meridyen2
Kayıtlı Üye
Faşizmin ve Darwinizmin Kadın ve Aile Düşmanlığı
Faşizmin fazla dikkat çekmeyen, fakat büyük önem taşıyan bir yönü daha vardır: Faşizm, kadınlara karşı düşmanca bir tutum içindedir ve kadınları erkeklerden aşağı görür.
Bu gerçeği 20. yüzyılın faşist liderlerinin söylev ve demeçlerinde bulmak mümkündür. Örneğin Mussolini 12 Kasım 1922 tarihinde Fransız Journal gazetesi muhabiri Maurice de Valeffe'e verdiği demeçte kadınları açıkça aşağılamıştır:
Benim genel oy hakkını sınırlama niyetinde olduğumu söyleyenler var. Hayır! Her yurttaş Roma Parlamentosu için sahip olduğu oy hakkını koruyacaktır... Ayrıca size itiraf edeyim ki kadınlara oy hakkı tanımayı düşünmüyorum. Bir yararı yok bunun. Kadınların devlet işlerine katılmaları konusundaki kanım her türlü feminizme karşı niteliktedir. Elbet, kadın bir köle olmamalı, ama ona oy hakkı verirsem tefe koyarlar beni. Bizim devletimizde kadın hesapta olmamalıdır. (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , Çeviren: Cemal Süreya, Payel Yayınları, İstanbul 2000, s.108)
1930'da büyük ekonomik bunalım başladığı sıralarda ise Mussolini kadınların çalıştıkları işlerden ayrılmaları talimatını vermişti. Çünkü kadınları "erkeğin ekmeğine el uzatan hırsızlar, erkek kısırlığının suçluları" olarak görüyordu. (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s.126-127) "Duçe"nin kadınlara bakış açısını vurgulayan en önemli sözler Fransız gazeteci Helene Gosset'nin kendisiyle 1932'de yaptığı bir konuşmada göze çarpmaktadır:
Kadın boyun eğmelidir Bir analiz gücü varsa da sentez gücü yoktur onun. Hiçbir zaman mimari bir yapıt ortaya koymuş mudur? Bir tapınaktan söz etmiyorum, bir kulübe kurmasını isteyin kadından, üstesinden gelemeyecektir. Kadın, bütün sanatların sentezi olan mimariye yabancıdır; ve yazgısı da bu noktada düğümlenmektedir işte. (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 126)
Kadınlara iş hayatında yapılan bu kısıtlama eğitim alanında da kendisini göstermiş ve alınan bir dizi önlemle kadınların öğrenim ve iş yaşamları kısıtlanmıştır. Örneğin 30 Ocak 1927 tarihli kararname ile kadınlara liselerde edebiyat ve felsefe derslerinin okutulması kesinlikle yasaklanmıştır. 1928'de çıkartılan kararnameyle kadınların eğitimine karşı yasal önlemlere başvurulmuş kadınların birinci devre orta öğretim kurumlarında müdürlük yapmaları önlenmiştir. Kız öğrencilere orta öğrenimlerinde ve üniversitelerde iki kat harç ödeme yükümlülüğü getirilmiştir.
Mussolini'nin Meclise sunduğu 28 Kasım 1933 tarihli yasa gücünde kararname metninde ise şunlar yazılıdır: "Devlet kurumları, eleman almak için açılacak sınavlarla ilgili ilanlarda kadınları dışarıda tutacak koşullar koymaya yetkilidirler Kamu görevlerinde çalışan kadınların artışına karşı bir sınır belirlemek zorunludur " (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 128-129) 1 Eylül 1938 tarihli yasa gücünde kararnameyle, kadınların, kamu görevlerindeki kadro toplamının ancak %10'unu doldurabileceği belirlenmiştir.
Nazi Almanyası'nda ise kadınlara karşı belirlenen "ikinci sınıf vatandaş" statüsü daha da belirgindi. Alman Milli Eğitim Bakanlığı, lise bitirenlerin %10'undan fazlasının kız olmamasına karar vermişti. 1934'te, liseyi bitirmiş her 10.000 kızdan, yalnız 1.500'üne yüksek öğrenim kurumlarında okuma izni verildi. 1929'da, 39 nasyonel-sosyalist öğrenim kurumu vardı. Bunların yalnız ikisi kızlar içindi. Kızlara, orta öğrenimleri sırasında Latince derslerine girmeyi yasaklamak için de yasalar çıkarıldı; onlar daha liseyi bitirmeden önce, yüksek okullara ve üniversiteye girişleri önlenmiş oluyordu (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 132-133)
Bunlar sadece toplumsal konum veya işbölümüyle ilgili düzenlemeler değil, asıl Nazizm'in biyolojik dogmalarıyla ilgili uygulamalardı. Faşizmin Analizi kitabının yazarı Maria A. Macciocchi'nin yorumuna göre Nazilerin gözünde kadın bir çeşit hayvandı. (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s.134) Bu felsefeye göre kadın, farkları belirmemiş ilkel bir ırktı, biyolojik yönden aşağı düzeydeydi. (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 163)
KADIN DÜŞMANLIĞININ DARWINİST KÖKENİ
Faşistlerin kadınlara olan bu küçümseyici yaklaşımlarının kökeni de, diğer pek çok konuda olduğu gibi, Darwinizm'dir. Faşistler Darwin'in yalnızca ırklar arasındaki eşitsizlik fikrini almakla kalmamış, erkeklerin kadınlardan üstün olduğu yönündeki fikirlerini de benimsemişlerdir.
Darwin, Descent of Man adlı kitabında kadınların idrak etme, hızlı kavrama ve taklit konusunda "daha aşağı ırkların özelliklerini taşıdıklarını ve bu nedenle daha eski ve alt bir medeniyet seviyesine sahip olduklarını" yazmıştı. (John R. Durant, The Ascent of Nature in Darwins Descent of Man in The Darwinian Heritage, Ed. By David Kohn, Princeton, NJ: Princeton University Press, 1985, s.295) Darwin'in kendi kelimeleriyle evrim, bir cinsin üyelerinin -özellikle de erkeklerin- diğer cinsi hakimiyetleri altına almak için mücadele etmeleri demekti. (Charles Darwin, The Origin of Species by Means of Natural Selection , New York: D. Appleton and Company, 1859 (1897 baskısı), s.108) Ayrıca Darwin'e göre, kadınların bazı özellikleri aşağı ırkların özellikleri olduğundan kadınlar erkeklere göre daha düşük bir medeniyet seviyesine sahiptiler. (Charles Darwin, The Descent of Man and Selection in Relation to Sex, New York: D. Appleton and Company, 1896, s.563-564)
Darwin'e göre erkekler yalnızca vücut ve akıl olarak kadınlardan üstün değildiler, aynı zamanda seleksiyon gücünü kazanmışlardı. Evrim erkeklerin elindeydi ve kadınlar oldukça pasiftiler. Sonuç olarak kadınlar daha az gelişmişlerdi ve daha ilkeldiler, bu yüzden kadınların en büyük zayıflıkları olan içgüdüleri ve duyguları ağır basmaktaydı. (Stephanie A. Shields, Functionalism, Darwinism, and the Psychology of Women; A Study in Social Myth. American Psychologist 30, no.1 (1975): 742)
Darwin hayatı boyunca evrim için önemli olduğuna inandığı erkek üstünlüğü görüşünü devam ettirdi. Bu konuyla ilgili olarak kuzeni Francis Galton'ın teorilerine de atıfta bulunarak şunları söylemişti:
"... İki eşeyin zihni yetilerindeki başlıca fark, gerek derin düşünceyi, sağduyuyu, gerek hayalgücünü, gerekse yalnızca duyuları ve elleri gerektiren işleri ele alırken erkeğin kadının varabileceğinden daha yüksek bir doruğa varmasıdır. Şiir, resim, yontu, müzik, (gerek beste, gerek seslendirme), tarih, bilim ve felsefede en ünlü erkeklerin ve kadınların birer düzine ad içeren listeleri çıkarılırsa, bu listeler karşılaştırma götürmez. Bay Galton'un Hereditary Genius adlı yapıtında çok güzel anlattığı ortalamalardan sapma yasasından, erkekler birçok konuda kadınlardan kesinlikle üstünse, erkekteki ortalama zihni gücün kadınınkinden yüksek olması gerektiği sonucunu da çıkarabiliriz." (Charles Darwin, Seksüel Seçme, Onur yayınları, Nisan 1977, Birinci Baskı, Çeviren: Öner Ünalan, s. 465)
Darwin'in bu görüşleri aslında onun kadınlara karşı kişisel yaklaşımından da anlaşılmaktaydı. Darwin kadının evlilikteki rolünü şöyle tarif ediyordu: "Devamlı arkadaşlık (yaşlılıkta bile süren bir arkadaşlık), sizinle ilgilenecek biri bir köpekten daha iyi oyalayabilecek- ev ve evin sorumluluklarını alacak biri "(Charles Darwin, The Autobiography of Charles Darwin 1809-1882 (Ed. by Nora Barlow), New York: W. W. Norton & Company, Inc., 1958, s. 232-233) Görüldüğü gibi Darwin aile kurumuna ve kadınlara tam bir materyalist gözle bakmaktaydı. Bu bakış açısında sevgiden, saygıdan, bağlılıktan, şefkat ve merhametten eser yoktu.
Geneva Üniversitesi'nde doğa tarihi profesörü olan evrimci ve materyalist Carl Vogt da kadınlara karşı küçümseyici fikirler besliyordu. Vogt şöyle yazmıştı: "İnsan dişileri erkeklerden çok aşağı, hayvan türlerine daha yakındır. Bu nedenle eğer standart olarak kendimize bir kadını alacak olsaydık, daha çok maymun benzeri özelliğe rastlardık. Darwin'i izleyen pek çok evrimci, kadınların biyolojik ve zihinsel yönden erkeklerden daha aşağı olduğunu iddia etmeyi sürdürdüler. Hatta bazı evrimciler erkekleri ve kadınları iki farklı psikolojik tür olarak sınıflamışlardı: Erkekler homo frontalis, kadınlar homo parietalis'ti. (Rosaleen Love, "Darwinism and Feminism: The 'Women Quesfion' in the Life and Work of Olive Schreinr and Charlotte Perkins Gilman" in David Oldroyd and Ian Langham (Eds.), The Wider Domain of Evolutionary Thought (Holland: D. Reidel, 1983), 113-131. ) Bir evrimci olan Morgan, Darwin'in erkekleri, kadınların niçin bariz bir şekilde aşağılık ve daha alt tabakada olduklarının sebepleri üzerinde çalışmaya motive ettiğini belirtmişti. (EIaine Morgan, The Descent of Woman, New York: Stein and Day, 1972, s.1)
Paris'te Tıp Fakültesi'nden evrimci Paul Broca ise (1824-1880) özellikle de erkekler ve kadınlar arasındaki akıl ve beyin hacimleri ölçümleriyle ilgilenmişti. Kadın beyninin oldukça küçük olan hacmini, onun akıl olarak aşağı olmasına bağlamıştı.
Darwin'in takipçilerinden evrimci sosyal psikolog Gustave Le Bon ise (1841-1931) şöyle yazmıştı:
Kadınların beyinleri erkeklerden çok gorillerin beyinlerine yakındır. Kadınlardaki aşağı ırk olma o kadar belirgindir ki, hiç kimse doğruluğu hakkında bir an bile tartışmaz; yalnızca derecesi tartışmaya değer... Kadınlar insan evriminin en aşağı formunu temsil ederler ve yetişkinlerden ve medeni erkeklerden çok çocuklara ve vahşilere daha yakındırlar. Vefasızlıkta, tutarsızlıkta, düşünce ve mantık eksikliğinde ve sebep yetersizliğinde üstündürler. Hiç şüphesiz ortalama bir erkekten daha üstün olan kadınlar mevcuttur, ama bunlar doğuştan çirkin olan istisna şeylerdirler. Örneğin iki kafalı bir goril gibi; sonuç olarak onları tamamen göz ardı edebiliriz" (Stephen Jay Gould, The Mismeasure of Man, New York: W. W. Norton & Company, 1981, s.104, 105)
Faşizmin kadınları küçümsemesinin ve hor görmesinin temelinde, Darwinizm'in aynı yöndeki sözde bilimsel telkinleri yatmaktadır. Mussolini'nin kadınların sosyal haklarını ellerinden alması, Hitler'in üstün ırk çoğaltmak için "üreme çiftlikleri" kurarak, genç kızları bu çiftliklerde SS subaylarıyla birlikte olmaya zorlaması, faşistlerin kadınlara bakış açılarının birer yansımasıdır. Darwinistler de faşistler de kadın düşmanıdırlar. Kadınları hem aşağı ve geri bir tür olarak görmüş, hem küçümsemiş, hem de onlara karşı ayrımcı ve baskıcı yöntemler kullanmışlardır.
Faşistlerin bu tutumları da Kuran ahlakı ile taban tabana zıttır. Allah, Kuran'da kadınlara karşı son derece şefkatli, saygılı ve koruyucu davranılmasını emretmiştir. Bunun yanında Hz. Meryem ve Firavun'un hanımı gibi üstün ahlaka sahip kadınları insanlara örnek göstermiştir. Allah Katında üstünlük insanların ırklarına, cinsiyetlerine veya mevkilerine göre değil, Allah'a olan yakınlık ve imanlarına göredir. Allah Kuran'ın birçok ayetinde tüm iman edenlerin, kadın-erkek ayrımı olmaksızın yaptıklarının karşılığını eksiksiz olarak alacaklarını şöyle haber vermiştir: Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevap verdi: "Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam..." (Al-i İmran Suresi, 195)
Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır. (Nisa Suresi, 124)
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97) Bazı toplumlarda din ahlakından uzaklaşılması ile birlikte bu gerçekler de gözardı edilmiş ve bunun yerine her türlü ırk ve cinsiyet ayrımını meşru gören faşizm, Darwinizm gibi hurafeler gelişmiştir.
FAŞİZMİN CİNSEL SAPMALARI
Faşizmdeki buraya kadar incelediğimiz kadın düşmanlığı, aslında bilinçaltlarındaki karanlık bir eğilimin de dışa yansımasıdır. Faşistler, kadınları sevgi, merhamet, şefkat gibi kendilerinin karşı oldukları duygularla özdeşleştirmektedirler ve bunun faşizmin kadınlara karşı olan antipatisinde büyük rolü vardır. Öte yandan, savaşçılık, kan dökücülük, acımasızlık, sertlik gibi eğilimler ise "erkeksi" karakter olarak tarif edilmekte ve bu nedenle "erkeklik" adeta kutsal bir kavram gibi yüceltilmektedir.
Faşist ideolojinin bu "erkeksilik" efsanesi biraz aralandığında ise, karşımıza eşcinselliğin sapık dünyası çıkmaktadır.
Faşizm ile eşcinsellik arasındaki bu az bilinen ama önemli bağlantı, faşizmin en eski modeli olan Sparta'ya kadar uzanır.
Kitabın önceki bölümlerinde faşizmin pagan (putperest) bir kültür olduğunu ve paganizmi yeniden uyandırma iddiasıyla ortaya çıktığını incelemiştik. Paganizmin en belirgin özelliği ise, Allah tarafından vahyedilmiş ahlak kıstaslarına ve kurallarına sahip olmayışıydı. Bu nedenle pagan dünyasında her türlü cinsel sapkınlık kolayca gelişebiliyordu. Bunların arasında en uç noktaya gidenler ise, eski Yunan'daki şehir devletleriydi. Atina'da ve Sparta'da eşcinsellik gayet doğal, meşru bir ilişki olarak görülüyor, hatta bir meziyet gibi tanımlanıyordu.
Özellikle faşizmin atası olan Sparta'da "erkeklik" kavramına özel bir önem atfediliyor, eşcinsellik gibi bir sapkınlık ise "erkek sevgisi" adı altında makbul bir davranış sayılıyordu. Spartalı askerler, birbirleriyle cinsel ilişkiye girerek güçlerini artırdıkları gibi büyük bir sapkınlığa inanırlardı. İÖ 50-120 yıllarında yaşayan tarihçi Chaeronea'lı Plutarch, ordudaki en seçkin askerlerden oluşan 300 kişilik özel savaşçı birliğin gerçekte "150 çift sevgili"den oluştuğunu yazıyordu. (Eva Cantarella, Bisexuality in the Ancient World, New Haven, Yale University Press, 1992, s. 72) Sparta'da 12 yaşına gelen güçlü erkek çocuklarının hepsi orduya alınır ve ilk iş olarak da ordudaki tecrübeli askerler tarafından iğfal edilirlerdi. Bu sapık ilişkilerin Sparta'nın "savaşçı" kültürünün ve kan dökmeye tutkun ordusunun en büyük güç kaynağı olduğuna inanılıyordu.
"Pembe Gamalı Haç" adlı eserde ortaya konan belgelere göre, Naziler arasında sapkın eşcinsel eğilimler son derece yaygındı.
İşte bu iğrenç ve sapkın kültür, 19. yüzyılda doğan yeni-paganizm akımıyla birlikte yeniden hortladı. Bu sapkınlığın en önemli merkezlerinden biri ise Almanya'ydı. Bu akımın öncüsü olan Adolf Brand, 1902 yılında, erkek çocuklarına olan sapık cinsel eğilimleri ile tanınan Wilhelm Jansen ve Benedict Friedlander ile birlikte, Özgünler Derneği'ni (Gemeinschaft der Eigenen) kurdu. Friedlander, 1904 yılında "Yunan Erotizminin Yeniden Doğuşu" (Renaissance des Eros Uranios) adlı bir kitap yayınladı. Kitabın kapağında yarı çıplak bir Yunan genci resmi yer alıyordu. Friedlander, amaçlarının ne olduğunu da kitabın içinde şöyle açıklıyordu:
Pozitif hedefimiz, Yunan şövalyeliğinin yeniden uyandırılması ve toplum tarafından tanınmasıdır... Yunan Şövalyeliği sevgisi ile de, erkekler arasındaki yakın sevgiyi, özellikle de farklı yaştaki erkekler arasındaki ilişkileri kastediyoruz. (Benedict Friedlander, "Memoirs for the Friends and Contributors of the Scientific Humanitarian Committee in the Name of the Succession of the Scientific Humanitarian Committee", Journal of Homosexuality, January-February 1991, s. 259)
Özgünler Derneği'nin amacı, Almanya'yı din ahlakından tamamen uzaklaştırarak bir Yunan medeniyetine dönüştürmekti. (Scott Lively, Kevin Abrams, The Pink Swastika, Founders Publishing Corp., Oregon, 1997, s. 22.) Ve bu sapkın örgüt, aynı zamanda ırkçılığın da öncüsüydü. Özgünler Derneği'nin fikirleri çerçevesinde 1923'te kurulan İnsan Hakları Derneği adlı örgütün lideri Kurt Hildebrandt, Norm, Entartung, Verfall (İdeal, Dejenerasyon, Yıkım) adlı kitabında en üstün ırkın, eşcinseller tarafından oluşturulan ırk olduğunu savunmuştu. Buna göre, ırkın devamı için kadınlarla "üreme amaçlı" ilişkiler kurulmalı, ancak "ultra-erkeksi" bir ırk elde etmek için gerçek cinsel "sevgi" erkekler arasında yaşanmalıydı. Bu fikirler, aslında Nazi partisinin fikirlerinden başka bir şey değildi.
Nitekim Nazi partisi de aslında bir "eşcinseller kulübü" gibiydi. Bu gerçek, Scott Lively ve Kevin Abrams tarafından kaleme alınan ve 1995'te yayınlanan The Pink Swastika: Homosexuality in the Nazi Party (Pembe Gamalı Haç: Nazi Partisinde Homoseksüellik) adlı kitapta yer verilen geniş kapsamlı araştırma ile ortaya konmuştur. Kitapta gerek Nazilerin öncüsü olan akım ve örgütler, gerekse Nazi partisinin yönetici kadrosu detaylı olarak incelenmekte ve bu faşist kadronun içinde çok sayıda eşcinsel olduğu açıklanmaktadır. Nazilerin eşcinselleri tutuklamak ve toplama kamplarına göndermek şeklindeki uygulamalarının göstermelik olduğu, bu uygulamalarla Nazi kurmaylarının kendi sapıklıklarını gizlemeye çalıştıkları da yine tarihsel belge ve kanıtlarla izah edilmektedir. Eşcinsel olduğu bilinen Naziler arasında SA'ların lideri Ernst Roehm, Gestapo şefi Reinhard Heydrich, Hava Kuvvetleri Komutanı Herman Goering, Rudolf Hess, Hitler Jugend (Hitler Gençliği) örgütünün lideri olan Baldur von Schirach, Nazi Almanyası'nın Maliye Bakanı Walther Funk, Hitler'in Kara Kuvvetleri Komutanı Freiherr Werner von Fritsch gibi isimler vardır. SS Şefi Himmler ve Adolf Hitler'in ise eşcinsel eğilimleri olduğuna dair bazı kanıtlara rastlanmıştır. (Scott Lively , Kevin Abrams,The Pink Swastika, Founders Publishing Corp., Oregon, 1997)
The Pink Swastika'da, bu sapkınlığın Nazilerle sınırlı olmadığı, ABD'de faaliyet gösteren çeşitli neo-Nazi ve ırkçı örgütlerin liderleri arasında da pek çok eşcinselin yer aldığı, bu sapkınlığın faşizmin adeta kalıtsal bir özelliği olduğu yine kanıtlarıyla anlatılmaktadır. Faşist paganlar, Kuran'da anlatılan bir diğer pagan (putperest) kavmin, Hz. Lut'un peygamber olarak gönderildiği Lut kavminin sapıklığını uygulamaktadırlar.
Ancak bu sapıklığı uygulayanlar, Lut kavminin uğradığı sonu akıllarından çıkarmamalıdırlar. Bu sapkın kavmin uğradığı akıbet Kuran'da şöyle bildirilir:
Hani Lut da kavmine şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? "Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz." Kavminin cevabı: "Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!" demekten başka olmadı. Bunun üzerine Biz, karısı dışında onu ve ailesini kurtardık; o (karısı) ise (helake uğrayanlar arasında) geride kalanlardandı. Ve onların üzerine bir (azap) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkarların uğradıkları sona bir bak işte. (Araf Suresi, 80-84)
(makale harun yahya)
Faşizmin fazla dikkat çekmeyen, fakat büyük önem taşıyan bir yönü daha vardır: Faşizm, kadınlara karşı düşmanca bir tutum içindedir ve kadınları erkeklerden aşağı görür.
Bu gerçeği 20. yüzyılın faşist liderlerinin söylev ve demeçlerinde bulmak mümkündür. Örneğin Mussolini 12 Kasım 1922 tarihinde Fransız Journal gazetesi muhabiri Maurice de Valeffe'e verdiği demeçte kadınları açıkça aşağılamıştır:
Benim genel oy hakkını sınırlama niyetinde olduğumu söyleyenler var. Hayır! Her yurttaş Roma Parlamentosu için sahip olduğu oy hakkını koruyacaktır... Ayrıca size itiraf edeyim ki kadınlara oy hakkı tanımayı düşünmüyorum. Bir yararı yok bunun. Kadınların devlet işlerine katılmaları konusundaki kanım her türlü feminizme karşı niteliktedir. Elbet, kadın bir köle olmamalı, ama ona oy hakkı verirsem tefe koyarlar beni. Bizim devletimizde kadın hesapta olmamalıdır. (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , Çeviren: Cemal Süreya, Payel Yayınları, İstanbul 2000, s.108)
1930'da büyük ekonomik bunalım başladığı sıralarda ise Mussolini kadınların çalıştıkları işlerden ayrılmaları talimatını vermişti. Çünkü kadınları "erkeğin ekmeğine el uzatan hırsızlar, erkek kısırlığının suçluları" olarak görüyordu. (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s.126-127) "Duçe"nin kadınlara bakış açısını vurgulayan en önemli sözler Fransız gazeteci Helene Gosset'nin kendisiyle 1932'de yaptığı bir konuşmada göze çarpmaktadır:
Kadın boyun eğmelidir Bir analiz gücü varsa da sentez gücü yoktur onun. Hiçbir zaman mimari bir yapıt ortaya koymuş mudur? Bir tapınaktan söz etmiyorum, bir kulübe kurmasını isteyin kadından, üstesinden gelemeyecektir. Kadın, bütün sanatların sentezi olan mimariye yabancıdır; ve yazgısı da bu noktada düğümlenmektedir işte. (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 126)
Kadınlara iş hayatında yapılan bu kısıtlama eğitim alanında da kendisini göstermiş ve alınan bir dizi önlemle kadınların öğrenim ve iş yaşamları kısıtlanmıştır. Örneğin 30 Ocak 1927 tarihli kararname ile kadınlara liselerde edebiyat ve felsefe derslerinin okutulması kesinlikle yasaklanmıştır. 1928'de çıkartılan kararnameyle kadınların eğitimine karşı yasal önlemlere başvurulmuş kadınların birinci devre orta öğretim kurumlarında müdürlük yapmaları önlenmiştir. Kız öğrencilere orta öğrenimlerinde ve üniversitelerde iki kat harç ödeme yükümlülüğü getirilmiştir.
Mussolini'nin Meclise sunduğu 28 Kasım 1933 tarihli yasa gücünde kararname metninde ise şunlar yazılıdır: "Devlet kurumları, eleman almak için açılacak sınavlarla ilgili ilanlarda kadınları dışarıda tutacak koşullar koymaya yetkilidirler Kamu görevlerinde çalışan kadınların artışına karşı bir sınır belirlemek zorunludur " (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 128-129) 1 Eylül 1938 tarihli yasa gücünde kararnameyle, kadınların, kamu görevlerindeki kadro toplamının ancak %10'unu doldurabileceği belirlenmiştir.
Nazi Almanyası'nda ise kadınlara karşı belirlenen "ikinci sınıf vatandaş" statüsü daha da belirgindi. Alman Milli Eğitim Bakanlığı, lise bitirenlerin %10'undan fazlasının kız olmamasına karar vermişti. 1934'te, liseyi bitirmiş her 10.000 kızdan, yalnız 1.500'üne yüksek öğrenim kurumlarında okuma izni verildi. 1929'da, 39 nasyonel-sosyalist öğrenim kurumu vardı. Bunların yalnız ikisi kızlar içindi. Kızlara, orta öğrenimleri sırasında Latince derslerine girmeyi yasaklamak için de yasalar çıkarıldı; onlar daha liseyi bitirmeden önce, yüksek okullara ve üniversiteye girişleri önlenmiş oluyordu (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 132-133)
Bunlar sadece toplumsal konum veya işbölümüyle ilgili düzenlemeler değil, asıl Nazizm'in biyolojik dogmalarıyla ilgili uygulamalardı. Faşizmin Analizi kitabının yazarı Maria A. Macciocchi'nin yorumuna göre Nazilerin gözünde kadın bir çeşit hayvandı. (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s.134) Bu felsefeye göre kadın, farkları belirmemiş ilkel bir ırktı, biyolojik yönden aşağı düzeydeydi. (Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 163)
KADIN DÜŞMANLIĞININ DARWINİST KÖKENİ
Faşistlerin kadınlara olan bu küçümseyici yaklaşımlarının kökeni de, diğer pek çok konuda olduğu gibi, Darwinizm'dir. Faşistler Darwin'in yalnızca ırklar arasındaki eşitsizlik fikrini almakla kalmamış, erkeklerin kadınlardan üstün olduğu yönündeki fikirlerini de benimsemişlerdir.
Darwin, Descent of Man adlı kitabında kadınların idrak etme, hızlı kavrama ve taklit konusunda "daha aşağı ırkların özelliklerini taşıdıklarını ve bu nedenle daha eski ve alt bir medeniyet seviyesine sahip olduklarını" yazmıştı. (John R. Durant, The Ascent of Nature in Darwins Descent of Man in The Darwinian Heritage, Ed. By David Kohn, Princeton, NJ: Princeton University Press, 1985, s.295) Darwin'in kendi kelimeleriyle evrim, bir cinsin üyelerinin -özellikle de erkeklerin- diğer cinsi hakimiyetleri altına almak için mücadele etmeleri demekti. (Charles Darwin, The Origin of Species by Means of Natural Selection , New York: D. Appleton and Company, 1859 (1897 baskısı), s.108) Ayrıca Darwin'e göre, kadınların bazı özellikleri aşağı ırkların özellikleri olduğundan kadınlar erkeklere göre daha düşük bir medeniyet seviyesine sahiptiler. (Charles Darwin, The Descent of Man and Selection in Relation to Sex, New York: D. Appleton and Company, 1896, s.563-564)
Darwin'e göre erkekler yalnızca vücut ve akıl olarak kadınlardan üstün değildiler, aynı zamanda seleksiyon gücünü kazanmışlardı. Evrim erkeklerin elindeydi ve kadınlar oldukça pasiftiler. Sonuç olarak kadınlar daha az gelişmişlerdi ve daha ilkeldiler, bu yüzden kadınların en büyük zayıflıkları olan içgüdüleri ve duyguları ağır basmaktaydı. (Stephanie A. Shields, Functionalism, Darwinism, and the Psychology of Women; A Study in Social Myth. American Psychologist 30, no.1 (1975): 742)
Darwin hayatı boyunca evrim için önemli olduğuna inandığı erkek üstünlüğü görüşünü devam ettirdi. Bu konuyla ilgili olarak kuzeni Francis Galton'ın teorilerine de atıfta bulunarak şunları söylemişti:
"... İki eşeyin zihni yetilerindeki başlıca fark, gerek derin düşünceyi, sağduyuyu, gerek hayalgücünü, gerekse yalnızca duyuları ve elleri gerektiren işleri ele alırken erkeğin kadının varabileceğinden daha yüksek bir doruğa varmasıdır. Şiir, resim, yontu, müzik, (gerek beste, gerek seslendirme), tarih, bilim ve felsefede en ünlü erkeklerin ve kadınların birer düzine ad içeren listeleri çıkarılırsa, bu listeler karşılaştırma götürmez. Bay Galton'un Hereditary Genius adlı yapıtında çok güzel anlattığı ortalamalardan sapma yasasından, erkekler birçok konuda kadınlardan kesinlikle üstünse, erkekteki ortalama zihni gücün kadınınkinden yüksek olması gerektiği sonucunu da çıkarabiliriz." (Charles Darwin, Seksüel Seçme, Onur yayınları, Nisan 1977, Birinci Baskı, Çeviren: Öner Ünalan, s. 465)
Darwin'in bu görüşleri aslında onun kadınlara karşı kişisel yaklaşımından da anlaşılmaktaydı. Darwin kadının evlilikteki rolünü şöyle tarif ediyordu: "Devamlı arkadaşlık (yaşlılıkta bile süren bir arkadaşlık), sizinle ilgilenecek biri bir köpekten daha iyi oyalayabilecek- ev ve evin sorumluluklarını alacak biri "(Charles Darwin, The Autobiography of Charles Darwin 1809-1882 (Ed. by Nora Barlow), New York: W. W. Norton & Company, Inc., 1958, s. 232-233) Görüldüğü gibi Darwin aile kurumuna ve kadınlara tam bir materyalist gözle bakmaktaydı. Bu bakış açısında sevgiden, saygıdan, bağlılıktan, şefkat ve merhametten eser yoktu.
Geneva Üniversitesi'nde doğa tarihi profesörü olan evrimci ve materyalist Carl Vogt da kadınlara karşı küçümseyici fikirler besliyordu. Vogt şöyle yazmıştı: "İnsan dişileri erkeklerden çok aşağı, hayvan türlerine daha yakındır. Bu nedenle eğer standart olarak kendimize bir kadını alacak olsaydık, daha çok maymun benzeri özelliğe rastlardık. Darwin'i izleyen pek çok evrimci, kadınların biyolojik ve zihinsel yönden erkeklerden daha aşağı olduğunu iddia etmeyi sürdürdüler. Hatta bazı evrimciler erkekleri ve kadınları iki farklı psikolojik tür olarak sınıflamışlardı: Erkekler homo frontalis, kadınlar homo parietalis'ti. (Rosaleen Love, "Darwinism and Feminism: The 'Women Quesfion' in the Life and Work of Olive Schreinr and Charlotte Perkins Gilman" in David Oldroyd and Ian Langham (Eds.), The Wider Domain of Evolutionary Thought (Holland: D. Reidel, 1983), 113-131. ) Bir evrimci olan Morgan, Darwin'in erkekleri, kadınların niçin bariz bir şekilde aşağılık ve daha alt tabakada olduklarının sebepleri üzerinde çalışmaya motive ettiğini belirtmişti. (EIaine Morgan, The Descent of Woman, New York: Stein and Day, 1972, s.1)
Paris'te Tıp Fakültesi'nden evrimci Paul Broca ise (1824-1880) özellikle de erkekler ve kadınlar arasındaki akıl ve beyin hacimleri ölçümleriyle ilgilenmişti. Kadın beyninin oldukça küçük olan hacmini, onun akıl olarak aşağı olmasına bağlamıştı.
Darwin'in takipçilerinden evrimci sosyal psikolog Gustave Le Bon ise (1841-1931) şöyle yazmıştı:
Kadınların beyinleri erkeklerden çok gorillerin beyinlerine yakındır. Kadınlardaki aşağı ırk olma o kadar belirgindir ki, hiç kimse doğruluğu hakkında bir an bile tartışmaz; yalnızca derecesi tartışmaya değer... Kadınlar insan evriminin en aşağı formunu temsil ederler ve yetişkinlerden ve medeni erkeklerden çok çocuklara ve vahşilere daha yakındırlar. Vefasızlıkta, tutarsızlıkta, düşünce ve mantık eksikliğinde ve sebep yetersizliğinde üstündürler. Hiç şüphesiz ortalama bir erkekten daha üstün olan kadınlar mevcuttur, ama bunlar doğuştan çirkin olan istisna şeylerdirler. Örneğin iki kafalı bir goril gibi; sonuç olarak onları tamamen göz ardı edebiliriz" (Stephen Jay Gould, The Mismeasure of Man, New York: W. W. Norton & Company, 1981, s.104, 105)
Faşizmin kadınları küçümsemesinin ve hor görmesinin temelinde, Darwinizm'in aynı yöndeki sözde bilimsel telkinleri yatmaktadır. Mussolini'nin kadınların sosyal haklarını ellerinden alması, Hitler'in üstün ırk çoğaltmak için "üreme çiftlikleri" kurarak, genç kızları bu çiftliklerde SS subaylarıyla birlikte olmaya zorlaması, faşistlerin kadınlara bakış açılarının birer yansımasıdır. Darwinistler de faşistler de kadın düşmanıdırlar. Kadınları hem aşağı ve geri bir tür olarak görmüş, hem küçümsemiş, hem de onlara karşı ayrımcı ve baskıcı yöntemler kullanmışlardır.
Faşistlerin bu tutumları da Kuran ahlakı ile taban tabana zıttır. Allah, Kuran'da kadınlara karşı son derece şefkatli, saygılı ve koruyucu davranılmasını emretmiştir. Bunun yanında Hz. Meryem ve Firavun'un hanımı gibi üstün ahlaka sahip kadınları insanlara örnek göstermiştir. Allah Katında üstünlük insanların ırklarına, cinsiyetlerine veya mevkilerine göre değil, Allah'a olan yakınlık ve imanlarına göredir. Allah Kuran'ın birçok ayetinde tüm iman edenlerin, kadın-erkek ayrımı olmaksızın yaptıklarının karşılığını eksiksiz olarak alacaklarını şöyle haber vermiştir: Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevap verdi: "Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam..." (Al-i İmran Suresi, 195)
Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır. (Nisa Suresi, 124)
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97) Bazı toplumlarda din ahlakından uzaklaşılması ile birlikte bu gerçekler de gözardı edilmiş ve bunun yerine her türlü ırk ve cinsiyet ayrımını meşru gören faşizm, Darwinizm gibi hurafeler gelişmiştir.
FAŞİZMİN CİNSEL SAPMALARI
Faşizmdeki buraya kadar incelediğimiz kadın düşmanlığı, aslında bilinçaltlarındaki karanlık bir eğilimin de dışa yansımasıdır. Faşistler, kadınları sevgi, merhamet, şefkat gibi kendilerinin karşı oldukları duygularla özdeşleştirmektedirler ve bunun faşizmin kadınlara karşı olan antipatisinde büyük rolü vardır. Öte yandan, savaşçılık, kan dökücülük, acımasızlık, sertlik gibi eğilimler ise "erkeksi" karakter olarak tarif edilmekte ve bu nedenle "erkeklik" adeta kutsal bir kavram gibi yüceltilmektedir.
Faşist ideolojinin bu "erkeksilik" efsanesi biraz aralandığında ise, karşımıza eşcinselliğin sapık dünyası çıkmaktadır.
Faşizm ile eşcinsellik arasındaki bu az bilinen ama önemli bağlantı, faşizmin en eski modeli olan Sparta'ya kadar uzanır.
Kitabın önceki bölümlerinde faşizmin pagan (putperest) bir kültür olduğunu ve paganizmi yeniden uyandırma iddiasıyla ortaya çıktığını incelemiştik. Paganizmin en belirgin özelliği ise, Allah tarafından vahyedilmiş ahlak kıstaslarına ve kurallarına sahip olmayışıydı. Bu nedenle pagan dünyasında her türlü cinsel sapkınlık kolayca gelişebiliyordu. Bunların arasında en uç noktaya gidenler ise, eski Yunan'daki şehir devletleriydi. Atina'da ve Sparta'da eşcinsellik gayet doğal, meşru bir ilişki olarak görülüyor, hatta bir meziyet gibi tanımlanıyordu.
Özellikle faşizmin atası olan Sparta'da "erkeklik" kavramına özel bir önem atfediliyor, eşcinsellik gibi bir sapkınlık ise "erkek sevgisi" adı altında makbul bir davranış sayılıyordu. Spartalı askerler, birbirleriyle cinsel ilişkiye girerek güçlerini artırdıkları gibi büyük bir sapkınlığa inanırlardı. İÖ 50-120 yıllarında yaşayan tarihçi Chaeronea'lı Plutarch, ordudaki en seçkin askerlerden oluşan 300 kişilik özel savaşçı birliğin gerçekte "150 çift sevgili"den oluştuğunu yazıyordu. (Eva Cantarella, Bisexuality in the Ancient World, New Haven, Yale University Press, 1992, s. 72) Sparta'da 12 yaşına gelen güçlü erkek çocuklarının hepsi orduya alınır ve ilk iş olarak da ordudaki tecrübeli askerler tarafından iğfal edilirlerdi. Bu sapık ilişkilerin Sparta'nın "savaşçı" kültürünün ve kan dökmeye tutkun ordusunun en büyük güç kaynağı olduğuna inanılıyordu.
"Pembe Gamalı Haç" adlı eserde ortaya konan belgelere göre, Naziler arasında sapkın eşcinsel eğilimler son derece yaygındı.
İşte bu iğrenç ve sapkın kültür, 19. yüzyılda doğan yeni-paganizm akımıyla birlikte yeniden hortladı. Bu sapkınlığın en önemli merkezlerinden biri ise Almanya'ydı. Bu akımın öncüsü olan Adolf Brand, 1902 yılında, erkek çocuklarına olan sapık cinsel eğilimleri ile tanınan Wilhelm Jansen ve Benedict Friedlander ile birlikte, Özgünler Derneği'ni (Gemeinschaft der Eigenen) kurdu. Friedlander, 1904 yılında "Yunan Erotizminin Yeniden Doğuşu" (Renaissance des Eros Uranios) adlı bir kitap yayınladı. Kitabın kapağında yarı çıplak bir Yunan genci resmi yer alıyordu. Friedlander, amaçlarının ne olduğunu da kitabın içinde şöyle açıklıyordu:
Pozitif hedefimiz, Yunan şövalyeliğinin yeniden uyandırılması ve toplum tarafından tanınmasıdır... Yunan Şövalyeliği sevgisi ile de, erkekler arasındaki yakın sevgiyi, özellikle de farklı yaştaki erkekler arasındaki ilişkileri kastediyoruz. (Benedict Friedlander, "Memoirs for the Friends and Contributors of the Scientific Humanitarian Committee in the Name of the Succession of the Scientific Humanitarian Committee", Journal of Homosexuality, January-February 1991, s. 259)
Özgünler Derneği'nin amacı, Almanya'yı din ahlakından tamamen uzaklaştırarak bir Yunan medeniyetine dönüştürmekti. (Scott Lively, Kevin Abrams, The Pink Swastika, Founders Publishing Corp., Oregon, 1997, s. 22.) Ve bu sapkın örgüt, aynı zamanda ırkçılığın da öncüsüydü. Özgünler Derneği'nin fikirleri çerçevesinde 1923'te kurulan İnsan Hakları Derneği adlı örgütün lideri Kurt Hildebrandt, Norm, Entartung, Verfall (İdeal, Dejenerasyon, Yıkım) adlı kitabında en üstün ırkın, eşcinseller tarafından oluşturulan ırk olduğunu savunmuştu. Buna göre, ırkın devamı için kadınlarla "üreme amaçlı" ilişkiler kurulmalı, ancak "ultra-erkeksi" bir ırk elde etmek için gerçek cinsel "sevgi" erkekler arasında yaşanmalıydı. Bu fikirler, aslında Nazi partisinin fikirlerinden başka bir şey değildi.
Nitekim Nazi partisi de aslında bir "eşcinseller kulübü" gibiydi. Bu gerçek, Scott Lively ve Kevin Abrams tarafından kaleme alınan ve 1995'te yayınlanan The Pink Swastika: Homosexuality in the Nazi Party (Pembe Gamalı Haç: Nazi Partisinde Homoseksüellik) adlı kitapta yer verilen geniş kapsamlı araştırma ile ortaya konmuştur. Kitapta gerek Nazilerin öncüsü olan akım ve örgütler, gerekse Nazi partisinin yönetici kadrosu detaylı olarak incelenmekte ve bu faşist kadronun içinde çok sayıda eşcinsel olduğu açıklanmaktadır. Nazilerin eşcinselleri tutuklamak ve toplama kamplarına göndermek şeklindeki uygulamalarının göstermelik olduğu, bu uygulamalarla Nazi kurmaylarının kendi sapıklıklarını gizlemeye çalıştıkları da yine tarihsel belge ve kanıtlarla izah edilmektedir. Eşcinsel olduğu bilinen Naziler arasında SA'ların lideri Ernst Roehm, Gestapo şefi Reinhard Heydrich, Hava Kuvvetleri Komutanı Herman Goering, Rudolf Hess, Hitler Jugend (Hitler Gençliği) örgütünün lideri olan Baldur von Schirach, Nazi Almanyası'nın Maliye Bakanı Walther Funk, Hitler'in Kara Kuvvetleri Komutanı Freiherr Werner von Fritsch gibi isimler vardır. SS Şefi Himmler ve Adolf Hitler'in ise eşcinsel eğilimleri olduğuna dair bazı kanıtlara rastlanmıştır. (Scott Lively , Kevin Abrams,The Pink Swastika, Founders Publishing Corp., Oregon, 1997)
The Pink Swastika'da, bu sapkınlığın Nazilerle sınırlı olmadığı, ABD'de faaliyet gösteren çeşitli neo-Nazi ve ırkçı örgütlerin liderleri arasında da pek çok eşcinselin yer aldığı, bu sapkınlığın faşizmin adeta kalıtsal bir özelliği olduğu yine kanıtlarıyla anlatılmaktadır. Faşist paganlar, Kuran'da anlatılan bir diğer pagan (putperest) kavmin, Hz. Lut'un peygamber olarak gönderildiği Lut kavminin sapıklığını uygulamaktadırlar.
Ancak bu sapıklığı uygulayanlar, Lut kavminin uğradığı sonu akıllarından çıkarmamalıdırlar. Bu sapkın kavmin uğradığı akıbet Kuran'da şöyle bildirilir:
Hani Lut da kavmine şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? "Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz." Kavminin cevabı: "Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!" demekten başka olmadı. Bunun üzerine Biz, karısı dışında onu ve ailesini kurtardık; o (karısı) ise (helake uğrayanlar arasında) geride kalanlardandı. Ve onların üzerine bir (azap) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkarların uğradıkları sona bir bak işte. (Araf Suresi, 80-84)
(makale harun yahya)