KÂFİRÛN SÛRESİ-109
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
قُلْ يَآ أَيُّهَا الْكَافِرُونَ (1) لآ أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ (2)
وَلآ أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَآ أَعْبُدُ (3) وَلآ أَنَا عَابِدٌ مَا عَبَدتُّمْ (4)
وَلآ أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَآ أَعْبُدُ (5) لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ (6)
Meâl
Rahmân ve Rahîm Allah’ın Adıyla
1. De ki: "Ey kâfirler!"
2. Ben sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmem.
3. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmiyorsunuz.
4. Ben sizin ibadet ettiklerinize asla ibadet edecek değilim.
5. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz.
6. O halde sizin dininiz size, benim dinim bana.
Mekke’de inmiştir, altı âyettir. Bu sûre, adını ilk ayetinden almaktadır. Kâfirler karşısında kesin kararlı olarak tevhîte sarılmalarını, bununla beraber kâfirleri dini kabul etmeye zorlamayıp kendi tercihlerine bırakmalarını bildirir. Böylece İslâmdaki din özgürlüğü prensibini vurgulamaktadır.
Bu sureye “İbadet Suresi” ve “İhlâs Suresi” de denir. Ondan dolayı “Kul huvellahu ehad” Suresi ile ikisine “İhlâseyn” (İki İhlâs) denir. Nitekim Resûlullah’ın sabah ve akşam namazlarının sünnetlerinde “Kul yâ eyyühe’l-Kâfirûn” ve “Kul huvellahu ehad” okuduğunu İbn Ömer’den ve Hz. Âişe’den rivayet edilen hadislerde “İhlâseyn” denildiği de görülür .
Ebu Ya’lâ ve Taberanî şu hadisi merfû olarak rivayet etmişlerdir: “Sizi, Yüce Allah’a şirk koşmaktan koruyacak bir kelime anlatayım mı size? Uykunuz sırasında “Kul yâ eyyühe’l-Kâfirûn” Suresini okursunuz.” Başka bir hadiste de: “Bu sûre Kur’an’ın dörtte birine denktir.” buyurulmuştur.
Bunun izahında bir hayli söz söylenmiş ise de en basiti şöyle anlamaktır: Kur’an’ın mânâsı bir bakışa göre şu şekilde özetlenebilir: İbadetler, muâmeleler, âhiret hükümleri ve kıssalar. Bu sure ise ibadetin ruhu olan tevhît ve ihlas ilanını emredici olduğu için dörtte birine denk demek olur.
Nüzûl Sebebi
Kureyş’in ileri gelenlerinden bazıları, Resûlullah’a; sen gel bizim dinimize tâbi ol, biz de senin dinine tâbi olalım, bir sene bizim tanrılarımıza ibadet edersin, bir sene de biz senin Rabbine ibadet ederiz, dediler. Resûlullah: “Allah korusun, Allah’a başkasını ortak koşmaktan.” dedi. Onlar, o halde bizim tanrılarımızın bazısına el sürüver de seni tasdik edelim ve tanrına ibadet edelim, dediler. Bu sebeple bu sure nâzil oldu. Resûlullah sabahleyin Mescid-i Haram’a gitti. Kureyş’ten itibarlı bir heyet vardı. Başları üzerine dikildi de bu sureyi okudu, onlar da ümitlerini kestiler.”
Başlangıçta bu sûrenin muhatabı Kureyşli kâfirlerdir ve sûre onların teklifleri üzerine nazil oldu. Ama sûrenin geçerliliği o günler ve kişilerle sınırlı değildir. Kur’an’a geçen bu talimat müslümanlar için kıyamete kadar geçerlidir. Küfür dini ne şekilde olursa olsun, hem sözle hem de amelle ondan uzak durmak gerekir.
Tefsir, Açıklama
قُلْ يَآ أَيُّهَا الْكَافِرُونَ
1. De ki: "Ey kâfirler!"
Bu nidâya قُلْ‘de’ emriyle başlanmasında Râzî kırk kadar nükte saymıştır, tafsili uzun gider. En birincisi Hz. Peygamber’in kendi tarafından değil, Yüce Allah tarafından görevlendirildiğine delildir. Hz. Peygamber (sav)’in onlara “Ey kâfirler!” sözüyle hitap ederek, kâfir olduklarını söylemesi, ki Hz. Peygamber (sav) onların, kendilerine kâfir denilmesine kızdıklarını biliyordu. Onun Allah tarafından korunduğuna ve dolayısıyla kâfirlere ve onların tâgutlarına aldırış etmediğine delildir.
“Ey kâfirler” diye nidâ genel olarak kâfir olanlara değil, ebedî olarak imana gelmeyeceklerini Yüce Allah’ın bildiği bir takım kimselere mahsustur. “Kâfirler” kelimesi de, kâfirlere hakaret olsun diye değil, bir gerçeği ifade etmek için kullanılmıştır. Arapça’da kâfir kelimesi inkâr eden ve inanmayanlar için kullanılır. Bunun karşı kelimesi de “Mümin”dir. Yani kabul eden ve teslim olandır. Allah’ın onlara “Ey kâfirler” demeyi Resûlullah’a emretmesi, aslında “Ey Risâletimi inkâr edenler ve getirdiğim talimattan yüz çevirenler” anlamındadır. Aynı şekilde “mümin” kelimesi kullanıldığında da bundan murat, “Muhammed’e (sav) iman edenler”dir.
Ayette, “Ey kâfirler” denilmiş, “Ey müşrikler” denilmemiştir. Bu nedenle âyetin muhatabı yalnız müşrikler değil, Resûlullah’ı Allah’ın elçisi olarak kabul etmeyen ve getirdiği talimatın Allah’tan olduğunu reddeden herkestir. Bunlar; Yahudiler, Hıristiyanlar, Mecusiler veya Müşrikler olabilir. Bu hitabın muhatabı sadece Kureyş veya Arabistan’daki kâfir ve müşrik Araplar değil, dünyadaki bütün kâfirler ve müşriklerdir.
İnkârcılara “Ey kâfirler”diye hitap etmek, bir kimseye “Ey düşmanlar, ey muhalifler” şeklinde hitap etmek gibidir. Onun için, bu şekilde hitap edildiğinde, muhatapların zatının değil sıfatlarının hedef alındığı bilinmelidir. Dolayısıyla o kişi, “kâfir” sıfatını taşıdığı sürece ayetin muhatabıdır. Muhalif ve düşmanlığı bırakarak dost veya himaye eden olduğunda bu hitabın muhatabı olmaktan kurtulur. Yani burada “Ey kâfirler” diyerek hitap edilmesi onların küfrü nedeniyledir, zatları nedeniyle değildir. Onlardan ölene kadar küfür üzerinde devam edenler bu âyetin muhatabıdır. Ama iman edenler artık bu ayetin muhatabı değildirler.
لآ أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ
2. Ben sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmem.
Yani o tanrı yerine koyup durduğunuz ve benim de tapmamı istediğiniz o şeylere ben ibadet ve kulluk etmem. Yahut, o sizin benden istediğiniz şirk ibadetinizi geçmişte dahi yapmadım ve hiç bir zaman yapacaklardan da değilim.
وَلآ أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَآ أَعْبُدُ
3. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmiyorsunuz.
Siz de benim ibadet ettiğim hak İlâhıma tevhit ve ihlas ile ibadet etmediniz, etmiyorsunuz ve etmezsiniz. O tek olan İlâhtır. Ben hak İlâha ibâdet ediyorum. O, Âlemlerin Rabbi Allah’tır. Siz ise taş ve putlara tapıyorsunuz. Rahmân’a ibadet nerede, hevâ ve hevese, ve putlara ibadet nerede!
وَلآ أَنَا عَابِدٌ مَا عَبَدتُّمْ
4. Ben sizin ibadet ettiklerinize asla ibadet edecek değilim.
Bu âyet, daha önce anlatılan taşlara tapmaktan uzak olmayı te’kit eder ve kâfirlerin heveselerini kursaklarında bırakır. Sanki şöyle der: Ne şimdi ne de gelecekte bu putlara tapmam. Ben, yaşadığım müddetçe taptığınız şeylere aslâ tapmam. Putlarınıza ne şimdi taparım, ne de gelecekte taparım.
وَلآ أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَآ أَعْبُدُ
5. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz.
لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ
6. O halde sizin dininiz size, benim dinim bana .
"Sizin dininiz size” yani bütün sorumluluğu, hesabı cezası, vebali ile sırf size aittir. “...benim dinim banadır." Hak İslâm dini de benimdir. Onun ecir ve sevabı da bana aittir. Sizin müşrikliğiniz size, benim Allah’ı birlemem de bana. Bu, Hz. Peygamber (sav)’in, kâfirlerin yaptığı ibadetten son derece uzak olduğunu gösterir ve son derece kudretli ve bir olan Allah’a ibadet ettiğini te’kit eder.
Tefsirciler der ki: İlk iki cümlede, insanların ilâh bakımından birbirinden tamamen farklı olduğu ifade edilmiştir. Müşriklerin ilâhı putlar, Hz. Muhammed (sav)’in ilâhı ise Allah’tır. Son iki cümlede ise, ibadet hususunda tamamen farklı oldukları ifade edilmiştir. Sanki Hz. Peygamber (sav): “Ne ilâhımız, ne de ibadetimiz birdir” demiştir. Yani benim dinim ayrı, sizin dininiz ayrıdır. Ben sizin mabutlarınıza tapanlardan değilim, siz de benim taptığım ilâha tapmıyorsunuz. Ben sizin mabutlarınıza ibadet edemem. Siz de benim mabuduma ibadet için hazır değilsiniz. Onun için benim yolum ve sizin yolunuz hiç bir zaman birleşmez. Bu ifade, kâfirlere hoş görünmek için değil, gittikleri yolda devam ettikleri sürece onlardan kesinlikle beraat ve ilişki kesmeyi ilan etmek içindir. Aynı zamanda kâfirlerin din konusunda Allah’ın Resûlü ve ona iman edenler ile hiçbir zaman uzlaşmayacağını belirtmeyi ve bu konuda ümitlerini kesmelerini de kapsamaktadır.
İşte müşriklerin bu tür önerilerine cevap olarak inen bu sûre, herkesin vicdanî kanâatinde serbest olduğunu, istediği biçimde hareket edebileceğini ve yaptığından sorulacağını bildirmektedir. Gerçekten Kur’an, vicdan özgürlüğü getirmiştir. Hiç kimsenin zorla dine sokulmasını emretmemiştir, Hz. Peygamber’in insanlar üzerinde bir zorlayıcı değil, duyurucu, öğüt verici olduğunu söylemiştir: “Sana düşen, yalnız duyurmaktır.” (Al- İmran, 3,20; Nahl, 16,82; Şûrâ, 42,48) gibi pek çok âyet, Peygamber’in görevinin, insanları zorlayarak yola getirmek değil, gerçekleri duyurmak olduğunu; “Sen onların üzerinde zorlayıcı değilsin.” (Kâf,50,45) meâlindeki âyetler de Peygamberin zorlayıcı olmadığını bildirmektedir. “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 2,256), “De ki: Ey insanlar, işte size Rabbinizden gerçek geldi. Artık yola gelen, kendisi için gelir; sapan da kendi zararına sapar. Ben sizin üzerinize vekil değilim.”(Yûnus, 10,108) gibi âyetler de vicdan özgürlüğünün en açık ifâdeleridir.
İmam Ebu Hanîfe ve İmam Şâfiî, bu ayetten (Kâfirûn, 6), kâfirlerin kendi aralarındaki dinleri ne kadar farklı olursa olsun onların topluca bir millet olduklarını istidlâl etmişler ve Yahudinin Hıristiyana, Hıristiyanın da Yahudiye veya bir kâfirin, başka dinden bir kâfire mirasçı olabileceklerini söylemişlerdir.
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
قُلْ يَآ أَيُّهَا الْكَافِرُونَ (1) لآ أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ (2)
وَلآ أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَآ أَعْبُدُ (3) وَلآ أَنَا عَابِدٌ مَا عَبَدتُّمْ (4)
وَلآ أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَآ أَعْبُدُ (5) لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ (6)
Meâl
Rahmân ve Rahîm Allah’ın Adıyla
1. De ki: "Ey kâfirler!"
2. Ben sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmem.
3. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmiyorsunuz.
4. Ben sizin ibadet ettiklerinize asla ibadet edecek değilim.
5. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz.
6. O halde sizin dininiz size, benim dinim bana.
Mekke’de inmiştir, altı âyettir. Bu sûre, adını ilk ayetinden almaktadır. Kâfirler karşısında kesin kararlı olarak tevhîte sarılmalarını, bununla beraber kâfirleri dini kabul etmeye zorlamayıp kendi tercihlerine bırakmalarını bildirir. Böylece İslâmdaki din özgürlüğü prensibini vurgulamaktadır.
Bu sureye “İbadet Suresi” ve “İhlâs Suresi” de denir. Ondan dolayı “Kul huvellahu ehad” Suresi ile ikisine “İhlâseyn” (İki İhlâs) denir. Nitekim Resûlullah’ın sabah ve akşam namazlarının sünnetlerinde “Kul yâ eyyühe’l-Kâfirûn” ve “Kul huvellahu ehad” okuduğunu İbn Ömer’den ve Hz. Âişe’den rivayet edilen hadislerde “İhlâseyn” denildiği de görülür .
Ebu Ya’lâ ve Taberanî şu hadisi merfû olarak rivayet etmişlerdir: “Sizi, Yüce Allah’a şirk koşmaktan koruyacak bir kelime anlatayım mı size? Uykunuz sırasında “Kul yâ eyyühe’l-Kâfirûn” Suresini okursunuz.” Başka bir hadiste de: “Bu sûre Kur’an’ın dörtte birine denktir.” buyurulmuştur.
Bunun izahında bir hayli söz söylenmiş ise de en basiti şöyle anlamaktır: Kur’an’ın mânâsı bir bakışa göre şu şekilde özetlenebilir: İbadetler, muâmeleler, âhiret hükümleri ve kıssalar. Bu sure ise ibadetin ruhu olan tevhît ve ihlas ilanını emredici olduğu için dörtte birine denk demek olur.
Nüzûl Sebebi
Kureyş’in ileri gelenlerinden bazıları, Resûlullah’a; sen gel bizim dinimize tâbi ol, biz de senin dinine tâbi olalım, bir sene bizim tanrılarımıza ibadet edersin, bir sene de biz senin Rabbine ibadet ederiz, dediler. Resûlullah: “Allah korusun, Allah’a başkasını ortak koşmaktan.” dedi. Onlar, o halde bizim tanrılarımızın bazısına el sürüver de seni tasdik edelim ve tanrına ibadet edelim, dediler. Bu sebeple bu sure nâzil oldu. Resûlullah sabahleyin Mescid-i Haram’a gitti. Kureyş’ten itibarlı bir heyet vardı. Başları üzerine dikildi de bu sureyi okudu, onlar da ümitlerini kestiler.”
Başlangıçta bu sûrenin muhatabı Kureyşli kâfirlerdir ve sûre onların teklifleri üzerine nazil oldu. Ama sûrenin geçerliliği o günler ve kişilerle sınırlı değildir. Kur’an’a geçen bu talimat müslümanlar için kıyamete kadar geçerlidir. Küfür dini ne şekilde olursa olsun, hem sözle hem de amelle ondan uzak durmak gerekir.
Tefsir, Açıklama
قُلْ يَآ أَيُّهَا الْكَافِرُونَ
1. De ki: "Ey kâfirler!"
Bu nidâya قُلْ‘de’ emriyle başlanmasında Râzî kırk kadar nükte saymıştır, tafsili uzun gider. En birincisi Hz. Peygamber’in kendi tarafından değil, Yüce Allah tarafından görevlendirildiğine delildir. Hz. Peygamber (sav)’in onlara “Ey kâfirler!” sözüyle hitap ederek, kâfir olduklarını söylemesi, ki Hz. Peygamber (sav) onların, kendilerine kâfir denilmesine kızdıklarını biliyordu. Onun Allah tarafından korunduğuna ve dolayısıyla kâfirlere ve onların tâgutlarına aldırış etmediğine delildir.
“Ey kâfirler” diye nidâ genel olarak kâfir olanlara değil, ebedî olarak imana gelmeyeceklerini Yüce Allah’ın bildiği bir takım kimselere mahsustur. “Kâfirler” kelimesi de, kâfirlere hakaret olsun diye değil, bir gerçeği ifade etmek için kullanılmıştır. Arapça’da kâfir kelimesi inkâr eden ve inanmayanlar için kullanılır. Bunun karşı kelimesi de “Mümin”dir. Yani kabul eden ve teslim olandır. Allah’ın onlara “Ey kâfirler” demeyi Resûlullah’a emretmesi, aslında “Ey Risâletimi inkâr edenler ve getirdiğim talimattan yüz çevirenler” anlamındadır. Aynı şekilde “mümin” kelimesi kullanıldığında da bundan murat, “Muhammed’e (sav) iman edenler”dir.
Ayette, “Ey kâfirler” denilmiş, “Ey müşrikler” denilmemiştir. Bu nedenle âyetin muhatabı yalnız müşrikler değil, Resûlullah’ı Allah’ın elçisi olarak kabul etmeyen ve getirdiği talimatın Allah’tan olduğunu reddeden herkestir. Bunlar; Yahudiler, Hıristiyanlar, Mecusiler veya Müşrikler olabilir. Bu hitabın muhatabı sadece Kureyş veya Arabistan’daki kâfir ve müşrik Araplar değil, dünyadaki bütün kâfirler ve müşriklerdir.
İnkârcılara “Ey kâfirler”diye hitap etmek, bir kimseye “Ey düşmanlar, ey muhalifler” şeklinde hitap etmek gibidir. Onun için, bu şekilde hitap edildiğinde, muhatapların zatının değil sıfatlarının hedef alındığı bilinmelidir. Dolayısıyla o kişi, “kâfir” sıfatını taşıdığı sürece ayetin muhatabıdır. Muhalif ve düşmanlığı bırakarak dost veya himaye eden olduğunda bu hitabın muhatabı olmaktan kurtulur. Yani burada “Ey kâfirler” diyerek hitap edilmesi onların küfrü nedeniyledir, zatları nedeniyle değildir. Onlardan ölene kadar küfür üzerinde devam edenler bu âyetin muhatabıdır. Ama iman edenler artık bu ayetin muhatabı değildirler.
لآ أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ
2. Ben sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmem.
Yani o tanrı yerine koyup durduğunuz ve benim de tapmamı istediğiniz o şeylere ben ibadet ve kulluk etmem. Yahut, o sizin benden istediğiniz şirk ibadetinizi geçmişte dahi yapmadım ve hiç bir zaman yapacaklardan da değilim.
وَلآ أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَآ أَعْبُدُ
3. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmiyorsunuz.
Siz de benim ibadet ettiğim hak İlâhıma tevhit ve ihlas ile ibadet etmediniz, etmiyorsunuz ve etmezsiniz. O tek olan İlâhtır. Ben hak İlâha ibâdet ediyorum. O, Âlemlerin Rabbi Allah’tır. Siz ise taş ve putlara tapıyorsunuz. Rahmân’a ibadet nerede, hevâ ve hevese, ve putlara ibadet nerede!
وَلآ أَنَا عَابِدٌ مَا عَبَدتُّمْ
4. Ben sizin ibadet ettiklerinize asla ibadet edecek değilim.
Bu âyet, daha önce anlatılan taşlara tapmaktan uzak olmayı te’kit eder ve kâfirlerin heveselerini kursaklarında bırakır. Sanki şöyle der: Ne şimdi ne de gelecekte bu putlara tapmam. Ben, yaşadığım müddetçe taptığınız şeylere aslâ tapmam. Putlarınıza ne şimdi taparım, ne de gelecekte taparım.
وَلآ أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَآ أَعْبُدُ
5. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz.
لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ
6. O halde sizin dininiz size, benim dinim bana .
"Sizin dininiz size” yani bütün sorumluluğu, hesabı cezası, vebali ile sırf size aittir. “...benim dinim banadır." Hak İslâm dini de benimdir. Onun ecir ve sevabı da bana aittir. Sizin müşrikliğiniz size, benim Allah’ı birlemem de bana. Bu, Hz. Peygamber (sav)’in, kâfirlerin yaptığı ibadetten son derece uzak olduğunu gösterir ve son derece kudretli ve bir olan Allah’a ibadet ettiğini te’kit eder.
Tefsirciler der ki: İlk iki cümlede, insanların ilâh bakımından birbirinden tamamen farklı olduğu ifade edilmiştir. Müşriklerin ilâhı putlar, Hz. Muhammed (sav)’in ilâhı ise Allah’tır. Son iki cümlede ise, ibadet hususunda tamamen farklı oldukları ifade edilmiştir. Sanki Hz. Peygamber (sav): “Ne ilâhımız, ne de ibadetimiz birdir” demiştir. Yani benim dinim ayrı, sizin dininiz ayrıdır. Ben sizin mabutlarınıza tapanlardan değilim, siz de benim taptığım ilâha tapmıyorsunuz. Ben sizin mabutlarınıza ibadet edemem. Siz de benim mabuduma ibadet için hazır değilsiniz. Onun için benim yolum ve sizin yolunuz hiç bir zaman birleşmez. Bu ifade, kâfirlere hoş görünmek için değil, gittikleri yolda devam ettikleri sürece onlardan kesinlikle beraat ve ilişki kesmeyi ilan etmek içindir. Aynı zamanda kâfirlerin din konusunda Allah’ın Resûlü ve ona iman edenler ile hiçbir zaman uzlaşmayacağını belirtmeyi ve bu konuda ümitlerini kesmelerini de kapsamaktadır.
İşte müşriklerin bu tür önerilerine cevap olarak inen bu sûre, herkesin vicdanî kanâatinde serbest olduğunu, istediği biçimde hareket edebileceğini ve yaptığından sorulacağını bildirmektedir. Gerçekten Kur’an, vicdan özgürlüğü getirmiştir. Hiç kimsenin zorla dine sokulmasını emretmemiştir, Hz. Peygamber’in insanlar üzerinde bir zorlayıcı değil, duyurucu, öğüt verici olduğunu söylemiştir: “Sana düşen, yalnız duyurmaktır.” (Al- İmran, 3,20; Nahl, 16,82; Şûrâ, 42,48) gibi pek çok âyet, Peygamber’in görevinin, insanları zorlayarak yola getirmek değil, gerçekleri duyurmak olduğunu; “Sen onların üzerinde zorlayıcı değilsin.” (Kâf,50,45) meâlindeki âyetler de Peygamberin zorlayıcı olmadığını bildirmektedir. “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 2,256), “De ki: Ey insanlar, işte size Rabbinizden gerçek geldi. Artık yola gelen, kendisi için gelir; sapan da kendi zararına sapar. Ben sizin üzerinize vekil değilim.”(Yûnus, 10,108) gibi âyetler de vicdan özgürlüğünün en açık ifâdeleridir.
İmam Ebu Hanîfe ve İmam Şâfiî, bu ayetten (Kâfirûn, 6), kâfirlerin kendi aralarındaki dinleri ne kadar farklı olursa olsun onların topluca bir millet olduklarını istidlâl etmişler ve Yahudinin Hıristiyana, Hıristiyanın da Yahudiye veya bir kâfirin, başka dinden bir kâfire mirasçı olabileceklerini söylemişlerdir.