Harbi_Bela
Bayan Üye
Dünyada insanlar, hakikat adına ne kadar şey bilirlerse bilsinler, hakiki âleme intikal edecekleri ana kadar daima hakikati perde arkasından müşahede edecek ve mutlak hakikatle aralarında daima tenteneli bir perde göreceklerdir.
Hakikatin kendi aydınlığı ve bütün ihtişamı ile onlar tarafından sezilip hissedilmesi, ancak bu âleme göçtükten sonra olacaktır. Binaenaleyh bu âlemde insanların gerçek hakikati bilme adına kafalarında kurdukları her şey, hayalden ibaret demektir.
Bu meselenin bir diğer yönü de şudur: Ehl-i hakikat ve ehl-i tasavvufa göre insanların hakikati görebilmeleri için, nefis ve enaniyetleri cihetiyle ölmeleri lazımdır ki, onu ayan beyan görebilsinler. İnsanlar, sırtlarında nefis baskısını taşıdıkları, benlik ve gururları altında ezildikleri sürece katiyen hakikati göremezler. Öyleyse kalbin ve ruhun hayatına yükselmenin yolu, nefis ve enaniyet cihetiyle yok olmaktır. Evet, insan yok olmalı ki, var olsun! Zat-ı Ulûhiyyet hakkında bir kısım hakikatlerin kalb ve vicdan yoluyla müşahede edilmesi ve insanın bunu vicdanında sezdikten sonra iradesiyle kendisini yönlendirmesi, nefsin ve enaniyetin baskısından kurtulmasına bağlıdır. Bu ise ancak derin bir tefekkür, Cenab-ı Hakk'ın kâinattaki ayet, kelime, harf ve satırlarında, ona ait hakikatleri müşahede edip daima uyanık ve gözleri açık yaşama gibi yollarla temin edilebilir.
Bir diğer husus da, zikr ü fikr ile kalbi temizleme, vicdanı uyarma ve "Ölmeden önce ölünüz!" sırrına mazhariyet ufkuna ulaşmaktır. Yani siz, hepiniz uykudasınız. Nefis ve enâniyet cihetiyle öldüğünüz zaman gözleriniz açılacak ve hakikati, mahiyet-i nefsü'l-emriyesine uygun müşahede edeceksiniz. Aksine nefsin arzularının esiri olduğunuz ve cismaniyetinizi yaşadığınız sürece, hakikate de gözleriniz hep kapalı kalacaktır. Hâsılı, dünyada nefis ve enaniyet cihetiyle insanlar uykudadırlar. Nefis ve enaniyetlerini öldürüp kalbin ve ruhun derece-i hayatına yükseldikleri, kalbi söylettirdikleri, ruhu işlettirdikleri an, gözleri açılacak ve her şey onlara ayan beyan görülecektir.
Ayrıca pek çok insan, Allah'a iman edip namaz kılsa bile gaflet içinde olabilir. Bu tür insanlar, büyük ölçüde cismaniyete ait duyguları yaşarlar ve hep onların baskısı altındadırlar. Namaz ve oruç, çok defa dünyaya ait duygular gölgesinde renksiz kalır. Böyleleri mâlâyâniyât sayılan bu türlü şeyleri kalplerinden attıkları ölçüde bir yönüyle, dünya cihetiyle ölmüş bile olsa, uhrevî âlem itibariyle dirilmiş sayılabilirler.
Hakikatin kendi aydınlığı ve bütün ihtişamı ile onlar tarafından sezilip hissedilmesi, ancak bu âleme göçtükten sonra olacaktır. Binaenaleyh bu âlemde insanların gerçek hakikati bilme adına kafalarında kurdukları her şey, hayalden ibaret demektir.
Bu meselenin bir diğer yönü de şudur: Ehl-i hakikat ve ehl-i tasavvufa göre insanların hakikati görebilmeleri için, nefis ve enaniyetleri cihetiyle ölmeleri lazımdır ki, onu ayan beyan görebilsinler. İnsanlar, sırtlarında nefis baskısını taşıdıkları, benlik ve gururları altında ezildikleri sürece katiyen hakikati göremezler. Öyleyse kalbin ve ruhun hayatına yükselmenin yolu, nefis ve enaniyet cihetiyle yok olmaktır. Evet, insan yok olmalı ki, var olsun! Zat-ı Ulûhiyyet hakkında bir kısım hakikatlerin kalb ve vicdan yoluyla müşahede edilmesi ve insanın bunu vicdanında sezdikten sonra iradesiyle kendisini yönlendirmesi, nefsin ve enaniyetin baskısından kurtulmasına bağlıdır. Bu ise ancak derin bir tefekkür, Cenab-ı Hakk'ın kâinattaki ayet, kelime, harf ve satırlarında, ona ait hakikatleri müşahede edip daima uyanık ve gözleri açık yaşama gibi yollarla temin edilebilir.
Bir diğer husus da, zikr ü fikr ile kalbi temizleme, vicdanı uyarma ve "Ölmeden önce ölünüz!" sırrına mazhariyet ufkuna ulaşmaktır. Yani siz, hepiniz uykudasınız. Nefis ve enâniyet cihetiyle öldüğünüz zaman gözleriniz açılacak ve hakikati, mahiyet-i nefsü'l-emriyesine uygun müşahede edeceksiniz. Aksine nefsin arzularının esiri olduğunuz ve cismaniyetinizi yaşadığınız sürece, hakikate de gözleriniz hep kapalı kalacaktır. Hâsılı, dünyada nefis ve enaniyet cihetiyle insanlar uykudadırlar. Nefis ve enaniyetlerini öldürüp kalbin ve ruhun derece-i hayatına yükseldikleri, kalbi söylettirdikleri, ruhu işlettirdikleri an, gözleri açılacak ve her şey onlara ayan beyan görülecektir.
Ayrıca pek çok insan, Allah'a iman edip namaz kılsa bile gaflet içinde olabilir. Bu tür insanlar, büyük ölçüde cismaniyete ait duyguları yaşarlar ve hep onların baskısı altındadırlar. Namaz ve oruç, çok defa dünyaya ait duygular gölgesinde renksiz kalır. Böyleleri mâlâyâniyât sayılan bu türlü şeyleri kalplerinden attıkları ölçüde bir yönüyle, dünya cihetiyle ölmüş bile olsa, uhrevî âlem itibariyle dirilmiş sayılabilirler.