![5a20a21e.jpg](http://img4.imageshack.us/img4/5873/5a20a21e.jpg)
Bir Yörük Tekerlemesi
Evvel biz üç kişiydik. Gede gede üç eve vardık. İkisi yıkık mıkık, birinin de dört duvarı yok. Dört duvarı yoğun içinde üç adam yatıyor. İkisi ölü mölü, birinin heç canı yok. Heç canı yoğa bir depik vurduk. Sen emret, biz tutalım dedik. Ben emredip siz tutacağsanız kundaksız tüfeği alın dedi. Anasından doğmadık, bitmedik, tespih dibindeki tavşanları vurun gelin dedi. Gettik, vurduk, geldik. Bir garıya gazan istemeye vardık. Üç tencere verdi garı. İkisi delik melik, birinin dibi yok. Dibi yoğa gattık, ocağa goduk. Pişiyor, biraz pişti. Bunun kapağını bir açalım, tuzuna bir bakalım dedik. Kapağını açtık. Patladı, gaçtı davşan. Bundan yok bize bir hayır dedik. Bir al horozum var, bir de bal horozum var. Al horoza bir gem taktım. Üstüne bindim. Çarşıya vardım. Orda da bir değirmenci var. Eey! Arkadaş, biz bunu ne yapacağız dedik. Değirmenci dedi, geri dep geri geri (çuvala geri koy). Orda da bir ceviz ağacı var. Taşlayı taşlayı ettiler bir tarla. Tarlaya tuttuk bir karpuz ektik. En büyüğü Hindistan cevizi gibi, en güççüğü eşek sıpası gibi. Birini yuvarlaya yuvarlaya kölgeye (gölgeye) getirdik. Kel anamın başı pekmez, çalarım çalarım ötmez, goca garılara gücüm yetmez, himdiki (şimdiki) devire akılım yetmez…
Yayık Soğutan
![93f931d21.jpg](http://img853.imageshack.us/img853/7341/93f931d21.jpg)
Bir ağanın Akgül adında bir kızı varmış. Bir de ağanın Mehmet adında çobanı varmış. Mehmet çok güzel goval (kaval) çalarmış. Govalı dillendirirmiş. Yani o kadar güzel çalarmış. Öyle ki goyunlar onun çalışından her dediğini anlarmış. Oğlan karşı tepelerden goval çalarmış, Akgül’e söylemek istediklerini hep böyle söylermiş. Kız da oğlan ne söylerse anlarmış.
Bir gün sürüyü eşkıyalar basmış. Goyunları çalacaklarmış. Mehmet’i de kolundan bağlamışlar. Mehmet demiş ki, siz beni öldürmeye öldüreceksiniz de müsaade edin ölmeden önce bir goval çalayım, sonra bildiğinizi yapın. Çoban başlamış govalı çalmaya. Akgül de sabah yayığı kurmuş, yayık yayıyormuş. Oğlanın kavalını duyuyor. Gız govalı dinlerken yayık soğumuş gitmiş.
Akgül’üm ağla akbeli bağla Kara köpek kan kustu Kıl bağcık kolumu kesti Eşkıyalar sürüyü bastı Tabii eşkıyalar bunu anlamamış. Ama kız hemen anlamış. Babasına kakıve (kalkıver) baba demiş, eşkıyalar sürüyü basmış! Babası, gızım nerden öğrendin, naal (nasıl) öğrendin demiş. Mehmet goval çaldı, govalın içinde söyledi demiş. Ağa fedailerine geliverin, gidiverin etmiş. Çevirmişler eşkıyaları, belde yakalamışlar. Eşkıyaları cezalandırmışlar.
Ağanın çevresindekiler, Akgül’ü Mehmet’e vermelisin demişler. Ağa, olur mu hiç, ben de ağa olayım çobanıma gız vereyim, olmaz demiş. Bu sefer, ağa verelim, demişler. Bak senin sürünü kurtardı. Bu, bunun hakkı, demişler. Neyse, ağayı yola getirmişler. Ağa, bir şartım var demiş. Mehmet şartımı kabul ederse kızımı verdim gitti.
Şartın ne demişler. Üç gün goyuna tuz yedirecek, su içirmeyecek. Üç günün ardından goyunu dereye sürüp goval ile geri döndürürse gızımı verdim gitti demiş. Mehmet’e ne dersin demişler. Mehmet bir deneyelim demiş. Tuzu bir gün vermişler, iki gün vermişler. Üçüncü gün de verip goyunu dereye sürüyorlar. Çoban taşın üstüne oturup govalı eline alıp bir çalmış. Goyun suyu hiç içmeden geri dönmüş. Bir kara goyun, tek bir kara goyun, ayağını suya batırırmış, çekermiş. Batırırmış, çekermiş. İçmemiş de üç sefer ayağını indirmiş, çıkarmış. Adamlar bunun bir hikmeti var demişler. Mehmet’e sormuşlar. Mehmet bu kara goyunun ayağını batırıp batırıp suyu içmediğinin bir hikmeti var. Nedir bu? Mehmet, goyun sağarken Akgül’ü biceez (bir kere) öptüm. Ondan oldu, demiş. Ondan sonra ağa da kabul etmiş. Kırk gün kırk gece düğün etmişler.
Kaynak Kişi: Abdullah Aydın (Honamlı Yörüğü, Yağcıoğlu Köyü, Polatlı, Ankara)