ashli
Bayan Üye
...Kara İnek...
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir kızcağız varmış. Okula gidermiş. Bir gün bu kızın okuldaki öğretmeni sınıfta ne kadar kız çocuğu varsa bunların hepsi ne birer yumak pamuk ipliği vermiş. Bu dağınık yumakları açıp düzeltmelerini söyledikten sonra da, “Üç gün içinde bunları hazırlayıp getirmeyenin anası kara inek olsun,” demiş. Kızlar yumakları alıp evlerine giderler, pamuk ipliklerini çözmeye başlamışlar. Üçüncü gün kızların hepsi yumakları hazır ederek öğretmene getirmişler, ama bu kızcağız uğraşırsa da yetiştirememiş, yumağın hepsini çözememiş. Okula gelip, tamamlayamadığı yumağı öğretmenine vermiş, oturup dersini dinlemiş. Akşamüstü okuldan çıkıp da eve gelince bir de ne görsün, annesi öğretmenin dediği gibi bir kara inek olmamış mı?
Kız bunu görünce iki gözü iki çeşme ağlamaya başlamış. Kızın as, eve gelmiş. O da karısının bu halde görünce şaşırıp kalmış.
Yapacak bir şey olmadığı için bunu alıp ahıra götürüp, bağlamış. Önüne de biraz ot koymuş.
İnek ahırda, kız da ağlamakta olsun, günün birinde kızın babası evlenmeye kalkmış. Araya araya en sonunda kendine uygun bir kadın bulup evlenmiş. Bu kadının bir de kızı varmış. Gelgelelim, bunlar birlikte oturmaya başlayınca, kadının kızı, adamın kızını parmağına dolamış, durmadan anasına çekiştirir, kıskançlığından ne yapacağını bilemezmiş. Kadında kocası evde yokken kendi kızına uyup ,üvey kızına yapmadığını bırakmaz, evin bütün işini ona yaptırırmış. Kızcağız da fırsat buldukça ahıra gider, kendi annesi olan ineğin yanında ağlamış, sızlamış Bu sefer de adam, olurdu olmazdı diye dayatırsa da, sonunda kesmeye karar vermiş. Kız bunu işitince doğru anasının yanına varıp ağlamaya başlamış, babasının verdiği kararı anasına söylemiş.
O zaman inek dile gelip, Ey kızım, beni kestikleri vakit etimi yedikten sonra kemiklerimin kaybolmamasına dikkat et, hepsini topla, bir gül ağacının dibine göm. Başın sıkıştığı zaman gül ağacının dibine gelip, derdini kemiklerime dök. Seni avunduran biri elbette bulunur;” demiş, O sırada kızın babası gelmiş kara ineği kesmiş, etinden pastırma yapmış. Kızda kemikleri toplayıp, gül ağacının dibine gömmüş. Üvey ana da inek derdinden kurtulur.
Aradan bir zaman geçmiş, mahallede bir düğün olacağı haberi duymuşlar. Üvey ana giyinmiş, kuşanmış, kendi kızını da giydirmiş. Kara ineğin kızı bunların hazırlandıklarını görünce heveslenmiş, o da düğüne gitmek istemiş, fakat üvey ana kızı bir güzel dövdükten sonra evde bırakıp, kızı ile birlikte düğüne gitmişler. Kız da ağlaya ağlaya evde kalmış.
Anasının sözü hatırına gelmiş, doğru kemikleri gömdüğü gül ağacının dibine koşmuş. Orada ağlamış, sızlamış, üvey anasından çektiği eziyetleri saymış dökmüş, “Ah ne yapayım? Artık çekemeyeceğim. Anacağım Sağ olsaydı da benim halimi görseydi,” diyerek gözyaşları dökmüş.
O sırada kemiklerin gömülü olduğu yerden bir peri çıkmış, Kızım ağlama, kara yaslar bağlama. bur, ben sana bir kat urba getireyim, seni düğüne göndereyim,” dedikten sonra ortadan kaybolmuş. Neden sonra, elinde bir kat urba ile çıkmış gelmiş, kıza, “Bu elbiseyi giy, kapıya bir de araba gelecek; ona binersin düğün evine gidersin. Al bu paraları, düğün evinde insanlara dağıtıp harcarsın,” diyerek bir kese altın vermiş, sonra da yine ortadan kaybolmuş.
Kız sevinerek urbayı giymiş, paraları yanına o evden çıkmış, bir de bakmışlar ki, kapıda al renkli bir araba duruyor. Kız, arabaya binmiş, düğün evine gitmiş. Oradakiler onu böyle görünce, kim bilir hangi beyin, hangi paşanın karısıdır diyerek baş köşeye oturtmuşlar, güzelliğine hayran olmuşlar, seyretmeye da yamamışlar. Neyse, kız orada oturmuş, eğlenmiş, yemiş içmiş, çalgıcılara bol bol para dağıtıp, yine geldiği arabaya dönmek üzere kalkmış. Kendisini uğurlayanların arasından geçip, arabaya binerken ayağından ayakkabısının teki çıkmış, ama kız bunun hiç farkına varmamış. Araba yine kızı eve getirip bırakmış. Kız eve girer girmez periyi karşısında bulmuş. Peri, kıza vermiş olduğu elbiseleri alıp, “Sakın üvey annene söyleme, sen yine ağlamaya başla, onların bu işten haberi olmasın,” demiş. Kız da perinin dediği gibi ağlamaya başlamış. Biraz sonra da üvey ana ile kızı düğünden dönmüş. Kıza nispet vermek için, “Ah kız, ne güzel eğlendik; hele bir hanım geldi; bütün düğün halkıyla birlikte ona bakmaktan ağzımız açık kaldı, sen burada ağlarken biz ne eğlen dik, ne eğlendik,” demişler.
Kız da, “Ne yapayım? Benim de anam Sağ olsaydı beni de götürürdü,” diyerek bu işi geçiştirmiş.
Bunlar burada kalsın, biz gelelim kızın ayağından çıkan ayakkabıya. Arabaya binerken kızın ayağından çıkan ayakkabısını oradan geçen bir şehzade bulmuş. “Ayakkabı bu kadar güzel olursa, bunun sahibi kim bilir ne kadar güzeldir,” diyerek, ayakkabının sahibine bu şehzade biri can ile aşık olur. Ayakkabıyı anasının eline vermiş, İlle de bunun sahibini bana bulacaksın,” diye tutturmuş. Anası da ne yapsın, pabucu eline almış, nerede gelinlik kız varsa oranın kapısını çalmış, önüne çıkan her kıza ayakkabıyı giydirerek ayakkabının sahibini aramış. Bu haberi duyan kızın üvey anası kendi kızını şehzadeye verebilmek için çareler düşünmeye başlamış. Ortaya çıkmaması için üvey kızını bahçedeki çamaşır teknesinin altına sokmuş, kendi kızını da süsleyip süsleyip baş köşeye oturtmuş. Şehzadenin annesi gelip de ayakkabıyı bu kızın ayağına giydirince, bahçedeki horoz çamaşır teknesinin üstüne çıkarmış, ayaz ayaz ötmeye başlamış. Dile gelip de öyle bir otmuş, öyle bir konuşulmuş ki pabucun sahibi olan kızın çamaşır teknesinin altına hapsedildiğini duymaya kalmamış. . .
Şehzadenin annesi bunu duyar duymaz hemen teknenin yanına varmış, tekneyi kaldırıp bir de bakmış ki, hun gibi bir güzel, oturmuş orada ağlamış, göz süzmüş. Şehzadenin annesi elindeki ayakkabıyı bunun ayağına giydirince, aradığı kızı bulduğunu anla yarak sevinmiş. Onu Allahın emriyle babasından isteyip oğluna nikah etmiş. Kız ile şehzade kırk gün kırk gece düğünden sonra muratlarına ermişler.