Silencio
Kayıtlı Üye
Sinemaseverlerin her sene heyecanla beklediği İstanbul Film Festivali bu kez 33. kez düzenlendi. 20nin üzerinde bölümde 200den fazla filmin gösterildiği festival biterken hissettiğim üzüntüyü tasvir etmek pek mümkün olmasa da, üzerinden birkaç gün geçtikten sonra kendimi bir boşlukta hissettiğimi söyleyebilirim. Ülkenin en önemli film festivali konumunda bulunan İstanbul Film Festivali yetkilileri, üzerindeki sorumluluğun farkındalar zira; böylesine uzun bir festivali neredeyse tek bir sorun bile çıkmadan idare edebilmek kabul edersiniz ki pek kolay değil.
Geçtiğimiz sene olduğu gibi Emek Bizim! diyerek başladığımız festivali, bu sene bir iki film dışında tamamen Atlas Sinemasında geçirdim. Bunda en önemli sebep Beyoğlu Sinemasını sevmeme rağmen önünüze uzun boylu bir seyirci oturduğu zaman beyazperdeyi görmenin neredeyse imkansız olması ve pek tabii Nişantaşı ve Feriyedeki salonlardan Beyoğlundaki filmlere yetişmek için sağlam bir maratona hazır olmamız gerektiği gerçeği. Tabii Beyoğlunda da tozpembe bir atmosfer olduğunu söylemek mümkün değil. Özellikle her 21:30 seansı sonrası çıktığımda ufak çaplı bir şok geçirdiğimi de eklemem gerekiyor. Neyse yine de Beyoğlu candır ama festival dışında bu kadar içli dışlı olmamakta fayda var diyerek filmlere geçelim
Başka Sinemanın hayata geçirilmesinin ardından bir nebze düzelen vizyon takvimimizin halini göz önüne getirince İstanbul Film Festivalinin değerini bir kez daha anlıyor insan. Toplamda iki gün boş geçmek zorunda kaldığım festival süresince 50ye yakın film seyretme şansı buldum. Terry Gilliamın merakla beklenen filmi Sıfır Teorisinin yarattığı hayal kırıklığıyla açtığım festivali, James Franconun beklentimin oldukça üzerinde çıkan filmi Tanrının Oğluyla kapattım. Festival öncesi mutlaka izlenmesi gereken filmler listemin ilk sırasında yer alan Pawel Pawlikowskinin son filmi Ida, festivalin ardından da en iyiler listemin en üst sırasında yer aldı. Filmin gösteriminin ardından Pawlikowskiyle çekildiğimiz fotoğraf ise cabası.
Idanın ardından bir sıralama yapmam gerekirse en beğendiğim film Wes Andersonun güzeller güzeli filmi Büyük Budapeşte Oteli oldu. Denis Villeneuvenin festivalde yer alan iki filminden öne çıkan filmi Düşman, bu sene seyretme şansı bulduğumuz Öteki (The Double)nin ardından benzer bir konuyu ele alan bir diğer film olarak uzun süre konuşulmayı ve üzerine tartışılmayı hak ediyor. Gala filmlerinden kısaca bahsetmişken Kitap Hırsızının yarattığı inanılmaz hayal kırıklığından bahsetmeden geçmeyeyim hatta şöyle bir ricada bulunayım: Sevgili yönetmenler ve yapımcılar Hitler Almanyasını konu alıyorsanız, Almanları İngilizce konuşturmaktan vazgeçin, yok eğer bundan vazgeçmiyorsanız lütfen oyunculara aksan yaptırmakla uğraşmayın.
Yarışma filmlerini elimden geldiğince takip etmeye çalıştım. Belki de beklentimin yüksek olması sebebiyle uluslararası yarışmanın kazanını Körlük beklentimin bir hayli altında kaldı lakin, bu bölümde çok da öne çıkan bir film olduğunu söyleyemem. Mutlu Yıllarımız ve Çöldeki İzleri beğendim, Xavier Dolanın son filmi Tom Çiftlikteyi fazla kişisel buldum. Ulusal yarışmada ise Tayfun Pirselimoğlunun yukarıda bahsettiğim Öteki ve Düşman ile benzerlikler gösteren Ben O Değilim filminin aldığı ödülü hak ettiğini söyleyebilirim. Belki kendi adıma 18 yaşını geçeli uzun zaman oldu, ama olsun yine de Onur Ünlüye en iyi yönetmen ödülü kazandıran İtirazım Varı yasaksız, sansürsüz izleyebilmek de bir şanstı.
Şöyle dönüp festival programına son bir kez baktığımda birçok filmin beni derinden etkilediğini, kimisinin hayal kırıklığı yarattığını ve her şeyden önemlisi Asghar Farhadiyi dünya gözüyle görmenin verdiği huzuru yüzümde gülümsemeyle anımsıyorum İyi ki varsın İstanbul Film Festivali!
Festival öncesinde mutlaka izlenmesi gerekenler listesi hazırlamıştım. Festival sonrası bu listeyi şu şekilde güncelliyorum;
Ida
Enemy
Calvary
The Babadook
Diplomacy
Frank
Child of God
Coherence
Medeas
Ben O Değilim