ashli
Bayan Üye
Kemençe sözcüğü, Farsça "keman" sözcüğü ile Türkçe "-çe" küçültme ekinin birleşmesiyle oluşmuştur. Sözcüğün kaynağı konusunda şöyle bir yorum da yapılmaktadır: Yerel söyleyiş ve Türk diyaleklerine göre kimi yerlerde "ıklığı"adıyla anılırken, kimi yerlerde çıkardığı sesin sivrisinek sesi gibi tiz olması nedeniyle, çeşitli diyeliklerde sivrisinek anlamında kullanılan "kemençe: küminçe-"kimin-çe" ve "çibin-çe" denmiştir. Divan'da sivrisinek anlamında "kimünçe" geçmektedir. Kemençe sözcüğü XV. yüzyıl sonlarına doğru kullanılır olmuştur. Daha önceleri yaylı saz anlamında aklıg, gıcak sözcükleri kullamılmıştır. İklıf; "oklu, oku olan" anlamına geldiğinden kemençeyle ilgisi ortadadır. Farsça metinlerdeyse bu sözcük yerine "kemençe-kemane" geçmektedir. Yaylı sazın Anadolu'da olduğu gibi İranda'da Selçuklular eliyle tanıtıldığı, bu sazın İç Asya'dan geldiği düşüncesi ağır basmaktadır. Kimi Batılı araştırmacıların da yaylı sazların Asya'dan geldiği düşüncesini savunmalarını da belirtelim.
Asya Türkçesinde dün olduğu gibi bugün de kemençe sözcüğü kullanılmaz. Iklığı ile gıcak sözcüğü kullanılır. Araplar da en eski tip Asya yaylı sazını Farsça "kemençe" adıyla İran'dan almışlardır.
Çalgının deri kaplı yarım hindistan cevizinden oluşan içi oyuk gövdesinin üst kenarına dikilmesine bir sap, gövdenin alına da üstteki doğrultusunda bir ayak çubuğu takılır. Kemancı o çubuğu yere dayayarak sazı viyolensel gibi tutar, ayakta çalar. Şekil ve kirişler az çok değişikliğe uğrasa da iki, üç, dört tane kıl teller ortak noktadadır.
Gagavuzlar, kemana "kemençe" derlerdi. Asya'da birçok yerde kullanılan kemençelerin ortak özelliği, hayvan kabuklarınadan, sukabağından, hindistan cevizinden, oyularak ağaçtan yapılan küçük bir ses kutusu, uzunca bir sapı bulunmasıdır. Çoğunun göğsü deriden, telleri bağırdak ya da at kılındandır. Günümüzde Asya'da ki Türkler kemençelere ****l tel de takmaktadırlar.
Avrupa'nın ortaçağ yaylı sazlarını XVII. yüzyıl sonlarında önce Anadolu, Anadolu'dan da Mısırlılar tanıdılar. Biz "kemençe" dedik; Araplar ise "Kemençe-i Rumi" demişlerdir. "Roma kemençesi" ya da "Balkan kemanı" anlamında kullanmışlardır.
Türkiye'de üç çeşit kemençe vardır. Birinci çeşit XIX. yüzyılda lavta (Almanca-Arapça bir kelimedir, mızrapla çalınan, gövdesi udtan küçük bir çalgıya denir), köçekçe (çoğu karcığar ya da ağırlama makamında, kıvrak, şen oyun havası) takımlarının başlıca çalgısı olan klasik kemençe. Bu saz büyük bir virtüöz olan Tanburi Cemil Bey'in elinde ince saza girdi. Günümüzdeki klasik Türk müziği topluluklarının vazgeçilmez üç çalgısından (ney, tanbur) biri oldu. Hüseyin Saadettin Arel'de soprano (üst ses) alto, tenor, bariton ve bas kemençeler yaptırarak, Türk müziğinde batı müziğindeki keman ailesinin yerini tutacak bir kemençe ailesi yaratmak istemiş, ama bu tasarısını gerçekleştirememişti. Klasik kemençenin gövdesi yarım armuda benzediği içn bu çalgıya "armudi kemençe" de denilmektedir. Üç tellidir klasik kemençe. Arel'in kemençesi dört telliydi. Çoğunda eskiden olduğu gibi bağırsaktan yapılma teller kullanılır. Teknesinin altındaki kuyruk takozu sol dize, 12-15 cm. uzunluktaki burgularıysa göğse dayanarak, telleri parmak uçlarıyla basmak yerine tırnaklarla yandan hafifçe itilerek çalınır. Akordu yegah-rastneva (la-re-la) biçiminde düzenlenir. Ses alanı çalanın ustalığına bağlı olarak iki buçuk oktavı geçebilir. Beşli aralıklarla akort edilir. Önce bir dörtlü olmaması teknik olanakları azaltır. Bu yüzden dört telli denemeler yapılmıştır.
Klasik kemençe rebapla yakın akrabadır. Çalgının üst bölümü düz, alt bölümü şişiktir. Gövde ve göğüs olarak iki bölümdür. Gövdenin en iyisi karadut ağacından yapılır. Peleseni, ceviz, limon gibi ağaçlardan da yapılabilir. Göğüs (kapak) servi ağacından yapılırsa yumuşak, müzikal; çamdan yapılırsa gür ve tok bir ses verir. Kulak denilen burguları üç tanedir. Fildişi abanoz ya da benzeri sert ağaçlardan yapılır. Burgu 15 cm.'dir. Kapakta karşılıklı 4 cm. uzunluğunda iki delik vardır. Delikler aracılığıyla ses dışarı çıkar. Kemençenin yayı abanoz ya da gül ağacındandır. Yay 60 cm.'dir. Kılların uzunluğu 46 cm.'dir. Çalınırken burgular göğse, geniş alt bölüm de sol diz üstüne konulur. Çalarken telden tele geçmek için, sol el ayasının hafifçe dokunması ile kemençe döndürülür, yay her zaman düz olarak çekilir. Son zamanlarda yaptırılan beş büyük kemençe ile çok sesli Türk müziği çalınmaktadır. Ünlü klasik kemençe sanatçıları şunlardır: Tanburi Cemil Bey, Sotiri, Aleko Bocanos, Paraşko Leondaridis, Ruşen Kam, Fahire Fersan, Haluk Recai, Cüneyt Orhon, Ekrem Erdoğdu.
Günümüzde Yunanlıların lirası, Bulgarların gudulkası ile kuzeybatı Anadolu'da, Ortaçağda Batı Avrupa'da ve Orta Asya'da benzerleri vardır klasik kemençenin.
İkinci çeşit kemençe, Güney Anadolu Türkmenlerinin çalgısı olan Türkmen kemençesidir. Ali Rıza Yalgın, Toroslarda Karatepeli Bölgesi adlı yapıtında bölge kemençesini, hem çalınırken hem de çalgı olarak resimlemiş, yayımlamış. Daha basitçe bir görüşü var bu kemençenin. Bizim Karadeniz kemençesinin daha hantalı, daha kabası gibi.
Üçüncü çeşit kemençe, bizim kemençemiz. Doğu Karadeniz kemençesidir. Fransızların pochette, İngilizlerin kit adını verdiği yaylı çalgının akrabasıdır. Anadolu'ya ne zaman ve hangi yolla girdiğini belirtmek güçtür. Avrupa'ya Doğu'dan gitmiş olabilir. Ortaçağ sonları, Avrupa halk yaylı çalgıları olarak kullanılmıştır. Avrupa'da kasaba çalgıcıları kemençe benzeri çalgıları, bu aletin keskin ve yaygaracı sesinden, halk danslarına eşlik etmekte yararlanırlardı. Yüzyıllar boyunca değişikliğe uğradı sözü edilen bu kemençeler. Başlangıçta dört ya da çift telli idi.
Görele kemençesi, yürek biçimindeki burguluğu, kısa sapı dar ve uzun gövdesiyle dikkat çekicidir, narindir. Göğsündeki delikler kemanınkini andırır. Bir kuyrukla gövdeye bağlanan teller, eşikle dip eşiğin üstünden geçilerek akort burgularına bağlanır, sarılır. Göğüsle teknenin dibi arasına can direği denen bir ahşab çubuk sıkıştırılır. Can direği tel köprünün altında bulunur. Can direği ses özelliği kazandırır kemençeye. Can direği olmazsa yeterli ses çıkmaz. Kemençe çalınırken sol elle tutulur, sapından kavranır kemençe, havada durdurulur. Kemençeyi tutan sol el, parmakları tellere basarak istenen sesleri bulur. Sağ eldeki yay tellere sürtülür. Bir tel üstündeki melodi(ezgi, hava) çalınırken kemençenin yayı bu telin yanındaki tele de sürtülür. Kemençe dörtlü paralelle çalışır (ikili, dörtlü, altılı seslere paralel ses denir). Kemençemizin orta teli (la) ortak çalınır. Orta telle birlikte, ince tele de kalın tele de istenen sese göre birlikte basılır (Kemençede sağ tel kalın, sol tel incedir). Kemençe çalınış özelliğiyle, dörtlü paralel çalışma yönüyle doğu tekniği içinde çok sesli tek çalgıdır. Müzikte, çok seslilikte yapı farkı görülür. Doğuda koma sistem, Batıda tampere sistem vardır.
Görele kemençesinin özellikleri: Kemençe ardıç, erik, dut, kiraz ağacından yapılır. Kapağı ladin ağacındandır. Kapak kalınsa ince ses, kapak inceyse kalın ses verir. Kemençeyle her ezgi çalınabilir. Perdesizdir.
Kulak yeteneğine, parmak yeteneğine bağlı olarak çalınır.
Tekne boyu : 41 cm
Tutma yeri (sap, tuşe) : 8.5 cm
Baş (kafa) : 6.5 cm
Geniş taban eni : 10 cm
Dar taban eni : 6.5 cm
Derinlik : 2.5 cm
Kapak kalınlığı : 2 mm'ye yakın
Kulak-Ön yüzeyin üstünde : 1.5 cm
Kravat : 18.5 cm
Tel alt bağlantı kuyruğu : 13 cm
Tel köprüsü genişliği : 5 cm
Tel köprüsü yüksekliği : 1.2 cm
Yay boyu : Aşağı yukarı kemençe boyu kadar
Kapak üzerinde bulunan
Durumundaki cep uzunluğu : 5.5 cm
İki cep arası : 3 cm
Kemençenin boyu : 55 cm
Kemençe yayı çet (çef), erik ağacından yapılır. Yay telleri ise at kuyruğundandır. Yay tellerine reçine (kolofon) sürüldükten sonra çalınır.
Kemençe çalanlara, kemençe sanatçılarına "Kemençeci" denir Görele'de. Kemençeci, halk edebiyatımızdaki ozan tipidir. Mani, türkü yakıcısı, yerine göre de öykü anlatıcısıdır. Düğünden düğüne, köyden köye gezdiği için de kültür taşıyıcısı, haber taşıyıcısıdır. Eğlenceden, konuşmaktan zevk alan, şakacı, güleryüzlü, esprili, hazırcevap bir kişiliği vardır kemençecilerin. Sözü, söyleyişi dinlenir, toplantıların, eğlencilerin şenliklerin aranan adıdır. Kesme türkü (kemençe türküsü, mani) yaratıcısıdır. Ancak yarattığı ürünlerde aşık edebiyatımızda olduğu gibi kendi adını söylemez; bunu alçak gönüllülükle açıklamak uygun düşer belki de...
Kemençeciler çocukluk döneminde dışavuran kemençeci olma tutkusu doğrultusunda bir kemençe edinerek yay sürtmeye başlarlar. Bu bir onmaz tutkudur. Dur durak, gece gündüz yoktur artık. Çevredekileri bunaltması da cabası. Bu dönemde yakınlarından şamar yiyen, kulağı çekilen, kemençesi kırılan, evden kovulan, samanlıklarda, tamlarda yatan çokdur. Dedik ya bir tutkudur bu, bir yeteneğin yansımasıdır, ne olursa olsun, sonunda ustaların çalışlarına da dikkat kesilerek bir bakmışsınız, bizim beğenmediğimiz, alaya aldığımız oğlan düğünlerde çalmaya başlamıştır, ustaların yanında. Eskiden bir inanç vardı: Bir çeşmenin yalak taşını kırarsa kemençe heveslisi, çalgıyı daha kolay, daha çabuk öğrenirdi. Kısası yeni yetmeler yalnız çevreyi rahatsız etmekle kalmaz bir çeşmenin de kırardı kolunu budağını:
Bir kurşun atacağım
Çeşmenin yalağına
Dulanırım adamın
Kırmızı yanağına
Kemençeye başlayanlar ilk zamanlarda, çevredeki ustalara öykünürler. Köprünün altından sular akıp da ustalaştığındaysa Karaman gibi çalmak, Piçoğlu gibi çalmak düşlenir. Karaman gibi çalmak bir düştür, düşünce ucu bucağı yoktur, sonsuza doğru akar durur.
Görele sanata yatkın insanlar yeridir. Şairler, ressamlar, kemençeciler, araştırmacılar, yazarlar yöresidir. Bir bakarsanız kemençe, bir bakarsanız saz (bağlama) duygulandırmıştır, çoşturmuştur insanımızı. Görele çalgıya, kemençeye çok düşkündür. Yörede çalgı çalmak geleneğin, kültürün bir parçasıdır. Yaşam biçimidir çalgı Görele'de; çocuk doğar, sevincini yaşama eğlencesinde kemençe vardır. Sünnet düğününde kemençe vardır. Bayramlarda, eğlencelerde, ekin kazmalarda, nişanlarda, düğünlerde, yediliklerde, asker uğurlamalarında, şenliklerde kemençe vardır.
Görele, kemençenin en yaratıcı, en kıvrak, en içli çalındığı yerdir. Bu özelliği büyük ustalar yetiştirmesinden ileri gelir. Ustalık yaratıcılıktır. Var olanı en özgün biçimde yaşatmanın yanında yeni ürünler yaratmayı da gerektirir. Görele'deki ustalar "sanatçılığın bu doğal, ama zor yanını" yerine getirdikleri için büyüktürler. Başkalarını etkiledikleri, kalıcı oldukları için süreklidirler, zamanı yenmişlerdir. Trabzon-Rize yöresinden de Ferhat Özyakupoğlu, Hasan Sözeri gibi ustalar çıkmıştır ama hiçbiri Tuzcuoğlu Mehmet Ali'nin, Karaman'ın, Piçoğlu'nun özgünlüğünü, yaratıcılığını yakalayamamışlardır. Bizim ustalar, öykülere, efsanelere yansımış, fıkralara konu olmuş, romanları yazılacak denli renkli yaşamları, birikimleri ve çok yönlülükleriyle ayrı ayrı araştırmaların konusu olmayı çoktan hak etmişlerdir.
Asya Türkçesinde dün olduğu gibi bugün de kemençe sözcüğü kullanılmaz. Iklığı ile gıcak sözcüğü kullanılır. Araplar da en eski tip Asya yaylı sazını Farsça "kemençe" adıyla İran'dan almışlardır.
Çalgının deri kaplı yarım hindistan cevizinden oluşan içi oyuk gövdesinin üst kenarına dikilmesine bir sap, gövdenin alına da üstteki doğrultusunda bir ayak çubuğu takılır. Kemancı o çubuğu yere dayayarak sazı viyolensel gibi tutar, ayakta çalar. Şekil ve kirişler az çok değişikliğe uğrasa da iki, üç, dört tane kıl teller ortak noktadadır.
Gagavuzlar, kemana "kemençe" derlerdi. Asya'da birçok yerde kullanılan kemençelerin ortak özelliği, hayvan kabuklarınadan, sukabağından, hindistan cevizinden, oyularak ağaçtan yapılan küçük bir ses kutusu, uzunca bir sapı bulunmasıdır. Çoğunun göğsü deriden, telleri bağırdak ya da at kılındandır. Günümüzde Asya'da ki Türkler kemençelere ****l tel de takmaktadırlar.
Avrupa'nın ortaçağ yaylı sazlarını XVII. yüzyıl sonlarında önce Anadolu, Anadolu'dan da Mısırlılar tanıdılar. Biz "kemençe" dedik; Araplar ise "Kemençe-i Rumi" demişlerdir. "Roma kemençesi" ya da "Balkan kemanı" anlamında kullanmışlardır.
Türkiye'de üç çeşit kemençe vardır. Birinci çeşit XIX. yüzyılda lavta (Almanca-Arapça bir kelimedir, mızrapla çalınan, gövdesi udtan küçük bir çalgıya denir), köçekçe (çoğu karcığar ya da ağırlama makamında, kıvrak, şen oyun havası) takımlarının başlıca çalgısı olan klasik kemençe. Bu saz büyük bir virtüöz olan Tanburi Cemil Bey'in elinde ince saza girdi. Günümüzdeki klasik Türk müziği topluluklarının vazgeçilmez üç çalgısından (ney, tanbur) biri oldu. Hüseyin Saadettin Arel'de soprano (üst ses) alto, tenor, bariton ve bas kemençeler yaptırarak, Türk müziğinde batı müziğindeki keman ailesinin yerini tutacak bir kemençe ailesi yaratmak istemiş, ama bu tasarısını gerçekleştirememişti. Klasik kemençenin gövdesi yarım armuda benzediği içn bu çalgıya "armudi kemençe" de denilmektedir. Üç tellidir klasik kemençe. Arel'in kemençesi dört telliydi. Çoğunda eskiden olduğu gibi bağırsaktan yapılma teller kullanılır. Teknesinin altındaki kuyruk takozu sol dize, 12-15 cm. uzunluktaki burgularıysa göğse dayanarak, telleri parmak uçlarıyla basmak yerine tırnaklarla yandan hafifçe itilerek çalınır. Akordu yegah-rastneva (la-re-la) biçiminde düzenlenir. Ses alanı çalanın ustalığına bağlı olarak iki buçuk oktavı geçebilir. Beşli aralıklarla akort edilir. Önce bir dörtlü olmaması teknik olanakları azaltır. Bu yüzden dört telli denemeler yapılmıştır.
Klasik kemençe rebapla yakın akrabadır. Çalgının üst bölümü düz, alt bölümü şişiktir. Gövde ve göğüs olarak iki bölümdür. Gövdenin en iyisi karadut ağacından yapılır. Peleseni, ceviz, limon gibi ağaçlardan da yapılabilir. Göğüs (kapak) servi ağacından yapılırsa yumuşak, müzikal; çamdan yapılırsa gür ve tok bir ses verir. Kulak denilen burguları üç tanedir. Fildişi abanoz ya da benzeri sert ağaçlardan yapılır. Burgu 15 cm.'dir. Kapakta karşılıklı 4 cm. uzunluğunda iki delik vardır. Delikler aracılığıyla ses dışarı çıkar. Kemençenin yayı abanoz ya da gül ağacındandır. Yay 60 cm.'dir. Kılların uzunluğu 46 cm.'dir. Çalınırken burgular göğse, geniş alt bölüm de sol diz üstüne konulur. Çalarken telden tele geçmek için, sol el ayasının hafifçe dokunması ile kemençe döndürülür, yay her zaman düz olarak çekilir. Son zamanlarda yaptırılan beş büyük kemençe ile çok sesli Türk müziği çalınmaktadır. Ünlü klasik kemençe sanatçıları şunlardır: Tanburi Cemil Bey, Sotiri, Aleko Bocanos, Paraşko Leondaridis, Ruşen Kam, Fahire Fersan, Haluk Recai, Cüneyt Orhon, Ekrem Erdoğdu.
Günümüzde Yunanlıların lirası, Bulgarların gudulkası ile kuzeybatı Anadolu'da, Ortaçağda Batı Avrupa'da ve Orta Asya'da benzerleri vardır klasik kemençenin.
İkinci çeşit kemençe, Güney Anadolu Türkmenlerinin çalgısı olan Türkmen kemençesidir. Ali Rıza Yalgın, Toroslarda Karatepeli Bölgesi adlı yapıtında bölge kemençesini, hem çalınırken hem de çalgı olarak resimlemiş, yayımlamış. Daha basitçe bir görüşü var bu kemençenin. Bizim Karadeniz kemençesinin daha hantalı, daha kabası gibi.
Üçüncü çeşit kemençe, bizim kemençemiz. Doğu Karadeniz kemençesidir. Fransızların pochette, İngilizlerin kit adını verdiği yaylı çalgının akrabasıdır. Anadolu'ya ne zaman ve hangi yolla girdiğini belirtmek güçtür. Avrupa'ya Doğu'dan gitmiş olabilir. Ortaçağ sonları, Avrupa halk yaylı çalgıları olarak kullanılmıştır. Avrupa'da kasaba çalgıcıları kemençe benzeri çalgıları, bu aletin keskin ve yaygaracı sesinden, halk danslarına eşlik etmekte yararlanırlardı. Yüzyıllar boyunca değişikliğe uğradı sözü edilen bu kemençeler. Başlangıçta dört ya da çift telli idi.
Görele kemençesi, yürek biçimindeki burguluğu, kısa sapı dar ve uzun gövdesiyle dikkat çekicidir, narindir. Göğsündeki delikler kemanınkini andırır. Bir kuyrukla gövdeye bağlanan teller, eşikle dip eşiğin üstünden geçilerek akort burgularına bağlanır, sarılır. Göğüsle teknenin dibi arasına can direği denen bir ahşab çubuk sıkıştırılır. Can direği tel köprünün altında bulunur. Can direği ses özelliği kazandırır kemençeye. Can direği olmazsa yeterli ses çıkmaz. Kemençe çalınırken sol elle tutulur, sapından kavranır kemençe, havada durdurulur. Kemençeyi tutan sol el, parmakları tellere basarak istenen sesleri bulur. Sağ eldeki yay tellere sürtülür. Bir tel üstündeki melodi(ezgi, hava) çalınırken kemençenin yayı bu telin yanındaki tele de sürtülür. Kemençe dörtlü paralelle çalışır (ikili, dörtlü, altılı seslere paralel ses denir). Kemençemizin orta teli (la) ortak çalınır. Orta telle birlikte, ince tele de kalın tele de istenen sese göre birlikte basılır (Kemençede sağ tel kalın, sol tel incedir). Kemençe çalınış özelliğiyle, dörtlü paralel çalışma yönüyle doğu tekniği içinde çok sesli tek çalgıdır. Müzikte, çok seslilikte yapı farkı görülür. Doğuda koma sistem, Batıda tampere sistem vardır.
Görele kemençesinin özellikleri: Kemençe ardıç, erik, dut, kiraz ağacından yapılır. Kapağı ladin ağacındandır. Kapak kalınsa ince ses, kapak inceyse kalın ses verir. Kemençeyle her ezgi çalınabilir. Perdesizdir.
Kulak yeteneğine, parmak yeteneğine bağlı olarak çalınır.
Tekne boyu : 41 cm
Tutma yeri (sap, tuşe) : 8.5 cm
Baş (kafa) : 6.5 cm
Geniş taban eni : 10 cm
Dar taban eni : 6.5 cm
Derinlik : 2.5 cm
Kapak kalınlığı : 2 mm'ye yakın
Kulak-Ön yüzeyin üstünde : 1.5 cm
Kravat : 18.5 cm
Tel alt bağlantı kuyruğu : 13 cm
Tel köprüsü genişliği : 5 cm
Tel köprüsü yüksekliği : 1.2 cm
Yay boyu : Aşağı yukarı kemençe boyu kadar
Kapak üzerinde bulunan
Durumundaki cep uzunluğu : 5.5 cm
İki cep arası : 3 cm
Kemençenin boyu : 55 cm
Kemençe yayı çet (çef), erik ağacından yapılır. Yay telleri ise at kuyruğundandır. Yay tellerine reçine (kolofon) sürüldükten sonra çalınır.
Kemençe çalanlara, kemençe sanatçılarına "Kemençeci" denir Görele'de. Kemençeci, halk edebiyatımızdaki ozan tipidir. Mani, türkü yakıcısı, yerine göre de öykü anlatıcısıdır. Düğünden düğüne, köyden köye gezdiği için de kültür taşıyıcısı, haber taşıyıcısıdır. Eğlenceden, konuşmaktan zevk alan, şakacı, güleryüzlü, esprili, hazırcevap bir kişiliği vardır kemençecilerin. Sözü, söyleyişi dinlenir, toplantıların, eğlencilerin şenliklerin aranan adıdır. Kesme türkü (kemençe türküsü, mani) yaratıcısıdır. Ancak yarattığı ürünlerde aşık edebiyatımızda olduğu gibi kendi adını söylemez; bunu alçak gönüllülükle açıklamak uygun düşer belki de...
Kemençeciler çocukluk döneminde dışavuran kemençeci olma tutkusu doğrultusunda bir kemençe edinerek yay sürtmeye başlarlar. Bu bir onmaz tutkudur. Dur durak, gece gündüz yoktur artık. Çevredekileri bunaltması da cabası. Bu dönemde yakınlarından şamar yiyen, kulağı çekilen, kemençesi kırılan, evden kovulan, samanlıklarda, tamlarda yatan çokdur. Dedik ya bir tutkudur bu, bir yeteneğin yansımasıdır, ne olursa olsun, sonunda ustaların çalışlarına da dikkat kesilerek bir bakmışsınız, bizim beğenmediğimiz, alaya aldığımız oğlan düğünlerde çalmaya başlamıştır, ustaların yanında. Eskiden bir inanç vardı: Bir çeşmenin yalak taşını kırarsa kemençe heveslisi, çalgıyı daha kolay, daha çabuk öğrenirdi. Kısası yeni yetmeler yalnız çevreyi rahatsız etmekle kalmaz bir çeşmenin de kırardı kolunu budağını:
Bir kurşun atacağım
Çeşmenin yalağına
Dulanırım adamın
Kırmızı yanağına
Kemençeye başlayanlar ilk zamanlarda, çevredeki ustalara öykünürler. Köprünün altından sular akıp da ustalaştığındaysa Karaman gibi çalmak, Piçoğlu gibi çalmak düşlenir. Karaman gibi çalmak bir düştür, düşünce ucu bucağı yoktur, sonsuza doğru akar durur.
Görele sanata yatkın insanlar yeridir. Şairler, ressamlar, kemençeciler, araştırmacılar, yazarlar yöresidir. Bir bakarsanız kemençe, bir bakarsanız saz (bağlama) duygulandırmıştır, çoşturmuştur insanımızı. Görele çalgıya, kemençeye çok düşkündür. Yörede çalgı çalmak geleneğin, kültürün bir parçasıdır. Yaşam biçimidir çalgı Görele'de; çocuk doğar, sevincini yaşama eğlencesinde kemençe vardır. Sünnet düğününde kemençe vardır. Bayramlarda, eğlencelerde, ekin kazmalarda, nişanlarda, düğünlerde, yediliklerde, asker uğurlamalarında, şenliklerde kemençe vardır.
Görele, kemençenin en yaratıcı, en kıvrak, en içli çalındığı yerdir. Bu özelliği büyük ustalar yetiştirmesinden ileri gelir. Ustalık yaratıcılıktır. Var olanı en özgün biçimde yaşatmanın yanında yeni ürünler yaratmayı da gerektirir. Görele'deki ustalar "sanatçılığın bu doğal, ama zor yanını" yerine getirdikleri için büyüktürler. Başkalarını etkiledikleri, kalıcı oldukları için süreklidirler, zamanı yenmişlerdir. Trabzon-Rize yöresinden de Ferhat Özyakupoğlu, Hasan Sözeri gibi ustalar çıkmıştır ama hiçbiri Tuzcuoğlu Mehmet Ali'nin, Karaman'ın, Piçoğlu'nun özgünlüğünü, yaratıcılığını yakalayamamışlardır. Bizim ustalar, öykülere, efsanelere yansımış, fıkralara konu olmuş, romanları yazılacak denli renkli yaşamları, birikimleri ve çok yönlülükleriyle ayrı ayrı araştırmaların konusu olmayı çoktan hak etmişlerdir.