus Savaşı döneminde Bulgaristan’dan göç edenler. 1924’te yapılan mübadeleden sonra Yunanistan’a gönderilen Rumların yerine Selanik’ten gelen Türkler yerleşiyor.
Kırık Kemer’den girdikten biraz sonra Hamidiye sularının bulunduğu dolum tesisiyle karşılaşıyoruz. Bu bölgede Hamidiye’nin dışında Kum suyu, Binbaşı suyu ve Kemer suyu gibi kaynak sularının şişelendiği tesisler var. Hem bu kaynaklardan hem de köyleri çepeçevre kuşatan kemerlerden de anlaşılacağı gibi burası tarih boyunca İstanbul’un su deposu olarak kullanılmış. Fazla değil 30 yıl öncesine kadar Kemerburgaz ve çevresi, yaşadığımız metropolün en güzel ve lezzetli su kaynaklarıyla doluydu. Bu kaynakların büyük bir bölümü kömür çıkarma izni verilen maden işletmelerinin marifetiyle kurutulup yok edildi.
HAMİDİYE’DE TURŞUCULAR
Hamidiye’nin biraz ilerisinden eski köy yoluna girince turşucularla karşılaştık. En yenisi 40 yıllık olan yanyana üç turşu dükkanı, memleketin en leziz turşularını sunmaya devam ediyor. 20-30 sene öncesine kadar yüzyıllarca sebzecilik ve hayvancılıkla geçinmiş olan ahali, kendi bahçelerinde ürettikleri sebzelerden turşu yapıp İstanbul’a satar ve bu işten geçimini sağlardı. Geçmişte bulunduğumuz bu noktada dokuz turşucu dükkanı vardı. Şimdi bu geleneği sürdüren sadece üç aile kaldı.
Bu güzel belde eskiden Safranbolu evlerini andıran konaklarla doluydu. Bağdadi sıvalı ve sarı boyalı konakların yanı sıra geniş bahçeler içinde çok sayıda ahşap yapı da vardı. Bu kültürel mirastan günümüze 8-10 tane eser kaldı. Bunlar da bakımsızlıktan yıkılmaya yüz tutmuş vaziyette kurtarıcısını bekliyor.
Kemerburgaz ve köyleri, Eyüp Belediyesi sınırları içinde yer alıyor. Terkos’tan itibaren ise Çatalca ilçesi hudutlarına giriliyor. Uzunkemer’i geçtikten sonraki ilk köyün adı Göktürk. Son 20 yıl içinde köyün çevresinde, Kemer Country gibi çok sayıda yeni yerleşim alanları kuruldu. Yeni sitelerin çevresinde başta Hisar Vakfı Okulları olmak üzere seçkin kolejler açıldı, alışveriş merkezleri, kafeler, lokantalar hizmete girdi. Kemerburgaz’da yorulduysanız, Göktürk yolu üzerinde yeni açılan Gezi İstanbul’da dinlenip güzel yemekler, lezzetli pizzalar yiyip çay kahve içebilirsiniz. Çünkü yolun bundan sonrası mahrumiyet bölgesi sayılıyor.
MUHACİRLERİN KURDUĞU ODAYERİ
Göktürk’ü geçtikten sonra Saray tabelasını izleyerek kuzeybatıya doğru devam ediyoruz. İlk durağımız Odayeri Köyü. 130 yıl önce 93 muhacirleri tarafından kurulmuş. Toplam nüfusu 350. Yazları bu sayı 500’e çıkıyor. Ormanlar içinde sakin, sessiz bir köy. Hayvancılıkla geçiniyorlar. Nüfusun büyük bir bölümü çevredeki iş merkezlerinde çalışıyor. Bazı Odabaşı sakinlerinin kentin içinde Fatih ve Bayrampaşa gibi ilçelerde de evleri var. Bu insanlar hafta sonunu ve yazları köylerinde geçirmeyi tercih ediyor. Tabii okuma yazma oranı yüzde 100. Köylülerin çoğu lise mezunu. Üniversite mezunu olanların sayısı çok az. Tüm Trakya’da olduğu gibi bu köyde de hane başına düşen çocuk sayısı bir ya da iki civarında. Bu yüzden miras bölüşümünün getirdiği toprak paylaşımı düşük olduğundan, Odayeri doğumlular dışarıya göçmüyor. Giderlerin ise her zaman bir ayağı köyde oluyor. Dışarıda çalışanların çoğu çocuklarını daha iyi okullara vermek için yakın çevredeki ilçelere yerleşmiş. Köy ilkokulu 1987’de kapanmış. Köylü çocuklar taşımalı eğitim marifetiyle her gün Kemerburgaz’a gidip gelerek eğitimlerini sürdürüyor.
GENİŞ ÇAYIRLARIYLA AĞAÇLI
Geldiğimiz yoldan geri dönüp köyü dış dünyaya bağlayan ana caddeye çıkıyoruz. İstanbul istikametinin tersine doğru 11 kilometre yol alınca Ağaçlı Köyü’ne giriyoruz. Ağaçlı bölgenin en eski ve güzel köylerinden biri. Beldenin kırlarında yüzlerce mandanın yayıldığı geniş çayırlar yemyeşil olmuş. Erik ve elma ağaçları çiçek açmış. Köy Aşağı ve Yukarı Ağaçlı olmak üzere iki ayrı mahalleden oluşuyor. Toplam hane sayısı 60 civarında. Köyün manda nüfusu ise 2 bine yakın. Ağaçlı sakinleri hayvancılık, sütçülük ve sebzecilikle geçiniyor. Çevrede su kaynaklarının çok olması ve madenlerin açtıkları çukurlarda oluşan göller, su aşığı olan mandalar için yaşama alanı oluşturuyor. Köy Muhtarı Güngör Korkmaz, "Bundan 20 sene önce İstanbul’un en güzel suyu buradan çıkardı. Kömür madenleri açılınca su kaynaklarımız kurudu" diyor. İstanbul’un bu kadar yakınında olmasına rağmen köyde şebeke suyu henüz yok.
Ağaçlı, Karadeniz’in kıyısında kurulmuş bir güzellik beldesi. Pırıl pırıl kumları, denize dik inen uçurumları, martılarıyla asude bir bahar ülkesi gibi. Ama denizden izinli ya da izinsiz kum çıkarıldığı için suya girmek tehlikeli. Kepçelerin açtığı çukurlarda her yıl dört beş kişi boğularak hayatını kaybediyor.
İhsaniye ve Işıklar Köyü’nü hızla geçmeye çalışıyoruz. Çünkü, bölge İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından molozculara kiralanmış. Kervanlar oluşturmuş onlarca kamyonun arasından sıyrılarak yolumuza devam ederken köyleri görmeye çabalıyoruz. Ama nafile. Kamyonların kaldırdığı toz bulutlarından göz gözü görmüyor çünkü. Moloz döküm yerlerini arkamızda bıraktıktan sonra Çatalca-Terkos yönüne doğru ilerliyoruz. Meşe ormanları yerini yüksek çamlara bırakıyor. İhsaniye’den yaklaşık 20 kilometre sonra Tayakadın Köyü yakınlarında ormanların içinden açılmış geniş bir patikaya sapıp devam ediyoruz. Ve ikiyüz metre sonra saklı bir gölle karşılaşıyoruz. Bir arabayla göl yakınlarına kadar gelen üç genç adam balık yakalıyor. Göl, çok eski bir maden alanından kalma devasa çukurun içine dolan sularla oluşmuş. Sazan ve alabalık çıkıyor.
Geldiğimiz yoldan geri dönüp köyü dış dünyaya bağlayan ana caddeye çıkıyoruz. İstanbul istikametinin tersine doğru 11 kilometre yol alınca Ağaçlı Köyü’ne giriyoruz. Ağaçlı bölgenin en eski ve güzel köylerinden biri. Beldenin kırlarında yüzlerce mandanın yayıldığı geniş çayırlar yemyeşil olmuş. Erik ve elma ağaçları çiçek açmış. Köy Aşağı ve Yukarı Ağaçlı olmak üzere iki ayrı mahalleden oluşuyor. Toplam hane sayısı 60 civarında. Köyün manda nüfusu ise 2 bine yakın. Ağaçlı sakinleri hayvancılık, sütçülük ve sebzecilikle geçiniyor. Çevrede su kaynaklarının çok olması ve madenlerin açtıkları çukurlarda oluşan göller, su aşığı olan mandalar için yaşama alanı oluşturuyor. Köy Muhtarı Güngör Korkmaz, "Bundan 20 sene önce İstanbul’un en güzel suyu buradan çıkardı. Kömür madenleri açılınca su kaynaklarımız kurudu" diyor. İstanbul’un bu kadar yakınında olmasına rağmen köyde şebeke suyu henüz yok.
Ağaçlı, Karadeniz’in kıyısında kurulmuş bir güzellik beldesi. Pırıl pırıl kumları, denize dik inen uçurumları, martılarıyla asude bir bahar ülkesi gibi. Ama denizden izinli ya da izinsiz kum çıkarıldığı için suya girmek tehlikeli. Kepçelerin açtığı çukurlarda her yıl dört beş kişi boğularak hayatını kaybediyor.
İhsaniye ve Işıklar Köyü’nü hızla geçmeye çalışıyoruz. Çünkü, bölge İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından molozculara kiralanmış. Kervanlar oluşturmuş onlarca kamyonun arasından sıyrılarak yolumuza devam ederken köyleri görmeye çabalıyoruz. Ama nafile. Kamyonların kaldırdığı toz bulutlarından göz gözü görmüyor çünkü. Moloz döküm yerlerini arkamızda bıraktıktan sonra Çatalca-Terkos yönüne doğru ilerliyoruz. Meşe ormanları yerini yüksek çamlara bırakıyor. İhsaniye’den yaklaşık 20 kilometre sonra Tayakadın Köyü yakınlarında ormanların içinden açılmış geniş bir patikaya sapıp devam ediyoruz. Ve ikiyüz metre sonra saklı bir gölle karşılaşıyoruz. Bir arabayla göl yakınlarına kadar gelen üç genç adam balık yakalıyor. Göl, çok eski bir maden alanından kalma devasa çukurun içine dolan sularla oluşmuş. Sazan ve alabalık çıkıyor.
GÖLE DÖNÜŞEN ESKİ MADENLER
Aslında bu alan İstanbul’un göller bölgesi sayılır. Çünkü, 1908 yılından beri bölgede madencilik yapılıyor. Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Zonguldak’tan gelen gemiler Ruslar tarafından bombalanınca İstanbul kömürsüz kalmış.
Türkiye’nin ilk elektrik fabrikası olan Silahtar Elektrik Santralı da kömürsüzlükten çalışamaz hale gelmiş. Bunun üzerine Ağaçlı - Terkos çevresindeki madenler kıymete binmiş. Yüzlerce maden alanı açılarak kömür çıkarılmaya başlanmış. Maden çukurlarına dolan sular zamanla göllere dönüşmüş. Büyükşehir Belediyesi, birkaç yıldır İstanbul’un molozlarını bu çukurlara doldurarak gölleri yok ediyor. Bu gölleri ıslah edip kente kazandırmayı ve rekreasyon alanları yaratmayı hiç kimse düşünmüyor.
Bundan sonraki durağımız Terkos Gölü. Gölün yüzlerce yıllık adı "Durusu" olarak değiştirilmiş ama yeni ismini kimse kullanmadığı için kağıt ve tabela üzerinde kalmış. Gölün kıyısındaki çok eski kasabada hayat aynen devam ediyor. Selanik göçmenlerinin oturduğu belde, İSKİ tarafından çok iyi korunuyor. İleri biyolojik arıtma tesisi sayesinde göle bir damla bile atık su inmiyor. Arıtma sistemi çalışmaya başladığından bu yana göl kısa zamanda kendini toplayarak eski biyolojik çeşitliliğine yeniden kavuşmuş. Gölden mevsimine göre turna, sazan ve alabalık çıkıyor.
Aslında bu alan İstanbul’un göller bölgesi sayılır. Çünkü, 1908 yılından beri bölgede madencilik yapılıyor. Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Zonguldak’tan gelen gemiler Ruslar tarafından bombalanınca İstanbul kömürsüz kalmış.
Türkiye’nin ilk elektrik fabrikası olan Silahtar Elektrik Santralı da kömürsüzlükten çalışamaz hale gelmiş. Bunun üzerine Ağaçlı - Terkos çevresindeki madenler kıymete binmiş. Yüzlerce maden alanı açılarak kömür çıkarılmaya başlanmış. Maden çukurlarına dolan sular zamanla göllere dönüşmüş. Büyükşehir Belediyesi, birkaç yıldır İstanbul’un molozlarını bu çukurlara doldurarak gölleri yok ediyor. Bu gölleri ıslah edip kente kazandırmayı ve rekreasyon alanları yaratmayı hiç kimse düşünmüyor.
Bundan sonraki durağımız Terkos Gölü. Gölün yüzlerce yıllık adı "Durusu" olarak değiştirilmiş ama yeni ismini kimse kullanmadığı için kağıt ve tabela üzerinde kalmış. Gölün kıyısındaki çok eski kasabada hayat aynen devam ediyor. Selanik göçmenlerinin oturduğu belde, İSKİ tarafından çok iyi korunuyor. İleri biyolojik arıtma tesisi sayesinde göle bir damla bile atık su inmiyor. Arıtma sistemi çalışmaya başladığından bu yana göl kısa zamanda kendini toplayarak eski biyolojik çeşitliliğine yeniden kavuşmuş. Gölden mevsimine göre turna, sazan ve alabalık çıkıyor.
KÜLTÜR TURLARI YENİDEN BAŞLAYACAK
Sivil mimari eserlerinin azalması bölgeye olan turistik talebi de azaltmış. Kemerburgaz köylerine özel geziler düzenleyen Turkosmos seyahat acentesi, bundan üç yıl önce turlarına son vermiş. Turkosmos Genel Müdürü Ensar Tavukçuoğlu, ansızın kesilen bu tur programıyla ilgili şunları söyledi: "Sözkonusu bölge İstanbul’un kültürel zenginliği ve doğal güzelliğiyle en ilgi çekici bölgesiydi. Su kaynakları ve endemik bitkiler maden işletmelerinin talanı sonucu yok oldu. Sivil halk da yüzyıllardır içinde barındıkları tarihi yapıları yıkarak apartmanlar yapmaya başladı. Bu kıyım ve yıkımı protesto etmek için üzülerek turlarımıza ara verdik. Ama önümüzdeki bahardan itibaren yeniden başlamayı hedefliyoruz."
NASIL GİDİLİR
Köyleri İstanbul’a bağlayan en eski yol Kağıthane Deresi’nin Haliç’le birleştiği noktadan başlayıp, vadiyi aşarak Kemerburgaz’a ulaşıyor. İkinci giriş noktası ise TEM yolundan. İstanbul istikametinden gelenler Sadabat Viyadüğü’nü geçer geçmez sola sapınca, tabelaları izleyerek kolayca ulaşıyor. Edirne tarafından girmek isteyenler ise Okmeydanı ayrımına gelmeden Alibeyköy - Kemerburgaz tabelasının bulunduğu noktadan girerek menzile ulaşıyor. Bölgeye Hadımköy ve Çatalca’dan da giriş var. İstanbul yönünden giriş yaparsanız daha iyi edersiniz. Çünkü bu yol sizi dünyanın en güzel su yapılarına yani kemerlere götürecektir. Ve tüm bu güzergahın giriş kapısı Kurt Kemeri’dir.
alıntı
Sivil mimari eserlerinin azalması bölgeye olan turistik talebi de azaltmış. Kemerburgaz köylerine özel geziler düzenleyen Turkosmos seyahat acentesi, bundan üç yıl önce turlarına son vermiş. Turkosmos Genel Müdürü Ensar Tavukçuoğlu, ansızın kesilen bu tur programıyla ilgili şunları söyledi: "Sözkonusu bölge İstanbul’un kültürel zenginliği ve doğal güzelliğiyle en ilgi çekici bölgesiydi. Su kaynakları ve endemik bitkiler maden işletmelerinin talanı sonucu yok oldu. Sivil halk da yüzyıllardır içinde barındıkları tarihi yapıları yıkarak apartmanlar yapmaya başladı. Bu kıyım ve yıkımı protesto etmek için üzülerek turlarımıza ara verdik. Ama önümüzdeki bahardan itibaren yeniden başlamayı hedefliyoruz."
NASIL GİDİLİR
Köyleri İstanbul’a bağlayan en eski yol Kağıthane Deresi’nin Haliç’le birleştiği noktadan başlayıp, vadiyi aşarak Kemerburgaz’a ulaşıyor. İkinci giriş noktası ise TEM yolundan. İstanbul istikametinden gelenler Sadabat Viyadüğü’nü geçer geçmez sola sapınca, tabelaları izleyerek kolayca ulaşıyor. Edirne tarafından girmek isteyenler ise Okmeydanı ayrımına gelmeden Alibeyköy - Kemerburgaz tabelasının bulunduğu noktadan girerek menzile ulaşıyor. Bölgeye Hadımköy ve Çatalca’dan da giriş var. İstanbul yönünden giriş yaparsanız daha iyi edersiniz. Çünkü bu yol sizi dünyanın en güzel su yapılarına yani kemerlere götürecektir. Ve tüm bu güzergahın giriş kapısı Kurt Kemeri’dir.
alıntı