İnsanları Güzel Ahlaktan ve Huzurdan Yoksun Kılan: Rekabet ve Hırs

meridyen2

Kayıtlı Üye
İnsanları Güzel Ahlaktan ve Huzurdan Yoksun Kılan: Rekabet ve Hırs

Bazı toplumlarda insanların kıskançlığa olan bakış açıları, Kuran'da bildirilenden çok farklıdır. Bu kimseler kıskançlığın her insanda az çok olması gereken insani bir özellik olduğunu düşünürler. Hatta hiç kıskanç olmadığını söyleyen kimseleri garip karşılarlar. Kendileri ise yaşamları boyunca iç içe yaşadıkları insanların hemen hemen herşeyini kıskanırlar; zekalarını, güzelliklerini, yeteneklerini, mallarını, çocuklarını, evlerini, işlerini vb... Oysa ki kıskançlık, insanların dünyaya olan bağlılıklarından kaynaklanan önemli bir tavır bozukluğudur.

Kıskanç insanlar başkalarının iyiliğinden, güzelliğinden ya da başarısından zevk almak, mutlu olmak yerine bunlardan sıkıntı duyarlar. Kıskandıkları insanların imkana kavuşmaları onları mahzunlaştırır ve içten içe üzer. İçlerindeki bu hırs onları karşılarındaki insanlara zarar verme isteğine kadar götürebilir. Bu nedenledir ki Allah Kuran'da müminlere, "hasetçinin şerrinden Allah'a sığınmalarını" buyurur:

De ki: Sabahın Rabbine sığınırım. Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfüren-kadınların şerrinden ve hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden. (Felak Suresi, 1-5)

Kuran'da kendilerine doğru yolu gösteren hak kitaplar geldiği halde insanların birbirlerine karşı olan 'azgınlık ve kıskançlık'ları nedeniyle anlaşmazlığa düştükleri, doğru yoldan saptıkları şöyle bildirilir:

“… Kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan 'azgınlık ve kıskançlıkları' yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe Kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.” (Bakara Suresi, 213)

Kuran'da verilen bu açık örnek, insanın kıskançlığın neden olabileceği zararların boyutunu anlaması açısından son derece önemlidir. İnsan doğru yolu bilip gördüğü halde sırf kapıldığı kıskançlık hissi nedeniyle yanlış yola sapabilmektedir. Çünkü kıskançlık, rekabet ve hırs duyguları insanın akılcı düşünebilmesini, olayları isabetli şekilde muhakeme edebilmesini engeller. Bu duygulara yenik düşen bir insan olaylar karşısında Kuran ahlakına uygun tepkiler veremez, samimi ve ihlaslı tavırlar gösteremez. Böyle bir durumda onu yönlendiren aklı ve vicdanı değil, şeytanın sözcülüğünü yapan nefsi olur. Nefis ise Kuran’da bildirildiği üzere “…var gücüyle kötülüğü emredendir” (Yusuf Suresi, 53). Bu nedenle bir kişinin Rabbimiz’in razı olacağı umulan, huzurlu ve mutlu bir yaşama sahip olması için öncelikle nefsinin fısıldadığı rekabet ve hırs duygularından arınması gerekir:

"Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur." (Şems Suresi, 9)

Kıskançlık Duygusu, Dünyadaki İmtihanın Bir Parçasıdır

Her insan hem Allah'ın kendisine verdiği nimetlerle hem de eksik tuttuklarıyla denemeden geçirilmektedir. Bu yolla insanlardan hangilerinin Allah'a yönelip şükredenlerden, hangilerinin ise Kuran ahlakından uzaklaşıp nankörlük edenlerden olacakları ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle dünya hayatının geçici bir imtihan mekanı olarak yaratıldığını kavramış bir insanın, bu dünyanın geçici süslerine karşı kıskançlığa kapılması mümkün değildir. Örneğin sırf zengin, güzel ya da iyi imkanlara sahip diye bir insana karşı kıskançlık duymak, Kuran ahlakı ile kesinlikle bağdaşmaz. Nitekim kişi Kuran ahlakını en güzel şekilde yaşadığı takdirde Allah'ın ahirette tüm güzellikleri en mükemmel şekliyle kendisine vereceğini bilmenin huzurunu ve rahatlığını yaşar. Yalnızca kaderi, tevekkülü, dünya hayatının gerçeğini ve herşeyi yaratanın Allah olduğunu kavrayamamış insanlar, rekabet ve hırs gibi duygulara kapılarak hareket ederler. Bu gerçeği bilmek ise mümini böyle bir hataya düşmekten alıkoyar.

Kıskançlık ve Rekabet Müslümanların Gücünü Kırıcı Etki Yapar

Peygamberimiz (sav) "Bir kimse din kardeşinin ayıbını onun hoşlanacağı şekilde örterse, Allah da kendisini dünya ve ahirette hoşnud eder." (Risale-i Nur Külliyatı, 20.Lema. s.156) şeklindeki sözüyle Müslümanların her zaman birbirlerinin eksikliklerini tamamlamaları ve hatalarını örtmeleri gerektiğini ifade etmiştir. Aksi durumda aralarındaki manevi birlik ortadan kalkacak ve güçleri gidecektir. Müminlerin güçlerinin gitmesi ise inkar edenlerin gücüne güç katmak anlamına gelir. Hiçbir mümin sırf nefsinin isteklerini tatmin etmek için böyle bir sorumluluğu yüklenmek istemez. Çünkü müminlerin en önemli özelliklerinden birisi; Kuran ahlakını en mükemmel şekilde yaşamak, bu ahlaklarıyla başkalarına örnek olmak ve onları da din ahlakını yaşamaya teşvik etmektir. Açıktır ki kendisi daha kıskançlığı ya da rekabet hırsını yenememiş bir insan, böyle bir sorumluluğu gereği gibi yerine getiremez. Mümine yakışan tavır ise "İyilik ve takva konusunda yardımlaşın" (Maide Suresi, 2) ayetine uygun olarak “müminlerle ittifak etmek” ve Allah’ın izniyle din ahlakını yaymak için samimi bir çaba sarf etmektir.

Allah’a ve ahirete inanmayan bazı insanlar dahi sırf güç kazanmak ve menfaat elde edebilmek için rekabeti bir kenara bırakıp birbirleriyle ittifak edebilmektedirler. Menfaate olan bu düşkünlükleri aralarındaki rekabet ve kıskançlığı bir anda yok edebilmektedir. Bu ittifaklarından da umdukları gibi istifade edip, çıkar elde edebilmektedirler.

İnkar edenler sırf menfaat için böylesine bir güç ve kararlılıkla ittifak edebilirken, Allah'ın rızasını kazanmak gibi şerefli bir amaca sahip olan Müslümanların rekabet ya da kıskançlık duygularından kurtulamayıp ittifak edememeleri elbette ki söz konusu olamaz. Müminlerin Allah'ın rızasını kazanma konusundaki şevkleri, nefislerinin fısıldadığı kıskançlığı ya da rekabet hırsını rahatlıkla ortadan kaldırır. Önemli olan ihtilafın nasıl zarar verebileceğini iyi kavramaktır. Bir ayette "Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir." (Enfal Suresi, 46) sözleriyle çekişme ve ihtilafın güç kaybına neden olacağı hatırlatılmıştır.

Gerçek Müminler Birbirlerini Daima Desteklerler

Söz konusu olan, güzel ahlaka dair özellikler olsa bile, yine de iman eden bir kimse kıskançlıktan şiddetle kaçınır. Karşısındaki Müslümanın güzel ahlakına özenip, gıpta eder. Gıpta etmesi ise hiçbir zaman için rekabete girmesini gerektirmez. Kuran'da bildirilen "…hayırlarda yarışınız" (Bakara Suresi, 148) ayeti gereği, elbette ki Allah'ın en sevgili kulu olabilmek, Kuran ahlakını en mükemmel şekilde yaşayan kişi olabilmek için rahmani bir gayret sarf eder. Ancak bu rahmani yarışın temelinde kıskançlık ya da rekabet hisleri yoktur. Bu yarış insanlara yönelik bir yarış değil, sadece Allah'a yakınlaşmayı hedefleyen bir yarıştır. Nitekim böyle bir insan kendisi gibi, diğer müminlerin de Allah'ın hoşnutluğunu kazanabilmelerini ister. Bunun için hem samimi olarak dua eder, hem de ihlasla çaba sarf eder.

Müminlerin bu üstün ahlaklarının en önemli nedeni ise tüm yaratılmışlarla beraber kendilerinin de aciz olduğunu bilmeleridir. Bu nedenle de içleri titreyerek Allah'tan korkar ve Rabbimiz'e karşı olan acizliklerini dile getirmekten çekinmezler. Araf Suresi'nde Müslümanların bu güzel ahlakları şu şekilde haber verilir:

“De ki: "Allah'ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı artırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı..."” (Araf Suresi, 88)

Rekabet ve Hırs Hastalığından Arınmak İçin...

İnsanın bu kötü özelliklerden arınmak için, öncelikle rekabet ve kıskançlık hislerinin din ahlakı ile bağdaşmadığını anlaması gerekir. Bu duyguların temeli tamamen dünyevi değerlere dayanır. İnsanlar başkalarının sahip olduğu maddi ya da manevi değerlere karşı kıskançlık duyar ve bunlardan dolayı onlarla rekabete girişirler. Oysaki mümin, dünya hayatının menfaatlerine kapılmayıp asıl olarak ahirete yönelen insandır. Dünya nimetlerini kendisine verenin ve bunları dilediği zaman alacak olanın Rabbimiz olduğunu bilir. Bunlardan Allah'ın razı olacağı şekilde istifade eder, ancak hiçbir zaman bu nimetlere tutkuyla bağlanmaz. Daha fazlasını elde etmek için hırsa kapılmaz, Allah'ın takdir ettiği kadarına şükreder ve bunlarla yetinmesini bilir. Eğer Allah bir başkasına kendisinden daha fazla nimet vermiş ise "Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. O, dilediğine rızkı genişletip-yayar ve kısar da. Çünkü O, herşeyi bilendir." (Şura Suresi, 12) ayetiyle de bildirildiği gibi, bunda mutlaka bir hayır ve hikmet olduğunu bilir.

Dünyevi değerlere değil, ahirete önem veren bir insan hiçbir zaman insanlara göre değişen bir ahlak göstermez. Onlardan daha iyi olmak, onlar arasında bir yer edinmek, itibar kazanmak ya da ön plana çıkmak için değil, sadece Allah rızası için gayret sarf eder.

Bediüzzaman’ın Eserlerinde ‘Rekabet ve Kıskançlığın Zararları’

Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde bu konuyu derinlemesine anlatmış ve ihlas konusunu ele aldığı risalesinde rekabeti şu şekilde tarif etmiştir:

“Din ve ahiret işlerinde rekabet, gıbta, hased ve kıskançlık olmamalı ve hakikat bakış açısında olamaz. Çünki kıskançlık ve hasedin sebebi; bir tek şeye çok eller uzanmasından ve bir tek makama çok gözler dikilmesinden ve bir tek ekmeği çok mideler istemesinden; birbirine zahmet verme olur, kavga olur, yarış sebebiyle gıptaya, sonra kıskançlığa düşerler. Dünyada bir tek şeye çoklar talib olduğundan ve dünyanın dar ve geçici olması sebebiyle insanın sınırsız arzularını tatmin edemediği için, rekabete düşüyorlar. Fakat… âhirette rekabet sebebi diye birşey yoktur ve rekabet de olamaz. Öyle ise, âhirete ait olan salih ameller dahi rekabet olamaz; kıskançlık yeri değildir. Kıskançlık eden ya riyakârdır, salih ameller suretiyle dünyevi neticeleri arıyor veyahud gerçek cahildir ki, salih amelin nereye baktığını bilmiyor ve salih amelin ruhu, esası ihlas olduğunu idrak edemiyor. Rekabet suretiyle Allah'ın sevgili kullarına karşı bir nevi düşmanlık taşımakla, Allah'ın rahmeti imkanını suçluyor...” (Risale-i Nur Külliyatı, 21.Lema. s.669)

Bediüzzaman Said Nursi bir başka sözünde, Müslümanların, rekabet ve kıskançlığı birbirlerinin üstün yönleriyle iftihar ederek yenebileceklerini hatırlatmıştır. Böyle bir ahlak ile herkesin kendi şahsiyetini bir kenara bırakıp, Müslüman topluluğunun şahsı manevisi içinde eriyeceğini, bu durumda da her güzel özelliğin aslında tek tek her birine ait olacağını belirtmiştir:

“Kardeşlerinizin yeteneklerini şahıslarınızda ve üstünlüklerini kendinizde düşünüp, onların şerefleriyle şükrederek iftihar etmektir. Kendi nefsi hislerini unutup, kardeşlerinin yetenek ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır. Zâten mesleğimizin esası kardeşliktir. Peder ile evlâd, şeyh ile mürid arasındaki vasıta değildir. Belki hakiki kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz "Samimi dostluk ve kardeşlik" olduğu için, meşrebimiz (ahlakımız) "samimi dostluk ve kardeşlik"tir. Samimi dostluk ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en iyiliksever kardeş olmayı gerektirir.” (Ramuz El-Ehadis, (Hadisler Deryasi), Musannif: Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi (k.s), Mütercim: Abdülaziz Bekkine (k.s), Gonca Yayınevi, 263-325. Risale-i Nur Külliyatı, Lemalar, s.162)
(makale harun yahya)
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst