nones
Bayan Üye
İlmi yönden bir insanın ölüm ve öldükten sonraki ahvâline ait birçok mâlumat alınmış ve ruhun tekâmülü bakımından bundan çok istifâde edilmiştir.
Bir insan, Cenâb-ı Hakk'ın kendisine çizmiş olduğu kadere râzı olup nikbin bulunmak, yâni her şeyi iyi görmek. Bedbin olup (fenâ görerek) intihâra kalkışmamak.
Aşağıdaki sunacağımız davette, intihar etmiş bir ruhun ne kadar eziyetlere ve azâba düçâr olduğu görülmektedir. Bu tebliğlere itimat etmekteyiz; çünkü bir ilmi heyet tarafından başta Doktor Bedri Ruhselman olduğu halde tespit olunmuştur.
İntihâr
I.
Bu misâl, intihar etmiş bir zavallının spatyomdaki feci ruh hâlini gösteriyor. Şimdi sözü, bu müşahedeyi takdim ene büyük araştırmacı Allan Kardek'e bırakıyoruz:
1953 senesi, nisanın yedinci günü, akşama doğru 50 yaşlarında bir adam, Paris'te Samaritaine müessesine bir banyo almak üzere girmiş ve bir locaya kapanmıştı. Garson, üzerinden iki saat geçtiği halde bu adamın dışarı çıkmadığını görerek merak etmiş ve rahatsız olup olmadığını anlamak için kamarasına girmişti. İçeri girer girmez korkunç bir manzara ile karşılaştı. Bu bedbaht adam, boğazını ustura ile kesmişti ve banyonun suyu, onun boyundan fışkıran kanla boyanmıştı. Kadavra, morga gönderildi.
Ölümünden altı gün sonra, adamın ruhu Paris spiritizma cemiyeti tarafından davet edildi.
(Davet)
Medyumun rehber ruhu cevap veriyor:
- Biraz bekleyiniz. Şimdi geldi buradadır.
- Şimdi nerede bulunuyorsunuz?
- Bilmiyorum. Siz söyleyin, ben nerdeyim?!
- Siz, spiritizma ile meşgul olan bir insan topluluğu içindesiniz. Onlar, sizin iyiliğinizi arzu eden kimselerdir.
- Ben boğuluyor muyum, söyleyiniz? Tabutumun içinde boğuluyorum.
(Burada Allan Kardec'in şu notları vardır: Bedeninden ayrılmış olmasına rağmen onun ruhu hâlâ cismâni maddenin girdapları içine tamamiyle bömülü bulunmaktadır. Onun fikirleri hâlâ canlı olarak yaşamaktadır. O, öldüğünü bilmiyor.)
- Bizim yanımıza gelmenize kim sebep oldu?
- Sizin yanınızda teselli olduğumu hissediyorum.
- İntiharınızın sebebi nedir?
- Ben öldüm mü? Hayır! Hâlâ bedenimdeyim. Merhametli bir el çıksa da bu işi bitirse!
Bu adam, boğazını keserek kendini öldürdüğü hâlâ boğulma ameliyesinin bitmediğini duyuyor ve bu işi bitirecek bir insanın çıkmasını temenni ediyor. Bu hâl, intihar edenlerin belirli vasıflarından birisidir. Devam edelim...
- Niçin kendinizi tanıtacak bir nişan bırakmadınız?
- Ben, terk edilmiştim. Izdıraptan kaçtım, âzâbı buldum.
- Hâlâ belirsiz olarak mı kalmayı arzu ediyorsunuz?
- Evet... Kanayan bir yaraya kızgın bir demir sokmayın.
- Gelecek bir hayatın mevcudiyeti hakkındaki düşünce, nasıl oldu da intiharınıza mani olamadı?
- Ben istikbalde inanmıyordum. Ümitsizdim. İstikbal, ümit demektir.
- Hayatınızın sönmek üzere olduğunu hissettiğiniz ânda neler düşündünüz?
- Hiçbir şey düşünmedim. Yalnız duydum ki... Hem benim hayatım sönmüş değildir ki. Ruhum, bedenime bağlı ve kurtların ruhumu kemirdiğini duyuyorum. (26/344)
"Ruh ve Kainat" kitabını okuyanlar,bu tablonun hakiki manasını çok iyi takdir etmişlerdir. Buradaki hadise, şuursuzca bir imajinatif faaliyetten doğmuş bir sürü imajların ruhu her yerde, her zaman takip etmesinden ileri gelmiştir.
II.
1865 senesi, Mart ayında M.C. Adında bir kadın, Paris civârında, küçük bir şehirde ticâret yapıyordu. 21 yaşındaki oğlu ile birlikte yaşıyordu. Çocuk, çok ağır hastaydı. Birgün, ölmek üzere bulunduğunu hissetti ve annesini çağırdı. Ve ancak annesini kucaklayacak kadar kuvveti kendisinde bulabildi. Kadın, gözyaşları içinde oğluna şu sözleri söylemişti:
- Git oğlum. Benden evvel git. Ben de senin yanına gelmekte gecikmeyeceğim.
Bu sözleri söylerken başını elelri arasında saklayarak oradan dışarı fırlayıp gitti. Bu hazin sahnede hazır olanlar, C.'nin bu sözlerini sadece bir acının alelâde infilâkına atfettiler.
Hasta, öldü. Anneyi evin her tarafında aradılar ve nihayet onu çatıda asılı olarak buldular. Hem annenin, hem de oğlunun cenaze merasimi birlikte yapıldı. Hadiseden birgün sonra, evvela oğlunun ruhu davet edildi:
- Sizin ziyânınızdan ümitsizliğe düşerek intihar eden annenizin ölümünden haberiniz var mı?
-Eğer onun bu uğursuz hareketinin benim üzerimde husule getirdiği elem olmasaydı, bugün çok mesut olacaktım. Zavallı ve hârikulâde anne! O, bu gelip geçici ayrılık tecrübesine dayanamadı. Sevdiği oğluna kavuşmak emeliyle tuttuğu yol, heyhât, onu oğlundan bilakis uzaklaştırdı. Bu ayrılık, artık pek uzun sürecek. Eğer o, Yaratıcı'nın irâdesine uymayı kalbine yerleştirmiş olsaydı ve kendisini tasviye edecek ceza borcunu kabul edip uğradığı bu hâl karşısında tahammül, tevâzu ve nedamet duygularını gösterseydi, birleşmemiz çok kısa bir zamanda vukua gelecekti. Fakat o, bu hareketiyle ne vakit biteceği belli olmayan uzun bir zaman için bu neticeyi geciktirdi. Dua ediniz! Oh, onun için dua ediniz. Bilhassa onun bu hazin ölümünü duyup üzülen anneler, sakın onu taklit etmeyiniz!
İmza: Benjamin C..
Bunu müteakip, intihar eden annenin ruhu, medyumun rehber ruhu yardımı ile çağrıldı:
- Oğlumu istiyorum! Onu bana iade etmeye kudretiniz var mı? Zalimler! Onu nurlu yerlere götürerek elimden aldılar. Ve beni karanlıkta bıraktılar!.. Ben, onu istiyorum! O, benimdir! Anne sevgisinin hiçbir kıymeti yok mudur? Nasıl olur?! Onu dokuz ay taşımak, kendi sütü ile, kendi eti ile, kendi kanı ile beslemek, ilk adımlarına rehber olmak ve mukaddes Rabbin ve annenin isimlerini ona hecelettirmek, onu faal, zeki ve namuslu, doğru, ailesini sever bir insan haline koymak ve nihayet ona bağlanan ümitlerin tahakkuk etmeye başladığı ve onun önünde parlak bir istikbalin açılmaya yüz tuttuğu bir anda onu kaybetmek!!! Hayır, bu olamaz! Allah, adil değil! Bu, annelerin Allah'ı değil! O, annelerin elemlerini ve ümitsizliklerini anlamıyor. Zira ben, oğlumla beraber olmak için kendimi öldürmüştüm... Beni tekrar dirilttiler. Oğlum! Oğlum, nerdesin?...
- Zavallı anne! Sizin acılarınızı paylaşıyoruz. Fakat ne yazık ki siz, oğlunuza kavuşmak için çok hazin bir çareye başvurmuşsunuz. İntihar, Allah'ın nazarında bir cinayettir ve siz düşünmeli idiniz ki onun kanunlarını çiğneyen her insan cezalandırılır. İşte şimdi, sizin oğlunuzu görmekten mahrum kalmanız da sizin cezânızdır.
- Hayır, ben Allah'ı insanlardan iyi tanırdım. Ben, onun cehennemine inanmazdım. Birbirini seven ruhların ebediyyen bir arada yaşayacaklarına inanırdım. Meğer aldanmışım! Allah, iyi ve adil değildir! Çünkü o benim acılarımı ve elemlerimin sonsuzluğunu anlamadı. Oh! Oğlumu kim bana verecek?! Acaba onu ebediyen mi kaybettim? merhamet, merhamet Allah'ım!...
- Sakinleşiniz bakalım, bu ümitsizce taşkınlığınıza nihayet veriniz. Düşününüz ki oğlunuzu tekrar görmek için bir çare arıyorsunuz. Bu, sizin yaptığınız gibi Allah'a küfretmek değildir.
- Bana artık oğlumu görmeyeceğimi söylüyorlar. Onu cennete götürdüler. O halde ben, cehennemde miyim? Annelerin cehenneminde miyim? Böyle bir yer var mı? Ben, ondan daha fenasını görüyorum... Kendinizi ona hoş göstereceğiniz yerde üzerinize daha büyük bir şiddeti çekiyorsunuz.
Yukarıdaki müşahedelerde bizi ilgilendiren şu noktalar, çok şayan-ı dikkattir. Bu noktalar, metinde de tarafımdan işaret edilmiştir.
Bedri Bey, diyor ki;
a) İntihar eden bir kimse, uzun zaman öldüğünü bilmiyor ve buna inanamıyor.
b) Tam intihar edeceği saniyedeki çok acı, çok ızdıraplı ve çok müphem ve korkulu ruh hâlinin ve duygularının gittikçe şiddetini artırarak devam ettiği görülüyor.
c) İntiharına sebep olan amilin ortadan kalkmadıktan maada, sağlığından daha kötü, daha ağır, baskı ile kendini ezmekte devam ettiğini ve hatta ebedileştiğini zannediyor.
İşte bütün bu haller, bir spiritizma celsesinde teşevvüs gösteren böyle bir ruhun başlıca ızdırap kaynağını teşkil ediyor.
Bir insan, Cenâb-ı Hakk'ın kendisine çizmiş olduğu kadere râzı olup nikbin bulunmak, yâni her şeyi iyi görmek. Bedbin olup (fenâ görerek) intihâra kalkışmamak.
Aşağıdaki sunacağımız davette, intihar etmiş bir ruhun ne kadar eziyetlere ve azâba düçâr olduğu görülmektedir. Bu tebliğlere itimat etmekteyiz; çünkü bir ilmi heyet tarafından başta Doktor Bedri Ruhselman olduğu halde tespit olunmuştur.
İntihâr
I.
Bu misâl, intihar etmiş bir zavallının spatyomdaki feci ruh hâlini gösteriyor. Şimdi sözü, bu müşahedeyi takdim ene büyük araştırmacı Allan Kardek'e bırakıyoruz:
1953 senesi, nisanın yedinci günü, akşama doğru 50 yaşlarında bir adam, Paris'te Samaritaine müessesine bir banyo almak üzere girmiş ve bir locaya kapanmıştı. Garson, üzerinden iki saat geçtiği halde bu adamın dışarı çıkmadığını görerek merak etmiş ve rahatsız olup olmadığını anlamak için kamarasına girmişti. İçeri girer girmez korkunç bir manzara ile karşılaştı. Bu bedbaht adam, boğazını ustura ile kesmişti ve banyonun suyu, onun boyundan fışkıran kanla boyanmıştı. Kadavra, morga gönderildi.
Ölümünden altı gün sonra, adamın ruhu Paris spiritizma cemiyeti tarafından davet edildi.
(Davet)
Medyumun rehber ruhu cevap veriyor:
- Biraz bekleyiniz. Şimdi geldi buradadır.
- Şimdi nerede bulunuyorsunuz?
- Bilmiyorum. Siz söyleyin, ben nerdeyim?!
- Siz, spiritizma ile meşgul olan bir insan topluluğu içindesiniz. Onlar, sizin iyiliğinizi arzu eden kimselerdir.
- Ben boğuluyor muyum, söyleyiniz? Tabutumun içinde boğuluyorum.
(Burada Allan Kardec'in şu notları vardır: Bedeninden ayrılmış olmasına rağmen onun ruhu hâlâ cismâni maddenin girdapları içine tamamiyle bömülü bulunmaktadır. Onun fikirleri hâlâ canlı olarak yaşamaktadır. O, öldüğünü bilmiyor.)
- Bizim yanımıza gelmenize kim sebep oldu?
- Sizin yanınızda teselli olduğumu hissediyorum.
- İntiharınızın sebebi nedir?
- Ben öldüm mü? Hayır! Hâlâ bedenimdeyim. Merhametli bir el çıksa da bu işi bitirse!
Bu adam, boğazını keserek kendini öldürdüğü hâlâ boğulma ameliyesinin bitmediğini duyuyor ve bu işi bitirecek bir insanın çıkmasını temenni ediyor. Bu hâl, intihar edenlerin belirli vasıflarından birisidir. Devam edelim...
- Niçin kendinizi tanıtacak bir nişan bırakmadınız?
- Ben, terk edilmiştim. Izdıraptan kaçtım, âzâbı buldum.
- Hâlâ belirsiz olarak mı kalmayı arzu ediyorsunuz?
- Evet... Kanayan bir yaraya kızgın bir demir sokmayın.
- Gelecek bir hayatın mevcudiyeti hakkındaki düşünce, nasıl oldu da intiharınıza mani olamadı?
- Ben istikbalde inanmıyordum. Ümitsizdim. İstikbal, ümit demektir.
- Hayatınızın sönmek üzere olduğunu hissettiğiniz ânda neler düşündünüz?
- Hiçbir şey düşünmedim. Yalnız duydum ki... Hem benim hayatım sönmüş değildir ki. Ruhum, bedenime bağlı ve kurtların ruhumu kemirdiğini duyuyorum. (26/344)
"Ruh ve Kainat" kitabını okuyanlar,bu tablonun hakiki manasını çok iyi takdir etmişlerdir. Buradaki hadise, şuursuzca bir imajinatif faaliyetten doğmuş bir sürü imajların ruhu her yerde, her zaman takip etmesinden ileri gelmiştir.
II.
1865 senesi, Mart ayında M.C. Adında bir kadın, Paris civârında, küçük bir şehirde ticâret yapıyordu. 21 yaşındaki oğlu ile birlikte yaşıyordu. Çocuk, çok ağır hastaydı. Birgün, ölmek üzere bulunduğunu hissetti ve annesini çağırdı. Ve ancak annesini kucaklayacak kadar kuvveti kendisinde bulabildi. Kadın, gözyaşları içinde oğluna şu sözleri söylemişti:
- Git oğlum. Benden evvel git. Ben de senin yanına gelmekte gecikmeyeceğim.
Bu sözleri söylerken başını elelri arasında saklayarak oradan dışarı fırlayıp gitti. Bu hazin sahnede hazır olanlar, C.'nin bu sözlerini sadece bir acının alelâde infilâkına atfettiler.
Hasta, öldü. Anneyi evin her tarafında aradılar ve nihayet onu çatıda asılı olarak buldular. Hem annenin, hem de oğlunun cenaze merasimi birlikte yapıldı. Hadiseden birgün sonra, evvela oğlunun ruhu davet edildi:
- Sizin ziyânınızdan ümitsizliğe düşerek intihar eden annenizin ölümünden haberiniz var mı?
-Eğer onun bu uğursuz hareketinin benim üzerimde husule getirdiği elem olmasaydı, bugün çok mesut olacaktım. Zavallı ve hârikulâde anne! O, bu gelip geçici ayrılık tecrübesine dayanamadı. Sevdiği oğluna kavuşmak emeliyle tuttuğu yol, heyhât, onu oğlundan bilakis uzaklaştırdı. Bu ayrılık, artık pek uzun sürecek. Eğer o, Yaratıcı'nın irâdesine uymayı kalbine yerleştirmiş olsaydı ve kendisini tasviye edecek ceza borcunu kabul edip uğradığı bu hâl karşısında tahammül, tevâzu ve nedamet duygularını gösterseydi, birleşmemiz çok kısa bir zamanda vukua gelecekti. Fakat o, bu hareketiyle ne vakit biteceği belli olmayan uzun bir zaman için bu neticeyi geciktirdi. Dua ediniz! Oh, onun için dua ediniz. Bilhassa onun bu hazin ölümünü duyup üzülen anneler, sakın onu taklit etmeyiniz!
İmza: Benjamin C..
Bunu müteakip, intihar eden annenin ruhu, medyumun rehber ruhu yardımı ile çağrıldı:
- Oğlumu istiyorum! Onu bana iade etmeye kudretiniz var mı? Zalimler! Onu nurlu yerlere götürerek elimden aldılar. Ve beni karanlıkta bıraktılar!.. Ben, onu istiyorum! O, benimdir! Anne sevgisinin hiçbir kıymeti yok mudur? Nasıl olur?! Onu dokuz ay taşımak, kendi sütü ile, kendi eti ile, kendi kanı ile beslemek, ilk adımlarına rehber olmak ve mukaddes Rabbin ve annenin isimlerini ona hecelettirmek, onu faal, zeki ve namuslu, doğru, ailesini sever bir insan haline koymak ve nihayet ona bağlanan ümitlerin tahakkuk etmeye başladığı ve onun önünde parlak bir istikbalin açılmaya yüz tuttuğu bir anda onu kaybetmek!!! Hayır, bu olamaz! Allah, adil değil! Bu, annelerin Allah'ı değil! O, annelerin elemlerini ve ümitsizliklerini anlamıyor. Zira ben, oğlumla beraber olmak için kendimi öldürmüştüm... Beni tekrar dirilttiler. Oğlum! Oğlum, nerdesin?...
- Zavallı anne! Sizin acılarınızı paylaşıyoruz. Fakat ne yazık ki siz, oğlunuza kavuşmak için çok hazin bir çareye başvurmuşsunuz. İntihar, Allah'ın nazarında bir cinayettir ve siz düşünmeli idiniz ki onun kanunlarını çiğneyen her insan cezalandırılır. İşte şimdi, sizin oğlunuzu görmekten mahrum kalmanız da sizin cezânızdır.
- Hayır, ben Allah'ı insanlardan iyi tanırdım. Ben, onun cehennemine inanmazdım. Birbirini seven ruhların ebediyyen bir arada yaşayacaklarına inanırdım. Meğer aldanmışım! Allah, iyi ve adil değildir! Çünkü o benim acılarımı ve elemlerimin sonsuzluğunu anlamadı. Oh! Oğlumu kim bana verecek?! Acaba onu ebediyen mi kaybettim? merhamet, merhamet Allah'ım!...
- Sakinleşiniz bakalım, bu ümitsizce taşkınlığınıza nihayet veriniz. Düşününüz ki oğlunuzu tekrar görmek için bir çare arıyorsunuz. Bu, sizin yaptığınız gibi Allah'a küfretmek değildir.
- Bana artık oğlumu görmeyeceğimi söylüyorlar. Onu cennete götürdüler. O halde ben, cehennemde miyim? Annelerin cehenneminde miyim? Böyle bir yer var mı? Ben, ondan daha fenasını görüyorum... Kendinizi ona hoş göstereceğiniz yerde üzerinize daha büyük bir şiddeti çekiyorsunuz.
Yukarıdaki müşahedelerde bizi ilgilendiren şu noktalar, çok şayan-ı dikkattir. Bu noktalar, metinde de tarafımdan işaret edilmiştir.
Bedri Bey, diyor ki;
a) İntihar eden bir kimse, uzun zaman öldüğünü bilmiyor ve buna inanamıyor.
b) Tam intihar edeceği saniyedeki çok acı, çok ızdıraplı ve çok müphem ve korkulu ruh hâlinin ve duygularının gittikçe şiddetini artırarak devam ettiği görülüyor.
c) İntiharına sebep olan amilin ortadan kalkmadıktan maada, sağlığından daha kötü, daha ağır, baskı ile kendini ezmekte devam ettiğini ve hatta ebedileştiğini zannediyor.
İşte bütün bu haller, bir spiritizma celsesinde teşevvüs gösteren böyle bir ruhun başlıca ızdırap kaynağını teşkil ediyor.