meridyen2
Kayıtlı Üye
Karakterim Böyle Ne Yapsam Kötü Huylarımı Değiştiremiyorum Mantığı Kuran Ahlakına Uygun Değildir
Bazen insanlar kişiliklerindeki bazı olumsuzlukları değiştirmek ister, ancak gösterdikleri çabayla istedikleri sonuca ulaşamazlar. Böyle bir durumda şeytanın bu kimseleri yönelttiği hemen hemen ilk düşünce, kişiliklerinin sabit ve değişmez olduğu; dolayısıyla ne kadar çaba harcasalar da karakterlerini değiştiremeyecekleri şeklindedir. Oysa şeytan bu kimseleri özellikle de, ellerinden gelen herşeyi yaptıklarına; ancak yine de hiçbir değişiklik oluşmadığına inandırıp onların güzel ahlaktan yana gösterecekleri çabayı durdurmak ister.
Kuran ahlakına uygun, olgun tavırlarla karşılaşmak her insanın hoşuna gider. İnsan çevresindeki kişilerin kendisine iyi ve güzel davranışlarda bulunmasını ister. Kusurları olduğunda hoşgörülü davranılmasını, bir sorun olduğunda en adil şekilde karar verilmesini, ne kadar kibirli bir tavır içerisinde olunsa da kendilerine tevazunun sıcaklığıyla yaklaşılmasını arzu eder. Tahammül edilmesi ne kadar zor bir tavır içerisinde olursa olsun, kendisine sabır gösterilmesini, ihtiyaç içerisinde olduğunda fedakarlık yapılmasını, ne kadar çok olursa olsun hatalarının her seferinde affedilmesini, hep sevgiyle yaklaşılmasını bekler. Böyle bir ahlak göremediğinde de, bu durumdan son derece rahatsız olur. Yaptığı sohbetlerde hep bu durumdan yakınır, insanlığın öldüğünden, insanların yozlaştığından, kimsenin kendisinden başkasını düşünmediğinden, maddiyatçı dünyanın insanları insani duygulardan uzaklaştırdığından bahseder.
Bütün bu taleplerine rağmen birçok insan böyle bir ahlakı yaşama yönünde bir çaba göstermez. Hem bana iyilik yapılsın, ama ben sadece kendimi düşüneyim benzeri bencil düşünceleri, hem gururları, hem de denedim ama olmadı tarzında bazı bahaneler nedeniyle güzel ahlakı yaşamaktan kaçınırlar. Bu durumun temelinde ise, şeytanın elinden geleni yapıyorsun ama olmuyor şeklindeki yanlış telkini doğrultusunda hareket etmeleri yatmaktadır.
Elimden Geleni Yapıyorum Ama Olmuyor Mantığı Neden Geçersiz Bir Bahanedir?
Şeytanın bu telkinini alan bir kişi, nefsindeki gurur, enaniyet, kıskançlık, kin, öfke gibi özelliklerle karşılaştığında vicdanından yana güçlü bir tavır koyamaz. Kişiliğindeki olumsuz tavırlara karşı güçlü bir mücadele veremez. Nasıl olsa yapabileceğim fazla bir şey yok diyerek bu özelliklerini muhafaza eder. Çevresindeki insanlara da, bunlar benim çok kötü özelliklerim biliyorum, ama beni böyle kabul edin, ben bu konuya çözüm bulamadım, bu yüzden beni idare edin der.
Oysaki iman eden, Kuran ayetlerinden haberdar olan her insanın çok iyi bileceği gibi, bu kişinin öne sürdüğü tüm mantıklar baştan sona yanlıştır. Yalnızca şeytanın aldatmacasından ibarettir.
Çünkü Allah her insanın nefsini temelde aynı özelliklerle yaratmıştır. Her insan, kendisine her türlü iyiliğin, inceliğin, güzelliğin yolunu gösteren vicdana sahiptir. Aynı şekilde yine her insanın nefsinde, kötülüğün her türlüsünü uygulayabilecek bilgi de mevcuttur. Dolayısıyla güzel ahlaklı iyi bir insan ile kötü ahlak gösteren bir insan, aslında temelde aynı şartlara ve aynı bilgiye sahiptirler.
Yüce Allah Kuranda insanları, nefislerindeki iyilik ve kötülüklerle birlikte yarattığını; ancak onlara bu kötülüklerden arınıp temizlenmenin yolunu da öğrettiğini; dileyenin iyi, dileyenin ise kötü olmayı tercih ettiğini bildirmiştir:
Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene,
Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)
Bu, Kuran okuyan her insanın bildiği bir gerçektir. Dolayısıyla imanlı bir insanın, nefsindeki bir kötülüğü yenmenin yolunu bilmediğini ve çaba harcadığı halde bu konuda olumlu bir sonuç alamadığını söylemesi hiçbir açıdan doğru değildir. Allah Kuran ile, vicdanı ile her insana nefsini eğitmenin yolunu göstermiştir.
Allah Katında Makbul Olan Her Şartta ve Olayda Güzel Ahlak İçin Çaba Sarf Edilmesidir
Denemesine rağmen bir türlü kötü ahlak özelliklerinden kurtulamadığını öne süren bir kişi büyük olasılıkla;
Ya gerekenden daha az çaba göstermiş;
Ya güzel bir sonuç elde etmiş ama bunda istikrarlı ve kararlı olmamış, irade gösterip bunu devam ettirememiş;
Ya da gösterdiği çabayı hayatının tüm alanlarına yaymamıştır. Belirli kişilere, belirli olaylara, belirli şartlara karşı vicdanını kullanmış, irade göstermiş, nefsindeki kötülükleri yenmiş; ama belirli noktalarda da nefsini haklı görerek eski kişiliğini sürdürmüştür. Oysa Allah Katında makbul olan, kişinin her şartta, her olayda, her insana karşı nefsinin kötülüklerini yenebilmesi; duruma göre değişen belirli bir dayanıklılık sınırının olmamasıdır. Birçok zor ve sıkıntılı olay üst üste gelse de, karşısına kendisinden çok daha fazla kusuru olan, tahammülsüz, merhametsiz, öfkeli, ters ya da uzlaşılması mümkün olmayan zor insanlar çıksa da, müminin yine de güzel ahlakta irade göstermesi gerekir. Allah bazen imtihanın bir gereği olarak birçok zorluğu bir arada yaratabilir. Zorlu hastalıklar, maddi sıkıntılar, çevreden gelen iftira, baskı, saldırılar ve şeytanın vesveseleri bir anda bir kişinin hayatına hakim olabilir. Ancak gerçek müminleri ortaya çıkaran, gerçekten samimi iman eden kimselerin ayırt edilmesini sağlayan olaylar da bunlardır.
Bu nedenle samimi bir mümin hiçbir zaman için kendisini şeytanın telkinlerine bırakıp güçsüzlüğü kabul etmez. Ne konuşmalarında ne de düşüncelerinde asla kendisine güçsüzlük telkini yapmaz. Aksine nefsindeki kötü huylara, kişiliğindeki bozukluklara karşı çok keskin bir iradeyle karşı koyup güçlü bir karakter sergiler. Mümin, Allahın rızasını kazanabilmek için, değil kişiliğindeki birkaç eksiklik, dünya şartlarında karşısına çıkabilecek her türlü zorluk ve sıkıntıyı aşmaya taliptir. Asıl hayatın, ahirette olduğunu; dünya hayatının ise -Allahın lütfettiği eşsiz nimetlerin yanı sıra, pek çok konuda da denenerek geçeceğini bilir. Rabbimiz bir Kuran ayetinde Müslümanları bekleyen imtihanları ve Kendisi'nin kullarına yardım edeceğini şöyle haber vermiştir:
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; Allahın yardımı ne zaman? diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allahın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)
Sayın Adnan Oktar Müslümanların Kendilerini Geliştirmeleri İçin Nasıl Davranmaları Gerektiğini Anlatıyor
Zorluklar insanın eğitimi ve karakterinin gelişmesi için şarttır
Bir insan imtihan oluyorsa ve eğitiliyorsa bunun dışında ne olabilir? Bir insan rahatlıkla ve keyifle nasıl imtihan olsun ve karakteri nasıl gelişsin? Yani, nerede sabır gösterecek? Nerede şefkat gösterecek? Koruma, kollamayı nerede yapacak? Nasıl cömert olacak? Değil mi? Nerede aklını kullanacak, iradesini kullanacak? Metanet nerede, cesaret nerede? Bakın bu saydıklarım hep insanı insan yapan en mükemmel özellikler. Bunların olması için mutlaka zorluğa ihtiyaç var. Öbür türlü dümdüz oluruz duvar gibi. Yani geriye çok çok az özelliğimiz kalır. Allah onun için insanı çok değerli buluyor. Meleklerden daha değerlidir insan, daha önemlidir çünkü imtihan oluyor ve bu melekelerini geliştirebiliyor. Mesela melekler Allahın dilediği şekilde sadece o belirli özellikleri gösterebilirler. Çetinlikle, zorlukla karşılaşan insandır çünkü sürekli aklını kullanıyor Allahın dilemesiyle. Mesela irade kullanıyor, sabır kullanıyor, cesaret kullanıyor, vefa kullanıyor, vefalı oluyor değil mi? Şefkat gösteriyor, derin düşünmek durumunda kalıyor. Özellikle cesaret zor bir şeydir, korkuyu yenmek zor bir şeydir. Mücadele zor bir şeydir. Mesela tembelliğe karşı iradesini kullanıyor. Bunların hepsinin toplamında mükemmel bir kişilik çıkmış oluyor ve biz insanı bu yönlerinden dolayı çok severiz. Yoksa öbür türlü ölü olur insan adeta. Yani ceset bir şey ifade ediyor mu bizim için? Etmez. İnsan ceset gibi olur. Halbuki Allah sabırlı olan insanları seviyor. Biz de sabırlı olan insanları seviyoruz. Mesela cömert insanı seviyoruz biz. Allahın da bize karşı cömert olmasını istiyoruz değil mi? Ya Rabbi bize bol bol mal ver diyoruz, imkan ver. Peki sen Allahın cömert olmasını istiyorsun sen niye cömert olmuyorsun? Allahın affetmesini istiyor insanlar, sen niye affetmiyorsun, değil mi? Allahın vefalı olmasını istiyor, sen niye vefalı olmuyorsun? Allah vefalıdır. İnsanın da vefalı olması lazım. Mesela Allah hiçbir şeyden korkmaz. Ama insanların da korkmaması lazım, cesur olması lazım Allah için, Allaha tevekkül ederek. (Sayın Adnan Oktarın 30 Kasım 2009 tarihli Adıyaman Asu ve Kral Karadeniz TV röportajından)
Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)ın Tek Başlarına Gösterecekleri Cesaret, Vefa ve Sabır Tüm İnsanların Kurtuluşuna Vesile Olacak İnşaAllah
Mesela peygamberler korksalardı hiçbir hizmet yapamazlardı. Çünkü karşılarındaki insanlar hep peygamberlerimizi tehdit ediyorlardı ve öldürmeye kalkıyorlardı, yaralamaya kalkıyorlardı, tuzak kuruyorlardı, iftira ediyorlar, hakaret ediyorlardı. Mesela Hz. Mehdi (a.s.) zuhur ettiğinde onu hapsedecekler, baskı yapacaklar, hakaret görecek, iftira görecek. Eğer cesur olmazsa, sabırlı olmazsa, iradeli olmazsa nasıl Mehdilik görevini yapsın. Onun Mehdilik görevi sonucunda da bütün insanlar mutlu oluyorlar, herkes sevince, huzura ve neşeye kavuşuyor. Ama bakın bir insanın cesareti, vefası, sabrı bütün insanların kurtuluşuna vesile oluyor. Değil mi? Tek bir insanın, Hz. Mehdi (a.s.)ın. Eğer o vefalı olmasa, sabırlı olmasa, cesur olmasa bütün insanlık batar Allah esirgesin. Allah onu vesile ediyor. Hz. İsa (a.s.) da öyle. Bir kere sabırlı, mesela 12 kişi sadece Hz. Mesih (a.s.)a o zamanlar iman etti. Hiçbir zaman için iradesini kaybetmedi. Onca mucize göstermesine rağmen, onca güzel ahlakına rağmen, 12 kişi. Ama Allah şimdiki geldiğinde de bütün dünyaya iman ettiriyor. Bütün gücün Allahın elinde olduğunu gösteren açık bir delildir bu inşaAllah. (Sayın Adnan Oktarın 30 Kasım 2009 tarihli Adıyaman Asu ve Kral Karadeniz TV röportajından)
İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz... (Fussilet Suresi, 49)
Bazı insanlar hem hiç emek vermemek, hem de güzel bir dünyada, güzel bir hayat yaşamak isterler. Oysa emek vermeden hiçbir güzellik ortaya çıkmaz. Allahın bir Kuran ayetinde İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz... (Fussilet Suresi, 49) sözleriyle bildirdiği gibi, kendileri için hep herşeyin en iyisini, en fazlasını isterler. Güzel ahlak gösterip bunun için çaba harcamaları söz konusu olduğunda ise ben böyleyim, bu yaştan sonra değişemem ki, benim kişiliğim böyle, yapım böyle gibi sözler sarf ederler. Halbuki bu durum ne yapılarından ne de yaşlarından kaynaklanmaktadır. Bu, sadece hiç emek vermeyip, nefisleri nasıl istiyorsa öyle davranmalarındandır. İnsan ancak emek harcadığında, doğru olanı yapmak için irade gösterdiğinde ortaya güzel bir tavır çıkar. Fakat din ahlakından uzak yaşayan insanlar, nefislerini eğitmek, irade kullanmak için kendilerini motive edecek bir sebep bulamazlar. Ahirete ve hesap gününde vicdanlarına uyup uymadıkları konusunda sorguya çekileceklerine inanmadıkları için Neden kendimi zora sokayım?, Neden içimden geldiği gibi davranmayayım? diye düşünürler. Oysa bu insanlar yanılgıdadırlar ve vicdanlarını kullanmadan yaptıkları her tavrın hesabını Allahın izniyle ahirette vereceklerdir.
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allaha, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
(makale harun yahya)
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 75. sayı (Eylül 2010) 28. sayfada yayınlanmıştır.
Bazen insanlar kişiliklerindeki bazı olumsuzlukları değiştirmek ister, ancak gösterdikleri çabayla istedikleri sonuca ulaşamazlar. Böyle bir durumda şeytanın bu kimseleri yönelttiği hemen hemen ilk düşünce, kişiliklerinin sabit ve değişmez olduğu; dolayısıyla ne kadar çaba harcasalar da karakterlerini değiştiremeyecekleri şeklindedir. Oysa şeytan bu kimseleri özellikle de, ellerinden gelen herşeyi yaptıklarına; ancak yine de hiçbir değişiklik oluşmadığına inandırıp onların güzel ahlaktan yana gösterecekleri çabayı durdurmak ister.
Kuran ahlakına uygun, olgun tavırlarla karşılaşmak her insanın hoşuna gider. İnsan çevresindeki kişilerin kendisine iyi ve güzel davranışlarda bulunmasını ister. Kusurları olduğunda hoşgörülü davranılmasını, bir sorun olduğunda en adil şekilde karar verilmesini, ne kadar kibirli bir tavır içerisinde olunsa da kendilerine tevazunun sıcaklığıyla yaklaşılmasını arzu eder. Tahammül edilmesi ne kadar zor bir tavır içerisinde olursa olsun, kendisine sabır gösterilmesini, ihtiyaç içerisinde olduğunda fedakarlık yapılmasını, ne kadar çok olursa olsun hatalarının her seferinde affedilmesini, hep sevgiyle yaklaşılmasını bekler. Böyle bir ahlak göremediğinde de, bu durumdan son derece rahatsız olur. Yaptığı sohbetlerde hep bu durumdan yakınır, insanlığın öldüğünden, insanların yozlaştığından, kimsenin kendisinden başkasını düşünmediğinden, maddiyatçı dünyanın insanları insani duygulardan uzaklaştırdığından bahseder.
Bütün bu taleplerine rağmen birçok insan böyle bir ahlakı yaşama yönünde bir çaba göstermez. Hem bana iyilik yapılsın, ama ben sadece kendimi düşüneyim benzeri bencil düşünceleri, hem gururları, hem de denedim ama olmadı tarzında bazı bahaneler nedeniyle güzel ahlakı yaşamaktan kaçınırlar. Bu durumun temelinde ise, şeytanın elinden geleni yapıyorsun ama olmuyor şeklindeki yanlış telkini doğrultusunda hareket etmeleri yatmaktadır.
Elimden Geleni Yapıyorum Ama Olmuyor Mantığı Neden Geçersiz Bir Bahanedir?
Şeytanın bu telkinini alan bir kişi, nefsindeki gurur, enaniyet, kıskançlık, kin, öfke gibi özelliklerle karşılaştığında vicdanından yana güçlü bir tavır koyamaz. Kişiliğindeki olumsuz tavırlara karşı güçlü bir mücadele veremez. Nasıl olsa yapabileceğim fazla bir şey yok diyerek bu özelliklerini muhafaza eder. Çevresindeki insanlara da, bunlar benim çok kötü özelliklerim biliyorum, ama beni böyle kabul edin, ben bu konuya çözüm bulamadım, bu yüzden beni idare edin der.
Oysaki iman eden, Kuran ayetlerinden haberdar olan her insanın çok iyi bileceği gibi, bu kişinin öne sürdüğü tüm mantıklar baştan sona yanlıştır. Yalnızca şeytanın aldatmacasından ibarettir.
Çünkü Allah her insanın nefsini temelde aynı özelliklerle yaratmıştır. Her insan, kendisine her türlü iyiliğin, inceliğin, güzelliğin yolunu gösteren vicdana sahiptir. Aynı şekilde yine her insanın nefsinde, kötülüğün her türlüsünü uygulayabilecek bilgi de mevcuttur. Dolayısıyla güzel ahlaklı iyi bir insan ile kötü ahlak gösteren bir insan, aslında temelde aynı şartlara ve aynı bilgiye sahiptirler.
Yüce Allah Kuranda insanları, nefislerindeki iyilik ve kötülüklerle birlikte yarattığını; ancak onlara bu kötülüklerden arınıp temizlenmenin yolunu da öğrettiğini; dileyenin iyi, dileyenin ise kötü olmayı tercih ettiğini bildirmiştir:
Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene,
Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)
Bu, Kuran okuyan her insanın bildiği bir gerçektir. Dolayısıyla imanlı bir insanın, nefsindeki bir kötülüğü yenmenin yolunu bilmediğini ve çaba harcadığı halde bu konuda olumlu bir sonuç alamadığını söylemesi hiçbir açıdan doğru değildir. Allah Kuran ile, vicdanı ile her insana nefsini eğitmenin yolunu göstermiştir.
Allah Katında Makbul Olan Her Şartta ve Olayda Güzel Ahlak İçin Çaba Sarf Edilmesidir
Denemesine rağmen bir türlü kötü ahlak özelliklerinden kurtulamadığını öne süren bir kişi büyük olasılıkla;
Ya gerekenden daha az çaba göstermiş;
Ya güzel bir sonuç elde etmiş ama bunda istikrarlı ve kararlı olmamış, irade gösterip bunu devam ettirememiş;
Ya da gösterdiği çabayı hayatının tüm alanlarına yaymamıştır. Belirli kişilere, belirli olaylara, belirli şartlara karşı vicdanını kullanmış, irade göstermiş, nefsindeki kötülükleri yenmiş; ama belirli noktalarda da nefsini haklı görerek eski kişiliğini sürdürmüştür. Oysa Allah Katında makbul olan, kişinin her şartta, her olayda, her insana karşı nefsinin kötülüklerini yenebilmesi; duruma göre değişen belirli bir dayanıklılık sınırının olmamasıdır. Birçok zor ve sıkıntılı olay üst üste gelse de, karşısına kendisinden çok daha fazla kusuru olan, tahammülsüz, merhametsiz, öfkeli, ters ya da uzlaşılması mümkün olmayan zor insanlar çıksa da, müminin yine de güzel ahlakta irade göstermesi gerekir. Allah bazen imtihanın bir gereği olarak birçok zorluğu bir arada yaratabilir. Zorlu hastalıklar, maddi sıkıntılar, çevreden gelen iftira, baskı, saldırılar ve şeytanın vesveseleri bir anda bir kişinin hayatına hakim olabilir. Ancak gerçek müminleri ortaya çıkaran, gerçekten samimi iman eden kimselerin ayırt edilmesini sağlayan olaylar da bunlardır.
Bu nedenle samimi bir mümin hiçbir zaman için kendisini şeytanın telkinlerine bırakıp güçsüzlüğü kabul etmez. Ne konuşmalarında ne de düşüncelerinde asla kendisine güçsüzlük telkini yapmaz. Aksine nefsindeki kötü huylara, kişiliğindeki bozukluklara karşı çok keskin bir iradeyle karşı koyup güçlü bir karakter sergiler. Mümin, Allahın rızasını kazanabilmek için, değil kişiliğindeki birkaç eksiklik, dünya şartlarında karşısına çıkabilecek her türlü zorluk ve sıkıntıyı aşmaya taliptir. Asıl hayatın, ahirette olduğunu; dünya hayatının ise -Allahın lütfettiği eşsiz nimetlerin yanı sıra, pek çok konuda da denenerek geçeceğini bilir. Rabbimiz bir Kuran ayetinde Müslümanları bekleyen imtihanları ve Kendisi'nin kullarına yardım edeceğini şöyle haber vermiştir:
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; Allahın yardımı ne zaman? diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allahın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)
Sayın Adnan Oktar Müslümanların Kendilerini Geliştirmeleri İçin Nasıl Davranmaları Gerektiğini Anlatıyor
Zorluklar insanın eğitimi ve karakterinin gelişmesi için şarttır
Bir insan imtihan oluyorsa ve eğitiliyorsa bunun dışında ne olabilir? Bir insan rahatlıkla ve keyifle nasıl imtihan olsun ve karakteri nasıl gelişsin? Yani, nerede sabır gösterecek? Nerede şefkat gösterecek? Koruma, kollamayı nerede yapacak? Nasıl cömert olacak? Değil mi? Nerede aklını kullanacak, iradesini kullanacak? Metanet nerede, cesaret nerede? Bakın bu saydıklarım hep insanı insan yapan en mükemmel özellikler. Bunların olması için mutlaka zorluğa ihtiyaç var. Öbür türlü dümdüz oluruz duvar gibi. Yani geriye çok çok az özelliğimiz kalır. Allah onun için insanı çok değerli buluyor. Meleklerden daha değerlidir insan, daha önemlidir çünkü imtihan oluyor ve bu melekelerini geliştirebiliyor. Mesela melekler Allahın dilediği şekilde sadece o belirli özellikleri gösterebilirler. Çetinlikle, zorlukla karşılaşan insandır çünkü sürekli aklını kullanıyor Allahın dilemesiyle. Mesela irade kullanıyor, sabır kullanıyor, cesaret kullanıyor, vefa kullanıyor, vefalı oluyor değil mi? Şefkat gösteriyor, derin düşünmek durumunda kalıyor. Özellikle cesaret zor bir şeydir, korkuyu yenmek zor bir şeydir. Mücadele zor bir şeydir. Mesela tembelliğe karşı iradesini kullanıyor. Bunların hepsinin toplamında mükemmel bir kişilik çıkmış oluyor ve biz insanı bu yönlerinden dolayı çok severiz. Yoksa öbür türlü ölü olur insan adeta. Yani ceset bir şey ifade ediyor mu bizim için? Etmez. İnsan ceset gibi olur. Halbuki Allah sabırlı olan insanları seviyor. Biz de sabırlı olan insanları seviyoruz. Mesela cömert insanı seviyoruz biz. Allahın da bize karşı cömert olmasını istiyoruz değil mi? Ya Rabbi bize bol bol mal ver diyoruz, imkan ver. Peki sen Allahın cömert olmasını istiyorsun sen niye cömert olmuyorsun? Allahın affetmesini istiyor insanlar, sen niye affetmiyorsun, değil mi? Allahın vefalı olmasını istiyor, sen niye vefalı olmuyorsun? Allah vefalıdır. İnsanın da vefalı olması lazım. Mesela Allah hiçbir şeyden korkmaz. Ama insanların da korkmaması lazım, cesur olması lazım Allah için, Allaha tevekkül ederek. (Sayın Adnan Oktarın 30 Kasım 2009 tarihli Adıyaman Asu ve Kral Karadeniz TV röportajından)
Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)ın Tek Başlarına Gösterecekleri Cesaret, Vefa ve Sabır Tüm İnsanların Kurtuluşuna Vesile Olacak İnşaAllah
Mesela peygamberler korksalardı hiçbir hizmet yapamazlardı. Çünkü karşılarındaki insanlar hep peygamberlerimizi tehdit ediyorlardı ve öldürmeye kalkıyorlardı, yaralamaya kalkıyorlardı, tuzak kuruyorlardı, iftira ediyorlar, hakaret ediyorlardı. Mesela Hz. Mehdi (a.s.) zuhur ettiğinde onu hapsedecekler, baskı yapacaklar, hakaret görecek, iftira görecek. Eğer cesur olmazsa, sabırlı olmazsa, iradeli olmazsa nasıl Mehdilik görevini yapsın. Onun Mehdilik görevi sonucunda da bütün insanlar mutlu oluyorlar, herkes sevince, huzura ve neşeye kavuşuyor. Ama bakın bir insanın cesareti, vefası, sabrı bütün insanların kurtuluşuna vesile oluyor. Değil mi? Tek bir insanın, Hz. Mehdi (a.s.)ın. Eğer o vefalı olmasa, sabırlı olmasa, cesur olmasa bütün insanlık batar Allah esirgesin. Allah onu vesile ediyor. Hz. İsa (a.s.) da öyle. Bir kere sabırlı, mesela 12 kişi sadece Hz. Mesih (a.s.)a o zamanlar iman etti. Hiçbir zaman için iradesini kaybetmedi. Onca mucize göstermesine rağmen, onca güzel ahlakına rağmen, 12 kişi. Ama Allah şimdiki geldiğinde de bütün dünyaya iman ettiriyor. Bütün gücün Allahın elinde olduğunu gösteren açık bir delildir bu inşaAllah. (Sayın Adnan Oktarın 30 Kasım 2009 tarihli Adıyaman Asu ve Kral Karadeniz TV röportajından)
İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz... (Fussilet Suresi, 49)
Bazı insanlar hem hiç emek vermemek, hem de güzel bir dünyada, güzel bir hayat yaşamak isterler. Oysa emek vermeden hiçbir güzellik ortaya çıkmaz. Allahın bir Kuran ayetinde İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz... (Fussilet Suresi, 49) sözleriyle bildirdiği gibi, kendileri için hep herşeyin en iyisini, en fazlasını isterler. Güzel ahlak gösterip bunun için çaba harcamaları söz konusu olduğunda ise ben böyleyim, bu yaştan sonra değişemem ki, benim kişiliğim böyle, yapım böyle gibi sözler sarf ederler. Halbuki bu durum ne yapılarından ne de yaşlarından kaynaklanmaktadır. Bu, sadece hiç emek vermeyip, nefisleri nasıl istiyorsa öyle davranmalarındandır. İnsan ancak emek harcadığında, doğru olanı yapmak için irade gösterdiğinde ortaya güzel bir tavır çıkar. Fakat din ahlakından uzak yaşayan insanlar, nefislerini eğitmek, irade kullanmak için kendilerini motive edecek bir sebep bulamazlar. Ahirete ve hesap gününde vicdanlarına uyup uymadıkları konusunda sorguya çekileceklerine inanmadıkları için Neden kendimi zora sokayım?, Neden içimden geldiği gibi davranmayayım? diye düşünürler. Oysa bu insanlar yanılgıdadırlar ve vicdanlarını kullanmadan yaptıkları her tavrın hesabını Allahın izniyle ahirette vereceklerdir.
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allaha, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
(makale harun yahya)
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 75. sayı (Eylül 2010) 28. sayfada yayınlanmıştır.