SuskunDervis
Kayıtlı Üye
Durum Tahlili
Modern çağın parçalanmış kimlikleriyiz. İstemediğimiz, bize ait olmayan bir hayatı yaşamaya mecbur(mu) bırakılıyoruz. Farkında olmadan ötekileşiyoruz, ötekileştiriyoruz, tek(tip)leşiyoruz, tek(tip)leştiriliyoruz.
Modern çağ yeni kavramlarla, yeni kelimelerle, yeni hayat algılarıyla yaşamımızı alt-üst etti. Evine giren insan, evini bir Hıraya dönüştüremediği ve nefsini dizginleyemediği için tutsak kaldı. Aile içi iletişimsizlikten ziyade teknolojinin sunduğu imkânlar ile sanal diyaloglar kurulmaya başlandı.
Hayatımızı işgal eden, insanı sanal bir varlığa çeviren bu iletişim aletlerinin temelinde, insanın bilinçsizliği; şuursuzluğu yatıyor elbet. Eşyayı kendisine ilah edinen insan, ilk emri oku olan Rabbini nasıl tanıyacaktır? Şahsiyetini inşa edemeyen, iç dünyasının eğitimini tamamlayamamış insan, yüreğini fethedememiş insan, kendi yüreğini nasıl fethedecek ki başkalarının da yüreklerini fethedebilsin? Çevremizdeki dünyayı düğmeye basmakla idare ettiğimiz zannına kapılıyoruz. Kumandalar, klavyeler, cep telefonları
Düğmeye basmakla olduğumuzu, varoluşumuzu gerçekleştirdiğimizi sanıyoruz. Düğmeye basmakla sesini açtığımızı sanıyoruz dünyanın. Düğmeye basmakla vicdanımızdaki sükut çığlığımızı susturduğumuzu mu sanıyoruz?
Modern dünyanın sunduğu hayat perspektifiyle imtihan üzere dünyaya gönderilen insanın mecbur bırakıldığı kötülük-iyilik algısı bilinçsizliği ve bunun ötesinde de hayatını bilinçsizlik üzerinde sürdürüyor olması, insanı, insanlığı, kaçınılmaz bir kargaşaya sürüklüyor. Başka bir ifadeyle bölüştürülmüş bir ayrılık içinde siyah ve beyazın, doğru ve yanlışın, iyi ve kötünün, hak ile zulmün belirsizliğinde, ayrı oluşlarının bilinçsizliğinde yaşıyor insan. Dolayısıyla modern zamanlara has modern hastalıklar yaşıyor insanlık. Anksiyete ve şizofreni gibi hastalıklar, en sağlıklı insanların bile her an yaşayabilecekleri ruhsal bunalımlar, psikolojik rahatsızlıklar konumunda olması şaşırtmamalı bizleri. Jaques Ellul bu yüzden makineleşen insanın tekrardan özgürlüğünü kazanmasına, güzel şeyler hayal etmesine umutsuzca bakıyordu: Tabiatın veya koşulların ondan talep ettiği adaptasyonlarda ne olursa olsun teknik özelliklerinde ve seyrinde kendine özgü olmaya değil, daha fazla kendisi olmaya zorluyor. Asimile ettiği her şey onun özelliklerine güç katıyor. Güzel, hoş bir şeye dönüşmesini ummak boşuna.
Modern yaşamın coşkunluğunun, hazzın sonuna kadar tatmin edilebilirliğinin ve yaşamdaki mutluluğun sadece haz ile elde edilebilir inancının duygu patlamalarına yol açacağını, ne kadar bayağı ve anlamsız oluşunu iş işten geçtikten sonra mı öğreneceğiz? Teknolojinin esiri altında bambaşka hayatlar yaşayan insan nasıl kendisine gelebilir? Modern dünyanın baskını altına alınan insan, baskı altına alınan bilgiye nasıl ulaşılır? Savaşarak mı? Tahrir Vazifeleri adlı kitabında İsmet Özel bu konuya şöyle değinir: Eşya eşittir insan denkleminin bozulabilmesi, eşya aracılığıyla bir durum (statünün) değil de, bir bilgi, bir bilme türü açığa çıkıyorsa mümkün olabilir. Bu da ancak dil yoluyla itminan sahibi olabilen insanların kültürü biçimlendirdikleri şartlarda gerçekleşir. Eğer insan hayatı teknoloji ve piyasa arasında kurulan koalisyonun sultası altındaysa ve insanlar eşyayı (gücün, refahın) bir işareti saydıkları halde, eşya insanın (kimliğini, kişiliğini) işaret etmiyorsa toplum hayatında yapısal bir baskı ve şiddet yürürlüktedir. Bu baskı bilgiyi örter. Demek ki bilginin aydınlığa kavuşması baskının savılmasını gerektirir. Dil yoluyla itminan sahibi olmakla savaşçı olmak böylece aynı kapıya çıkar.
Sekülerleşmiş insan, bugün için hakikat zemininden son derece uzakta yaşamaktadır. Maskeli yaşam insanı hakikatten uzaklaştırmakla kalmamış, haz, heyecan, şöhret, makam-mevki sevgisi gibi insanı kendisine tutsak bırakarak, insanı tahrif eden yönleriyle menfaatçilik kapanına kıstırmış, modern birey haline dönüştürmüştür. Onun için doğru, güzel olan; hak olan, acele problemler ve yakıcı sorunlar olarak sürekli önündedir. Maskesini çıkaramadığı müddetçe de önünde olacaktır, vicdanının sesini susturamayacaktır. Doğrunun bir yalan olmamasını, iyinin kötüye dönüşmemesini, güzelliğin yerini çirkinliğe bırakmamasını, zulmün adaletin yerine ikame edilmemesini ve insan hayatının kargaşa içinde yuvarlanmamasını garanti eden üstün bir yasa; adalet; güvenlik var mıdır? Bir koşturmaca içerisindeyiz, karanlık kuytu kuyulara düşmüşüz. Hak ile batılın mücadelesi içerisinde yüreğimiz bir kıvılcım bekliyor. El Veduda yâr olabilecek bir kıvılcım Kainata eşref-i mahlukat olarak gönderilen insan, nereden, nasıl başlamalı ki, zulmün yerini adalet alsın, çirkinliğin, fenalığın ve azgınlığın yerini güzellikler alsın, iyi kötüye dönüşmesin?
Hikmet-i Nazar
Hikmeti yitirdiğimiz günden beridir, kâinatı okuyamadık, kâinatı okuyamayınca kendimizi okuyamadık, kendimizi okuyamayınca da Rabbimizi okuyamadık. Hikmet hayatımızdan çıktığı an ötekileştik, dünyevileştik, kendimiz olmaktan çıkıp başka bir varlık haline dönüştük.
Parçalandık, bölündük, ayrıldık. Bütünü göremediğimizden dolayı da hikmeti kaybettik. Modern insan parçaların tanrısıdır, bütün olanı, daireyi göremediği için de kalabalıklar içerisinde yalnızlıkları oynamaya mecburdur. Teknoloji, para, güç, konfor, cinsellik, bencillik, eğlence, rekabet, hırs ve tüketimin bütün gücüyle insanı tutsak kıldığı, pragmatist felsefenin hâkim olduğu yeni bir dünya düzeninde anlamımızı arıyoruz. C.Pavesenin şu sözü aslında özetliyor: Hayat, yaşantı aramak değil, kendimizi aramaktır. Dünya döndükçe küreselleşiyoruz, küreselleştikçe bizi biz yapan değerlerimizden uzaklaşıyoruz. Hissizleşiyoruz, hissizleşen yüreğimize bombalar atılması gerekiyor uyanmamız için. Dünyayı imar etmek görevli halifeler olduğumuzu, yüreğimizi fethetmemiz ve yürekleri fethetmemiz gerektiğini, hikmet-i nazar-ı unuttuk mu? Kainata hikmet nazarından bakamadığımız için mi, anlamdan, vahiyden uzaklaşıyoruz?
Eşyaya hikmet nazarından bakabilmek, hakkın tüm varlık âleminde kendini açımlarken; tecelli ederken onda var olan hikmet de tüm varlıklara yansıyacağından insanın eşref-i mahlûkat olduğunun idraki anlamında mühimdir. Eşyaya yansıyan hikmet, Varlık açılımının aynı zamanda bir bilim açılımı da olacağını fark edersek, anlamın doruk noktasına; vahye yolculuk yapar, Hıramıza çıkarız; kendimizi anlamanın ötesinde bize ruhundan üfleyen El Vedudu anlayabilme, idrak edebilme; tefekkür edebilme noktasına adım atmış oluruz. Tasavvufî düşüncede bilen ile bilinenin bir olması ittihadül âlim vel malum şeklindeki formüle edilişini şöyle açıklayabiliriz: En yüksek noktadaki bilgiye bütünleşerek ulaşmak. Hakikati tavaf eden insanın, tavaf ettikçe hakikate yaklaşması Eşyayı hikmet-i nazar gözüyle bakarak insanın kendisine zulmetmemesi, kendisini bulunduğu konumdan ayırmaması W. Chittick mutasavvıfların, Allahın yaratma sevgisinin âleme varlık bahşettiğini söylerken bunun hemen arkasından, mütekabil insanî Allah sevgisinin Allahla yarattıkları arasındaki mesafeyi yakınlaştırdığını ilave ederken, mutasavvıfların Hz. Peygamberin Allah vardır ve Onunla birlikte hiçbir şey yoktu sözünü böyle yorumladıklarına dikkat çekmiştir.
Başka iklimler yönlendiriyor kalplerimizi, eviriyor çeviriyor, inşa ediyor hayatımızı Acı olan şey, kayboluşumuzun farkına varamadığımız gerçeğini; en büyük kayboluşun aslında kayboluşumuzu fark etmeyişimiz olduğunun bilincinde de değiliz. Arzularını yaşamaya bak, Anı Yaşa, Gülümse, Bu fırsatı kaçırma, mutlu ol gibi telkinlerin aslında nefse itaati telkin ettiğini, hedonistçe yaklaşımların tüketiyorsan, mutlusun sözleriyle içimizi şeytana çevirdiğini ne zaman fark edeceğiz? J. J. Rousseau şöyle yazmıştı: Çocuğun daha duygu dünyası gelişmeden, zihin dünyasına çok ağır, programlar yüklüyoruz Size ben bir çocuk teslim ediyorum. Bu çocuk doktor olsun, hâkim olsun, rahip olsun diye değil, adam yani insan olsun diye teslim ediyorum. Adam yetiştirmeye çalışmak bu kadar zor mu?
İçini Boşalttığımız Kavramlar
Muallimi Allah olan bir sınıftır dünya.
Başöğretmen Allahın himayesinde bir tahsildir hayatımız, yaşamımız.
Kutsal ders kitaplarımız, tarih boyunca Rabbimizden insanlara gönderilmiş, son kitap Kuran-ı Kerim hariç diğerleri tahrif edilmiş kitaplarımızdır.
Peygamberler muallimi Allah olan sınıfta, hatalarımızı, yanlışlarımızı, sıratım müstakimden sapabileceğimiz, kayabileceğimiz, düşebileceğiz noktaları öğrendiğimiz Allahın elçileri. İnsanı insan yapan tarafını hayatıyla, mücadelesiyle, örnekliğiyle dile getiren; insanı eşref-i mahlûkat yapan özelliğini hatırlatan Allahın sevgili kulları
Kıyamete kadar müfredatı güncel ders kitabımız Kuran.
Ders kitabını hayatına tatbik eden, uygulayan talebelerin ismi Müslüman, mümin, muvahhid.
Hakikati tavaf eden müminlerin mücadelesinde direnenlerin, bu yolda malıyla, canıyla, kalemiyle cihat edip canını ortaya koyanların, mücadele edenlerin, direnişi dirilişe çeviren müminlerin ismi Mücahid, şehit.
Özlenen Gençlik, Özlenen Nesil: Asımın Nesli
Hakikati arayan bir şairin tanımlamasıdır Asımın Nesli. Hakikati arayan şairimiz Mehmet Akif Ersoy, gençliğin yüreğindeki kıvılcımı tutuşturarak, globalleşen, globalleştikçe insanı içine çeken dünyaya meydan okuyacağının, tutsak kalmayacağının işaretlerini, ipuçlarını izah eder. Öyle bir şuur ki, ne yapması gerektiğine, kiminle yapacağına, şaşırıp yaldızlı dünya hayatına aldanmaya fırsat tanımayan bir şuur. Akifin dizeleriyle:
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim
Adam aldırma da geç git diyemem aldırırım
Çiğnerim çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım
Sezai Karakoçun diriliş tabiriyle dile getirdiği bir şuur. Nurettin Topçunun İsyan Ahlakında izah ettiği bir isyanla başkaldırarak hareket felsefesini hayatının her alanına yayan bir metafizik başkaldırı. Topçuya göre iman, kendi kendine tanımayı gerektirdiğinden, inancın iman olabilmesi için insan ruhunda süreklilik kazanması ve hayatına da hâkim olması gerekir. Öncelikli olan aklın ulaşılmış sınırlarını aşıp, aklı bir manevranın eşiğine kadar götürmek, düşünen aklın ışığını gölgeleyen ve boğan çok büyük bir iç aydınlanma sağlamayı başarmaktır.
Mustafa İslâmoğlunun Mümeyyiz bir akıl sahibi olun. Seçin ve ayırın.sözüyle mümeyyiz bir akla sahip olup hakkı batıldan ayırabilen bir bilinç. Cemil Meriçin Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah: kalem. Sözle, yazıyla kazanılmayacak savaş yok Kalem sahiplerine düşen ilk vazife telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcı olmamak. Halkı okumaya, düşünmeye, sevmeye alıştırmak. Diye ifade ettiği kalemi kılıç olarak kuşanabilen bir gençlik. Aliya İzzetbegoviçin kısaca Putları reddet, idealleri koru şeklinde ifade ettiği, yüreğindeki tüm putları deviren, hiçbir puta tapmayan idealist bir gençlik. Atasoy Müftüoğlunun ifadesiyle Müslüman, yeryüzünün soluğu ve ruhudur. Ruhumuza sahip çıkmalı
Niçin böyle bir nesle ihtiyacımız var? Niçin hakikate ulaşmak için yürekten başlamamız icap ediyor? Çünkü sorusunun cevabını Mustafa İslamoğlundan alalım:
Esaret içimizde Bizi önce yüreğimizde tutsak ettiler. İşgal altındaki bir yürekle, işgal altındaki bir kafayla, hangi toprak parçasını kurtarmaya gideceksiniz? İmanları yüreklere mahkum etmişler. Yeryüzünün müstekbirleri bizi önce yüreklerimizden vurmuşlar. Öyle olunca elimiz imanın iktidarından çıkmış, gözümüz, kulağımız, zihnimiz, şuurumuz imanın iktidarından çıkmış. Bu organlarımız imanın egemenliği altındaki hürriyetlerini kaybetmişler. İmanımızın iktidarını elinden almışlar, hadımlaştırmışlar onu. İmana site olma istidadında yaratılan kalbimiz imana mahbes, imana makber olmuş. Din bir vicdan işidir sloganıyla yola çıkan iman düşmanları, kültürleriyle, eğitimleriyle, medyalarıyla, şeytanca oyunlarıyla koca bir devi Alaaddinin lambasına geri sokmayı başarabilmişler.
Nuri Pakdil, insanla Rabbi arasına giren her türlü aracının kaldırılması gerektiğini, insanın Rabbiyle hemhal olabilmesi gerektiğini şu sözleriyle dile getirmişti: İnsanın, Allaha doğru koşusunu engelleyen barikatların kaldırılmasını istiyorum. Bir Arap atasözü şöyle der: Arkasında talep edeni olduğu müddetçe hak ortadan kaybolmaz. Yeter ki talep edelin, yeter ki arınalım, arınmak isteyelim Mevlananın sözüyle Neyi arıyorsan osundur. Zulmü arıyorsan zalim, aşlı arıyorsan âşık Hakikati aramamızın vakti gelmedi mi?
Silkinip okuma eylemine girişmeli. İnsanoğlunun omzunda dağların taşıyamadığı bir yük var. Yolu uzun ve kavisli. Her an yoldan çıkma, yoldan kayma tehlikesinin bulunduğu bir yol Suçlular olarak ortalıkta gezerek suçlu arıyoruz pervasızca Niçin hâlâ başımızı duvarlara vurduğumuz halde, kurtulamıyoruz hafakanlardan? Ey insanoğlu, seni kerim olan Rabbine karşı aldatan nedir?² sorusuna niçin cevap vermekte zorlanıyoruz?
Bir duruşumuz olmalı
Karanlıklardan korkmadığımızı kanıtlamalıyız semaya. Hafakanları korkuttuğumuz belli olmalı duruşumuzla. Loş çığlığımızı en kuytu karanlıklara saklamamalı, haksızca korkutulan kuşları şefkat kafeslerinde /avuçlarımızda/ besleyebilmeliyiz
Bir duruşumuz olmalı
Ağlayan güllerin mehveş süveydalarını ve solgun yaprakların ümitsizliğini ılık bir titremeyle bahara adamalı. Kıyam gününe hazır bekletilmeli güller ve yapraklar Her acıyla filizlenen çiçeği, her aşkıyla pembeleşen gülü ekmeli gamzelerimize Ve ardından göğü mesrur kanat çırpınmaları kaplamalı Duruşumuzla ölüme hazır olduğumuzu anlatabilmeli kainâta!
Bir duruşumuz olmalı
Asiliğe asillik içerisinde cevap vermeli ve ardından kapanan kapılara aldırmamalı. Acımalı fakat her zaman münzevi duyguların arasında kalmalı Mütedeyyin olmalı, mütebessim olmalı
Bir duruşumuz olmalı
Havanın kaprislerine güneşin secde etmeye gidişi de eklenince bir mum gibi aydınlatmalı karanlıktan korkanları. Elimizde çomak, yüreğimizde aşk ile yol almalı dervişçe çöllerde
Sevgiyle çağırmalı bulutların ağlayışlarını Ve toprağa düşen cemrelerce hissetmeli yangını yüreğimizde
Vakit kendimize gelme vakti
Hesaba çekilmeden hesaba çekme vakti
Hayatımızı Hayat Kitabı Kurana açma vakti
Hayati sorumuz: Yürüyen Kuran olabilecek miyiz?
Bir duruşumuz olmalı,
Kâinatı okuyabilmeli,
Kendimizi okuyabilmeli,
Rabbimizi okuyabilmeli
Yunus Emre Tozal
Modern çağın parçalanmış kimlikleriyiz. İstemediğimiz, bize ait olmayan bir hayatı yaşamaya mecbur(mu) bırakılıyoruz. Farkında olmadan ötekileşiyoruz, ötekileştiriyoruz, tek(tip)leşiyoruz, tek(tip)leştiriliyoruz.
Modern çağ yeni kavramlarla, yeni kelimelerle, yeni hayat algılarıyla yaşamımızı alt-üst etti. Evine giren insan, evini bir Hıraya dönüştüremediği ve nefsini dizginleyemediği için tutsak kaldı. Aile içi iletişimsizlikten ziyade teknolojinin sunduğu imkânlar ile sanal diyaloglar kurulmaya başlandı.
Hayatımızı işgal eden, insanı sanal bir varlığa çeviren bu iletişim aletlerinin temelinde, insanın bilinçsizliği; şuursuzluğu yatıyor elbet. Eşyayı kendisine ilah edinen insan, ilk emri oku olan Rabbini nasıl tanıyacaktır? Şahsiyetini inşa edemeyen, iç dünyasının eğitimini tamamlayamamış insan, yüreğini fethedememiş insan, kendi yüreğini nasıl fethedecek ki başkalarının da yüreklerini fethedebilsin? Çevremizdeki dünyayı düğmeye basmakla idare ettiğimiz zannına kapılıyoruz. Kumandalar, klavyeler, cep telefonları
Düğmeye basmakla olduğumuzu, varoluşumuzu gerçekleştirdiğimizi sanıyoruz. Düğmeye basmakla sesini açtığımızı sanıyoruz dünyanın. Düğmeye basmakla vicdanımızdaki sükut çığlığımızı susturduğumuzu mu sanıyoruz?
Modern dünyanın sunduğu hayat perspektifiyle imtihan üzere dünyaya gönderilen insanın mecbur bırakıldığı kötülük-iyilik algısı bilinçsizliği ve bunun ötesinde de hayatını bilinçsizlik üzerinde sürdürüyor olması, insanı, insanlığı, kaçınılmaz bir kargaşaya sürüklüyor. Başka bir ifadeyle bölüştürülmüş bir ayrılık içinde siyah ve beyazın, doğru ve yanlışın, iyi ve kötünün, hak ile zulmün belirsizliğinde, ayrı oluşlarının bilinçsizliğinde yaşıyor insan. Dolayısıyla modern zamanlara has modern hastalıklar yaşıyor insanlık. Anksiyete ve şizofreni gibi hastalıklar, en sağlıklı insanların bile her an yaşayabilecekleri ruhsal bunalımlar, psikolojik rahatsızlıklar konumunda olması şaşırtmamalı bizleri. Jaques Ellul bu yüzden makineleşen insanın tekrardan özgürlüğünü kazanmasına, güzel şeyler hayal etmesine umutsuzca bakıyordu: Tabiatın veya koşulların ondan talep ettiği adaptasyonlarda ne olursa olsun teknik özelliklerinde ve seyrinde kendine özgü olmaya değil, daha fazla kendisi olmaya zorluyor. Asimile ettiği her şey onun özelliklerine güç katıyor. Güzel, hoş bir şeye dönüşmesini ummak boşuna.
Modern yaşamın coşkunluğunun, hazzın sonuna kadar tatmin edilebilirliğinin ve yaşamdaki mutluluğun sadece haz ile elde edilebilir inancının duygu patlamalarına yol açacağını, ne kadar bayağı ve anlamsız oluşunu iş işten geçtikten sonra mı öğreneceğiz? Teknolojinin esiri altında bambaşka hayatlar yaşayan insan nasıl kendisine gelebilir? Modern dünyanın baskını altına alınan insan, baskı altına alınan bilgiye nasıl ulaşılır? Savaşarak mı? Tahrir Vazifeleri adlı kitabında İsmet Özel bu konuya şöyle değinir: Eşya eşittir insan denkleminin bozulabilmesi, eşya aracılığıyla bir durum (statünün) değil de, bir bilgi, bir bilme türü açığa çıkıyorsa mümkün olabilir. Bu da ancak dil yoluyla itminan sahibi olabilen insanların kültürü biçimlendirdikleri şartlarda gerçekleşir. Eğer insan hayatı teknoloji ve piyasa arasında kurulan koalisyonun sultası altındaysa ve insanlar eşyayı (gücün, refahın) bir işareti saydıkları halde, eşya insanın (kimliğini, kişiliğini) işaret etmiyorsa toplum hayatında yapısal bir baskı ve şiddet yürürlüktedir. Bu baskı bilgiyi örter. Demek ki bilginin aydınlığa kavuşması baskının savılmasını gerektirir. Dil yoluyla itminan sahibi olmakla savaşçı olmak böylece aynı kapıya çıkar.
Sekülerleşmiş insan, bugün için hakikat zemininden son derece uzakta yaşamaktadır. Maskeli yaşam insanı hakikatten uzaklaştırmakla kalmamış, haz, heyecan, şöhret, makam-mevki sevgisi gibi insanı kendisine tutsak bırakarak, insanı tahrif eden yönleriyle menfaatçilik kapanına kıstırmış, modern birey haline dönüştürmüştür. Onun için doğru, güzel olan; hak olan, acele problemler ve yakıcı sorunlar olarak sürekli önündedir. Maskesini çıkaramadığı müddetçe de önünde olacaktır, vicdanının sesini susturamayacaktır. Doğrunun bir yalan olmamasını, iyinin kötüye dönüşmemesini, güzelliğin yerini çirkinliğe bırakmamasını, zulmün adaletin yerine ikame edilmemesini ve insan hayatının kargaşa içinde yuvarlanmamasını garanti eden üstün bir yasa; adalet; güvenlik var mıdır? Bir koşturmaca içerisindeyiz, karanlık kuytu kuyulara düşmüşüz. Hak ile batılın mücadelesi içerisinde yüreğimiz bir kıvılcım bekliyor. El Veduda yâr olabilecek bir kıvılcım Kainata eşref-i mahlukat olarak gönderilen insan, nereden, nasıl başlamalı ki, zulmün yerini adalet alsın, çirkinliğin, fenalığın ve azgınlığın yerini güzellikler alsın, iyi kötüye dönüşmesin?
Hikmet-i Nazar
Hikmeti yitirdiğimiz günden beridir, kâinatı okuyamadık, kâinatı okuyamayınca kendimizi okuyamadık, kendimizi okuyamayınca da Rabbimizi okuyamadık. Hikmet hayatımızdan çıktığı an ötekileştik, dünyevileştik, kendimiz olmaktan çıkıp başka bir varlık haline dönüştük.
Parçalandık, bölündük, ayrıldık. Bütünü göremediğimizden dolayı da hikmeti kaybettik. Modern insan parçaların tanrısıdır, bütün olanı, daireyi göremediği için de kalabalıklar içerisinde yalnızlıkları oynamaya mecburdur. Teknoloji, para, güç, konfor, cinsellik, bencillik, eğlence, rekabet, hırs ve tüketimin bütün gücüyle insanı tutsak kıldığı, pragmatist felsefenin hâkim olduğu yeni bir dünya düzeninde anlamımızı arıyoruz. C.Pavesenin şu sözü aslında özetliyor: Hayat, yaşantı aramak değil, kendimizi aramaktır. Dünya döndükçe küreselleşiyoruz, küreselleştikçe bizi biz yapan değerlerimizden uzaklaşıyoruz. Hissizleşiyoruz, hissizleşen yüreğimize bombalar atılması gerekiyor uyanmamız için. Dünyayı imar etmek görevli halifeler olduğumuzu, yüreğimizi fethetmemiz ve yürekleri fethetmemiz gerektiğini, hikmet-i nazar-ı unuttuk mu? Kainata hikmet nazarından bakamadığımız için mi, anlamdan, vahiyden uzaklaşıyoruz?
Eşyaya hikmet nazarından bakabilmek, hakkın tüm varlık âleminde kendini açımlarken; tecelli ederken onda var olan hikmet de tüm varlıklara yansıyacağından insanın eşref-i mahlûkat olduğunun idraki anlamında mühimdir. Eşyaya yansıyan hikmet, Varlık açılımının aynı zamanda bir bilim açılımı da olacağını fark edersek, anlamın doruk noktasına; vahye yolculuk yapar, Hıramıza çıkarız; kendimizi anlamanın ötesinde bize ruhundan üfleyen El Vedudu anlayabilme, idrak edebilme; tefekkür edebilme noktasına adım atmış oluruz. Tasavvufî düşüncede bilen ile bilinenin bir olması ittihadül âlim vel malum şeklindeki formüle edilişini şöyle açıklayabiliriz: En yüksek noktadaki bilgiye bütünleşerek ulaşmak. Hakikati tavaf eden insanın, tavaf ettikçe hakikate yaklaşması Eşyayı hikmet-i nazar gözüyle bakarak insanın kendisine zulmetmemesi, kendisini bulunduğu konumdan ayırmaması W. Chittick mutasavvıfların, Allahın yaratma sevgisinin âleme varlık bahşettiğini söylerken bunun hemen arkasından, mütekabil insanî Allah sevgisinin Allahla yarattıkları arasındaki mesafeyi yakınlaştırdığını ilave ederken, mutasavvıfların Hz. Peygamberin Allah vardır ve Onunla birlikte hiçbir şey yoktu sözünü böyle yorumladıklarına dikkat çekmiştir.
Başka iklimler yönlendiriyor kalplerimizi, eviriyor çeviriyor, inşa ediyor hayatımızı Acı olan şey, kayboluşumuzun farkına varamadığımız gerçeğini; en büyük kayboluşun aslında kayboluşumuzu fark etmeyişimiz olduğunun bilincinde de değiliz. Arzularını yaşamaya bak, Anı Yaşa, Gülümse, Bu fırsatı kaçırma, mutlu ol gibi telkinlerin aslında nefse itaati telkin ettiğini, hedonistçe yaklaşımların tüketiyorsan, mutlusun sözleriyle içimizi şeytana çevirdiğini ne zaman fark edeceğiz? J. J. Rousseau şöyle yazmıştı: Çocuğun daha duygu dünyası gelişmeden, zihin dünyasına çok ağır, programlar yüklüyoruz Size ben bir çocuk teslim ediyorum. Bu çocuk doktor olsun, hâkim olsun, rahip olsun diye değil, adam yani insan olsun diye teslim ediyorum. Adam yetiştirmeye çalışmak bu kadar zor mu?
İçini Boşalttığımız Kavramlar
Muallimi Allah olan bir sınıftır dünya.
Başöğretmen Allahın himayesinde bir tahsildir hayatımız, yaşamımız.
Kutsal ders kitaplarımız, tarih boyunca Rabbimizden insanlara gönderilmiş, son kitap Kuran-ı Kerim hariç diğerleri tahrif edilmiş kitaplarımızdır.
Peygamberler muallimi Allah olan sınıfta, hatalarımızı, yanlışlarımızı, sıratım müstakimden sapabileceğimiz, kayabileceğimiz, düşebileceğiz noktaları öğrendiğimiz Allahın elçileri. İnsanı insan yapan tarafını hayatıyla, mücadelesiyle, örnekliğiyle dile getiren; insanı eşref-i mahlûkat yapan özelliğini hatırlatan Allahın sevgili kulları
Kıyamete kadar müfredatı güncel ders kitabımız Kuran.
Ders kitabını hayatına tatbik eden, uygulayan talebelerin ismi Müslüman, mümin, muvahhid.
Hakikati tavaf eden müminlerin mücadelesinde direnenlerin, bu yolda malıyla, canıyla, kalemiyle cihat edip canını ortaya koyanların, mücadele edenlerin, direnişi dirilişe çeviren müminlerin ismi Mücahid, şehit.
Özlenen Gençlik, Özlenen Nesil: Asımın Nesli
Hakikati arayan bir şairin tanımlamasıdır Asımın Nesli. Hakikati arayan şairimiz Mehmet Akif Ersoy, gençliğin yüreğindeki kıvılcımı tutuşturarak, globalleşen, globalleştikçe insanı içine çeken dünyaya meydan okuyacağının, tutsak kalmayacağının işaretlerini, ipuçlarını izah eder. Öyle bir şuur ki, ne yapması gerektiğine, kiminle yapacağına, şaşırıp yaldızlı dünya hayatına aldanmaya fırsat tanımayan bir şuur. Akifin dizeleriyle:
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim
Adam aldırma da geç git diyemem aldırırım
Çiğnerim çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım
Sezai Karakoçun diriliş tabiriyle dile getirdiği bir şuur. Nurettin Topçunun İsyan Ahlakında izah ettiği bir isyanla başkaldırarak hareket felsefesini hayatının her alanına yayan bir metafizik başkaldırı. Topçuya göre iman, kendi kendine tanımayı gerektirdiğinden, inancın iman olabilmesi için insan ruhunda süreklilik kazanması ve hayatına da hâkim olması gerekir. Öncelikli olan aklın ulaşılmış sınırlarını aşıp, aklı bir manevranın eşiğine kadar götürmek, düşünen aklın ışığını gölgeleyen ve boğan çok büyük bir iç aydınlanma sağlamayı başarmaktır.
Mustafa İslâmoğlunun Mümeyyiz bir akıl sahibi olun. Seçin ve ayırın.sözüyle mümeyyiz bir akla sahip olup hakkı batıldan ayırabilen bir bilinç. Cemil Meriçin Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah: kalem. Sözle, yazıyla kazanılmayacak savaş yok Kalem sahiplerine düşen ilk vazife telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcı olmamak. Halkı okumaya, düşünmeye, sevmeye alıştırmak. Diye ifade ettiği kalemi kılıç olarak kuşanabilen bir gençlik. Aliya İzzetbegoviçin kısaca Putları reddet, idealleri koru şeklinde ifade ettiği, yüreğindeki tüm putları deviren, hiçbir puta tapmayan idealist bir gençlik. Atasoy Müftüoğlunun ifadesiyle Müslüman, yeryüzünün soluğu ve ruhudur. Ruhumuza sahip çıkmalı
Niçin böyle bir nesle ihtiyacımız var? Niçin hakikate ulaşmak için yürekten başlamamız icap ediyor? Çünkü sorusunun cevabını Mustafa İslamoğlundan alalım:
Esaret içimizde Bizi önce yüreğimizde tutsak ettiler. İşgal altındaki bir yürekle, işgal altındaki bir kafayla, hangi toprak parçasını kurtarmaya gideceksiniz? İmanları yüreklere mahkum etmişler. Yeryüzünün müstekbirleri bizi önce yüreklerimizden vurmuşlar. Öyle olunca elimiz imanın iktidarından çıkmış, gözümüz, kulağımız, zihnimiz, şuurumuz imanın iktidarından çıkmış. Bu organlarımız imanın egemenliği altındaki hürriyetlerini kaybetmişler. İmanımızın iktidarını elinden almışlar, hadımlaştırmışlar onu. İmana site olma istidadında yaratılan kalbimiz imana mahbes, imana makber olmuş. Din bir vicdan işidir sloganıyla yola çıkan iman düşmanları, kültürleriyle, eğitimleriyle, medyalarıyla, şeytanca oyunlarıyla koca bir devi Alaaddinin lambasına geri sokmayı başarabilmişler.
Nuri Pakdil, insanla Rabbi arasına giren her türlü aracının kaldırılması gerektiğini, insanın Rabbiyle hemhal olabilmesi gerektiğini şu sözleriyle dile getirmişti: İnsanın, Allaha doğru koşusunu engelleyen barikatların kaldırılmasını istiyorum. Bir Arap atasözü şöyle der: Arkasında talep edeni olduğu müddetçe hak ortadan kaybolmaz. Yeter ki talep edelin, yeter ki arınalım, arınmak isteyelim Mevlananın sözüyle Neyi arıyorsan osundur. Zulmü arıyorsan zalim, aşlı arıyorsan âşık Hakikati aramamızın vakti gelmedi mi?
Silkinip okuma eylemine girişmeli. İnsanoğlunun omzunda dağların taşıyamadığı bir yük var. Yolu uzun ve kavisli. Her an yoldan çıkma, yoldan kayma tehlikesinin bulunduğu bir yol Suçlular olarak ortalıkta gezerek suçlu arıyoruz pervasızca Niçin hâlâ başımızı duvarlara vurduğumuz halde, kurtulamıyoruz hafakanlardan? Ey insanoğlu, seni kerim olan Rabbine karşı aldatan nedir?² sorusuna niçin cevap vermekte zorlanıyoruz?
Bir duruşumuz olmalı
Karanlıklardan korkmadığımızı kanıtlamalıyız semaya. Hafakanları korkuttuğumuz belli olmalı duruşumuzla. Loş çığlığımızı en kuytu karanlıklara saklamamalı, haksızca korkutulan kuşları şefkat kafeslerinde /avuçlarımızda/ besleyebilmeliyiz
Bir duruşumuz olmalı
Ağlayan güllerin mehveş süveydalarını ve solgun yaprakların ümitsizliğini ılık bir titremeyle bahara adamalı. Kıyam gününe hazır bekletilmeli güller ve yapraklar Her acıyla filizlenen çiçeği, her aşkıyla pembeleşen gülü ekmeli gamzelerimize Ve ardından göğü mesrur kanat çırpınmaları kaplamalı Duruşumuzla ölüme hazır olduğumuzu anlatabilmeli kainâta!
Bir duruşumuz olmalı
Asiliğe asillik içerisinde cevap vermeli ve ardından kapanan kapılara aldırmamalı. Acımalı fakat her zaman münzevi duyguların arasında kalmalı Mütedeyyin olmalı, mütebessim olmalı
Bir duruşumuz olmalı
Havanın kaprislerine güneşin secde etmeye gidişi de eklenince bir mum gibi aydınlatmalı karanlıktan korkanları. Elimizde çomak, yüreğimizde aşk ile yol almalı dervişçe çöllerde
Sevgiyle çağırmalı bulutların ağlayışlarını Ve toprağa düşen cemrelerce hissetmeli yangını yüreğimizde
Vakit kendimize gelme vakti
Hesaba çekilmeden hesaba çekme vakti
Hayatımızı Hayat Kitabı Kurana açma vakti
Hayati sorumuz: Yürüyen Kuran olabilecek miyiz?
Bir duruşumuz olmalı,
Kâinatı okuyabilmeli,
Kendimizi okuyabilmeli,
Rabbimizi okuyabilmeli
Yunus Emre Tozal