sensiz olmaz
Kayıtlı Üye
[FONT="]
SAĞLIK VE TIBBİ TEDAVİNİN ÖNEMİ [/FONT]
[FONT="]Hz. Eyyub (a.s) Gerçekten şeytan beni yorgunluğa ve azaba uğrattı demişti. Sad 38/41. Yani şeytan vesveseler ve bazı hatıralar atarak Eyyub(as)ü çeşitli azab ve sıkıntılara düşürmüştü. Önceki nimetlerle şimdiki halini kıyaslamalar karşısında onları defetme çabasında olan Eyyubun kalbinde bu vesveseler gittikçe kuvvet kazandılar. bu durumdan korkup hemen Allaha yukarıdaki gibi yakardı. [/FONT]
[FONT="]O, şeytandan böyle şikayet edince adeta rabbinden bu sıkıntıyı gidermesini istemiş Allah da onun isteğine Ayağınla vur Sad 38/ 42.demek suretiyle icabet etmiştir. İşte hem yıkanacak hem de içecek soğuk bir su (Fahruddin razi, tefsiri kebir, 19/89, 91) Dikkat edilirse Eyyub peygamber hastalığından değil de şeytanın kendisini rahatsız etmelerinden şikayet etmiştir. Nitekim Allah Teala Biz onu hakikaten çok sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu. Daima Allaha yönelen bir zat idi Sad 38/ 44 ayetinde kendisini bol bol övmüştür.[/FONT]
[FONT="]İslâm, hastalık, sakatlık, fakirlik, doğal afetler gibi üzücü durumları metanetle karşılamayı, önlemler almayı, bunları Allahın bir imtihanı bilip sabretmeyi telkin eder. [/FONT]
[FONT="]Sizi korkuyla, açlıkla, mallardan, nefislerden ve ürünlerden eksiltmekle imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele Bakara 2/155. Hayatı ve ölümü hanginiz daha güzel davranacak diye imtihan için yaratan O dur Mülk 67/2[/FONT]
[FONT="]Kişinin hayatını koruması ve ona zarar verecek şeylerden uzak durması farzdır. Ancak mümin, korunmasına rağmen hastalanırsa tedavi olması gerekir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s); "Ey Allah'ın kulları, tedavi olunuz." buyurmuştur (Tirmizî, Tıbb, 2. Ebû Dâvud, Tıbb, 1, 11; İbn Mâce, Tıbb, 1; Ahmed b. Hanbel, III/156, IV/278).[/FONT]
[FONT="]Gördüğümüz gibi hastalıkla mücadele etmek ve tedavi yollarına başvurmak insanın hem tabii yapısının gereği hem de dinin emir ve tavsiyesidir. [/FONT]
[FONT="]Tedavi olmanın kapsamına ilâç kullanmak, ameliyat olmak gibi bütün tedavi yöntemleri girer. Doktor böyle bir operasyon sırasında hastanın, ihtiyaç kadar olan mahrem yerlerine bakabilir. Ancak kadınlar için hu konuda imkân ölçüsünde kadın doktor ve hemşirelerden yararlanılması asıldır.
[/FONT]
[FONT="]
[/FONT]
[FONT="]Haram maddelerle tedavi[/FONT]
[FONT="]Yenmesi ve içilmesi haram kılınmış olan şeylerle tedavinin caiz olup olmadığı konusunda fakihler arasında görüş ayrılığı vardır.[/FONT]
[FONT="]a) [/FONT][FONT="]Hanefi ve şafiilere göre şifa vereceği kesin olarak bilinen haram bir maddeyle tedavi caizdir, tedavi edeceği kesin olarak bilinmiyorsa mübah değildir. [/FONT]
[FONT="]Eğer hastalığı tedavi etmek meşru yiyecek, içecek ve ilaçlarla mümkünse bu yola gidilir. Eğer hastanın haram bir yiyecek, içecek veya ilaçla tedavi edilebileceği tecrübelerle biliniyorsa, bunlarla tedavi yoluna gidilebilir. Burada "Zarûretler sakıncalı şeyleri mubah kılar." kuralına uyulmuş olur. Çünkü hastalık da ağırlık durumuna göre zarûret kapsamına girer. İlâç da gıda maddeleri gibi hayatın zaruri ihtiyacıdır, darda kalan kimse haram ile tedavi görebilir. Resûl-i Ekrem erkeklere ipek giymeyi yasakladığı halde cilt hastalığı dolayısıyla bazı sahâbîlere giyme izin vermiştir (Buhârî, Libâs, 29; Cihâd, 91). Hasılı kelam helal madde varken haramla tedavi olunmaz. Helâl maddeyle tedavi imkânı olmadığında, tedaviyi sağlayacak ilâç mubah ilâç haline gelir ve haram şeylerle tedavi olmayın hadisinin kapsamına girmez.[/FONT]
[FONT="]b) [/FONT][FONT="]Hanbelîlere göre, İslâm'da haram kılınmış yiyecek ve içeceklerle tedavi caiz değildir. [/FONT]
[FONT="]Câhiliye dönemi Arap toplumunda, içki ilâç olarak da kullanılmaktaydı. İslâm geldikten sonra içki içilmesi ayetlerde, tedavide kullanılması da hadislerde yasak olarak bildirilmiştir. Nitekim Târık b. Süveyd el-Câfîden nakledilen bir hadise göre, bir adam Hz. Peygambere şarabın hükmünü sordu. Resûlullah ise şarabın haram olduğunu ifade etti. Soruyu soran şahıs, Biz onu tedavi için kullanıyoruz deyince; Hz. Peygamber, O, ilâç değil, hastalıktır buyurdu (Müslim, Eşribe, 3, 12; Ebû Dâvûd, Tıb, 11, Tirmizi, Tıbb, 8). Özellikle, şarap ile tedavi olmayı yasaklayan, onun ilâç olmayıp hastalık olduğunu açıklayan pek çok hadis vardır. İşte bu hadisleri esas alanlar, bunlarla tedavinin câiz olmadığı kanaatindedirler. [/FONT]
[FONT="]Ebu'd-Derdâ (r.a)'dan Rasûlüllah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:"Allah Teâlâ hem derdi hem de ilâcı (deva) indirmiştir, her hastalık için bir ilâç yaratmıştır. Tedavi olun, ancak tedavide haramı kullanmayın." (Mâlik, Muvatta', Ayn, 12; Ahmed b. Hanbel, Müsned I,13, 446, III, 156)[/FONT]
[FONT="]"Âllah Teâlâ ümmetimin şifasını, onlara haram kıldığı şeylerde yaratmamıştır." (Ebu Dâvud, Tıbb, 11; Tirmizî, Tıbb, 7; İbn Mâce, Tıbb, II, Ahmed b. Hanbel, II, 305, 446, 478)[/FONT]
[FONT="]Bu görüşte olanlara göre, dara düşen kişi için açlığı ve susuzluğu giderecek haramdan başka bir şey bulunmadığı zaman, haram maddeyi -zarûret yüzünden- yemek veya içmek mübahtır. Hastalıkların tedavisinde ise ilâç sadece haram maddeden oluşmaz. Çoğunlukla tedaviye alternatif ilaçlar ya da tedavi yöntemleri vardır. Bu yüzden açlıkla hastalık aynı nitelikte değildir. Çünkü açlığın haramı yemekle giderilebileceği kesindir ve açlıktan ölme korkusu durumunda haramı yemek içmek farzdır, hastalığın ilaçla iyileşmesi ise bu derece kesin olarak önceden bilinmemektedir.[/FONT]
[FONT="]
[/FONT]
[FONT="]b) Okuyarak Tedavi [/FONT]
[FONT="]Hastalıkların maddî olduğu kadar mânevî sebepleri de vardır. Hz. Peygamber, Göz değmesi (nazar) gerçektir (Buhârî, Tıb, 36; Ebû Dâvûd, Tıb, 38, 79) diyerek hastalığın mânevî bir sebebine işaret etmiştir. Kişilerin Allaha bağlılıkları, gerçek şifayı Onun vereceğine güvenleri, ruh sağlıklarının ve morallerinin yerinde oluşu maddî hastalıkların tedavisinde bile ayrı bir önem taşımaktadır. Bu yüzden ülkemizde hastahanelerde isteyen, ihtiyaç duyan hastaları mânevî yönden rahatlatmak, onlara moral destek sağlamak, ruhî dirençlerini arttırmak üzere din görevlilerinin bulunması belirli oranda çözüm olabilir.[/FONT]
[FONT="]Okumak suretiyle tedavi Hz. Peygamber ve sahâbe tarafından yapılmış ve etkili olduğu görülmüştür. Bu hususta Fâtiha, İhlâs, Felâk ve Nâs sûreleriyle bazı duaların okunduğu rivayet edilmektedir. Bu sûre ve duaların, nazar değmesi gibi mânevî sebeplere dayalı hastalıklara da, belli durumlarda yılan ve akrep sokması gibi maddî sebepli hastalıklara da okunduğu ve netice alındığı bildirilmektedir. Okuma ile tedavinin câiz olabilmesi için; okunanın âyet veya hadis olması, şifa verenin yalnız Allah olduğunun bilinmesi, gayri meşrû bir maksada hizmet etmemesi, tıbbî tedavinin önünü kapatmaması gibi şartlar ileri sürülür. [/FONT]
[FONT="]Sebebi bilinmeyen veya tedavi edilemeyen hastalıklarla karşılaşan insanların içine düştüğü çaresizlik ve çırpınış hali, bu dönemde onları ve yakınlarını normal zamanda pek de mâkul olmayan bazı arayışlara sevkedebilir. Bunlar arasında sihir, nazarlık, at nalı kullanma, meşrû olmayan şekil ve metinleri içeren muska takma, kurşun dökme, tütsü yapma sayılabilir. Bunların tıbbî açıdan bir faydasının olmadığı gibi bâtıl inanç olmaları sebebiyle dinen doğru da bulunmamıştır. Hz. Peygamber nazarlık kullanmayı menetmiş, bu gibi şeyleri asan kimselerin biatlarını kabul etmemiştir. (Nesâî, Zînet, 17; İbn Mâce, Tıb, 39). Çünkü Resûl-i Ekrem hastalıkların sebeplerinin bulunduğunu ve tedavi edilebileceğini belirtmiş, gerçek sebeplere tutunmayı tavsiye etmiştir. Onun uygulamasında okuyarak tedavi, alternatif bir tıbbî tedavi değil, tedavi imkânı bulunmadığında veya sonuçsuz kaldığında başvurulacak yardımcı bir yöntem niteliğindedir. [/FONT]
[FONT="]
[/FONT]
[FONT="]c) Organ Nakli [/FONT]
[FONT="]Günümüzde organ nakli konusu, alternatifsiz bir tedavi yöntemi olması sebebiyle tıp ilminin önemli bir alanıdır. [/FONT]
[FONT="]16. yüzyılda başlayan organ nakli her geçen yüzyılda geliştirilmiş, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hayati organların (kalp, karaciğer, böbrek, kemik iliği, kornea) naklinde başarılı sonuçlar alınmaya başlanmıştır. Artık organ nakli ülkemizde de binlerce ölümcül hasta için yaşama ümidinin kaynağı durumundadır. Ancak, organ nakli bazı dinî ve hukukî sorunları beraberinde getirmiştir.[/FONT]
[FONT="]1. İtikadî ve Uhrevî Açıdan [/FONT]
[FONT="]Ehl-i sünnet bilginlerinin çoğunluğu, âhirette haşrin cismanî olacağı görüşündedir. Kuran âyetleri de bu görüşü doğrular mahiyettedir ( Sizi topraktan yarattık, sizi ona geri çevirir ve tekrar ondan çıkarırız) Tâhâ 20/55; (Dedi ki onlar toz halindeyken kemikleri tekrardan kim diriltir? De ki onları ilk yaratan yeniden yaratır. O her türlü yaratmayı çok iyi bilendir) Yâsîn 36/78-79; (insan, kemiklerini yeniden toplamayacağımızı mı sanıyor? Aksine Allah parmak uçlarını dahi aynen yaratmaya kadirdir) Kıyâme 75/3-4. [/FONT]
[FONT="]Nasıl ki organların toprakta çürümesi, yanıp kül olması, hayvanlar tarafından parçalanıp yenmesi onun tekrar asıl sahibinde haşrolunmasına engel değildir, beden değiştirmiş organ da haşrolunabilir. Gerçekten Kurân-ı Kerîmde (Kıyâme 75/3-4) âhirette insanın bütün uzuvlarının en ince ayrıntıya kadar toplanacağı ifade edilir. Bu ve benzeri delillerden yola çıkan İslâm bilginleri de herkesin aslî parçalarının kendisiyle haşrolacağı görüşündedirler. [/FONT]
[FONT="]. 2. İslâm Hukuk Prensipleri Açısından [/FONT]
[FONT="]Kuranda Bakara 2/173; Murdar ölmüş hayvan eti, kan, domuz eti haram kılınmıştır. Ancak darda kalan için haddi aşmadan ve gönülsüzce yemesinde günah yoktur. Allah gafur, rahimdir. Mâide 5/3; Enâm 6/119, 145) ve hadislerde (Müsned, V, 96, 218; Ebû Dâvûd, Etime, 36) insan hayatını tehdit eden bir açlık ve zaruret halinde haram fiillerin mubah hale geleceği ve günahın kalkacağı bildirilmiştir. İslâm ölüye değer vermekle birlikte, insana ve hayata daha çok değer vermiş, hayatı korumayı dinin beş temel maksadından biri saymıştır. [/FONT]
[FONT="]İslâm hukukçuları da insanın tedavi maksadıyla haram ve necis şeyleri kullanabileceğini, kemik, diş, kan gibi insan parçalarıyla tedavi olabileceğini, yavruyu kurtarmak için ölen annenin karnının yarılabileceğini, yutulmuş mücevher gibi değerli bir malı çıkarmak için ölünün karnının açılabileceğini belirtmişlerdir. İslâm hukukçularının bu ve benzeri fetvaları günümüzdeki organ nakline bir hayli ışık tutmaktadır. Ancak bu gibi durumlarda belirtilen çözümleri benimsemeyen fakihler de vardır. [/FONT]
[FONT="]Ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu daha önceki kararlarının yanı sıra 03.03. 1980 tarih ve 396/13 sayılı kararı ile, belli şartların bulunması halinde ölüden diriye organ naklinin câiz olduğuna fetva vermiştir. Kuveytteki Fetva Kurulunun, Suudi Arabistanda faaliyet gösteren Fıkıh Akademisinin ve Mısırdaki Ezher Fetva Kurulunun kararları ve İslâm Konferansı Teşkilâtına bağlı İslâm Fıkıh Akademisinin kararı da bu yönde olup, bu kararda ölüden organ nakli belli şartlarla câiz görülmektedir. Çağdaş İslâm bilginlerinin büyük bir kısmı da ferdî olarak bu paralelde fetva vermiştir. [/FONT]
[FONT="]Bu kurullar, ölüden diriye organ naklinin câiz olabilmesi için şu şartları belirtirler: [/FONT]
[FONT="]1. Zaruretin bulunması, [/FONT]
[FONT="]2. Uzmanlarda hastanın bu tedavi ile iyileşeceğine dair güçlü bir kanaatin oluşması, [/FONT]
[FONT="]3. Ölümünden önce kendisinin veya ölümünden sonra mirasçılarının onayının alınmış olması, [/FONT]
[FONT="]4.Tıbbî ve hukukî ölümün kesinleşmiş olması, [/FONT]
[FONT="]5. Organın bir ücret ve menfaat karşılığında verilmemiş olması, [/FONT]
[FONT="]6. Alıcının da buna razı olması. [/FONT]
[FONT="]Ölüden organ naklini câiz görmeyen bazı çağdaş bilginler ise, insan ölüsünün saygınlığını ve dokunulmazlığını, Ölünün kemiğini kırmak, diri iken kemiğini kırmak gibidir meâlindeki hadisi (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 60; Muvatta, Cenâiz, 45), hilkati bozmanın câiz olmamasını gerekçe göstermektedir. Ancak bu görüşün ve dayanaklarının, İslâmın yukarıda zikredilen ilke ve gayeleri karşısında daha zayıf kaldığı açıktır. [/FONT]
[FONT="]Diriden diriye organ naklinin hükmüne gelince; yukarıdaki fetva kurulları aynı şartlarla buna da cevaz vermişlerdir.[/FONT]
[FONT="]Bu fetvanın dinî dayanağı olarak yukarıda zikredilen deliller, özellikle Kim bir insana hayat verirse, bütün insanlara hayat vermiş gibidir (.Mâide 5/32) ve İyilik ve takvâ üzere yardımlaşınız (el-Mâide 5/2) meâlindeki âyetler ile yardımlaşmayı, dayanışmayı, fedakârlığı, zararı önleyip faydalıyı hâkim kılmayı emir ve tavsiye eden hadisler gösterilmektedir. [/FONT]
[FONT="]Diriden diriye organ naklini câiz görmeyen çağdaş İslâm bilginleri gerekçe olarak insanın kendi organlarına mâlik olmadığını ve onlar üzerinde tasarruf yapma hakkının bulunmadığını, insanın saygıdeğer ve dokunulmaz olduğunu, organ naklinin hilkati değiştirdiğini, iki taraf için de denk bir tehlike teşkil ettiğinden bunun zararın zararla giderilmesi kabilinden olduğunu ileri sürmektedirler. [/FONT]
[FONT="]Ancak, vericiyi riske sokmadığı, sağlığını veya görünümünü bozmadığı takdirde, tıbbî verileri esas almak İslâmî prensiplerle ve dinî hükümlerin amaçlarıyla daha uyumlu bir tavır olacaktır. [/FONT]
SAĞLIK VE TIBBİ TEDAVİNİN ÖNEMİ [/FONT]
[FONT="]Hz. Eyyub (a.s) Gerçekten şeytan beni yorgunluğa ve azaba uğrattı demişti. Sad 38/41. Yani şeytan vesveseler ve bazı hatıralar atarak Eyyub(as)ü çeşitli azab ve sıkıntılara düşürmüştü. Önceki nimetlerle şimdiki halini kıyaslamalar karşısında onları defetme çabasında olan Eyyubun kalbinde bu vesveseler gittikçe kuvvet kazandılar. bu durumdan korkup hemen Allaha yukarıdaki gibi yakardı. [/FONT]
[FONT="]O, şeytandan böyle şikayet edince adeta rabbinden bu sıkıntıyı gidermesini istemiş Allah da onun isteğine Ayağınla vur Sad 38/ 42.demek suretiyle icabet etmiştir. İşte hem yıkanacak hem de içecek soğuk bir su (Fahruddin razi, tefsiri kebir, 19/89, 91) Dikkat edilirse Eyyub peygamber hastalığından değil de şeytanın kendisini rahatsız etmelerinden şikayet etmiştir. Nitekim Allah Teala Biz onu hakikaten çok sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu. Daima Allaha yönelen bir zat idi Sad 38/ 44 ayetinde kendisini bol bol övmüştür.[/FONT]
[FONT="]İslâm, hastalık, sakatlık, fakirlik, doğal afetler gibi üzücü durumları metanetle karşılamayı, önlemler almayı, bunları Allahın bir imtihanı bilip sabretmeyi telkin eder. [/FONT]
[FONT="]Sizi korkuyla, açlıkla, mallardan, nefislerden ve ürünlerden eksiltmekle imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele Bakara 2/155. Hayatı ve ölümü hanginiz daha güzel davranacak diye imtihan için yaratan O dur Mülk 67/2[/FONT]
[FONT="]Kişinin hayatını koruması ve ona zarar verecek şeylerden uzak durması farzdır. Ancak mümin, korunmasına rağmen hastalanırsa tedavi olması gerekir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s); "Ey Allah'ın kulları, tedavi olunuz." buyurmuştur (Tirmizî, Tıbb, 2. Ebû Dâvud, Tıbb, 1, 11; İbn Mâce, Tıbb, 1; Ahmed b. Hanbel, III/156, IV/278).[/FONT]
[FONT="]Gördüğümüz gibi hastalıkla mücadele etmek ve tedavi yollarına başvurmak insanın hem tabii yapısının gereği hem de dinin emir ve tavsiyesidir. [/FONT]
[FONT="]Tedavi olmanın kapsamına ilâç kullanmak, ameliyat olmak gibi bütün tedavi yöntemleri girer. Doktor böyle bir operasyon sırasında hastanın, ihtiyaç kadar olan mahrem yerlerine bakabilir. Ancak kadınlar için hu konuda imkân ölçüsünde kadın doktor ve hemşirelerden yararlanılması asıldır.
[/FONT]
[FONT="]
[/FONT]
[FONT="]Haram maddelerle tedavi[/FONT]
[FONT="]Yenmesi ve içilmesi haram kılınmış olan şeylerle tedavinin caiz olup olmadığı konusunda fakihler arasında görüş ayrılığı vardır.[/FONT]
[FONT="]a) [/FONT][FONT="]Hanefi ve şafiilere göre şifa vereceği kesin olarak bilinen haram bir maddeyle tedavi caizdir, tedavi edeceği kesin olarak bilinmiyorsa mübah değildir. [/FONT]
[FONT="]Eğer hastalığı tedavi etmek meşru yiyecek, içecek ve ilaçlarla mümkünse bu yola gidilir. Eğer hastanın haram bir yiyecek, içecek veya ilaçla tedavi edilebileceği tecrübelerle biliniyorsa, bunlarla tedavi yoluna gidilebilir. Burada "Zarûretler sakıncalı şeyleri mubah kılar." kuralına uyulmuş olur. Çünkü hastalık da ağırlık durumuna göre zarûret kapsamına girer. İlâç da gıda maddeleri gibi hayatın zaruri ihtiyacıdır, darda kalan kimse haram ile tedavi görebilir. Resûl-i Ekrem erkeklere ipek giymeyi yasakladığı halde cilt hastalığı dolayısıyla bazı sahâbîlere giyme izin vermiştir (Buhârî, Libâs, 29; Cihâd, 91). Hasılı kelam helal madde varken haramla tedavi olunmaz. Helâl maddeyle tedavi imkânı olmadığında, tedaviyi sağlayacak ilâç mubah ilâç haline gelir ve haram şeylerle tedavi olmayın hadisinin kapsamına girmez.[/FONT]
[FONT="]b) [/FONT][FONT="]Hanbelîlere göre, İslâm'da haram kılınmış yiyecek ve içeceklerle tedavi caiz değildir. [/FONT]
[FONT="]Câhiliye dönemi Arap toplumunda, içki ilâç olarak da kullanılmaktaydı. İslâm geldikten sonra içki içilmesi ayetlerde, tedavide kullanılması da hadislerde yasak olarak bildirilmiştir. Nitekim Târık b. Süveyd el-Câfîden nakledilen bir hadise göre, bir adam Hz. Peygambere şarabın hükmünü sordu. Resûlullah ise şarabın haram olduğunu ifade etti. Soruyu soran şahıs, Biz onu tedavi için kullanıyoruz deyince; Hz. Peygamber, O, ilâç değil, hastalıktır buyurdu (Müslim, Eşribe, 3, 12; Ebû Dâvûd, Tıb, 11, Tirmizi, Tıbb, 8). Özellikle, şarap ile tedavi olmayı yasaklayan, onun ilâç olmayıp hastalık olduğunu açıklayan pek çok hadis vardır. İşte bu hadisleri esas alanlar, bunlarla tedavinin câiz olmadığı kanaatindedirler. [/FONT]
[FONT="]Ebu'd-Derdâ (r.a)'dan Rasûlüllah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:"Allah Teâlâ hem derdi hem de ilâcı (deva) indirmiştir, her hastalık için bir ilâç yaratmıştır. Tedavi olun, ancak tedavide haramı kullanmayın." (Mâlik, Muvatta', Ayn, 12; Ahmed b. Hanbel, Müsned I,13, 446, III, 156)[/FONT]
[FONT="]"Âllah Teâlâ ümmetimin şifasını, onlara haram kıldığı şeylerde yaratmamıştır." (Ebu Dâvud, Tıbb, 11; Tirmizî, Tıbb, 7; İbn Mâce, Tıbb, II, Ahmed b. Hanbel, II, 305, 446, 478)[/FONT]
[FONT="]Bu görüşte olanlara göre, dara düşen kişi için açlığı ve susuzluğu giderecek haramdan başka bir şey bulunmadığı zaman, haram maddeyi -zarûret yüzünden- yemek veya içmek mübahtır. Hastalıkların tedavisinde ise ilâç sadece haram maddeden oluşmaz. Çoğunlukla tedaviye alternatif ilaçlar ya da tedavi yöntemleri vardır. Bu yüzden açlıkla hastalık aynı nitelikte değildir. Çünkü açlığın haramı yemekle giderilebileceği kesindir ve açlıktan ölme korkusu durumunda haramı yemek içmek farzdır, hastalığın ilaçla iyileşmesi ise bu derece kesin olarak önceden bilinmemektedir.[/FONT]
[FONT="]
[/FONT]
[FONT="]b) Okuyarak Tedavi [/FONT]
[FONT="]Hastalıkların maddî olduğu kadar mânevî sebepleri de vardır. Hz. Peygamber, Göz değmesi (nazar) gerçektir (Buhârî, Tıb, 36; Ebû Dâvûd, Tıb, 38, 79) diyerek hastalığın mânevî bir sebebine işaret etmiştir. Kişilerin Allaha bağlılıkları, gerçek şifayı Onun vereceğine güvenleri, ruh sağlıklarının ve morallerinin yerinde oluşu maddî hastalıkların tedavisinde bile ayrı bir önem taşımaktadır. Bu yüzden ülkemizde hastahanelerde isteyen, ihtiyaç duyan hastaları mânevî yönden rahatlatmak, onlara moral destek sağlamak, ruhî dirençlerini arttırmak üzere din görevlilerinin bulunması belirli oranda çözüm olabilir.[/FONT]
[FONT="]Okumak suretiyle tedavi Hz. Peygamber ve sahâbe tarafından yapılmış ve etkili olduğu görülmüştür. Bu hususta Fâtiha, İhlâs, Felâk ve Nâs sûreleriyle bazı duaların okunduğu rivayet edilmektedir. Bu sûre ve duaların, nazar değmesi gibi mânevî sebeplere dayalı hastalıklara da, belli durumlarda yılan ve akrep sokması gibi maddî sebepli hastalıklara da okunduğu ve netice alındığı bildirilmektedir. Okuma ile tedavinin câiz olabilmesi için; okunanın âyet veya hadis olması, şifa verenin yalnız Allah olduğunun bilinmesi, gayri meşrû bir maksada hizmet etmemesi, tıbbî tedavinin önünü kapatmaması gibi şartlar ileri sürülür. [/FONT]
[FONT="]Sebebi bilinmeyen veya tedavi edilemeyen hastalıklarla karşılaşan insanların içine düştüğü çaresizlik ve çırpınış hali, bu dönemde onları ve yakınlarını normal zamanda pek de mâkul olmayan bazı arayışlara sevkedebilir. Bunlar arasında sihir, nazarlık, at nalı kullanma, meşrû olmayan şekil ve metinleri içeren muska takma, kurşun dökme, tütsü yapma sayılabilir. Bunların tıbbî açıdan bir faydasının olmadığı gibi bâtıl inanç olmaları sebebiyle dinen doğru da bulunmamıştır. Hz. Peygamber nazarlık kullanmayı menetmiş, bu gibi şeyleri asan kimselerin biatlarını kabul etmemiştir. (Nesâî, Zînet, 17; İbn Mâce, Tıb, 39). Çünkü Resûl-i Ekrem hastalıkların sebeplerinin bulunduğunu ve tedavi edilebileceğini belirtmiş, gerçek sebeplere tutunmayı tavsiye etmiştir. Onun uygulamasında okuyarak tedavi, alternatif bir tıbbî tedavi değil, tedavi imkânı bulunmadığında veya sonuçsuz kaldığında başvurulacak yardımcı bir yöntem niteliğindedir. [/FONT]
[FONT="]
[/FONT]
[FONT="]c) Organ Nakli [/FONT]
[FONT="]Günümüzde organ nakli konusu, alternatifsiz bir tedavi yöntemi olması sebebiyle tıp ilminin önemli bir alanıdır. [/FONT]
[FONT="]16. yüzyılda başlayan organ nakli her geçen yüzyılda geliştirilmiş, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hayati organların (kalp, karaciğer, böbrek, kemik iliği, kornea) naklinde başarılı sonuçlar alınmaya başlanmıştır. Artık organ nakli ülkemizde de binlerce ölümcül hasta için yaşama ümidinin kaynağı durumundadır. Ancak, organ nakli bazı dinî ve hukukî sorunları beraberinde getirmiştir.[/FONT]
[FONT="]1. İtikadî ve Uhrevî Açıdan [/FONT]
[FONT="]Ehl-i sünnet bilginlerinin çoğunluğu, âhirette haşrin cismanî olacağı görüşündedir. Kuran âyetleri de bu görüşü doğrular mahiyettedir ( Sizi topraktan yarattık, sizi ona geri çevirir ve tekrar ondan çıkarırız) Tâhâ 20/55; (Dedi ki onlar toz halindeyken kemikleri tekrardan kim diriltir? De ki onları ilk yaratan yeniden yaratır. O her türlü yaratmayı çok iyi bilendir) Yâsîn 36/78-79; (insan, kemiklerini yeniden toplamayacağımızı mı sanıyor? Aksine Allah parmak uçlarını dahi aynen yaratmaya kadirdir) Kıyâme 75/3-4. [/FONT]
[FONT="]Nasıl ki organların toprakta çürümesi, yanıp kül olması, hayvanlar tarafından parçalanıp yenmesi onun tekrar asıl sahibinde haşrolunmasına engel değildir, beden değiştirmiş organ da haşrolunabilir. Gerçekten Kurân-ı Kerîmde (Kıyâme 75/3-4) âhirette insanın bütün uzuvlarının en ince ayrıntıya kadar toplanacağı ifade edilir. Bu ve benzeri delillerden yola çıkan İslâm bilginleri de herkesin aslî parçalarının kendisiyle haşrolacağı görüşündedirler. [/FONT]
[FONT="]. 2. İslâm Hukuk Prensipleri Açısından [/FONT]
[FONT="]Kuranda Bakara 2/173; Murdar ölmüş hayvan eti, kan, domuz eti haram kılınmıştır. Ancak darda kalan için haddi aşmadan ve gönülsüzce yemesinde günah yoktur. Allah gafur, rahimdir. Mâide 5/3; Enâm 6/119, 145) ve hadislerde (Müsned, V, 96, 218; Ebû Dâvûd, Etime, 36) insan hayatını tehdit eden bir açlık ve zaruret halinde haram fiillerin mubah hale geleceği ve günahın kalkacağı bildirilmiştir. İslâm ölüye değer vermekle birlikte, insana ve hayata daha çok değer vermiş, hayatı korumayı dinin beş temel maksadından biri saymıştır. [/FONT]
[FONT="]İslâm hukukçuları da insanın tedavi maksadıyla haram ve necis şeyleri kullanabileceğini, kemik, diş, kan gibi insan parçalarıyla tedavi olabileceğini, yavruyu kurtarmak için ölen annenin karnının yarılabileceğini, yutulmuş mücevher gibi değerli bir malı çıkarmak için ölünün karnının açılabileceğini belirtmişlerdir. İslâm hukukçularının bu ve benzeri fetvaları günümüzdeki organ nakline bir hayli ışık tutmaktadır. Ancak bu gibi durumlarda belirtilen çözümleri benimsemeyen fakihler de vardır. [/FONT]
[FONT="]Ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu daha önceki kararlarının yanı sıra 03.03. 1980 tarih ve 396/13 sayılı kararı ile, belli şartların bulunması halinde ölüden diriye organ naklinin câiz olduğuna fetva vermiştir. Kuveytteki Fetva Kurulunun, Suudi Arabistanda faaliyet gösteren Fıkıh Akademisinin ve Mısırdaki Ezher Fetva Kurulunun kararları ve İslâm Konferansı Teşkilâtına bağlı İslâm Fıkıh Akademisinin kararı da bu yönde olup, bu kararda ölüden organ nakli belli şartlarla câiz görülmektedir. Çağdaş İslâm bilginlerinin büyük bir kısmı da ferdî olarak bu paralelde fetva vermiştir. [/FONT]
[FONT="]Bu kurullar, ölüden diriye organ naklinin câiz olabilmesi için şu şartları belirtirler: [/FONT]
[FONT="]1. Zaruretin bulunması, [/FONT]
[FONT="]2. Uzmanlarda hastanın bu tedavi ile iyileşeceğine dair güçlü bir kanaatin oluşması, [/FONT]
[FONT="]3. Ölümünden önce kendisinin veya ölümünden sonra mirasçılarının onayının alınmış olması, [/FONT]
[FONT="]4.Tıbbî ve hukukî ölümün kesinleşmiş olması, [/FONT]
[FONT="]5. Organın bir ücret ve menfaat karşılığında verilmemiş olması, [/FONT]
[FONT="]6. Alıcının da buna razı olması. [/FONT]
[FONT="]Ölüden organ naklini câiz görmeyen bazı çağdaş bilginler ise, insan ölüsünün saygınlığını ve dokunulmazlığını, Ölünün kemiğini kırmak, diri iken kemiğini kırmak gibidir meâlindeki hadisi (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 60; Muvatta, Cenâiz, 45), hilkati bozmanın câiz olmamasını gerekçe göstermektedir. Ancak bu görüşün ve dayanaklarının, İslâmın yukarıda zikredilen ilke ve gayeleri karşısında daha zayıf kaldığı açıktır. [/FONT]
[FONT="]Diriden diriye organ naklinin hükmüne gelince; yukarıdaki fetva kurulları aynı şartlarla buna da cevaz vermişlerdir.[/FONT]
[FONT="]Bu fetvanın dinî dayanağı olarak yukarıda zikredilen deliller, özellikle Kim bir insana hayat verirse, bütün insanlara hayat vermiş gibidir (.Mâide 5/32) ve İyilik ve takvâ üzere yardımlaşınız (el-Mâide 5/2) meâlindeki âyetler ile yardımlaşmayı, dayanışmayı, fedakârlığı, zararı önleyip faydalıyı hâkim kılmayı emir ve tavsiye eden hadisler gösterilmektedir. [/FONT]
[FONT="]Diriden diriye organ naklini câiz görmeyen çağdaş İslâm bilginleri gerekçe olarak insanın kendi organlarına mâlik olmadığını ve onlar üzerinde tasarruf yapma hakkının bulunmadığını, insanın saygıdeğer ve dokunulmaz olduğunu, organ naklinin hilkati değiştirdiğini, iki taraf için de denk bir tehlike teşkil ettiğinden bunun zararın zararla giderilmesi kabilinden olduğunu ileri sürmektedirler. [/FONT]
[FONT="]Ancak, vericiyi riske sokmadığı, sağlığını veya görünümünü bozmadığı takdirde, tıbbî verileri esas almak İslâmî prensiplerle ve dinî hükümlerin amaçlarıyla daha uyumlu bir tavır olacaktır. [/FONT]