İslami Vakıada Mezhepçilik ve Hizipçilik

SuskunDervis

Kayıtlı Üye
Biz burada konuyu,yüzeysellikten uzak bir şekilde derinden bir inceleme ve ayrıntılı bir analiz hususunda ciddi bir çaba içinde olma durumundayız.Başlangıçta geniş ufuklu fikri hareketi büyük bir durgunluğa sevk eden çeşitli unsurları değerlendireceğiz.

1-Kanlarla Dolu Bir Tarih

İktidarı devralan herhangi bir mezhebin diğerine karşı uyguladığı baskı ve işkence yüzünden tarihin baştan başa kanla boyandığını görüyoruz.Şahsi ve siyasi çekişmeler,bu kanla dolu tarihte kutsal dini bir hüviyete bürünmekteydi…Böylelikle işkence ve baskılarla dolu bir tarih kendisini kuşatan tüm objektif koşullardan arındırılarak mezheple bağlantılı hale getiriliyordu.Bu da karşıt mezheplerin birbirlerini söz konusu trajediden sorumlu görmelerine neden oluyor,dolayısıyla şimdiki olayların değerlendirilmesinde geçmiş belirleyici oluyor ve sorunların fikri boyutu ihmal edildiğinden birer mezhebi olgu olarak duygusal bir boyut kazanıyor.

2-Şahısları Kutsayan Düşünce

Kutsallığın gerçek yapısından uzak bir şekilde,şu ya da bu düşünceyle bağlantılı tarihi şahsiyetlerin kutsallaştırılması,hangi düşünce ya da mezhebe bağlanılacağının belirlenmesi noktasında önemli rol oynamaktadır.Böylelikle asıl olması gereken bağlılık ilişkisi tersine çevrilmektedir.Halbuki doğal olan,fikre intisap etmekle şahsa bağlanma meydana gelirken, şahsa intisap yoluyla fikre bağlılığın meydana geldiğini mevcut vakıada gözlemliyoruz. Sonuçta şahsın kutsallığı,fikrin kutsallığının üstüne çıkmaktadır.Öyle ki fikri çizgiden ilkesel sapmaların meydana gelmesi,şahsın yüceltilmesi ve kutsallaştırılmasına katkıda bulunduğu oranda bu tür bir anlayış açısından pek sakınca doğurmamaktadır.Böylelikle kendisine bağlı olanların nazarında bile masumiyete sahip olmayan şahıs aracılığıyla fikirlerimizi düzeltmek gibi çarpık bir durum ortaya çıkmaktadır.Netice olarak cemaatler,İslami risaletin tabileri olması gerekirken şahıslara tabi hale gelmektedir.

3-Cedelci Mantık

Cedelci mantık olgu ve olayların tahlilinde realitenin mantığını kullanmamakta bilakis meseleyi imkan ve imkansızlık ikileminde ele alan felsefi mantıktan yola çıkmaktadır.Halbuki bu noktada kullanılması gereken mantık,eşyanın tabiatına söz konusu meselenin yakınlık ya da uzaklığını tespit eden mantıktır.Nitekim felsefi mantığın tercih edilmesi,gerek şahıslar gerekse tutum ve eylemlerle ilgili meselelerde olsun,diyalog konusunda gündeme gelen İslami meselelerin doğru bir şekilde ele alınmasını zorlaştırmaktadır.

4-Mazeretçi Zihniyet(Meşrulaştırıcı Mantık)

Bu çerçevede olumsuzluk nedeni olan diğer bir unsur da tartışma ya da diyaloga girmeden önce düşünce ve tutumunu kesinleştirmiş meşrulaştırıcı mantıktır.Bu mantık söz ve eşyanın zahiri görünümüne ters dahi düşse kendi tutumunun destekleyen meseleleri gündeme getirmektedir.Öyle ki bu hususta yaptığı uzak tevil ve yorumlar ne sözün ne de tutumun doğasıyla uyuşmaktadır.Karşıtlarının tutumunu destekleyen meseleler ise ya sebepsiz bir şekilde ya da ikna edici ve makul olmayan sebeplerle gündemden çıkarılmaktadır.Bu zihniyette de nakzetme(çelişki ortaya çıkarma) ve tevile dayanan istidlali(sonuç çıkarma) yöntem üzerinde yoğunlaşmaktadır.Mezkur tutumun sonucu da diyalog eylemini ortak bir tasavvurun temeline ulaşmaksızın etki-tepki mekanizması aracılığıyla bir mevziden diğerine sıçrayabilme durumuna dönüştürmektir.Bu,ayrıca,fikri ya da kelami atışmalara girilmesine yol açmaktadır.

5-Kör Taassup

Kör taassup insanı karşıt fikirlere adaletli ve objektif bir şekilde açılmayı engelleyen bir durumdur.Mutaassıp kimseler doğrunun sürekli olarak kendileriyle olduğunu ve yanlışı da karşı tarafın temsil ettiğini ısrarlı bir şekilde savunurlar ve buna inanırlar.Böylece diyalog ve tartışmaya konu olan mesele tamamen görmezlikten gelinir ve insan kendisini sorgulama eyleminden kaçar.

Eski,hiçbir yenilenme durumuyla ya da yeni bir şeyle karşılaşmaksızın olduğu gibi kalır. Sonuçta kısır bir döngüyle karşı karşıya kalınır ve diyalogla cedel,boş ve faydasız bir çaba olarak kalır.Çünkü her iki taraf da tutumunda en ufak bir değişiklik yapmamakta ısrarlı gözükmektedir.

6-Yalan ve İftiralar

Şu ya da bu fırkanın diğerine attığı ve o fırka takipçileri tarafından da sorgulama ya da araştırma yapılmaksızın kabul edilen yalan ve iftiralar da bu husustaki olumsuzluklardan biridir.Öyle ki karşı tarafa,kendileri savunma hakkı tanınmaksızın,söylemedikleri ya da yapmadıkları şeyler nispet edilmektedir.Hatta bu iddia ve nispet etmeler herhangi bir araştırmaya tabi tutulmayarak karşı tarafın buy iddiaları çürütmesi ve düzletmesine adete imkan sağlamak istememektedir.Mezhep taraftarları bunları önemsemezken,mezhep ileri gelenleri ise bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde insanların benliklerinde gizli olan taifecilik hastalığının önünü açmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar.İşte böylece iki fırka da tarafların İslami bir belge ya da delil olar4ak kabul etmediği bazı metin ya da sözlere dayanmaktadır.Halbuki bu metin ya da sözler söz konusu mezhep içerisinde önemli bir yer teşkil etmemekte,sadece belirli düşüncelerin desteklenmesi için kullanılmaktadır.Bunun en bariz örneklerinden biri,birçoklarının Şiilik düşüncesinin temeli olarak gördüğü Abdullah İbn Sebe kıssasıdır.Onlar Müslümanların ilk dönemlerinde meydana gelen fitnelerin bu adam tarafından çıkarıldığını ve onları hiziplere,fırkalara böldüğünü zannetmektedirler.Bu iddiada bulunanlar Abdullah İbn Sebe’nin Yahudi olmasından ötürü Şiiliğe de Yahudiliği soktuğunu ileri sürmektedirler.

Son zamanlarda bu kişiliğin efsane mi yoksa gerçek bir kişi mi olup olmadığı hakkında çeşitli fikri sorgulamalar boy göstermektedir.Taha Hüseyin bunlardan biridir.O,”el-Fitnetü’l Kübra”(En Büyük Fitne) adlı eserinde,kişiler ve olaylar nezdinde hiçbir kıymeti haiz olmayan şüpheli bir şahsiyetin Müslümanların düşünce ve davranışlarına etki edebilme imkanının olup olmadığını sorgulamaktadır.Nitekim bu sorgulama söz konusu şahsiyetin İslami ihtilafları perdelemeye yarayan tarihte uydurulmuş bir şahsiyet olduğunu ispat eden bir araştırma şeklini almıştır.Bu yeni ilmi çalışmanın sahibi Allame Seyyid Murtaza el-Askeri’dir.

Bizim burada söylemek istediğimiz,Abdullah İbn Sebe’nin Müslümanların hayatındaki olumsuz tesirini ilmi bir araştırma ile inceleyenlerin eserlerini takdir ve övgüyle karşılandığıdır.Çünkü böylesine önemli bir mesele üzerinde yapılan yeni bir eserin inceleme ve araştırmayı teşvik edecek takdiri hakketmesi gerekir.Ancak bu tür meseleleri ele alanların özellikle de söz konusu ilmi çalışmanın yayınlanmasından sonra yeni eleştirileri göz önünde bulundurmadan eski minval üzere devam ettiklerini ve ilmi dürüstlüğün gerektirdiği şekilde meseleyi de almadıkları görüyoruz.

7-Hatalı Kavramlar

Müslümanlar küfür ve şirk gibi bazı İslami kavramları yanlış kullanmaktadır.Şirk sıfatının evliyaların kutsanması ve kabirlerin ziyareti gibi bir çok müslümanın yapmakta olduğu uygulamalara yönelik kullanıldığını görüyoruz.Aynı şekilde “küfür” sıfatını da mezheple alakalı olup temel akidevi konularla ilgisi bulunmayan bazı cüzi hususlarla ilgili olarak kullananlar mevcuttur.İşte böylece kavramlardaki anlam kaymalarının bir sonucu olarak Müslümanlar,İslam sıfatından soyutlanmakla karşı karşıya kalmaktadır.Bu tür ithamlara maruz kalan tüm mezhep ve fırkalardan Müslümanların bakış açısını yansıtarak söz konusu terimleri ele alan çalışmaları görebilmek heyecan verici olabilir.Amaç söz konusu terimlerin İslam’ın tarif ettiği hududu çizmektir.Böylelikle mezkur tutumların yanlışlığını kabul etsek bile çizgiden çıkmayı ifade etmediği,sadece asli akideyle ilgisi bulunmayan ameli bir sapmayı temsil ettiği saptaması yapılmış olur.

Gerçekte burada üzüntü verici nokta,karşıt tüm görüşlerin ve bakış açılarının görmezden gelinmesidir.Bu görüşleri kimse araştırmamakta ve tartışmamakta.Tersine bu konular düşünme ve araştırmaya sevk etmeyi mümkün kılan hakikatin bulunması çabasından çok propaganda aracı olarak görülmektedir.Bu da aslında mezkur yaklaşımın hatalı bir tutum olmaktan çok,herhangi bir hüccet ya da burhana dayanmayan itham amaçlı bir yaklaşım olduğunu göstermektedir.

8-Siyasi Sömürü

Siyasi sömürü,Müslümanların yaşantısı içerisine girmiş kafir ve sapkın yönelimler tarafından gerçekleştirilmektedir.Bu yönelimler,Müslümanlar arasındaki mezhebi ihtilafları hayata geçirmek ve onları birbirinden ayıran ayrılık noktalarını derinleştirmek amacıyla körüklemektedirler.Gayeleri Müslüman toplum içerisindeki ikincil kimlikleri gündeme üst kimliklerin geri plana itilmesinin sağlanmasıdır.Böylelikle düşünce,duygu,davranış ve ilişkilerde ikincil kimlikler öncelenerek üst kimlikler ikinci plana itilmektedir.Bu fırsatçıların her tür diyalog çağrısına,rasyonel düşünmeye ya da fikirler arasındaki yakınlaşmaya karşı çıkması açıkça görülen bir husustur.Onlar bunu kin,düşmanlık ve nefret yaratacak psikolojik ortamlar meydana getiren kavgacı siyasal yöntemlerle yapmaya çalışmaktadırlar.Sonuçta nihai hedef Müslüman insanın dünyasında akıllı bir düşünme ve davranışların oluşmasını sağlayan sakin ve gürültüsüz koşulların yok edilmesidir.Bu fırsatçılığın izlerini İran İslam Devrimi’ni hedeflemiş görünen aslında İslam ve Müslümanları hedef alan emperyalist saldırıda gördük.Amaçları Devrim’in dünyanın dört bir yanında Müslümanlar nezdinde yarattığı sarsıntı içinde asaletten uzak heyecanlı sloganların arkasına sığınmayan bağımsızlığı hedefleyen İslami çizgiyi tehlike olarak göstermektir.Artık “komünist tehlike” batılı ülkelerde tehlike haline gelmediği gibi ”emperyalist-kapitalist tehlike” de doğu bloku ülkelerinde tehlike olarak algılanmamaktadır.Bütün tehlike dünyada bağımsızlıkçı düşünceye kendisini kabul ettirmeye başlayan yeni İslami akımlarda temsil olunmaktadır.Emperyalizm işbirlikçileri ve aygıtları vasıtasıyla söz konusu İslami yönelimi zayıflatmak amacıyla bu planını içerden uygulayacak gönüllüler aramakta ve bu alanda etki yapabilecek mezhebi ve hizipsel kışkırtmalarda bulunmaktadır.

İşte bunlar,mezhepler ve düşünceler arasında yakınlaşmayı hedefleyen İslami hareketlerin ve düşüncelerin yaygınlık kazanması önündeki en büyük engellerdir.Buna karşın yeni uyanış hareketi,bu hedefe yaklaşmayı sağlama amacıyla kendisine yeni bir düşünce ve hareket alanı açmaya çalışmaktadır.Ancak biz,karşıt düşünceye izin vermeyen mezhepçi ve hizipçi bir kimliğin oluşmasına katkıda bulunan amillerin varlığını da kabul etmek durumundayız. Nitekim bu mezhepçi yaklaşım fikirlerini serbestçe ve güvenli bir şekilde arı-duru bir havayı teneffüs etmesine çalışmamakta bilakis düşünce,eylem ve duygu açısından İslami kimliğini durağanlaştıran dar bir çerçevede kalmak istemektedir.Bu da onun İslami vahdet ve konsensüs yönünde atılan olumlu her adımdan ürkmesine ve endişe duymasına neden olmaktadır.Ayrıca bu durum onun liderlerine emperyalist ve kafirlerin İslam ve Müslümanlar üzerindeki oyunlarını sürdürme noktasında izin vermesine müsaade etmektedir.Nihayet bu;Müslüman aktivistleri yoran,onların önüne taş koyan ve İslam’ın en güzel geleceğinin yaratılması amacıyla en uygun İslami çözüme ulaşmak için samimi çabaları tüketen olumsuz bir ortam meydana getirmektedir.

Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlallah (Allah ruhunu korusun ve makamını yüceltsin)
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst