ashli
Bayan Üye
Işığın Savaşçısının Elkitabı
Işığın Savaşçısının Elkitabı, hayallerimizi yaşamamız, hayatı kucaklamamız, yazgımızla yüzleşmemiz için bir çağrı. Paulo Coelho, benzersiz üslubuyla, her birimizin içindeki ‘ışığın savaşçısını’nı keşfetmemize yardımcı oluyor; hepimizi Savaşçı’nın yoluna çağırıyor: Yaşıyor olma mucizesinin değerini bilenin, yenilgisini kabullenenin, sonunda olmak istediği insan olabilenin yoluna. Işığın Savaşçısının Elkitabı, Simyacı’nın yazarından bilgelik dolu bir armağan.
‘Yirminci yüzyılın insanı toplama kampını yarattı, işkenceyi yeniden canlandırdı ve başkalarının felaketlerine gözlerini yummanın mümkün olabileceğini öbür insanlara öğretti,’ der Marek Halter.
Belki de haklıdır; terk edilmiş çocuklar var, kıyıma uğrayan siviller, suçsuz yere hapse atılanlar, yalnız kalmış yaşlılar, sokaklarda sarhoşlar, iktidarda deliler...
Öte yandan hiç de haklı olmayabilir, çünkü ışığın savaşçıları var. Ve ışığın savaşçıları, kabul edilemez olanı asla kabul etmezler.
Işığın savaşçısı adaletsizlik karşısında duyarsız kalamaz.
Her şeyin herkes için geçerli olduğunu, bir tek hareketin dünya yüzündeki herkesi etkilediğini bilir. Bu yüzden, başkalarının acı çektiğini görürse düzeni sağlamak için kılıcını kullanır.
Ama zulme karşı savaşsa da asla zalimi yargılamaya kalkışmaz. Her insan,Tanrı’nın önünde kendi yaptıklarının hesabını verecektir; savaşçı görevini yerine getirir, başkaca yorumda bulunmaz.
Işığın savaşçısının dünyadaki varlığının nedeni, insanlara yardım etmektir, onları yargılamak değil.
Işığın savaşçısı, bazı anların yinelendiğini bilir.
Aynı sorunların, aynı durumların durmadan karşısına çıktığını görür; bu durumların yinelendiğini görünce karamsarlığa kapılır, hayatta başarılı olamadığını düşünür.
‘Bütün bunları daha önce de yaşadım,’ der yüreğine.
‘Evet, sen bunları daha önce de yaşadın,’der yüreği ona. ‘Ama daha ötesine geçmedin.’
O zaman savaşçı, bu yinelenen deneyimlerin bir tek amacı olduğunu anlar: Öğrenmek istemediği şeyi kendisine öğretmek.
Işığın savaşçısının ne yapacağı önceden belli olmaz.
İşe giderken yolda dans edebilir, hiç tanımadığı birinin gözlerine bakıp ilk görüşte aşktan söz edebilir ya da saçma sapan bir düşünceyi savunabilir. Işığın savaşçılarının böyle davrandığı günler olabilir.
Eskiden tattığı kederleri için üzülmekten ya da yeni keşfettiği bir şeye sevinmekten çekinmez. Sırasının geldiğini hissederse elindeki her şeyi bir yana bırakıp uzun zamandır hayalini kurduğu bir serüvene atılabilir. Artık devam edemeyeceğini anlarsa dövüşmekten vazgeçer ama budalalık yaptım diye kendini asla suçlamaz.
Bir savaşçı, başkalarının kendisine biçtiği rolü oynamaya çalışarak zaman yitirmez.
Işığın savaşçısı, Yol hakkında ne biliyorsa başkalarıyla paylaşır.
Yardım eden biri, yardım da alır ve öğrendiği şeyi öğretmek ister. İşte bu yüzden ateşin yanında oturur ve savaş alanında geçirdiği günü anlatır.
Bir arkadaşı şöyle fısıldar ona: ‘Stratejini neden böyle uluorta anlatıyorsun? Böyle yaparak zaferlerini başkalarıyla paylaşma riskine girmiş olduğunu fark etmiyor musun?’
Savaşçı gülümsemekle yetinir, bir şey söylemez. Yolculuğun sonunda karşısında boş bir cennet bulursa mücadelesinin zaman kaybından başka bir şey sayılmayacağını bilir o.
Işığın savaşçısı, açmaya çalıştığı kapının iki yanındaki sütunları inceler.
Bu sütunlardan birinin adı ‘Korku’dur, ötekininki ‘Arzu’. Savaşçı, Korku sütununa baktığında şu yazıyı görür: ‘Bugüne kadar öğrenmiş olduğun her şeyin yararsız olacağı tehlikeli, yabancı bir dünyaya adım atıyorsun.’
Savaşçı, Arzu sütununa baktığında ise şu yazıyı okur: ‘Bugüne kadar arzulamış olduğun, uğruna uzun ve zorlu bir mücadele verdiğin her şeyin içinde bulunduğu bildik bir dünyayı terk etmek üzeresin.’
Savaşçı gülümser, çünkü hiçbir şey onu korkutamaz ve alıkoyamaz. Ne istediğini bilen birinin kendine güveniyle kapıyı açar.
Işığın savaşçısı hayata sevecenlikle ve karalılıkla bakar.
Çözümünü günün birinde bulacağı bir muammanın karşısında durur. Sık sık kendine şöyle der: ‘Bu hayat, çılgın bir şey.’
Haklıdır. Gündelik yaşamın mucizesine teslim olurken hareketlerinin doğuracağı sonuçları önceden görmenin her zaman mümkün olmadığını fark eder. Bazen ne yaptığını bilmeden hareket eder, birini kurtardığını bilmeden kurtarır onu, neden üzgün olduğunu bilmeden acı çeker.
Evet, hayat çılgıncadır. Ama savaşçının bilgeliği, kendi çılgınlığını bilgece seçmesinde yatar.
Işığın savaşçısı kılıcını nasıl kullanacağını öğrendikten sonra donanımının yine de yetersiz olduğunu anlar: Zırh gereklidir ona.
Bu zırhı aramaya koyulur ve çeşitli satıcıların önerilerine kulak verir.
‘Yalnızlığı göğüs zırhı olarak kullan,’ der biri.
‘Sinikliği kalkan olarak kullan,’ der biri.
‘En iyi zırh, hiçbir şeye karışmamaktır,’ der bir üçüncüsü.
Ancak savaşçı, aldırmaz onlara. Soğukkanlılığını bozmadan gizlice köşesine çekilir, inancın sağlam pelerinine sarınır.
İnanç, bütün darbeleri savuşturur. İnanç, zehri, billur gibi suya dönüştürür.
Sana söylediğimi bir kez daha yaz:
Işığın savaşçısının kendine ait zamana ihtiyacı vardır. Bu zamanı dinlenmek, derin düşünmek ve Dünyanın Ruhu ile bağlantı kurmak için kullanır. Bir savaşın ortasındayken bile düşünecek zaman bulur.
Zaman zaman oturur savaşçı, gevşer, çevresinde olup bitenin olmasına izin verir. Bir gözlemciymiş gibi dünyaya bakar, ona bir şeyler katmaya ya da ondan bir şeyler almaya kalkışmaz, hiç karşı koymadan kendini hayatın akışına bırakır.
Daha önce karmaşık görünmüş olan her şey yavaş yavaş basitleşmeye başlar. Ve savaşçı mutlu olur.
Bir çalgının telleri sürekli gerginse akort bozulur.
Bütün zamanını kendini savaşa hazırlayarak geçiren bir savaşçı, çarpışma sırasında içinden gelerek davranamaz. Durmadan engellerin üzerinden atlayan atların, sonunda bacakları kırılır. Sabahtan akşama kadar gerilen yaylar, okları hep aynı sertlikte fırlatamazlar.
İşte bu yüzden, keyfi yerinde olmasa bile ışığın savaşçısı, hayatın küçük, sıradan şeylerinden zevk almayı bilir.
Işığın savaşçısı için ‘mutlak’ diye bir şey yoktur; izleyeceği bir Yol vardır, mevsimine göre uyum sağlamaya çalıştığı bir yol.
Yazın giriştiği çatışmalarda, kışın kullandığı donanıma ve tekniklere başvurmaz. Esnek davrandığı için dünyayı ‘’doğru’’ ve ‘’yanlış’’ temeline oturtarak yargılamaz; ‘’o an için en uygun tutum’’ bağlamında yargılar.
Arkadaşlarının da uyum sağlamaları gerektiğini bilir ve onlar tutumlarını değiştirdiğinde şaşırmaz. Her birine, hareketlerini gerçekleştirmesi için zaman tanır.
Savaşçı, önemli bir karar almadan önce –savaş ilan etmek, yoldaşlarıyla birlikte bir başka ovaya göç etmek, tohum ekeceği tarlayı seçmek- kendine şu soruyu sorar:
‘Bu seçimim, beşinci kuşak torunlarımı nasıl etkileyecektir?’
Savaşçı, insanın yaptığı her işin sonuçlarının kalıcı olacağını bilir ve o beşinci kuşağa arkasında nasıl bir dünya bırakacağını anlamak zorundadır.
IŞIĞIN SAVAŞÇISININ ELKİTABI, Paulo Coelho
Işığın Savaşçısının Elkitabı, hayallerimizi yaşamamız, hayatı kucaklamamız, yazgımızla yüzleşmemiz için bir çağrı. Paulo Coelho, benzersiz üslubuyla, her birimizin içindeki ‘ışığın savaşçısını’nı keşfetmemize yardımcı oluyor; hepimizi Savaşçı’nın yoluna çağırıyor: Yaşıyor olma mucizesinin değerini bilenin, yenilgisini kabullenenin, sonunda olmak istediği insan olabilenin yoluna. Işığın Savaşçısının Elkitabı, Simyacı’nın yazarından bilgelik dolu bir armağan.
‘Yirminci yüzyılın insanı toplama kampını yarattı, işkenceyi yeniden canlandırdı ve başkalarının felaketlerine gözlerini yummanın mümkün olabileceğini öbür insanlara öğretti,’ der Marek Halter.
Belki de haklıdır; terk edilmiş çocuklar var, kıyıma uğrayan siviller, suçsuz yere hapse atılanlar, yalnız kalmış yaşlılar, sokaklarda sarhoşlar, iktidarda deliler...
Öte yandan hiç de haklı olmayabilir, çünkü ışığın savaşçıları var. Ve ışığın savaşçıları, kabul edilemez olanı asla kabul etmezler.
Işığın savaşçısı adaletsizlik karşısında duyarsız kalamaz.
Her şeyin herkes için geçerli olduğunu, bir tek hareketin dünya yüzündeki herkesi etkilediğini bilir. Bu yüzden, başkalarının acı çektiğini görürse düzeni sağlamak için kılıcını kullanır.
Ama zulme karşı savaşsa da asla zalimi yargılamaya kalkışmaz. Her insan,Tanrı’nın önünde kendi yaptıklarının hesabını verecektir; savaşçı görevini yerine getirir, başkaca yorumda bulunmaz.
Işığın savaşçısının dünyadaki varlığının nedeni, insanlara yardım etmektir, onları yargılamak değil.
Işığın savaşçısı, bazı anların yinelendiğini bilir.
Aynı sorunların, aynı durumların durmadan karşısına çıktığını görür; bu durumların yinelendiğini görünce karamsarlığa kapılır, hayatta başarılı olamadığını düşünür.
‘Bütün bunları daha önce de yaşadım,’ der yüreğine.
‘Evet, sen bunları daha önce de yaşadın,’der yüreği ona. ‘Ama daha ötesine geçmedin.’
O zaman savaşçı, bu yinelenen deneyimlerin bir tek amacı olduğunu anlar: Öğrenmek istemediği şeyi kendisine öğretmek.
Işığın savaşçısının ne yapacağı önceden belli olmaz.
İşe giderken yolda dans edebilir, hiç tanımadığı birinin gözlerine bakıp ilk görüşte aşktan söz edebilir ya da saçma sapan bir düşünceyi savunabilir. Işığın savaşçılarının böyle davrandığı günler olabilir.
Eskiden tattığı kederleri için üzülmekten ya da yeni keşfettiği bir şeye sevinmekten çekinmez. Sırasının geldiğini hissederse elindeki her şeyi bir yana bırakıp uzun zamandır hayalini kurduğu bir serüvene atılabilir. Artık devam edemeyeceğini anlarsa dövüşmekten vazgeçer ama budalalık yaptım diye kendini asla suçlamaz.
Bir savaşçı, başkalarının kendisine biçtiği rolü oynamaya çalışarak zaman yitirmez.
Işığın savaşçısı, Yol hakkında ne biliyorsa başkalarıyla paylaşır.
Yardım eden biri, yardım da alır ve öğrendiği şeyi öğretmek ister. İşte bu yüzden ateşin yanında oturur ve savaş alanında geçirdiği günü anlatır.
Bir arkadaşı şöyle fısıldar ona: ‘Stratejini neden böyle uluorta anlatıyorsun? Böyle yaparak zaferlerini başkalarıyla paylaşma riskine girmiş olduğunu fark etmiyor musun?’
Savaşçı gülümsemekle yetinir, bir şey söylemez. Yolculuğun sonunda karşısında boş bir cennet bulursa mücadelesinin zaman kaybından başka bir şey sayılmayacağını bilir o.
Işığın savaşçısı, açmaya çalıştığı kapının iki yanındaki sütunları inceler.
Bu sütunlardan birinin adı ‘Korku’dur, ötekininki ‘Arzu’. Savaşçı, Korku sütununa baktığında şu yazıyı görür: ‘Bugüne kadar öğrenmiş olduğun her şeyin yararsız olacağı tehlikeli, yabancı bir dünyaya adım atıyorsun.’
Savaşçı, Arzu sütununa baktığında ise şu yazıyı okur: ‘Bugüne kadar arzulamış olduğun, uğruna uzun ve zorlu bir mücadele verdiğin her şeyin içinde bulunduğu bildik bir dünyayı terk etmek üzeresin.’
Savaşçı gülümser, çünkü hiçbir şey onu korkutamaz ve alıkoyamaz. Ne istediğini bilen birinin kendine güveniyle kapıyı açar.
Işığın savaşçısı hayata sevecenlikle ve karalılıkla bakar.
Çözümünü günün birinde bulacağı bir muammanın karşısında durur. Sık sık kendine şöyle der: ‘Bu hayat, çılgın bir şey.’
Haklıdır. Gündelik yaşamın mucizesine teslim olurken hareketlerinin doğuracağı sonuçları önceden görmenin her zaman mümkün olmadığını fark eder. Bazen ne yaptığını bilmeden hareket eder, birini kurtardığını bilmeden kurtarır onu, neden üzgün olduğunu bilmeden acı çeker.
Evet, hayat çılgıncadır. Ama savaşçının bilgeliği, kendi çılgınlığını bilgece seçmesinde yatar.
Işığın savaşçısı kılıcını nasıl kullanacağını öğrendikten sonra donanımının yine de yetersiz olduğunu anlar: Zırh gereklidir ona.
Bu zırhı aramaya koyulur ve çeşitli satıcıların önerilerine kulak verir.
‘Yalnızlığı göğüs zırhı olarak kullan,’ der biri.
‘Sinikliği kalkan olarak kullan,’ der biri.
‘En iyi zırh, hiçbir şeye karışmamaktır,’ der bir üçüncüsü.
Ancak savaşçı, aldırmaz onlara. Soğukkanlılığını bozmadan gizlice köşesine çekilir, inancın sağlam pelerinine sarınır.
İnanç, bütün darbeleri savuşturur. İnanç, zehri, billur gibi suya dönüştürür.
Sana söylediğimi bir kez daha yaz:
Işığın savaşçısının kendine ait zamana ihtiyacı vardır. Bu zamanı dinlenmek, derin düşünmek ve Dünyanın Ruhu ile bağlantı kurmak için kullanır. Bir savaşın ortasındayken bile düşünecek zaman bulur.
Zaman zaman oturur savaşçı, gevşer, çevresinde olup bitenin olmasına izin verir. Bir gözlemciymiş gibi dünyaya bakar, ona bir şeyler katmaya ya da ondan bir şeyler almaya kalkışmaz, hiç karşı koymadan kendini hayatın akışına bırakır.
Daha önce karmaşık görünmüş olan her şey yavaş yavaş basitleşmeye başlar. Ve savaşçı mutlu olur.
Bir çalgının telleri sürekli gerginse akort bozulur.
Bütün zamanını kendini savaşa hazırlayarak geçiren bir savaşçı, çarpışma sırasında içinden gelerek davranamaz. Durmadan engellerin üzerinden atlayan atların, sonunda bacakları kırılır. Sabahtan akşama kadar gerilen yaylar, okları hep aynı sertlikte fırlatamazlar.
İşte bu yüzden, keyfi yerinde olmasa bile ışığın savaşçısı, hayatın küçük, sıradan şeylerinden zevk almayı bilir.
Işığın savaşçısı için ‘mutlak’ diye bir şey yoktur; izleyeceği bir Yol vardır, mevsimine göre uyum sağlamaya çalıştığı bir yol.
Yazın giriştiği çatışmalarda, kışın kullandığı donanıma ve tekniklere başvurmaz. Esnek davrandığı için dünyayı ‘’doğru’’ ve ‘’yanlış’’ temeline oturtarak yargılamaz; ‘’o an için en uygun tutum’’ bağlamında yargılar.
Arkadaşlarının da uyum sağlamaları gerektiğini bilir ve onlar tutumlarını değiştirdiğinde şaşırmaz. Her birine, hareketlerini gerçekleştirmesi için zaman tanır.
Savaşçı, önemli bir karar almadan önce –savaş ilan etmek, yoldaşlarıyla birlikte bir başka ovaya göç etmek, tohum ekeceği tarlayı seçmek- kendine şu soruyu sorar:
‘Bu seçimim, beşinci kuşak torunlarımı nasıl etkileyecektir?’
Savaşçı, insanın yaptığı her işin sonuçlarının kalıcı olacağını bilir ve o beşinci kuşağa arkasında nasıl bir dünya bırakacağını anlamak zorundadır.
IŞIĞIN SAVAŞÇISININ ELKİTABI, Paulo Coelho