Kan Herkeste Aynı Mıdır?

meridyen2

Kayıtlı Üye
KAN HERKESTE AYNI MIDIR?

Tarihte yapılan ilk kan naklinde hastaya bir hayvanın kanı verilmişti. Hasta kısa bir süre içinde öldü ve buna kimse bir anlam veremedi. Verilen farklı hayvan kanları da işe yaramayınca, insandan insana nakil fikri doğdu. Kan ihtiyacı başgösterdiğinde, "kanının bol olduğu" düşünülen ve rastgele seçilen birkaç kişiden nakil denemeleri yapıldı. Ancak bu denemelerin de çoğu başarısızlıkla sonuçlandı. Kan nakliyle uğraşan ilk hekimler, bu önemli sıvıyı iki özelliğinden dolayı tam olarak analiz edip tanıyamıyorlardı. Bunlardan birincisi kanın beden dışında pıhtılaşma özelliği, ikincisi ise, kan verdikleri kişinin ölme olasılığıydı.78 Kanda, hekimlerin çözemedikleri farklı bir şeylerin olması gerekiyordu. Biyokimya biliminin gelişeceği zamana kadar bu "farklı şeylerin" ne olduğu anlaşılamadı.

Kanın, kırmızı bir sıvıdan ibaret olmadığının ortaya çıkışı 20. yüzyılın başlarına rastlar. Her insanın kanında diğer insanlardan farklı olabilecek çeşitli faktörler vardır. Dolayısıyla kan naklinin gerçekleşebilmesi için her iki kişide de bu faktörlerin uyumu aranır. "Kan grubu" dediğimiz şey, insanın sahip olduğu bu özel faktörlerin belirlenmesidir. Kan grubunu belirleyen faktörler ise 300'den fazladır. Bu faktörlerin her biri, sizi diğer insanlardan ayırt eder.

bebek.jpg


Kanı, içindeki çeşitli faktörlerle birlikte keşfetmek ancak geçtiğimiz yüzyılda mümkün olmuştur. Oysa, kan ilk insan yaratıldığı andan bugüne kadar damarlarda dolaşmakta, görevlerini yerine getirmektedir. Bu kuşkusuz, herşeyde büyüklüğünü, gücünün sınırsızlığını gösteren Allah'ın üstün yaratmasıdır.

Kan grubunu belirleyen özellikler, alyuvarlarda saklıdır. Alyuvarların zarlarında bulunan 200 farklı molekül arasından bizleri belki de en yakından ilgilendiren, kana A, B ve 0 grubu özelliğini veren moleküllerdir. Alyuvarlar, ya A grubu, ya B grubu moleküllerini, ender olarak her ikisini (AB) birden taşır ya da hiçbirini (0 grubu) taşımayabilirler.

Alyuvarlarında A grubu moleküller bulunan kişilerin kanında B grubu moleküllerine karşı antikorlar vardır. Bu, B grubu moleküllerine karşı savaş demektir. İşte bu nedenle A grubu kan taşıyan bir insana B grubuna ait bir kan verildiğinde, bağışıklık sistemi birkaç saniye içinde harekete geçer ve bu "yabancıyı" yok etmeye çalışır. Bunun sonucu ise, son derece ciddidir. Kan hücreleri patlar, kan pıhtılaşır, böbrekler ve akciğerler işlevlerini yerine getirememeye başlar. Ani müdahale edilmediği sürece sonuç büyük oranda ölüm olur.

Kanlarında her iki molekülü de taşımayan kişiler, yani 0 grubu kana sahip insanlar, her iki moleküle karşı da antikor geliştirmişlerdir. Onlar ancak, bu iki moleküle de sahip olmayan, yani kendileri gibi 0 grubu kana sahip bir kişiden kan alabilirler. Kanlarında her iki molekül de bulunan AB grubu kana sahip kişiler ise, bu moleküllerin hiçbirine antikor geliştirmemişlerdir. Sırf A grubu veya sırf B grubu kana sahip kişilerden de kan alabilirler.

Alyuvarlar üzerinde bulunan ve yukarıdaki moleküller gibi aynı derecede öneme sahip bir başka molekül ise Rhesus (Rh) faktörüdür. Eğer bir insanın alyuvarında bu molekül varsa, kan grubu Rh pozitif (+), yokluğunda ise kan grubu Rh negatif (-) olur. Rhesus faktörü en büyük önemini gebelikteki kan uyuşmazlıklarında gösterir. Rhesus faktörü olmayan hamile bir kadın, doğumdan kısa bir süre sonra Rhesus faktörü olan bebeğine karşı antikor geliştirir. Bu antikorlar, ilk bebeğe zarar vermeyeceklerdir. Ancak Rhesus faktörüne sahip ikinci bebek, annede artık hazır bulunan bu antikorların saldırısına uğrar. Antikorlar bebeğin bedenini hedef alır, onun taze alyuvarlarını yok eder. Bebekte kansızlık ve kalp hastalıkları baş gösterir. Bebeğin sağ olarak doğması zordur ama doğsa bile küçük bedenindeki alyuvarların parçalanmaları sonucunda bilirubin adı verilen zehirli bir madde oluşmuştur. Bu madde genellikle beyne zarar verir ve meydana gelen zihinsel rahatsızlıklar sonuçta ölüme bile yol açabilir.79

Kanı keşfetmek ancak geçtiğimiz yüzyılda mümkün olmuştur. Oysa kan, ilk insan yaratıldığı andan itibaren damarlarda dolaşmakta, görevlerini yerine getirmekte, çeşitli malzemeleri, faktörleri, molekülleri içinde taşımaktadır. İnsanın bu mucizeyi tam olarak tanımakta bile bu kadar aciz kalabilmesi, onun Allah'a olan teslimiyetini ve hayranlığını daha da artırmalıdır.

Allah, kuvvet ve kudret sahibi olandır, herşeyin üzerindedir, Muktedir'dir. Tasvir eden, herşeye şekil ve suret veren, Musavvir'dir. Gözetici ve koruyucu, Müheymin'dir. Ve Allah, herşeyde ve her hadisede büyüklüğünü gösteren, Mütekebbir'dir. Allah'ı hakkıyla takdir etmeli, yarattığı şeylerde Rabbimiz'in bu üstün sıfatlarını görüp anlamalı ve O'na yönelip dönmeliyiz. O'na yönelip dönen, kuşkusuz dünyada ve ahirette kazançlı olacaktır. Allah bir ayette şu şekilde bildirir:

O Allah ki, O'ndan başka İlah yoktur. Melik'tir; Kuddûs'tür; Selam'dır; Mü'min'dir; Müheymin'dir; Aziz'dir; Cebbar'dır; Mütekebbir'dir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir. (Haşr Suresi, 23)

BİLİNCİN GÖRÜNMEZ KAYNAĞI

sinir.jpg


İnsan vücudundaki sistemler görevlerini yerine getirirken, yapılan işin koordinasyonunu, düzenini, organizasyonunu da üstlenirler. Bu kitapta vücuttaki yapıların "akıllı" olarak tanımlanmasının ve buradan yola çıkarak bu aklın kaynağının açıklanmaya çalışılmasının nedeni budur. Kuşkusuz "akıllı bir hücre" veya "akıllı bir organ" yakıştırması mecazi bir yakıştırmadır. Çünkü bir beyni ve sinir sistemi olmayan hücre veya dokuların kendi başlarına bir bilinç sahibi olmaları mümkün değildir. Ancak tümünün yaptıkları işlerde şaşırtıcı bir bilinç ortaya çıkmaktadır. Bu ise Darwinistler ve tüm materyalistler için büyük bir çıkmazdır. Çünkü materyalistler de, bilincin beyindeki hücrelerden ve bu hücrelerin arasındaki kimyasal reaksiyonlardan doğduğunu savunurlar. Kısacası materyalist iddiaya göre, "bilinç, beyinden ibarettir".

Materyalistler bilinci beyne indirgemeye çalışırlarken, bilimsel gözlemler beyni bile olmayan canlıların bilinç sahibi olduklarını göstermektedir. Bu kitap boyunca incelediğimiz "akıllı hücreler" bunun bir örneğidir. Son yıllarda bakteriler ve diğer tek hücreliler üzerinde yapılan gözlemler de, bu mikroskobik canlıların son derece "akıllı" davrandıklarını, adeta içinde bulundukları ortamı değerlendirip karar verdiklerini göstermektedir. Moleküler biyolog Michael Denton şöyle yazar:

"Bir toz zerresinden bile daha küçük olmalarına rağmen, amipler, çok daha kompleks canlılara benzer yaşam stratejileri izlerler. Eğer bir amibi alıp onu bir kedinin boyutlarına getirebilseydik, bu memeliyle yaklaşık aynı derecede bir zekaya sahip olduğunu görecektik. Peki ama bu küçücük canlılar nasıl olup da bu denli iyi hesaplanmış kararlar alabilmektedirler?... Bir amip yakalamak istediği avını bilinçli olarak kovalar, avı yön değiştirdiğinde o da onun ardından yön değiştirir, bu takibi uzun süre devam ettirir. Bu davranışlar moleküler düzeyde açıklanamamaktadır."

Üstteki alıntının son cümlesine dikkat etmek gerekir. Amiplerin davranışları, "moleküler" düzeyde, yani kimyasal reaksiyonlarla, fiziksel etkilerle açıklanabilecek türden değildir. Bu canlılar, bilinçli olarak adeta karar vererek hareket etmektedirler. Dikkat çekici olan ise ne bir beyne, ne de sinir sistemine sahip olmamalarıdır. Protein, yağ ve sudan oluşan birer hücredirler sadece. Bakterilerin akıllı davranışlarını gösteren başka örnekler de vardır.

Ünlü Fransız bilim dergisi Science et Vie'nin Temmuz 1999 sayısında bildirildiğine göre, bakteriler birbirleri ile haberleşmekte ve bu haberlere dayanarak karar vermektedirler.

Science et Vie'de bu haberleşmenin son derece kompleks bir sistemle işlediği vurgulanmaktadır. Bakterilerin yüzeyinde elektrik sinyalleri yayan ve algılayan mekanizmalar vardır. Bakteriler bu sayede birbirlerine sinyaller yollamakta, içinde bulundukları ortamın özellikleri, bu ortamdaki besin durumu gibi bilgiler aktarmaktadırlar. Bu bilgilere göre de, daha ne kadar çoğalmaları ve çoğalmayı ne zaman durdurmaları gerektiği konusunda karar vermektedirler.

Kısacası, gözle görülmeyecek kadar küçük canlılar, etrafları hakkında bilgi toplamakta, sonra bunları yorumlayıp birbirlerine aktarmakta ve sonra da belirli bir yönde karar verip uygulamaktadır. Hem de grup halinde...

Tüm bu örnekler, canlılarda asla maddeye indirgenemeyecek bir bilinç olduğunu göstermektedir. "En kompleks canlı" sayılan insandan, "en basit canlı" sayılan tek hücrelilere kadar, canlılarda madde-ötesi bir kaynaktan gelen şaşırtıcı bir bilinç vardır.

Peki bu madde ötesi kaynak nedir?

Kuran'da, bizlere bu konuda çok önemli bilgiler verilir. Örneğin balarılarından söz edilen ayetlerde, bu canlıların gösterdikleri "bilinçli" davranışları kendilerine Allah'ın ilham ettiği bildirilmektedir:

"Rabbin balarısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır." (Nahl Suresi, 68-69)

Bir başka ayette de tüm canlıların Allah'ın hakimiyetinde olduğu haber verilmektedir. Kuran'da bildirildiği üzere, "O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur." (Hud Suresi, 56)

İşte Kuran'da açıklanan bu sır, canlılardaki gizemli bilincin kaynağıdır. Bilinç, materyalistlerin sandığı gibi maddenin bir özelliği değildir. Maddeyi oluşturan atomları her ne yaparsanız yapın, bilinç sahibi kılamazsınız. Bilincin, mutlaka bir başka bilinçten gelmesi gerekir. Canlılardaki bilinç ise, Allah'ın ilha mından kaynaklanmaktadır.

İnsan bedeninde veya bir başka organizmadaki hücrelerde ortaya çıkan akıl da, Allah'ın varlıklar üzerindeki mutlak hakimiyetinin bir tecellisidir. Allah, yarattığı varlıklar vesilesiyle Kendisi'ni tanıtmakta ve insanlar bu eserlere bakarak Allah'ın sonsuz gücünü ve kudretini tanıyıp takdir edebilmektedirler. Bu nedenle bu kitaptaki şuur örneklerini sıralarken, bu önemli gerçeğin sürekli olarak akılda tutulması gerekmektedir.
(alıntı harun yahya insan mucizesi)


78- Bilim ve Teknik, Tübitak Yayınları, Şubat 1998, sayı 363, sf. 60
79- Bilim ve Teknik, Tübitak Yayınları, Şubat 1998, sayı 363, sf. 62
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst