Dünya bir misafirhane. Herkes bu misafirhaneye uğrar, orada bir iz bırakır gider. Sadece yaşananlar kalır geçmişten hediye bizlere. Bütün hayatlar yarım kalır, meçhul bir noktada birden yakalar ölüm bizleri her defasında. Bazen yapacak daha çok şeyi olan insanları da alır götürür. Ona kimse ‘dur' diyemez. Cengiz Aytmatov da ‘dur' diyemedi; yazacak, söyleyecek daha çok şey varken ayrılıp gitti aramızdan.
Ünlü Kırgız yazar, hayatı boyunca kaleme aldığı eserlerinde kendisinden sonraki nesillere huzurlu ve mutlu bir dünya bırakmanın gayretinde olmuştu. Kaleminden çıkan her bir söz, bunun ifadesiydi: "Bizler, yani bugünü yaşayanlar, gelecek nesle mânevî ve ahlâkî temeller üzerine bina edilmiş bir dünya bırakmalıyız ki, maddiyatın kızgın çölleri susuz kalmasın." Bu sesleniş, dünyanın her köşesine ulaşarak, ırk, din, dil, düşünce ayırmaksızın gönüllerde yer etmişti. Çünkü o, fert kimliğinde bir Kırgız olmakla birlikte, gönül kimliğinde, bir "dünya vatandaşı" olma bahtiyarlığına erişmişti.
Aytmatov, insanlık barışı ve onu koruma adına sahip olduğu bütün birikimleri ortaya koymaktan çekinmedi; his ve fikir dünyasında insanı hep merkeze koyma gayretinde oldu. İnsanın kendine ve çevresine duyduğu ilgisizliği, umursamazlığını eleştirdi; yeri geldi onu uyardı maddeten ve mânen köleleşmeye -mankurtlaşmaya- karşı. İnsan olduğumuzu ve bunun gereğini yerine getirmemizi bıkmadan usanmadan hatırlattı durdu bizlere ve bütün insanlara.
Aramızdan ayrılışı, kendisine kalblerinde müstesna yer ayıran milyonlarca insanı derinden üzdü. O gün ajanslar büyük yazarın vefat haberini bütün dünyaya duyururken, onun hayal ettiği Kırgızistan'ın inşasında yer alma niyetinde olan Anadolu'nun bağrından gelmiş bir grup öğretmen olarak oradaydık. Yanımızda ise, kendisinin gözbebeklerim dediği, Manaslar, Akılbekler, Cıldızlar, Talgatlar vardı. Ne gariptir ki, bizler o akşam boyunca onun ayrılığına zor dayanabildiğini söylediği Bişkek, Issık-Göl, Celal-Abad, Oş ve Kadamcay'la ilgili hatıralarımızı konuşuyorduk.
O günlerde yüreklerimiz bir çarpardı Tanrı dağlarının (Aladağ) kucağında kurulmuş bu güzel ülkenin kardeş insanlarıyla. Bizler aynı anneden süt emmiş kardeşler olarak biliyorduk birbirimizi. Kaybolan "adsız oğlan"larımızı arayıp bulmak için gelmiştik buralara. Belki de bu yüzden o, "romanlarımın kahramanı sizlersiniz" deyivermişti bizlere. Bizler ise bir yandan vefa duygusunun yoğunluğunu, diğer yandan da bu pâyenin mânevî ağırlığını her ân içimizde hissederek, günleri aylara, ayları yıllara, yılları asırlara bedel dolu dolu yaşamıştık.
Onunla, Bişkek Kırgız-Türk Lisesi'nin bahçesinde tanışmıştık. Bizler, büyük bir heyecan içerisindeydik; fakat o, bizden daha da heyecanlıydı. Orada bulunan herkes de bunun farkındaydı. Çünkü o gün okulun adının, "Cengiz Aytmatov Kırgız-Türk Lisesi" olarak değiştirilmesine karar verilmişti. Böyle bir incelik karşısında yaptığı teşekkür konuşmasını daha dün gibi hatırlıyoruz. Talebelere ve gençlere yaptığı konuşmasında, yüce ideallerle Anadolu'dan gelen gönüllülerin verdikleri eğitimin ‘tesadüfî bir hâdise veya bir kişinin düşüncesi olmadığını; bu hâdisenin tarihin bir emri' olduğunu üzerine basa basa anlatmıştı. Kırgız halkının, dünyada hak ettiği yeri almasında bu okullarda eğitim gören gençlerin çok büyük bir rolü olacağını uzun uzun izah etmiş, buralarda eğitim gören gençlerin şanslı olduğunun altını çizmişti. Ayrıca o gün, eğitim adına yapılan bu faaliyetlerin asil ve mukaddes olduğunu vurgulamıştı.
Aradan yıllar geçti. O gün bu nasihatleri dinleyen talebeler, şanslarını en iyi şekilde kullandılar. Beklentileri boşa çıkarmadılar, üstadı da mahcup etmediler. Dünyanın değişik yerlerinde tahsillerini tamamlayıp ülkelerine geri döndüler. Şimdilerde ise, halkına hizmet duygusuyla dopdolu, Issık Göl'ün yamaçlarında her biri sevgi ve barışın sembolü olan okullarının taraçalarından özlenen bir dünyanın hayallerine yelken açtılar. Kendi öz benliklerinden, değerlerinden kopartılmış nesilleri, yitik hazineleriyle tekrar buluşturma mücadelesine giriştiler. Onlar sadece Ak Gemi (Beyaz Gemi) adlı romanda kaybolan adsız çocuğu değil, Ak Asya'da kaybolmuş nesli aramaya koyuldular. Artık Ak Asya'da kaybolmuş bir neslin nerde olduğunu herkes biliyor; kardeşliğimizin derin köklerini ispatlayan o okullarda...
Bazıları ise, adsız oğlanların dünyanın her yerinde olduğunu, onları da arayıp bulmak gerektiğini düşünerek, dünyanın dört bir yanına yayılmış bulunan diğer sevgi ve barış sembolü okullarda öz kardeşleriyle beraberler; Madagaskar'da, Kenya'da, Şili'de, Avustralya'da... Sınıflarda önlerinde duran yeşil tahtalarına rüyalarını süsleyen yarınları resmeden öz kardeşleriyle...
Topu-tüfeği, tankı-silâhı olmayan, tek silâhı eğitim olan öz kardeşleriyle...
Savaş ve fitne ateşlerini kelime ve harflerle söndüren öz kardeşleriyle...
İnsanların içine dehşet salan, nefret uyandıran kurşun seslerinin yerine barış türküleri söyleyen öz kardeşleriyle...
Kaderimiz bir yazılmıştı. Aynı asrın insanlarıydık; yakın geçmişi itibariyle insanlık adına talihsizlikler ve bunalımlarla dolu bir asrın... Uzun yıllar vicdanın aydınlığında kalblerin dirildiği, kötülüklerin yerini iyiliklere bırakıp, etrafındaki bütün canlılara iyilikler gönderen mutlu insanların yaşadığı dünyamız, bir zaman sonra kalbi susan, vicdanın ışığı sönüveren, sadece aklına güvenip bencilleşen ve sonunda kendisini dünyanın merkezine koyup ona hükmetmek isteyen insanlara bırakıvermişti yerini. Hayatın sihri bozuluvermişti birden. Sevgiye, kardeşliğe, iyilikten yana olan her şeye savaş açılmış, insanlar kötüye, nefrete, öfkeye esir edilmişti. Kendi değerlerine yabancılaşmış, duyarsız insanlar çıkmıştı ortaya. Daha sonra savaşlar çıktı ardı ardına. Binlerce insan canından oldu. Acılar ağıtlara dönüştü, gökyüzünü titretti. O zamanlar "İnsan insana acımaz olmuştu, insanları barıştıracak kimse yoktu." Acılar yüreklere gömülmüş, umutlar bir başka bahara kalmıştı.
Tarihin bu sisli-dumanlı döneminde dünyanın birçok yerinde olduğu gibi bu soruların cevaplarını aramaya koyulan Anadolu insanının, insanlık adına adımlarını çoğaltmasıyla bugün dünyanın bahara doğru yol aldığı şu günlerde bizler, içimizde bir acı, gönüllerimizde birer sızı bu karanlık dönemi bir kenara iterek, asırlardır hayalini kurduğumuz kendi dünyamızı inşa etmede yolumuza devam etmekteyiz. Bugün bizler, onun da uğruna ömrünü ortaya koyup her yerde savunduğu değerlerle mücessem, evrensel mânâda insanı seslendiren kahraman sinelerle farklı dünyalara doğru yürürken, Atayurt'tan fedakar kardeşlerimizle yeni adsız oğlanların takibinde olmaya devam etmekteyiz.
Ünlü Kırgız yazar, hayatı boyunca kaleme aldığı eserlerinde kendisinden sonraki nesillere huzurlu ve mutlu bir dünya bırakmanın gayretinde olmuştu. Kaleminden çıkan her bir söz, bunun ifadesiydi: "Bizler, yani bugünü yaşayanlar, gelecek nesle mânevî ve ahlâkî temeller üzerine bina edilmiş bir dünya bırakmalıyız ki, maddiyatın kızgın çölleri susuz kalmasın." Bu sesleniş, dünyanın her köşesine ulaşarak, ırk, din, dil, düşünce ayırmaksızın gönüllerde yer etmişti. Çünkü o, fert kimliğinde bir Kırgız olmakla birlikte, gönül kimliğinde, bir "dünya vatandaşı" olma bahtiyarlığına erişmişti.
Aytmatov, insanlık barışı ve onu koruma adına sahip olduğu bütün birikimleri ortaya koymaktan çekinmedi; his ve fikir dünyasında insanı hep merkeze koyma gayretinde oldu. İnsanın kendine ve çevresine duyduğu ilgisizliği, umursamazlığını eleştirdi; yeri geldi onu uyardı maddeten ve mânen köleleşmeye -mankurtlaşmaya- karşı. İnsan olduğumuzu ve bunun gereğini yerine getirmemizi bıkmadan usanmadan hatırlattı durdu bizlere ve bütün insanlara.
Aramızdan ayrılışı, kendisine kalblerinde müstesna yer ayıran milyonlarca insanı derinden üzdü. O gün ajanslar büyük yazarın vefat haberini bütün dünyaya duyururken, onun hayal ettiği Kırgızistan'ın inşasında yer alma niyetinde olan Anadolu'nun bağrından gelmiş bir grup öğretmen olarak oradaydık. Yanımızda ise, kendisinin gözbebeklerim dediği, Manaslar, Akılbekler, Cıldızlar, Talgatlar vardı. Ne gariptir ki, bizler o akşam boyunca onun ayrılığına zor dayanabildiğini söylediği Bişkek, Issık-Göl, Celal-Abad, Oş ve Kadamcay'la ilgili hatıralarımızı konuşuyorduk.
O günlerde yüreklerimiz bir çarpardı Tanrı dağlarının (Aladağ) kucağında kurulmuş bu güzel ülkenin kardeş insanlarıyla. Bizler aynı anneden süt emmiş kardeşler olarak biliyorduk birbirimizi. Kaybolan "adsız oğlan"larımızı arayıp bulmak için gelmiştik buralara. Belki de bu yüzden o, "romanlarımın kahramanı sizlersiniz" deyivermişti bizlere. Bizler ise bir yandan vefa duygusunun yoğunluğunu, diğer yandan da bu pâyenin mânevî ağırlığını her ân içimizde hissederek, günleri aylara, ayları yıllara, yılları asırlara bedel dolu dolu yaşamıştık.
Onunla, Bişkek Kırgız-Türk Lisesi'nin bahçesinde tanışmıştık. Bizler, büyük bir heyecan içerisindeydik; fakat o, bizden daha da heyecanlıydı. Orada bulunan herkes de bunun farkındaydı. Çünkü o gün okulun adının, "Cengiz Aytmatov Kırgız-Türk Lisesi" olarak değiştirilmesine karar verilmişti. Böyle bir incelik karşısında yaptığı teşekkür konuşmasını daha dün gibi hatırlıyoruz. Talebelere ve gençlere yaptığı konuşmasında, yüce ideallerle Anadolu'dan gelen gönüllülerin verdikleri eğitimin ‘tesadüfî bir hâdise veya bir kişinin düşüncesi olmadığını; bu hâdisenin tarihin bir emri' olduğunu üzerine basa basa anlatmıştı. Kırgız halkının, dünyada hak ettiği yeri almasında bu okullarda eğitim gören gençlerin çok büyük bir rolü olacağını uzun uzun izah etmiş, buralarda eğitim gören gençlerin şanslı olduğunun altını çizmişti. Ayrıca o gün, eğitim adına yapılan bu faaliyetlerin asil ve mukaddes olduğunu vurgulamıştı.
Aradan yıllar geçti. O gün bu nasihatleri dinleyen talebeler, şanslarını en iyi şekilde kullandılar. Beklentileri boşa çıkarmadılar, üstadı da mahcup etmediler. Dünyanın değişik yerlerinde tahsillerini tamamlayıp ülkelerine geri döndüler. Şimdilerde ise, halkına hizmet duygusuyla dopdolu, Issık Göl'ün yamaçlarında her biri sevgi ve barışın sembolü olan okullarının taraçalarından özlenen bir dünyanın hayallerine yelken açtılar. Kendi öz benliklerinden, değerlerinden kopartılmış nesilleri, yitik hazineleriyle tekrar buluşturma mücadelesine giriştiler. Onlar sadece Ak Gemi (Beyaz Gemi) adlı romanda kaybolan adsız çocuğu değil, Ak Asya'da kaybolmuş nesli aramaya koyuldular. Artık Ak Asya'da kaybolmuş bir neslin nerde olduğunu herkes biliyor; kardeşliğimizin derin köklerini ispatlayan o okullarda...
Bazıları ise, adsız oğlanların dünyanın her yerinde olduğunu, onları da arayıp bulmak gerektiğini düşünerek, dünyanın dört bir yanına yayılmış bulunan diğer sevgi ve barış sembolü okullarda öz kardeşleriyle beraberler; Madagaskar'da, Kenya'da, Şili'de, Avustralya'da... Sınıflarda önlerinde duran yeşil tahtalarına rüyalarını süsleyen yarınları resmeden öz kardeşleriyle...
Topu-tüfeği, tankı-silâhı olmayan, tek silâhı eğitim olan öz kardeşleriyle...
Savaş ve fitne ateşlerini kelime ve harflerle söndüren öz kardeşleriyle...
İnsanların içine dehşet salan, nefret uyandıran kurşun seslerinin yerine barış türküleri söyleyen öz kardeşleriyle...
Kaderimiz bir yazılmıştı. Aynı asrın insanlarıydık; yakın geçmişi itibariyle insanlık adına talihsizlikler ve bunalımlarla dolu bir asrın... Uzun yıllar vicdanın aydınlığında kalblerin dirildiği, kötülüklerin yerini iyiliklere bırakıp, etrafındaki bütün canlılara iyilikler gönderen mutlu insanların yaşadığı dünyamız, bir zaman sonra kalbi susan, vicdanın ışığı sönüveren, sadece aklına güvenip bencilleşen ve sonunda kendisini dünyanın merkezine koyup ona hükmetmek isteyen insanlara bırakıvermişti yerini. Hayatın sihri bozuluvermişti birden. Sevgiye, kardeşliğe, iyilikten yana olan her şeye savaş açılmış, insanlar kötüye, nefrete, öfkeye esir edilmişti. Kendi değerlerine yabancılaşmış, duyarsız insanlar çıkmıştı ortaya. Daha sonra savaşlar çıktı ardı ardına. Binlerce insan canından oldu. Acılar ağıtlara dönüştü, gökyüzünü titretti. O zamanlar "İnsan insana acımaz olmuştu, insanları barıştıracak kimse yoktu." Acılar yüreklere gömülmüş, umutlar bir başka bahara kalmıştı.
Tarihin bu sisli-dumanlı döneminde dünyanın birçok yerinde olduğu gibi bu soruların cevaplarını aramaya koyulan Anadolu insanının, insanlık adına adımlarını çoğaltmasıyla bugün dünyanın bahara doğru yol aldığı şu günlerde bizler, içimizde bir acı, gönüllerimizde birer sızı bu karanlık dönemi bir kenara iterek, asırlardır hayalini kurduğumuz kendi dünyamızı inşa etmede yolumuza devam etmekteyiz. Bugün bizler, onun da uğruna ömrünü ortaya koyup her yerde savunduğu değerlerle mücessem, evrensel mânâda insanı seslendiren kahraman sinelerle farklı dünyalara doğru yürürken, Atayurt'tan fedakar kardeşlerimizle yeni adsız oğlanların takibinde olmaya devam etmekteyiz.