Kelimeler ,Kadınlar ve Patlıcanlar/Zeynep Zelan

Efsunkar

Bayan Üye


1-

Yazmak insanın kendisiyle baş başa kalmasıdır.

Kendinize ayıracak vaktiniz yoksa, kendinizi dinlemeye mecaliniz yoksa, iç sesinizi dinlemek size sıkıcı geliyorsa yazı yazamazsınız. Kendinizi sürekli aynı şarkıyı söyleyen sıkıcı bir plak gibi hissediyorsanız yazamazsınız. Kaleminizden çıkacaklar size bile ilginç gelmiyorken bir başkasını nasıl heyecanlandıracak bilmiyorsanız yazamazsınız.

Hayatın artık yazılmaya değer olmadığını düşünüyorsanız yazamazsınız. İçinizdeki kelebekler öldüyse, kuşlar başka ülkelere göçtüyse ve hep aynı rüyanın aynı kabusunu görmekten bıktıysanız yazamazsınız.

Günleriniz birbirinin aynıysa, artık söyleyecek tek sözünüz yoksa, hayattaki tek meseleniz evdeki patlıcanı karnıyarık mı yoksa oturtma mı yapmak gerek diye düşünmekse, konuştuğunuz kelimeler 20’yi geçmiyorsa, içinizdeki hırçın kız iç denizlerinizde boğulduysa, duygusal kediler çoktan İstanbul’u boyladıysa, evi silerken bitmiş olan ozonun kaygısına düştüyseniz, lavaboyu ovarken lavobaç yere döküldüyse, elinize kitap aldığınızda oğlunuz karnının acıktığını söylüyorsa ve evde yemek yoksa, balkonda çamaşırlar varken yağmur yağıyorsa, ütülenecekler kendi çaplarında bir ülke oluşturmaya doğru gidiyorsa, yazarken dinlediğiniz şarkıların yerini dizi müzikleri aldıysa, erkenden kalkamıyor, hiç kendinizle yalnız kalamıyor ve kaldığınızda konuşacak bir şey bulamıyorsanız, yaz bir türlü gelmiyorsa, okuduğunuz kitapları unutmaya başladıysanız, en sevdiğiniz filmleri hatırlayamıyorsanız, Selim (Tutunamayanlar) olsaydı ne yapardı diye düşünmeyi bıraktıysanız, okumak için heyecanlandığınız bir hikayeniz yok demektir. Hayatınızı filme alsalar dünyanın en sıkıcı filmi olurdu değil mi? Yazamamak nefes almamak demektir.

Eğer yazamıyorsanız beyninizi kemiren kelimeler uçuşmuyorsa etrafınızda, yağmur yağarken can dostunuzla altında ıslandığınız günleri değil de kirlenen camları düşünüyorsanız, kitapçıya gittiğinizde tek uğradığınız bölüm çocuk kitapları olduysa, hatta kitapçıya gitmeyi, kitap için para biriktirmeyi çoktan unuttuysanız, ezberinizdeki şiirler tek tek siliniyorsa hafızanızdan, çiçek adları yerine şair adları öğrenmeye çalıştığınız günler geride kaldıysa, gece yarısı aniden aklınıza gelen cümle için kağıt kalem tutamıyorsanız, hatta artık aklınıza yazacak heyecan verici bir cümle gelmiyorsa, Suç ve Ceza’yı ilk okuduğunuzda sarsılan içinizle ne yapacağınızı bilmez halde dolaştığınız zamanlar artık bir daha gelmeyecek gibi hissediyorsanız, kara kalemle, tükenmez kalemle boyanan elleriniz artık kireç çözücülerden çatlıyorsa, karnıyarığın yanına pilav da yapsam mı diye hala aklınızdan geçiyorsa, evdeki kitaplıklara sadece toz almak için uğrar olmuşsanız, o kitaplar kımıldamamaktan kalıp haline gelmişlerse, içlerindeki hikayeler, savaşlar, aşklar, ihanetler, mutluluklar, aksiyonlar sizin değil de kendi içlerinde kalmışsa, bulutlar artık sizinle konuşmuyorsa, bir çocuğunuzun karnını doyurup elinize tekrar kitap aldığınızda diğeri uykudan uyanmış ve bezinin değişmesini bekliyorsa, mutfaktaki bulaşıklar da kendi ülkelerini kurmakla tehdit ediyorlarsa, sonunda kitap okumaya çalışmaktan pes edip camları açıp önce mutfağı toplamaya sonra süpürüp ütü yapmaya karar verdiyseniz, üşenmeyip karnıyarık ve pilavın yanına salata da yaparsınız. Akşam çoktan gelmiş olur. Yemek faslı, bulaşık faslı biter, televizyonda biraz daha unutursunuz kendinizi, çocuklar uyur.
images

Eskiden olsa gecenin sessizliğinde yazmak için en uygun fırsat olduğunu düşünürdünüz. Gece sessiz evet, dolunay da var. Bilgisayarı açsanız sizi havaya sokacak güzel müzikler de bulabilirsiniz. Sonra gelir kelimeler, basarsınız tuşlara birer birer. Siz hissedersiniz kelimeler akar parmaklarınızdan.

Yazarsınız, yazarsınız, yazar-sınız, yaz-arsınız, ya-zarsınız. Yaz-ardınız. Eskiden olsa… Eski siz olsa…


Elleri var kelimelerin. Bazen açar kendini, tutar sizin elinizi hiç bırakmaz, sıkar bazen acıtır, yaralar, çarpar o eller, vurur sizi en derininizden. Bazen de böyle bırakıverir, bir babanın çocuğunu yetimhaneye bıraktığı gibi… Hadi git der, ben sonra geleceğim. Siz günlerce beklersiniz. Yetimhane bir gün gelip birilerinin kendisini götürmesini bekleyen çocuklarla doludur.

Beklersiniz. Babanız gelir diye. Hayatın akışına kapılırsınız, günler geçer, içinizdeki bekleyen çocuk hiç büyümez. Ama o gelmez. Artık gelmeyeceğini anladığınızda sizin yetimhaneden gitme vaktiniz gelir. Gidip hayata karışacaksınızdır artık. Kelimeler başka çocuklarla başka bir hayat kurmuştur çoktan. Sizin varlığınızı unutmuştur. Başkalarına hikaye anlatır, başkalarını heyecanlandırır, bu dünya üzerine kafa yormasına neden olur.

Çünkü…

Gözleri var kelimelerin. Bazen kapatır, bazen de açılıp görür sizi. O gözlere yansıyan yaşamlar var. O gözlerin şahit olduğu, bazen bakmaya doyamadığı, bazen de dayanamadığı anlar var. Kelimelerin gözleri sizi görmediğinde balkonda çamaşır asan kadın olursunuz öyle. Yerleri silen, gezmeye giden, pazardan alışveriş yapan, komşuya çaya giden, markette terlik seçen kadın oluverirsiniz birden. Olduğunuzun bile farkına varmadan, her şey öyle sinsice öyle kendiliğinden olup biter ki kelimeleriniz çoktan başka arkadaşlar bulmuştur kendine. Siz başka arkadaşlar edinmişsinizdir. Kelimelerinizi birbirinize söyleyemeyeceğiniz, gece yarısı aniden içinizi bir ürpertiyle dolduran cümlelerinizden haberdar olamayacağınız, sadece çocuklar ve eşten ibaret küçük hayatınızdan bahsedebileceğiniz arkadaşlarınız olur. Bunlar size olur. Siz fark etmezsiniz bile.

Hayatınıza ekleyecek Tanpınarvari ironileriniz, Orhan Pamukça uzun cümleleriniz, Cemil Meriç tarzı vurucu sözleriniz, O’Henryce zeki finalleriniz, Roald Dahl tarzı tatlı sohbetleriniz, İsmet Özel gibi düşündüren şiirleriniz yok oluverir birden. İçinizin denizinden geriye kumlar kalır. Siz o yetimhanedeki çocuk gibi kalakalırsınız. Önünüzde patlıcan-pilav-salata… Yersiniz ve biter. Tüm gün kafanızı meşgul eden mesele de böylece bitmiş olur.
Çocuklar yatmış olur, gece gelmiş, bilgisayar açılmış olur. Ama siz yazar mısınız, ya-zar mısınız?
Yazmaz, yatarsınız. Çünkü bütün gün sizi oyalayan, o anlamsız, bitmek bilmeyen işler sizi öyle yorar ki, Ralkolnikov’un derdiyle uğraşacak halini kalmaz.

Hayata karşı bir duruşunuz, bir derdiniz, meseleniz olmaz. Söyleyecek sözleriniz olmaz. Sizi dinleyecek, sözlerinizi ilginç bulacak kimse kalmaz etrafınızda. Bir bilgisayara bakarsınız, bir yatağa. Artık ayaktayken bile kapanan gözleriniz uykuya doğru evrilir.

Üzgünüm dersiniz, bugün de yazamayacağım. Sanki yarın yazacakmış gibi, sanki yarının bugünden farkı olacakmış gibi.

Yatarsınız, yazamazsınız. Yaz-ama-zsınız. Ama-yazarsınız. Yazamazsanız, yazar olamazsınız.

Sadece anne olursunuz. Anneler gününüz kutlu olur.
 
---> Kelimeler ,Kadınlar ve Patlıcanlar -2/Zeynep Zelan

Sylvia Plath, intihar etmeden önce çocuklarının karnını doyurmuştu. İlk şiirini 8 yaşındayken kaleme alan Amerikalı şair hayatı boyunca ileri derecede manik-depresif bozuklukla boğuştu. Zekası hayatı sıradan yaşayamayacak kadar ileriydi.

Aşık oldu ve yine bir şair olan Ted Huges ile evlendi, iki çocukları oldu. Ama evlilikleri boyunca ev işleri ve çocuklarla uğraşmaktan şair yanı günden güne öldü. Kocası ünlü bir şair haline gelirken Sylvia evde onu bekleyen kadın oldu. Onun şiirleri unutuldu, kendisi de… Ta ki daha önce birkaç kez denediği intihar gerçek olana kadar. Henüz 30 yaşındaki Sylvia, ikinci kattaki odalarında uyumakta olan çocuklarının yanına süt ve kurabiye bıraktıktan sonra, odalarının kapısını da içeri gaz girmeyeceğinden emin olmak üzere bantlayarak kapattı ve kafasını fırının içine sokarak intihar etti. Sylvia Plath’in hayatı da filme alınmıştı. Ne zaman o son sahneyi izlesem içim burkulur.
images

O, hayattan ayrılmadan önce bile çocuklarının karnını doyurmayı düşünen bir kadındır. Daha önce iki kez denediği intihar girişimlerinde hep bulunmuş ve kurtarılmıştır. Ama bu sefer onu kurtarmaya gelen olmamıştır. Belki beklemiştir kurtarırlar diye ama insan intihardan kurtarılamayacak kadar yalnızsa pek de şansı yoktur yaşamaya.

Ya sizin hayatınız? Sizi kim kurtaracak sıradanlığın gölgesinden?


Harflerin yerini kesme şeker alır, kelimelerin yerini tarçınlı kurabiyeler, kitapların yerini patates salatası.

Aslında Virginia Woolf’un üzerine çaydanlığı koyduğunuzda başlamıştır her şey.

Susan Sontag sadece tozunu alırken değer elinize. Tanpınar boyama kitaplarının altında sıkışmıştır. Tolstoy bir dekordur sadece. Vonnegut’un sayfalarına kısır döküldüğünde bozulmuştur aslında büyü. Turgut Uyar’ın üzerini karaladığında haşarı çocuğunuz, elinden almamışsanız kitabı, çizgiyi çoktan aşmışsınızdır.

Nasıl yazdığınızı unuttuğunuzda çoktan yolu yarılamışsınızdır. Eskiden yazdıklarınızı okuyup da hayret ettiğinizde başka birisinizdir artık.
Yazdığınız sözlerin ateşi değil ütü yakmıştır elinizi. Parmaklarınız kalem tutmaktan değil, tava ovmaktan nasırlaşmıştır.
Klavyenin tozunu almak iyi yazar olmaya yetmez.
Kitap ayraçları yerine kazak örnekleri biriktirirsiniz.
Yazdığınız en uzun yazı yemek tarifleri olur.
Uykudan yeni uyanmış bebeğinizin kokusunu kitap kokusuna tercih edersiniz.

Siz çeyizinde kitaplar getiren, günlükler, şiir defterleri, hatıra defterleri getiren kadınlarsınızdır. Dantellerinizin yanında kimselere vermeye kıyamadığınız kitaplarınızı da koymuşsunuzdur. Herkes sizinle alay ederken, bir gün onlar gibi olmayacağınıza yemin etmişsinizdir. Onlar patates salatası, kısır, kek eşliğinde dedikodu yaparken siz, Martin Eden kitaplarındaki gibi macera dolu bir ömür geçirmeyi hayal edersiniz.

Onların çaylarını tazelerken onlardan biri olmadığınızı, olamayacağınızı hissedersiniz. Hatta sadece onlardan değil, herkesten farklı olduğunuzu, bu dünyayı değiştirebileceğinizi hissedersiniz. Bir gün yazdıklarınızla herkesin içini sarsacak, “tıpkı beni anlatmış” dedirtecek yazılar yazacaksınızdır. Evlenirken yanınıza aldığınız en önemli eşyalarınızın annenizin taksitle zorla aldırdığı tencere takımı değil de Hakan Albayrak’ın zor bulunan Delikanlı kitabı olduğunu düşünürsünüz. Alev Alatlı’nın imzalı romanı, Tutunamayanlar’ın ilk baskısı, Zweig’in başarı serisidir sizin için en önemli hazine. Önce konularına ve yazarlarına göre özenle kitaplarınızı yerleştirirsiniz. Aralarında okumadıklarınıza göz atarsınız. Karıştırırsınız, kaybolursunuz içlerinde. Akşam olur, yemek saati gelir. Ama sizin ocakta kaynayan bir yemeğiniz olmaz. Sadece kitapların kokusuna bulanmış parmaklarınız olur.
Aç karna da kitap okunmaz ki…

Kitapları bırakıp ellerinizi yıkarsınız. Yemeği yaparsınız, afiyetle yersiniz. Sonra kitaplara ayırdığınız zaman, yemeğin yanında ev işlerine bölünür. Biraz komşu gezmesi, biraz alışveriş, biraz çamaşır… Derken, sadece süpürmek için uğrarsınız çalışma odasına. Merak ettiklerinizi kitaplara değil, saatlerce telefonda konuştuğunuz arkadaşınıza danışırsınız. Fırında tavuk en iyi nasıl yapılır, siz bilirsiniz artık. Kek en güzel nasıl kabarır, lavabo en iyi nasıl beyazlatılır üzerinize yoktur. Pilav nasıl tane tane olur, cam en pratik nasıl silinir, balık kokusu nasıl giderilir, vişne lekesi nasıl çıkarılır, Alman pastası nasıl yapılır, un kurabiyesi nasıl tutturulur, gömlekler en kolay nasıl ütülenir, halı nasıl silinir, sararan perdeler nasıl ağartılır, artan yoğurt kapları nasıl değerlendirilir, en iyi el kremi hangisi, hangi mağaza daha ucuz ve kaliteli çok iyi bilirsiniz.

Bir zamanlar “Bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” dedirtecek kitaplar yazmayı hayal ederken kendinizi gün sofrasına peçete yerleştirirken buluverirsiniz. Kaşıkları parlatırken, balkonu yıkarken, bulaşık makinesini boşaltırken, banyoyu ovalarken bulursunuz. Harflerin yerini kıymalı harç alır, kelimelerin yerini el açması taze yufka, kitapların yerini az önce fırından çıkmış sıcak bir börek. Size sadece yanına çay demlemek kalır. Çünkü siz böreklerinizi afiyetle yiyip kitap okurken, yediklerinizi toplayacak bir anneniz yoktur. Çocukların yediklerini toplayan, döktüklerini süpüren anne sizsinizdir. Arkadaşlarınızın çaylarını tazeleyense, sizi şimdiden küçümsemeye başlamış olan kızınız.

Siz kendinizi hep 17 yaşında kalacak sanmıştınız. Siz hep böyle kalbinde kuşlar, elinde kitapları, otobüste kitap okuyan kız olarak kalacaktınız. Siz herkeslerden farklıydınız, onlara benzemeyecektiniz. Bir kitap yazacaktınız, başkalarının hayatı değişecekti. Onları uyandıracaktınız, ama kendiniz uyudunuz. Sizi kurtarmaya gelen olmadı. Kelimeleriniz kalmadı, patlıcanların fiyatı düştü, iki kilo aldınız, kızartıp dondurucuya attınız. Kitaplarınız dondurucuda unutulmuş fasülyeler gibi bir köşede kaldı.


Ama siz artık biliyorsunuz ya nasıl bir insana dönüşmeye başladığınızı, bir zamanlar kim olduğunuzu, aslında temizlik yapanın da, çocuklarının başını okşayanın da, harika börekler yapanın da, iyi kitaplar okuyanın da, düzenli ütü yapanın da, bir konsantre olsa harika yazılar yazabilecek olanın da kendiniz olduğunu biliyorsunuz. Hepsi de içinizdeki kadının parçaları. Hangi birini kendinizden koparabilirsiniz ki?
Aç karna yazı yazılmaz, tozlu raflardaki kitaplar hapşırtır insanı, her gün kullandığınız tuvaleti temizlemeseniz yazma sancısına nasıl kapılabilirsiniz ki?
Uyanıp gördüğü korkulu rüyayı anlatıp size sarılan çocuğunuza yüz çevirebilir misiniz? Ona sahip olmanın zorluklarını gördükten sonra onun karnı açken nasıl kitap okuyabilirsiniz?

Ölmeden önce, Sylvia’nın evi tertemizdi, çocuklarının karnını doyurmuştu. Son işini de yapmıştı gitmeden.

Kısacası, kelimeler de sizindir, patlıcanlar da… Harfler de sizindir, kesme şekerler de, tarçınlı kurabiyeler de, kitaplar da, kitap ayraçları da, toz bezleri de, bebek önlükleri de, klavyeler de, sözler de sizindir, çocuklar da… Ozon da kokusu da sizindir, kitap kokusu da, bebek kokusuda…

Fırında iyi kızartılmış bir tavuk yapmak kadar dikkatli olmayı gerektirir yazı yazmak. Elmalı kurabiye gibi tek tek uğraşmanız gerek kelimelerle. Çaydanlığı ovar gibi sabırlı olmalısınız doğru sözleri yazmak için. Ayda bir görüşüp stres attığınız, hayatınızın psikologa gitseniz dedikodu sayılmayacak ayrıntılarını paylaştığınız arkadaşlarınız kadar kolay ulaşılır olmayacaktır ilham perisi. Ama camları açıp ozonla tertemiz yaptığınız bir ev kadar ferahlık vermelidir biten yazınız. İçinizdeki hiçbir kadını öldürmemelisiniz. Çünkü her biri et beni kadar, eliniz kolunuz kadar sizin parçanızdır.

Siz sadece onunla yaşamayı öğrenmelisiniz, hiçbirini ihmal etmemelisinizdir. Kullanma tarihi geçmiş milföy hamuru gibi çöpe atmamalısınızdır içinizin hiçbir köşesini. Buzdolabını temizler gibi arada bir havalandırıp ne var ne yok bakmalı, silmeli, düzenlemelisinizdir içinizin asi kızlarını. Örgü ördüğünüz kadar kitap da okuyabilirseniz kendinizi affettirebilirsiniz içinizdeki yazar-kadına. O zaman hem anne olursunuz, hem yazar.

An-ne-yazar bilemezsiniz. Günler ne getirir bilemezsiniz. Bu yaz nasıl geçer bilemezsiniz. Bildiğiniz tek şey siz artık geri döndürülemeyecek kadar becerikli, kitaplarda okuduklarınızı hatırlayabilecek kadar zekisinizdir. Günlerce kitap okurken odasına dağınıklıktan girilmeyen kız büyümüştür artık.
Ev dağınıkken hiçbir şey yapamayacak kadar huzursuz bir kadınsınızdır artık.

Evinizi toplarsınız, kitabınızı öyle okursunuz.

Öyle yazarsınız. Öyle ya-yazarsınız.
Yazarken bilgisayarın tozunu da bi alıverirsiniz artık
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst