islami hıkaye arsıvi. 1

ArkadaŞin Alberaberce Cennete Gİdİn Hz. Enes (r.a.) anlatıyor:

'Resûlüllah (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk. Bir ara azı dişleri görülecek şekilde gülümsedi. Sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular:
'Ümmetimden iki kişi Allâh'ın huzuruna gelirler. Birisi
-Yâ Rab benim bunda hakkım var; hakkımı bundan al bana ver der. Allah Teâlâ da ötekine
-Hakkını ver buyurur. Adam
-Yâ Rab bende sevap nâmına bir şey kalmadı der. Cenâb-ı Hakk
-Baksana bu adamın sevabı kalmadı ne dersin? buyurur. Adamcağız
- O halde benim günahlarımdan alsın der. Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bunu anlatırken gözleri yaşardı ve 'O gün büyük bir gündür. İnsan; günâhının alınmasını ister' dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ hak sahibine
-Başını kaldır ve cennete bak buyurur. Adamcağız
- Yâ Rab inci ile işlenmiş gümüşten apartmanlar ve altından köşkler görüyorum. Bunlar hangi peygamber hangi sıddîk veya hangi şehitler içindir? der. Allah Teâlâ
-Bunlar bana ücretini verenler içindir buyurur. Adamcağız
-Bunların hakkını kim ödeyebilir? der. Hz. Allah
-Sen istersen bunlara sahip olabilirsin buyurur. Adam
-Nasıl olur yâ Rab? deyince Cenâb-ı Hakk
-Hakkını bu adama bağışlamakla buyurur. Adam
-O halde ben bunu affettim der. Allahü zû'l-Celâl hazretleri de
-Arkadaşını al beraberce cennete girin buyurur.

Sonra Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz
'Allah'tan korkun Allah'tan korkun ve siz de kendi aranızı düzeltin. Bakınız bizzat Hazret-i Allah mü'minlerin arasını buluyor' buyurmuşlardır.
 
Aradakİ Fark Hazret-i Ömer 'r.a.' anlatıyor:
- Bir gün Resûl-i ekrem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' bize askeri donatmak için sadaka getirin diye emr etdiler. Benim malımın çok olduğu bir zemân idi. Gönlümden geçdi ki her zemânda kardeşim Ebû Bekr 'radıyallahü teâlâ anh' sadaka husûsunda hepimizden fazla sadaka verirdi. Ammâ bu def'a ben ondan fazla vereyim diye malımın yarısını götürdüm.
Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' buyurdular ki
- Yâ Ömer! Ev halkına ne alıkoydun.
Dedim ki
- Yâ Resûlallah! Yarısını alıkoydum. Bu sırada Ebû Bekr 'radıyallahü anh' cümle malını getirip koydu. Hazret-i Fahr-i Enbiyâ buyurdu ki
- Yâ Ebâ Bekr!Ev halkına ne alıkoydun?
Ebû Bekr
- Yâ Resûlallah! Ehlime Allahü teâlâyı ve Resûlünü alıkoydum deyince
- İkinizin arasındaki fark cevâbınız arasında olan fark gibidir buyurdular.
Ondan sonra Ebû Bekr-i Sıddîkın her bir işde önüne geçme ümmidimi kesdim.
 
Annenİn Hİzmete İhtİyaci Var Ebû'l-Haseni'l-Harkânî (k.s)hazretleri şöyle anlatır:

'İki kardeş vardı. Bu iki kardeşin hizmete muhtaç bir anneleri vardı. Her gece kardeşlerden biri annenin hizmeti ile meşgul olur diğeri Allah Teâlâ'ya ibâdet ederdi. Bir akşam Allah Teâlâ'ya ibâdet kardeş yaptığı ibâdetten duyduğu hazdan dolayı kardeşine:

'Bu gece de anneme sen hizmet et ben ibâdet edeyim dedi.

'Kardeşi kabul etti. İbâdet ederken secdede uyuya kaldı ve o anda bir rüya gördü. Rüyasında bir ses ona:

'Kardeşini affettik seni de onun hatırı için bağışladık deyince genç:

'Ben Allah Teâlâ'ya ibâdet ediyorum. Kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı amel yüzünden bağışlıyorsunuz dedi. Ses ona:

''Evet senin yaptığın ibâdetlere bizim hiç ihtiyacımız yok. Fakat kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı vardı karşılığını verdi.
 
ZEKERİYYA ALEYHİSSELÂM NEDEN YEMEĞE DÂVET ETMEDİ?
Zekeriyya (a.s.) son derece cömerti ve kendi el emeği ile maişetini temin ederdi. Bir keresinde bir inşaat işinde çalışıyordu. Çalışma arasında ancak kendisine yetecek kadar ekmek getirdiler.

Zekeriyya (a.s.) kendisine verilen ekmeği yerken yanına başkaları da geldi. Zekeriyya (a.s.) onları yemeğe dâvet etmedi. Onun cömertliğini bildikleri için gelenler bu tutuma şaştılar. Zekeriyya (a.s.) ekmeğini bitirdikten sonra şu açıklamayı yaptı:

'Ben burada gündelikle çalışıyorum. Bana düşen işi gereği gibi yapabilmem için bu ekmeği verdiler. Aldığım ekmeği hep beraber yesek size de bana da yetmeyecek. Ve ben verimli şekilde çalışamayacağım. İş sahiplerinin hakkı üzerimde kalacak. İşte bunun için sizi yemeğime dâvet etmedim.'

Hakperest bir insan Allah Teâlâ'nın bahşettiği nûr ile böyle ince düşünür. Yemeğe dâvet bir fazilet ise işinde gereği gibi çalışmak da bir farzdır. İşinde zayıflık farzda noksanlık iken dâveti terk etmek fazilette noksanlıktır.

Farzın yanında faziletin hükmü kalmaz. Zira 'Def'-i mazârrat celb-i nef'a râcihtir
 
ZAYIFLAMA İLACI

İmam Şafiî Muhammed b. İdris Hazretleri anlatıyor:

Eski zamanda pek şişman bir kral varmış. Şişko kral zeki hekimlerden birinden kendisini zayıflatacak ilaçlar talep etmiş. Doktor onu görünce şöyle demiş:
- Allah seni ıslah etsin! Ben ilerisini gören bir doktorum. Sana bakınca anladım ki senin ancak bir aylık ömrün kalmış! İlacın sana bir faydası olmaz ki!
Bunun üzerine kral söylediklerinin doğru olup olmadığını anlamak için hekimi hapsettirir. Kral da bu süre içinde halktan gizlenir. Fakat içini öyle bir üzüntü sarar ki bir ay içinde iyiden iyiye zayıflar.
Bir aylık zaman geçince kral sağ salim ortaya çıkar ve hapisteki hekimi de yanına çağırır. Der ki:
- Yalanın ortaya çıktı. İşte ben ölmedim. Bu yalanın sebebiyle seni fena halde cezalandıracağım. Hekim ise telaşlanmadan cevap verir:
- Allah kralı ıslah etsin! Ben geleceği bilmede Allah'ın en düşük kuluyum. Fakat ben anladım ki senin şişmanlığını gidermenin tek ilacı ancak keder ve üzüntüdür. İşte bu sebepten dolayı sana söylediğimi söyledim!
Bunun üzerine kral onu serbest bırakır ve kendisine iyiliklerde bulunur.'
İmam Şafiî bu hikayeyi şu maksatla anlatmış: 'Fazla dert ve tasa bedeni zayıflatan ve solduran şeylerdendir.' (Tabii ki sıkıntıdan fazla yeme durumu hariç)
Yine o şöyle derdi:
'Sana dininden bilgi verecek bir alimin ve beden durumundan bilgi verecek bir doktorun bulunmadığı bir memlekette oturma.'
 
MUKABELE EDİLMEZSE ZÂLİMİN HASMI BİZZAT HZ. ALLAH'TIR!

Erzurum'un büyük velîsi İbrahim Hakkı (k.s.) hazretlerini çocukken İsmâil Fakîrullah (k.s.) hazretlerine teslim ederler. İyi bir terbiye alması için çocukluğunun mühim bir devresini Fakîrullah hazretlerinin yanında geçiren İbrahim Hakkı hazretleri bir gün eline aldığı bir testiyle çeşmeye gider doldururken oraya gelen bir atlı:

-Çekil bakayım önümden be çocuk! diye İbrahim Hakkı hazretlerini azarlayarak atını çeşmeye sürer. O da testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam onu bir köşeye sıkıştırır. Testisini bırakıp kendisini kurtarmak zorunda kalır İbrahim Hakkı hazretleri... Bu esnada at da üzerine basıp testiyi kırar. Ağlayarak hocasının huzuruna gelir ve:

-Çeşmeden su alırken atını koşturarak gelen biri atını üzerime sürdü. Can havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de tepeletip kırdı! der. Hocası sorar:

-Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi?

-Hayır der hiçbir şey söylemedim.

-Çabuk git ve o adama bir-iki laf söyle der.

İbrahim Hakkı hazretleri gider çeşmenin başında atını tımar etmeye başlayan adamın yanına varıp bekler. Fakat bir türlü terbiyesini bozup da:

-Benim testimi niye kırdın zâlim adam?! diyemez.

Dönüp geldiğinde hocası Fakîrullah hazretleri sorar:

-Ona bir şeyler söyleyebildin mi?

-Söyleyemedim efendim; niyetlendim lâkin bir türlü dilimi çevirip de ağır bir söz sarf edemedim! Hocası bağırır:

-Sana diyorum çabuk git ve o adama bir şeyler söyle mukabele et! Yoksa sonu felâket!..

İbrahim Hakkı hazretleri bu defa kararlı olarak koşup çeşmenin başına gelir. Bir de bakar ki testisini kıran adamı kendi atı attığı çiftelerle çeşmenin havuzuna yuvarlamış ölüsü yatmaktadır! Koşarak gelip hocası İsmâil Fakîrullah hazretlerine bu vahim vaziyeti anlatır. Hocası bu hâle üzülür:

-Vah vah! Bir testiye bir adam! Üzüldüm buna doğrusu! der. Huzurundakiler bundan bir şey anlamadıklarını söyleyince büyük velî şöyle îzah eder: 'O atlı adam İbrahim Hakkı'ya zulmetti. Zulme uğrayan da tek kelimeyle olsun mukabelede bulunmadı zâlimi Allâh'a havâle etti. Allâh Teâlâ'nın da gayretine dokunup zâlimi cezâlandırdı. Şayet İbrahim Hakkı da onun zulmüne karşılık verip ona bir şeyler söyleseydi ödeşeceklerdi. Fakat İbrahim büsbütün mazlum oldu. Bense ödeştirmek için uğraşıyordum maalesef muvaffak olamadım!'
 
YOLDAN GÜZEL GEÇMEK

Bir kral halkı için geniş bir yol yaptırmaya karar verdi. Yapımı tamamlanan yolu halka açmadan önce bir yarışma düzenlemeye karar verdi. İsteyenin bu yarışmaya katılabileceğini ilan ettiren kral yoldan en güzel geçecek kişiyi belirleyeceğini söyledi.

Yarışma günü insanlar akın ettiler. Bazıları en güzel arabalarını bazıları en güzel elbiselerini getirmişti: Kadınlardan kimileri saçlarını en güzel biçimde yaptırmıştı kimi de yanlarında en güzel yiyecekleri getirmişti. Gençlerden bazıları spor kıyafetler içinde yol boyunca koşmaya hazırlanıyordu.

Nihayet tüm gün insanlar yoldan geçtiler fakat yolu kat edip tekrar kralın yanına döndüklerine hepsi aynı şikayette bulundu: Yolun bir yerinde büyükçe bir taş ve moloz yığını vardı ve bu moloz yığını yolculuğu zorlaştırıyordu.

Günün sonunda yalnız bir yolcu da bitiş çizgisine yorgun argın ulaştı. Üstü başı toz toprak içindeydi ama krala büyük bir saygıyla yönelerek elindeki altın kesesini uzattı:

'Yolculuğum sırasında yolu tıkayan taş ve moloz yığınını kaldırmak için durmuştum. Bu altın kesesini onun altında buldum. Bu altınlar size ait olmalı.'

Kral gülümseyerek cevap verdi:

'O altınlar sana ait delikanlı.'

'Hayır benim değil. Benim hiçbir zaman o kadar çok param olmadı.'

'Evet' dedi kral. 'Bu altınları sen kazandın zira yarışmanın galibi sensin. Yoldan en güzel geçen kişi sensin. Çünkü yoldan en güzel geçen kişi ardından gelenler için yoldaki engelleri kaldıran kişidir.'
 
YOKSUL VE ZENGİN

Resül-i Ekrem (s.a.a) her zamanki gibi meclisinde oturmuş ve dostları da etrafında halka şeklinde onu bir yüzük taşı gibi ortaya almışlardı. Bu arada eski elbiseli fakir bir müslüman kapıdan içeriye girdi. İslami adetlere göre herkes her hangi mevkide olursa olsun bir oturuma girince nerede boş yer bulursa hemen oraya oturmalıdır. 'Benim canım şurasını istiyor' görüşüyle özel bir yere oturmak gerekmez. O adam etrafına bakındı ve boş bir yer buldu; gitti oraya oturdu. Tesadüfen ileri gelen zenginlerden birisinin yanına oturmuştu. Zengin adam elbisesini toplayarak ondan bir az uzaklaştı. Bu hareketleri izleyen Resul-i Ekrem (s.a.a) ona dönerek:
- Fakirliğinden sana bir şey geçer diye mi korktun?
- Hayır ya Resülallah.
- Servetinden ona bir pay düşer diye mi korktun?
- Hayır ya Resülallah.
- Elbiselerin kirlenir diye mi korktun?
- Hayır ya Resülallah.
- O halde niçin yanından uzaklaşıp bir kenara çekildin?
- Yanlış bir iş yaptığımı ve hata ettiğimi itiraf ediyorum. Şimdi bu hatamın telafisi ve bu günahımın keffaresi olarak servetimin yarısını bu müslüman kardeşime vermeye hazırım dedi. Çünkü ona karşı yanlış bir hareket yaptım. Beni bağışlayın ya Resülallah.
- Eski giyimli adam: Fakat ben bunu kabul etmeye hazır değilim.
- Cemaat: Niçin?
- 'Çünkü bir gün beni de bir gururun sarmasından ve bir müslüman kardeşime bu gün bu şahsın bana yaptığı gibi aynı hareketi yapmaktan korkuyorum' der.
 
YİRMİ SANİYEDE

Şeytan hizmetçi kılığına girmiş ve yirmi sene Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri'nin yanına gidip gelmişti. Bir türlü gönlüne vesvese vermeye ona istediklerini yaptırmaya muvaffak olamamıştı. Birgün:
- Ey Üstad! Yoksa siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? dedi.
Hazreti Cüneyd:
- Sen lanetli İblissin. İlk geldiğin andan beri seni tanıyorum buyurdu.
Şeytan:
- Ey Sultanü'l Muhakkikin! Sizin kadar yüksek dereceye ulaşan başka bir büyük zat tanımıyorum. Yirmi senedir size hiçbir isteğimi yaptırmaya muvaffak olamadım dedi.
- Defol mel'un! Şimdi de beni kendini beğenme hastalığına düşürerek mahvetmek mi istiyorsun! Yirmi senede yapamadığını yirmi saniyede mi yapacaksın? Yıkıl karşımdan! diye bağırdı.

İnsanın en zayıf damarı "Sensin!" denilerek koltuğunun altına girmektir. Nice cahil günahkar kendisini alim ve faziletli zannederek bu şekilde İslam'a zarar vermiş verdirilmiştir. Günümüzün de en teklikeli hastalıklarından da birisi budur.
 
Yirmibin Altın

Hazret-i Ebû Bekr 'r.a.' bütün mal ve mülkünü fîsebilillah sadaka verip bir hırka ile evinde otururken bir kimse gelip kapıyı çaldı. Hazret-i Ebû Bekr dışarı çıkıp kapıda duran kimdir diye bakdı.
- Ne istersin
- Yâ Ebâ Bekr! Onikibin akça borcum var. Bugün vermemin son günü. Muhakkak vermem lâzım. Şimdi lutf ve kerem edip benim bu borcumu ödeyip beni kurtar.
- Görmez misin beni bütün malımı giyeceklerimi Allahü teâlâ yoluna verdim. Hattâ arkamdaki elbisemi de bir fakîre verdim. Şimdi bir hırka giyip oturuyorum. Mal ve giyecek kalmadı. Senin borcunu nereden ödeyeyim.
- Biliyorum ve işitdim ki sende mal kaldı. Senin fadlından ümîd ederim ki benim bu borcumu ödeyesin.

Hazret-i Ebû Bekrin yapacak bir şeyi kalmadı. Bir yehûdîye vardı. Onikibin akçe istedi.
- İnşâallahü teâlâ yarın öğleden sonra malını vereyim.
- Yâ Ebâ Bekr yarınki gün malımı bulup vermez isen ne olur.
- Eğer yarın öğleden sonra senin malını bulup vermezsem kendimi sana köle eyledim. Dilersen satıp parasını al istersen beni köle gibi kullanırsın.
Bu sözleşme üzerine o yehûdî çıkarıp hazret-i Ebû Bekre onikibin akçe verdi. Ebû Bekr-i Sıddîk 'radıyallahü anh' da o akçeyi o borçlu fakîre verip
- Borcunu ver dedi.
Kendisi oturup Allahü teâlâ hazretlerine tevekkül eyledi. Yarın vaktinde ödemeği va'd etdiğim bu borcu ben nereden alıp ödeyeceğim diye düşündü. Hiçbir çâre bulamadı. Varıp o yehûdîye köle olayım diye kalbinden geçdi. Bu şekilde düşünürken hazret-i Âişenin evine vardı. Selâm verip
- Yâ kızım Âişe. Bilmiş ol ki dün bir yehûdîden onikibin akçe alıp bir fakîrin borcunu ödedim. Bugün öğleden sonra akçeleri ödemem lâzım. Akçeleri bulup ödemezsem kendi nefsimi o yehûdîye verdim. Şimdi vâcib oldu ki kendimi o yehûdîye köle eyliyeyim. Yâ kızım âhıret hakkını halâl eyle. Sağ ve asân ol. Ben gidiyorum.
Hazret-i Âişenin 'radıyallahü teâlâ anhâ' kalbi mahzûn olup ağladı. İkisi berâber ağladılar. Hazret-i Ebû Bekr kızının yanından ağlıya ağlıya çıkdı gitdi.
Hazret-i Âişe annemiz ağlarken mübârek gözünden bir damla yaş indi. Yere düşdü. Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin kudretinden bir nûrânî cevher halk oldu. Hazret-i Âişe bu cevheri görüp sevindi. Babasını çağırdı. Hazret-i Ebû Bekr dönüp geldi.
- Ne dersin yâ kızım!
- Allahü teâlâ bana merhamet eyledi. Gözümün yaşından bir cevher yaratdı. Şimdi var bu cevheri alıp pazara götür satıp borcunu edâ eyle.

Ebû Bekr-i Sıddîk da o cevheri alıp pazara gitdi.
Hak Sübhânehü ve teâlâ Cebrâîl aleyhisselâma emr eyledi ki
"Yâ Cebrâîl Habîbim ve Resûlüm Muhammed Mustafânın zevcesi Âişenin göz yaşından kudretim ile bir cevher halk eyledim. Kulum Ebû Bekr o cevheri pazara satmağa gidiyor. Şimdi çabuk var. Cennetde kudret hazînemden yirmibin altın al. Bir nûrdan tabak içine koyup Ebû Bekrin önüne var. O cevheri satın al. Bana getir ki o cevher bana gerekdir. Arşıma o cevheri koyayım ki onun nûru arşımda ışık saçsın. Ve de mü'min kullarımın kabri o cevher ile münevver olsun [aydınlansın]."
Cebrâîl aleyhisselâm da yetişip Cennetin hazînesinden yirmibin altını bir nûrdan tabak içine koydu. İnsan sûretinde hazret-i Ebû Bekrin pazar içinde önüne geldi.
- Yâ Ebâ Bekr! Elindeki nedir satar mısın.
- Satarım.
- Kaça verirsin.
- Onikibin akçaya veririm.
- Bunun değeri onikibin akça değildir. Yirmibin altın vereyim.
- Eğer o fiyâta alır isen sen bilirsin.
- Şimdi aç eteğini.
Ebû Bekr hazretleri eteğini açdı. Cebrâîl aleyhisselâm eteğine altınları dökdü. Hazret-i Ebû Bekr alıp evlerine geldi. Gördü ki akça aldığı yehûdî kapı önüne gelmiş. Çağırıp der ki
- Yâ Ebâ Bekr gel akçamı ver; yâhud kölemsin; seni hizmetde kullanırım.
Ebû Bekr hazretleri ardından varınca; o yehûdî ayak sesini duyup arkasına bakdı. Gördü ki gelen Ebû Bekrdir.
Yehûdîye dedi ki
- Aç eteğini.
Açdı. O yirmibin altını yehûdînin eteğine dökdü.
Yehûdî dedi ki
- Bu altın nedir.
- Yirmibin altındır. Borcuna tut.
- Senin bana borcun onikibin akçadır.
- Bu altın senin akçenin berekâtıdır.
Sonra o yehûdî altının birini eline aldı. Gördü ki bir yanında (Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah) yazılmış. Diğer tarafında (Kulhüvallahü ehad sûresi.) yazılmış. Kudret kalemi ile yazı yazılmış. Yehûdînin kalbine bir hâl gelip hidâyet-i rabbânî yetişdi. Dedi ki
- Yâ Ebâ Bekr! Bildim ki senin dînin hakdır gerçek evliyâsın. Muhammed aleyhisselâm da hak Peygamberdir.
Şehâdet kelimesi söyleyip sadakatle müslimân oldu. O altını din aşkına cümle fakîrlere dağıtdı. Kendisi ehl-i havâsdan oldu 'radıyallahü anh'. Ma'lûmdur ki Ebû Bekr 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerinin menâkıbı ve keşfi ve kerâmetleri nihâyetsizdir. Had ve hudûdu mümkin değildir.
 
Yeterki kalbi kırılmasın

Bir hükümdarın pek çok cariyeleri vardı. İçlerinde pek güzel dilberler bulunmasına rağmen siyah bir cariyeye daha fazla alaka ve sevgi gösterirdi. Diğerlerinin bunu çekemediğini fark eden padişah bir gün kendilerine üzeri mücevheratla süsülü birer kristal bardak vermişti. Manevi değeri yanında maddi kıymeti de pek yüksek olan bu bardakları ellerinde tutan cariyeler hayranlıkla bakarlarken padişah:
- Herkes elindeki bardağı yere vurup kırsın demişti. Güzel cariyeler hediyelerini sinelerine bastırarak:
- Efendimizin bu kadar değerli bir hediyesini nasıl kırabiliriz! dediler. Siyah cariye ise padişahın emrini hiç tereddüt etmeden ve vakit kaybetmeden der'akab yerine getirdi. Barfdak yere çarpılmış ve param parça olmuştu. Padişah siyah cariyeye hitaben:
- Diğer cariyelerim bu kadar kıymetli bardağı kıramadıkları halde sen neden kırdın? dedi. Siyah cariyenin verdiği cevap ise çok takdire şayandı:
- Bana efendimin kalbi lazım kadehin ne kıymeti olabilir. Yeterk ki onun kalbi kırılmasın!
Hükümdar bu cevabın içerisinde diğerlerine gereken dersi vermiş bulunuyordu.

Yüzü güze fakat özü çirkin bir kadın kocasının kalbini kırmaya devam ettikçe kalbte açtığı yaraya güzellik olamaz
 
YERMÜK'TE BİR KOMUTAN

Hz. Ömer R.A.'ın halifelik döneminin başlarında Suriye'nin fethi sırasında Yermük mevkiinde Bizanslılar ile müslümanlar arasında çok çetin bir savaş olmuştu (Ağustos 636). Bu savaşta müslümanların komutanı 'Seyaaaaah' lakabını taşıyan Halid bin Velid R.A. idi.
İşte bu savaşın kızıştığı sırada Bizans ordusunun önde gelen komutanlarından Cerece (Yorgi) öne çıkarak Halid bin Velid R.A.'ı yanına çağırdı. Omuz omuza yanaşmış atları üzerinde iki komutan şöyle konuştular:
- Halid! Bana doğu söyle. Allah'ın Peygamberiniz'e gökten bir kılıç indirdiğini ve o kılıcı sana verdiğini söylüyorlar. Sen de bu kılıcı kime çekersen onu hezimete uğratırmışsın doğru mu?
- Hayır. Allah bize Peygamberi'ni gönderdi. O da bizi imana davet etti. Rasulullah A.S. iman ettiğim sırada bana şöyle demişti: 'Sen Allah'ın müşriklere çektiği bir kılıçsın.' Sonra da zafer kazanmam için bana dua etti. Böylece bana Seyaaaaah yani Allah'ın Kılıcı ismi verildi.
- Siz bizi neye davet ediyorsunuz?
- Allah'tan başka ilâh olmadığına Muhammed A.S.'ın O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmeye. O'nun Allah'tan getirdiği şeyleri kabul etmeye davet ediyoruz.
- Bugün dininize giren kimse sizinle aynı mükâfata erer mi?
- Evet. Bu gün sizden İslâm'a giren belki bizden üstün olacaktır. Çünkü bizim Peygamberimiz'den gördüğümüzü siz görmediniz.
Bu konuşmadan sonra Yorgi Hz. Halid bin Velid R.A.'ın yanına geçerek İslâm'a girdi. O'nun çadırında guslederek iki rekat namaz kıldı. Halid bin Velid R.A. ile çıkıp atına bindi. Bizanslılar'la savaşa girişti.
Bizanslılar durumu görünce çok şiddetli bir hücuma geçtiler. Sonuçta savaşı müslümanlar kazanırken ancak iki rekat namaz kılabilmiş olan general Yorgi o gün şehid olmuştu.
 
YEDİĞİN LOKMAYA DİKKAT ET!

Şâh-ı Nakşibend (k.s.) hazretleri tasavvufdaki hallerinni kaybolduğunu söyleyen bir talebesine; 'yediğin lokmaların helâlden olup olmadığını araştır' buyurmuştur. Talebesi araştırdığında yemeğini pişirirken ocakta helâl olup olmadığı şüpheli bir odun yakmış olduğunu tesbit ederek tevbe etmiştir.

'Namazda hudû ve huşû nasıl elde edilir?' diye sorulunca da cevaben buyurdu ki:

'' Huzurlu bir halde hâlal lokma yiyeceksiniz. Huzur ile abdest alacaksınız ve namaza başlarken iftitah tekbirini kimin huzuruna durduğunuzu bilerek düşünerek söyleyeceksiniz.'

Hâce Hazretleri kendisine karşı edepsizlik yapan bir kimseye kızmayıp tebessümle karşıladı. Fakat edepsizlik yapan kimse büyük bir derde düşüp helâk olacak hâle geldi. Hatasını anlayıp tevbe etti. Şâh-ı Nakşibend hazretleri bir ara o adamın evinin önünden geçerken içeri girip hâlini sordu:

'' Allah Teâlâ şifâ vericidir. korkma iyileşirsin' dedi. O kimse bu söz üzerine kalkıp:

' ' Efendim size karşı edepsizlik ettim hatırınızı incilttim beni affediniz.' dedi. Şâh-ı Nakişbend hazretleri buyurdu ki:

'' Kalbimiz o zaman incindi. Fakat şu anda gönül aynası tertemiz. İyi bil ki mürşidlerin kılıcı kınından çıkmış yalın bir kılıçtır. Ama mürşid merhamet sâhibidir. Kimseye kılıç vurmaz. İnsanlar (belâsını arayanlar) gelip kendilerini o kılıca vururlar
 
Yaşlı Kadınlar Cennete Giremez

Ensardan yaşlı bir kadın Resulullah'a (s.a.) gelerek.
- Ya Resulullah! Bağışlanmam için bana dua et.
Resulullah (s.a.) :
- Bilmiyor musun ki cennete yaşlı kadınlar giremez buyurdu.
Bunun üzerine kadının ağlamaya başlaması üzerine Resulullah (s.a.) gülümseyerek:
- Sen o gün ihtiyar bir kadın olmayacaksın. Allah'ın "Gerçekten biz hûrileri apayrı biçimde yeni yarattık. Onları bâkireler kıldık. . Eşlerine düşkün ve yaşıt." buyruğunu hiç okumadın mı? (Vakıa 36-37)
 
Yalnız Allah bilsin

Büyüklerden bir zat ahaliden para toplamak istedi düşmana karşı tedbir almak bazı mevkileri tamir ve tahkim için... Hak bu parayı vermedi. o büyük zat bundan mahzun oldu ve ağladı. Geceleyin yatsı namazından sonra birdenbire bir adam peydahlandı ve o büyük zatın önüne bir kese içinde iki bin akçe bıraktı ve dedi.
- Bu parayı dilediğiniz işe sarfediniz!...
Bu meçhul insan ebu Amr... O büyük zat parayı kabul ve ona iyi dualar etti.
Sabahleyin o büyük zat dostlarından ve yakınlarından ibaret bir kjalabalık topladı keseyi meydana çıkardı ve sevinç içinde:
- Biz dedi; Ebu Amr hakkında çok ümide düştük. dün gece bana müslümanların kendilerini düşmana karşı müdafaa etmeleri için iki bin akçe getirdi. Allah iyiliğin karşılığını versin.
Birdenbire Ebu Amr'ın kalabalık içinde doğrulduğu görüldü. Ebu Amr haykırdı:
- Dün gece size verdiğim para anneme aitti. Annem paranın bu işe sarfolunmasına razı değildir. Lütfen bana iade ediniz ki ben de kendisne vereyim!...
Büyük zat hemen elini keseye atıp Ebu Amr'a uzattı. Ebu amr keseyi aldı uzaklaştı.
Yine akşam gece yatsı namazından sonra... O büyük zat odasında bire köşeye çekilmiş düşüncede... Yine Ebu amr birdenbire peydahlanıyor... Yine elinde aynı kese ve kesenin içinde iki bin akçe... Ebu amr parayı o büyük zatın önüne koyuyor ve fısıldıyor:
- Parayı getiriyorum ve sizden tek bir şey rica ediyorum: Bu parayı o türlü sarfediniz ki ikimizden başka kimse birşey bilmesin... Onun nereden geldiğini yalnız Allah bilsin....
 
YALAN SÖYLEMEYEN ÇOCUK

Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken bir arefe günü çift sürmek için tarlaya gitti. Bir ****ün kuyruğuna tutunup ardından giderek oynuyordu. O anda bir ses işitti:
''Ey Abdülkâdir! sen bunun için yaratılmadın ve bunlarla emir olunmadın''!
Bu ses Abdülkâdir Geylâni hazretlerini korkuttu. Eve gelince dama çıktı. Hacıları gördü. Arafat'ta vakfeye durmuşlardı.
-Anneciğim! bana izin ver de Bağdat'a gidip ilim öğreneyim. Sâlihleri evliyâyı ziyaret edeyim.
Annesi de dedi ki:
-Ey benim gözümün nûru ve gönlümün tâcı evladım Abdülkâdir'im! senin ayrılığına dayanamam. Sensiz ben ne yaparım? Bu bakımdan müsâade edemiyorum.
Abdülkâdir-i Geylâni Hazretleri tarlada olan bitenleri anlattı. Annesi ağladı. Kalkıp babasından miras kalan 80 altını alıp kırkını kardeşine ayırdı. Kırkını da bir keseye koydu ve keseyi elbisesinin koltuğuna dikti. Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak dedi ki:
-Ey benim gözümün nuru ve gönlümün tacı evlâdım Abdülkâdir'im! Hak teâlânın rızâsı için olmasaydı katiyyen bırakmazdım. Huzur ve esenlik içinde sefere çık! Yolun açık olsun! seninle belki ebedi olarak ayrılıyoruz. Sana son olarak nasihatım şudur ki:''Eğer beni memnun etmek istiyorsan hiçbir zaman yalan söyleme doğruluktan asla ayrılma! Allahü teâlâ her zaman ve her yerde doğrularla beraberdir''.
Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri annesine söz verdi ve ağlayarak elini öptü. Bağdat'a gitmek üzere bulunan bir kervana rastgeldi ve aralarına katıldı. Hemedan'ı geçmişlerdi. Bir müddet yol aldılar. Arz-ı Tetrenk denilen mahalle geldiklerinde kervanda bir bağırıp çağırma koptu. Önlerine aniden bir sürü eşkıya çıkıp kervana saldırdılar. Bir anda sandıklar yere yıkıldı. Eşyalar yağma edilmeye başlandı. Eşkıyalar kervandakilere birer birer sual edip üzerlerinde her ne buldularsa aldılar. Sıra Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerine geldi. Eşkıyalardan biri latife olsun diye bunu önüne çekip sordu:
-Fakir çocuk söyle bakalım senin neyin var?
-Üzerimde yanlız 40 altınım var.
Eşkıya inanmamıştı. Bırakıp gitti. İkinci bir harâmi sual edip o da aynı cevabı alınca vaziyeti reislerine bildirdiler.
''Bu çocuk 40 altınım var'' diyor dediler.
Bu defa da reisleri sordu:
-Senin üzerinde ne var?
-Hırkamda dikili 40 altınım var.
Reisleri adamlarına dönerek dedi ki:
-Açın bakın bakalım! Adamları üstünü aradılar içinde 40 altın bulunan keseyi bulup reislerine verdiler.
Eşkıya reisi hayretle sordu:
-Peki evlât sen neden üzerinde altın olduğunu söyledin? Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri dedi ki::
-Ben evden ayrılırken anneme asla yalan söylemiyeceğime söz vermiştim. 40 altın için sözümü bozar mıyım?
Bu sözleri duyup hakikate şahit olan eşkıya başının gözleri yaşardı. Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin hakikat dolu gözlerine bakıp onunla kendi yaşını ölçtü. Kendisinin bu yaşa kadar nice hiyanet ve zulümler işlediğini birgün Hakka yönelmediğini acı acı düşündü ve o güne kadar yaptıklarından pişman olup ellerini başına vurarak şöyle haykırdı:
-Eyvah! biz de Allahü teâlâ söz vermiştik.::Bunca zamandır şeytana uyup ahdimizi bozduk. Fenalık yaptık. Yarın Hak huzurunda acaba bizim halimiz ne olacak? Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki:
-Ey arkadaşlarım! Bana bakınız beni dinleyiniz! Ben bunca senedir Hak teâlâ karşı olan ahdimi bozdum. O'na isyan ettim. İçimden gelen bir pişmanlıkla bütün günahlarıma tövbe ile Rabbimin yoluna iltica ediyorum. Bundan böyle inşaallah Hak teâlânın râzı ve hoşnut olmadığı bir şeyi yapmıyacağım. Reislerine pek ziyade bağlı olan eşkıyalar hep bir ağızdan dediler ki:
-Efendimiz reisimiz! Biz de sizden ayrılmayız. Eşkıyalıkta reisimizdin hidâyette de reisimiz ol!
Bunun üzerine kervan ehlinden ne alınmışsa sahiplerine iâde edildi. Bir sürü eşkıya Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin önünde tövbe etti. Kendisi tekrar yoluna devam ederek Bağdat'a vardı.
 
Yalancının mumu yatsıya kadar yanmadı

Devr-i Saadet'te bir Yahûdi bir Müslüman'a iftira ederek Peygamberimiz'e şikâyette bulundu:
-Bu adam benim devemi çaldı. Bu deve benimdir işte şahidlerim diyerek iki de münâfıklardan yalancı şahid gösterdi.
Gerekli inceleme yapıldı durum Müslüman'ın aleyhine tecelli ederek devenin Yahûdi'nin olduğuna hükmolundu ve deve Müslüman'dan alınarak Yahûdi'ye teslim edildi.

Bununla kalsa iyi. Hırsızlık yaptığı için o Müslüman'ın ayrıca eli de kesilecekti. İslâm'ın hükümlerini bilen o sahabî ellerini açarak:
-Ya Rabbi! Sen her şeyi bilensin görüyorsun ki Yahûdi yalancı şahidler göstererek devemi aldı. Şimdi de elim kesilecek. Her gece okuduğum Salavat-ı Şerife'nin yüzü suyu hürmetine sen beni bu belâdan kurtar! Şu anda beni kurtaracak hiçbir merci yok diyerek Allah'a hulûs-i kalb ile yalvardı.

Daha Huzur-u Saadet'ten ayrılmadan deveye Cenab-ı Allah lisan ihsan etti deve konuşmaya ve hakikatı olduğu gibi söylemeye başladı:
-Ya Resûlellah! Ben bu Yahûdi'nin değil Müslüman'ın malıyım. Beni sahibime iade et ki adalet tecelli etsin diyerek sahibinin huzuruna varıp diz çöktü.

İnsana konuşma hassasını veren Allah değil mi? Neye kadir değil ki bir Yahûdi'nin karşısında bir Müslüman'ı küçük düşürmekten korudu ve deveye lisan bahşetti. Deve sahibine verildikten sonra Cenab-ı Peygamber Efendimiz orada bulunanlar da bilsin diye bu Müslüman'a ne ile bu dereceye eriştiğini sordu. O sahabî de:
-Ya Resûlellah! Ben her gece sana 10 defa salavat okumadan yatmam! Burada da o salavatın yüzü suyu hürmetine Allah'tan yardım diledim. Allah Celle Celalühü hamdolsun ki benim yüzümü kara çıkarmadı dedi.
Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s):
-Ne mutlu sana salavat hürmetine dünyada elin kesilmekten kurtulduğun gibi ahirette de cehennem azabından kurtulacaksın buyurdular.

Orada bulunan münâfıkların çoğu îmanlarını yenilediler kalblerini temizlediler mü'minlerin ise bir kat daha îmanı ziyadeleşti...
 
YAHUDİNİN SELAMI

Resuli-Ekrem (.s.a.a)'in eşi Ayşe Resul-i Ekrem (s.a.a)'ın huzurunda oturmuştu ki Yahudi bir adam içeri girdi. Girdiği anda Selam un aleykum yerine
- Essamu aleykum' yani 'ölüm üzerinize olsun'dedi. Uzun sürmedi başka biri daha geldi. O da selam yerine
- Ölüm üzerinize olsun' dedi. Bunun tesadüf olmadığı malumdu. Resul-i Ekrem (s.a.a)'i dille incitmek için yapılan bir plandı. Ayşe çok öfkelendi ve
- Ölüm sizin üzerinize olsun...' diye bağırdı.
Resul-i Ekrem (s.a.a) buyurdu:
- Ey Ayşe küfür etme küfür şekillenirse en kötü ve çirkin bir biçimde mücessem olur. Yumuşaklık ve sabırlı olmak her neyin üzerine konursa onu güzelleştirir süsler ve her şeyin üzerinden kaldırılırsa güzelliğini azaltır. Niçin sinirlenip öfkelendin?
Ayşe:
- Görmüyor musun ya Resulullah'ın bunlar küstahlık ederek utanmadan selam yerine ne diyorlar?
- Evet görüyorum onun için bende 'Aleykum' yani 'sizin üzerinize olsun' diye cevap verdim bu kadarı kafiydi.'
 
Yahudilerin İftirası

Musa (a.s.) kardeşi Harun (a.s.) ile birlikte yolculuk ederken o zamana kadar görmedikleri bir ağaç görürler. Hemen ardında kapısı ardına kadar açık bir ev görürler. Seslenirler bir cevap alamazlar.Evin içinde bir kanepe görürler. Harun (a.s.):
- Ya Musa! Burası hoşuma gitti. İzin ver de şu kanepenin üzerinde biraz olsun uyuyayım.
- Uyu ya Harun.
Hz.Harun orada uyuduğu zaman ölüm meleği gelip Harun (a.s.) ruhunu kabzeder. İlk defa gördükleri ağaç kaybolur. Ev içindeki kanepe ile semaya kaldırılır. Musa (a.s.) bu duruma üzülerek yapayalnız İsrailoğullarına döner.
Onun kardeşiyle birlikte dağa çıkıp yalnız döndüğünü gören Yahudiler:
- Musa İsrailoğullarının Harun'a karşı olan sevgisi yüüznden hased edip onu öldürdü diye iftira ederler.
Musa (a.s.) :
- Kardeşimi öldürdüğümü ileri sürerek bana iftira ediyorsunuz. Halbuki o daha önce kendisi için takdir edilen hükmün tecellisi karşısındadır. O İlahi hüküm yerine geldi.
Yahudiler bu iftirayı çoğaltınca Musa (a.s.) iki rekat namaz kıldı ve Rabbine kendisini temize çıkarması ve Yahudileri susturması için dua etti. Dua kabul olundu. Bir mücize olarak kanepe göründü. musa (a.s.'ın doğru söylediğine inanırlar.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
bypuff
Geri
Üst